31 Mart Yerel Seçimleri Bağlamında Marksizmin Tarihsel Doğruluğu Üzerine
Bilindiği gibi “Yüzyılın Felaketi” AKP’giller iktidarı, devlet gücünü bütünüyle elinde tutmasına rağmen 31 Mart Yerel Seçimlerinde ağır bir yenilgi tattı. Bir ABD-İngiltere-İsrail yapımı proje partisi olan AKP, emperyalist efendileri tarafından iktidar koltuğuna oturtulduğu 3 Kasım 2002’den beri ilk kez bu kadar ölümcül, tedavisi çok zor bir yara almış oldu.
Yerel seçimler öncesi AKP iktidarının kan kaybedeceği bir ölçüde öngörülüyordu. Ancak Halkımızı Allah’la aldatma üzerine kurulu zulüm iktidarını 22 yıldır ABD’li efendilerinin desteğiyle sürdüren AKP’giller’in CHP’nin gerisine düşebileceğini, sanırız CHP’nin tepesindekiler de dahil olmak üzere neredeyse hiç kimse tahmin edemedi. Durum böyle olunca haliyle AKP’giller için bir bozgun, Yeni CHP içinse “zafer” diye lanse edilen seçimlerin neden ve nasıl bu şekilde sonuçlandığı tartışılmaya başlandı.
Ve her zaman olduğu gibi, yandaşıyla muhalif geçineniyle Amerikancılık ortak paydasında buluşan Parababaları medyasının figüranları “acep bunun nedeni ne ola ki?” sorusu etrafında boş, kof tartışmalar yürütmeye başladılar. Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın tanımlamasıyla “çeyrek aydın bile olmayan” siyaset bilimciler, akademisyenler, yazarçizerler üst perdeden ahkâmlar kestiler.
Parababaları medyasında boy gösteren bu hazretlerin bütün söylediklerini üst üste koysanız, işsizlik ve pahalılık cehenneminde nefes alamaz hale gelmiş olan emekçi halkımızın, yaşamın acı gerçekliği içinde yaptığı tespitlerin yanına bile yaklaşamaz. Bakın, AKP’giller’in bekçiliğini yaptığı Parababaları düzeninin çarkları arasında ezilen insanlarımız sokak röportajında neler söylüyor. Sadece iki örnekle yetinelim. Örnekler, AKP’nin bu seçimlerde kaybettiği, İstanbul’daki “kalesi” Üsküdar’dan.
Seçim sonrası yapılan bir röportajda bir vatandaşımız şunları söylüyor:
“İyi oldu. Herkesin bundan bir ders çıkarması lazım yani, gerekir. Biz emekliyiz, 10 bin lirayla nerede geçineceğiz? Nasıl geçineceğiz? 5 bin lira kira veriyorum ben. 5 bin lirayla mı geçineceğim?”
Üsküdar’da kendisine mikrofon uzatılan bir diğer vatandaşımız ise şu ifadeleri kullanıyor:
“Her şey pahalı. Yani cüzdanla vicdanın arasında kaldı millet. İki tane hurma dağıtılıyor, herkes oraya saldırıyor. Bir tane poğaça dağıtılıyor, herkes oraya saldırıyor. Millet artık tanımaz, bilmez yani. Milletin tenceresi kaynamayınca yukarıdakilerin şeyine bakmaz yani.”
Parababaları medyasında iki dirhem bir çekirdek boy gösterip, süslü cümlelerle çok şey söyleyip neredeyse hiçbir şey anlatmayan şarlatanların kıyısında köşesinde dolaştığı gerçek işte tam olarak budur. AKP’giller, 22 yıllık zulüm iktidarlarında insanlarımızı kuru ekmeğe muhtaç hale getirmişlerdir. Halkımızın alınterinden gasp ettikleri değerleri, Kuvayimilliye ve Kurtuluş Savaşı’mızın zaferi üzerine inşa edilmiş Laik Cumhuriyet’in bütün değerlerini iç etmişler, yedi sülalelerini Karunlaştırmışlar; halkımızı ise ancak hayatlarını kıt kanaat devam ettirecek yaşam şartlarına mahkûm etmişlerdir. Durum böyle olunca, halkımızın yaklaşık yüzde 63’lük bir kesimi, “artık yeter!” demiştir.
Peki bu durum şaşırtıcı mıdır?
Hiç de şaşırtıcı değildir. ABD Emperyalist Haydudunun bir zamanlar devşirip Türkiye’nin tepesine getirdiği “Morrison Süleyman” bile ne demişti yıllar önce?
“Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur.”
Ömrünü halk düşmanlığıyla geçirmiş olan Süleyman Demirel’in, temsilcisi olduğu sömürücü sınıfın içgüdüsüyle yaptığı tespit son derece doğrudur. Demirel, bu tespitini Parababalarının siyasi plandaki temsilcisi olarak kurduğu hükümetler sırasında, altına imza attığı işçi-emekçi düşmanı kararların toplumda yarattığı etkileri ve bunların yarattığı toplumsal tepkileri gözlemleyerek yapmıştır.
Ama işin bir de bilimsel yönü vardır. İşin bu yönünü, Uluslararası Proletaryanın ölümsüz önderleri Marks ve Engels Ustalar, günümüzden yaklaşık 150-200 yıl önce ortaya koyarak çığır açmışlardır.
Toplumsal Olgu ve Olaylar,
Ancak Gerçek Bilim Işığında Doğru Değerlendirilebilir
Üzerinde durduğumuz konu, toplumun işleyiş-gidiş kanunları ve insanların özellikle politik davranışlarının gerçekte hangi etmenler tarafından koşullandırıldığı konusudur. Söz konusu, bir toplum yaratığı, aynı zamanda toplum yapıcı olma niteliğine sahip insandır. İnsanların bireysel olarak politik kararlar verme sürecidir. İnsanların verdiği bu bireysel kararların bir bütün halinde toplumsal bir tepkiye dönüşmesidir. Dolayısıyla mesele, Sosyoloji kapsamına giren bir meseledir. Bu yönüyle üzerinde durduğumuz konu, “soyut” bir konudur.
Burjuva bilim insanlarının azınlıkta kalan bir kısmı, insan ve topluma dair konularda genellikle hiçbir hükmün, yasanın geçerli olamayacağını ileri sürerler. Toplumsal anlamda belirli yasaların varlığını öne süren “sosyologlar” tarafından ortaya konan kimi yaklaşımlar ise hayatın gerçekliğine uymayan, safsatalardan ibaret yaklaşımlardan öteye gitmez. Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın çok doğru biçimde topuna birden “Metafizik Sosyolojiler” adını verdiği bu bakış açısıyla hareket edildiğinde, insanın bireysel ve toplumun kolektif davranışlarını güdüleyen şeyler tesadüfler ya da verili bir durumdaki tekil faktörlerdir. Dolayısıyla bu bakış açısına göre toplum, her an her şeyin olabileceği bir karmaşalar bütününden, bir mahşer yerinden başka bir şey değildir. Bu bakış açısında neden-sonuç ilişkisi aranmaz. Böyle bir çaba içerisine girilse bile nedenlerle sonuçlar arasında eksik, çoğunlukla da yanlış bağlantılar kurulur. Hal böyle olunca, burjuva sosyolojisi-metafizik sosyoloji, insana ve topluma dair hiçbir şey anlatmamış olur.
Burjuva bilim insanlarının bu bilimsel şaşılığını Engels Usta, Londra’da çıkan “Das Volk” (Halk) adlı gazetede şu eşsiz benzetmeyle ortaya koyar:
“Burjuva sağduyusunun sakat beygiri, varlığı olaydan, nedeni sonuçtan ayıran çukur önünde elbette ki ne yapacağını bilmeyerek durur kalır. Ama insan, soyut düşüncenin engebelerle dolu alanında dörtnala at sürüp avlanmaya çıktığı zaman, kötü bir beygire binmemeye dikkat etmelidir.” (16. sayı, 20 Ağustos 1852)
Evet, Hikmet Kıvılcımlı’nın deyişiyle Metafizik Sosyolojilerin temsilcileri, Engels Usta’nın deyişiyle “sakat beygir”in üzerindedir. Engels Usta’nın, “soyut düşüncenin engebelerle dolu alanında dört nala” sürülebilecek atla kast ettiği şey, kuşkusuz olayları ve olguları incelerken kullanılacak olan düşünce metodudur. Doğayı ve toplumu en doğru şekilde anlamada, akabinde ise başta insan olmak üzere tüm canlı türlerinin iyiliğine olacak şekilde değiştirmede projektör görevi gören yegâne düşünce ve davranış yöntemi ise Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmdir. Yani Gerçek Bilimdir.
Ve bu Gerçek Bilimin toplumla ilgili keşfettiği yasalar, Türkiye özelinde 31 Mart Seçimlerinde bir kez daha doğrulanmıştır.
Son Tahlilde Belirleyici Olan
İnsanların Maddi Yaşam Koşullarıdır
AKP’giller’in zulüm iktidarlarını 22 yıl boyunca nasıl sürdürdükleri, Gazetemizin geçmiş sayılarında, özellikle Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut tarafından kaleme alınmış olan Başyazılarda ve çeşitli makalelerde enine boyuna incelenmiş, ortaya konmuştur. O yüzden burada bu konuya çok fazla girmeyeceğiz.
Ancak şu kadarını belirtmeden geçmeyelim: Bu “Yüzyılın Felaketi”nin şimdiye kadar Türkiye’nin başından defedilememesinin birincil nedeni ABD-AB Emperyalistlerinin desteği ise; ikincil nedeni AKP’giller’in çilekeş insanlarımızı “Allah’la Aldatması”, su içer, nefes alır gibi din alıp satmasıdır. Bu da doğaldır çünkü Engels Usta’nın “Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm” eserinde belirttiği gibi; “Halkın ne zaman ahlâki araçlarla buyruk altında tutulması gerekse, din, yığınları etkilemede bütün ahlâki araçların ilki ve başlıcası olmuştur.” (Marks-Engels Seçme Yapıtlar, Sol Yayınları, 3. Cilt, s. 36)
İşte ABD-AB Emperyalist Haydutları tarafından sonuna kadar desteklenen AKP’giller iktidarı da halkımızı buyruk altında tutmak için din ahlâki aracını sonuna kadar kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedir. Engels Usta, “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu” başlıklı Marksizmin en temel eserlerinden biri olan kitabında ayrıca şu dahiyane tespitte bulunur:
“Şunu da kaydedelim ki, değişik sınıfların her biri kendine uygun gelen dini kullanır: Toprak aristokrasisi Katolik Cizvitliğini ya da Protestan Ortadoksluğunu, liberal ve radikal burjuvazi rasyonalizmi. Ve bu bayların kendi dinlerine inanmamaları hiçbir şeyi değiştirmez.” (age, Sol Yayınları, 5. Baskı, s. 60)
İşte Tayyipgiller de kendi sınıf kökenlerine yani Tarihin ilk egemen ve sömürücü sermaye sınıfı olan Tefeci-Bezirgânlığa uygun gelen dini kullanarak zulüm iktidarlarını 22 yıldır sürdürmüş ve sürdürmektedirler. Bu din, her zaman ifade ettiğimiz gibi “Muaviye-Yezid”, günümüz koşullarında “CIA-Pentagon-Washington Dini”dir.
Pekiyi, nasıl olmuştur da sömürü, vurgun, soygun ve insanları “Allah’la Aldatma” konusunda bu kadar mahir bir sınıfın iktidarında, bir yerel seçim ölçeğinde de olsa Muaviye-Yezid İslamı’nın etkisi belli bir oranda kırılmıştır?
31 Mart Yerel Seçimlerinde 22 yıldır AKP’ye oy veren insanlarımızın en azından bir bölümü nasıl olmuştur da CHP’ye ve diğer partilere oy vererek AKP’giller’e hatırı sayılır bir darbe indirmiştir? Bu durumun gerçek nedeni, sadece “Emeklilerin tokadı” şeklinde sığ bir bakış açısıyla açıklanabilir mi?
Bu soruların cevabını ancak Gerçek Bilimin izinden giderek bulabiliriz. Evet, Şark Toplumlarının tümünde olduğu gibi bizim toplumumuzda da insanlarımızın dini hassasiyetleri yüksektir. Evet, 22 yıldır Muaviye-Yezid Dininin afyonuyla zehirlenen halkımızın büyük çoğunluğu özgür düşünceden, zihnini işletmekten alıkonmuştur. Bu minvalde daha onlarca tespit yapılabilir ve bunların hepsi doğrudur. Ancak Gerçek Bilim net bir şekilde ortaya koymuştur ki, insanların düşünsel faaliyetlerinde, bunların bir toplamı niteliğindeki toplumsal bilinçte son tahlilde belirleyici olan, üretim içerisinde yer alan insanların maddi yaşam koşullarıdır.
Sözü, Marks Usta’ya bırakalım:
“Varlıklarının toplumsal üretiminde insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuksal ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir. Tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” (Karl Marks, “Önsöz”, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları, s. 24)
Demek ki Marks Usta’nın dahiyane bir şekilde ortaya koyduğu gibi; insanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değilmiş. Durum bunun tam tersiymiş: İnsanlar arasında kaçınılmaz olan üretim ilişkilerinin tümü, toplumsal bilinç şeklinde tezahür ediyormuş. Kısacası toplumsal bilinci ve buna bağlı olarak ortak toplumsal tepkileri yaratan şey, insanların maddi yaşam koşullarıymış. Başta din gelmek üzere siyaset, hukuk, kültür, felsefe, sanat vb. bütün üstyapı kurumları, toplumun ekonomik temeline göre şekilleniyormuş.
Meseleyi Türkiye özelinde ele alırsak; demek ki ezilen, sömürülen, aşağılanan, hor görülen insanlarımızın Marks Usta’nın deyişiyle “kalpsiz bir dünyanın kalbi” olarak sığındığı “içli bir ezgi” olan din, siyasi karar verme süreçlerinde ikincil plana atılabiliyormuş. Demek ki insanlarımızın maddi koşullarının zihinlerindeki yansımaları, kalben bağlı oldukları din olgusundan daha baskın çıkabiliyormuş.
Burada bir noktaya değinmeden geçmeyelim: Marksizmin kurucuları hiçbir zaman toplumun ekonomik temelinin toplumsal bilincin tek belirleyicisi olduğunu iddia etmemişlerdir. Bunu iddia etmek, Marksizmi tahrif etmek, sığlaştırmak, karükatürleştirmek anlamına gelir. Bu konuda Engels Usta, Joseph Bloch’a yazdığı bir mektubunda şu ifadeleri kullanır:
“Materyalist tarih anlayışına göre, tarihte belirleyici etken, son aşamada gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Ne Marks ne de ben, hiçbir zaman daha fazlasını iddia etmedik. Eğer sonradan herhangi biri çıkıp da ekonomik etken tek belirleyicidir dedirtmek üzere bu önermenin anlamını zorlarsa, onu boş, soyut, anlamsız bir söz haline getirmiş olur.” (Londra, 21 Eylül 1890, K. Marks-F. Engels, Felsefe İncelemeleri, Sol Yayınları, 3. Baskı, s. 184)
Aynı mektubun ilerleyen bölümlerinde Engels Usta şöyle devam eder:
“Bütün öteki koşullar arasında en sonunda belirleyici olanlar iktisadi koşullardır. Ama siyasal koşullar vb., hatta insanların beyinlerine musallat olan gelenek bile, kesin son verici olmasa da gene bir rol oynar.” (İtalikler bize ait, age.)
Görüldüğü gibi Tarihsel Materyalizmin bu tespiti de bugünün Türkiye’siyle bire bir örtüşmektedir. 22 yıllık AKP iktidarının aslında her aşaması halkımız için işsizlik, pahalılık, zam, zulüm anlamına gelmiştir. Buna rağmen 31 Mart Seçimlerine kadar AKP, her seçimde yaptıkları hileleri de göz önünde bulundurmak kaydıyla hep birinci parti olmuştur. Bu süreçte insanlarımızın maddi yaşam koşullarının zihinlerindeki yansımaları, Engels Usta’nın deyişiyle onların “beyinlerine musallat olan” dinin etkilerini kıramamıştır. Ancak son tahlilde belirleyici olan, yukarıda da altını çizdiğimiz gibi çilekeş insanlarımızın maddi yaşam koşulları olmuştur. Kısacası 31 Mart Seçimleri, öncesi ve sonrasıyla Gerçek Bilimin ortaya koyduğu yasalarla tam bir uyum halindedir.
Gelelim işin bir başka yönüne. AKP’giller’in 31 Mart’ta aldığı büyük darbe Yeni CHP’nin veya onun şeflerinin eseri midir? Bu sonuç Yeni CHP’nin bir zaferi midir?
Muhalif geçinen medyadaki Özgür Özel güzellemelerine, ABD’nin yeni gözdesi İmamoğlu’nun, efendisinin “yürü ya kulum” demesiyle “önlenemez” yükselişine aldanılmasın. AKP’giller’in aldığı bu ağır yenilgi, bütünüyle halkımızın yukarıda andığımız insanlık dışı maddi yaşam koşullarına mahkûm edilmesinin bir sonucudur.
İşte halkımızın yaşadığı bu cehennemi, bu bıkkınlığı çok iyi gözlemleyen ABD Emperyalist Haydudu, AKP’giller’in Şefinin kullanım süresinin sona erdiğini netçe gördüğü için ihanet tiyatrosunda yeni aktörlere yer vermeye başlamıştır. Bu anlamda en güçlü aktör de İmamoğlu olmuştur. Dikkat edersek İmamoğlu, artık haber bültenlerinin, gazetelerin en önemli figürlerinden biri haline gelmiştir. Ücra ilçelere gerçekleştirdiği ziyaretlerde yaptığı konuşmalar bile canlı yayınlanmaktadır artık. Bizim gibi Şark Toplumlarında her an her şey değişebilir ancak görünen o ki ABD-AB Emperyalist Haydutları, Tayyip sonrası Türkiye’sinin tepesine İmamoğlu’nu çöktürecektir.
Görev, Koşulları İnsancıl Olarak Biçimlendirmektir
Şimdiye kadar yaptığımız benzetmelerin, örneklemelerin mikro ölçekli olduğunu, sanıyoruz okuyucularımız da fark etmişlerdir. Bilimsel Sosyalizmin ölümsüz kurucuları Marks ve Engels, yukarıda aktardığımız dahiyane tespitleri, insanlığın Yazılı Tarihinin bütünü için ortaya koymuşlardır. O uzun süreci en doğru yöntemle inceleyerek en genel kanunlara ulaşmışlardır. Yoksa çok iyi biliyoruz ki 31 Mart Seçimleri ne çağ açıp kapatan bir olay ne de bir sosyal devrimdir. Toplumdaki sınıfların konumlanışı bakımından hiçbir altüstlük getirmemiştir, getirmesi de olası değildir.
Altını çizmek istediğimiz gerçeklik şudur: Doğanın ve toplumun gidiş kanunları, makro ölçekte de mikro ölçekte de şaşmaz bir şekilde her olayda kendini dayatmaktadır. Türkiye ve dünyada gelişen olaylar, Diyalektik ve Tarihsel Maddeciliğin kanunlarının doğrulandığını, Marksizm-Leninizmin capcanlı bir şekilde insanlığın yolunu aydınlattığını tekrar tekrar kanıtlamaktadır. Aslolan bu kanunları bilince çıkarmaktır.
İnsanlık eninde sonunda sınıfsız, sömürüsüz bir dünyaya mutlaka ulaşacaktır. Bu sadece bir temenni değil, Gerçek Bilimin ortaya koyduğu bir kesinliktir. Ama elbette ki devrimcilerin görevi, ellerini kollarını bağlayıp bu yüce “mukadderatın” gerçekleşmesini beklemek olamaz. Marks-Engels Ustaların belirttiği gibi; “Eğer insan koşullar tarafından biçimlendirilmişse, koşulları insancıl olarak biçimlendirmek gerekir.” (K. Marks-F. Engels, Kutsal Aile, Sol Yayınları, 1. Baskı, s. 199)
Koşulların insancıl olarak biçimlendirilmesi içinse her şeyden önce pratik eylem gerekir. Zira yine Marks-Engels Ustaların altını çizdikleri gibi; “Gerçekte pratik materyalist için yani komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.” (K. Marks-F. Engels, Alman İdeolojisi, Sol Yayınları, 3. Baskı, s. 46)
O halde Gerçek Komünistlerin görevi bellidir. Görev, insanı insanlıktan çıkaran Parababaları düzenine karşı örgütlü mücadele, savaşım yürütmektir. Görev; çalışan, ezilen, artıdeğer sömürüsüne tabi tutulan tüm emekçi halkımızı, Gerçek Bilimi yani Marksizm-Leninizmi, Hikmet Kıvılcımlı’dan devraldığı teorik mirasla ve Nurullah Efe Ankut’un günümüzde tuttuğu projektörle Türkiye orijinalitesine en iyi şekilde uyarlayan Halkın Kurtuluş Partisi saflarında örgütlemektir.
15 Nisan 2024