Site rengi

Tasarım

ABD’nin sol tabelalı Şark Ekspresi

23.11.2016
734
A+
A-

ABD’nin sol tabelalı Şark Ekspresi

ABD’nin zaten sağ tabelalı Şark Ekspresi vardır. Dünyanın her yerinde vardır, sağ ekspresleri ABD’nin.

Fakat, ABD Emperyalistleri ve onun casus örgütü CIA, yörüngesinde bulunan uydu devletlerdeki yalnızca sağ hareketleri oluşturmakla ve yönlendirmekle yetinmez. Sol maskeli, sol görünümlü, sol etiketli ya da tabelalı hareketleri de kendisinin oluşturmasını, başlangıçta olmamış olsa bile, sonradan yönetimini ele geçirerek yönetimine almak ister. Kendi yönetmek ister. Yani ülkenin sağı da CIA’ya bağlı olur, solu da…

ABD için ne güzel bir durum, değil mi?..

Halkımızın deyişiyle “Çift katlı kaymaklı ekmek kadayıfı” gibi durum…

Önderimiz Kıvılcımlı, yönetimini CIA’nın ele geçirdiği bu hareketlerin temsil ettiği sosyalizme “CIA Sosyalizmi” adını koymuştu, 1970’te, yani 46 sene önce.

Daha önce de aktarmıştık; CIA’nın eski Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller aynen şöyle demişti:

“Benim kişisel hissiyatım ise Türkiye’de daha çok sol hareket görmek isterdim. Çünkü bence en büyük ihtiyaç bu.” (http://www.radikal.com.tr/turkiye/turkiyeye-daha-cok-sol-lazim-1084059/)

Düşünebiliyor musunuz, arkadaşlar?

Kıdemli, kaşar, eli kanlı CIA Şefi, Türkiye’nin daha fazla sola ihtiyacı var, diyor. Ben Türkiye’de daha çok sol hareket görmek isterdim, diyor. Hani halkımız böyle durumlarda, “Gel de şaşma!”, der. Gerçekten de öyle. Dünya tersine mi dönmeye başladı? Güneş Batıdan mı doğacak bundan böyle? Bu yaşımıza kadar bütün doğru bildiklerimizin tersi mi doğru acaba?, der insan, değil mi? Tabiî eğer ajanın içtenliğine inanmış olursanız dersiniz bunları.

Fakat, bu alçak CIA’cının bu demagojik ifadeleri söylerken bile, aslında neyi kastettiğini bilirseniz, hiç şaşırmazsınız. Onun kastettiğinin yani onun görmek istediği “sol”un; CIA’nın, dolayısıyla da ABD Emperyalistlerinin çıkarlarıyla bire bir uyumlu olduğunu anlarsınız.

Onun istediği sol, Irak’ta ABD işgalini ve ABD’nin ülkeyi bir yangın yerine çevirmesini, ölüm tarlalarına çevirmesini alkışlarla karşılayan, adı “Komünist Partisi” olan, gerçeklikte ise antikomünizmin en şerefsizcesini yapan sözde soldur.

Böyle sollara ABD kucak açar, bayılır onlara.

Irak işgali boyunca onları desteklemiş, seçimlere girmesini sağlamış ve hatta onların temsilcilerinin oy sandıklarından başarıyla çıkarılarak kurdurduğu kukla meclislere milletvekili olarak girmesini sağlamıştır ABD.

Sen ABD Emperyalistlerinin BOP’unu ve onun savaşlarını, işgallerini, katliamlarını alkışlarla destekleyerek karşılarsan, adam seni niye benimsemesin, niye sevmesin?..

Adının “komünist”, “solcu” vs olmasının ne önemi var?..

Devrimler Kartalı Lenin ne diyordu?

“Bir siyasi hareketi, adına ve programına bakarak değil, eyleminin siyasi muhtevasına ve önderlerine bakarak değerlendirmeliyiz.”

Ne kadar da özlü bir ölçüt, değil mi?

Senin eyleminin siyasi içeriği, ABD Emperyalistlerinin proje ve eylemleriyle bire bir örtüşüyor ise, sen “Amerikan Solu”sun. Ya da “CIA Solu”sun. Gerçek Solla ilgin yok. Tam tersine Gerçek Solun 180 derece karşıtısın.

Hatırlanacaktır; 1946’dan itibaren ABD Emperyalistleri, dünya jandarmalığını İngiltere’den devraldıkları andan itibaren, CIA bu türden sol hareketler ve yayın organları da oluşturmaya başlamıştı. Var olan sol hareketlerin içine nüfuz etmiş, yönetim kademelerini ele geçirmişti yer yer. Yani bazı ülkelerde başarabilmişti bunu.

Ünlü bir Batılı web sitesinde, yine Batılı bir yazarın makalesi yayımlandı, bu konuyla ilgili. Bu makaleyi “Gezite” adlı Türkçe yayın yapan site dilimize çevirerek yayımladı.

Aktaralım:

“Gezite’nin Notu: Okuyacağınız yazı daha önceden The Awl adlı internet sitesinde yayımlandı. Yazı Patrick Iber tarafından yazıldı, çevirisini ise değerli dostumuz Ekrem Ekici yaptı. Yazının özellikle son yıllarda sıkça karşılaştığımız “Aaaa bak çok güzel yazı ama bize de biraz vurmuş” gibi cümlelerle başlayan diyaloglar açısından önemli olduğunu düşünüyoruz.  Yazının orijinal başlığı çok uzun olduğu için yeni bir başlıklandırmayla siteye koyduk. Yine de orijinal başlığı okuma sırasında göreceksiniz. Hepinize iyi okumalar dileriz.

“Soğuk Savaş Döneminde CIA Tarafından Fonlanan Sosyalist Görünümlü Edebiyat Dergileri

“Mayıs 1967’de Tom Braden adlı eski bir CIA çalışanı, Saturday Evening Post‘ta “Ne mutlu ki CIA ‘ahlaksız’ [bir yapı]” başlıklı bir itiraf yayınladı. Bu yazıda Braden, gazetecilerin birkaç yıldan bu yana keşfetmeye başladıkları bir gerçeği teyit ediyordu: CIA, Sovyet yanlısı paralel örgütlerin çalışmalarına karşı koymak adına, aralarında Ulusal Öğrenci Birliği’nin de (National Student Association) bulunduğu çok sayıda “sivil toplum” örgütü ile birlikte, çok sayıda Avrupalı sosyalist topluluğu (unions) finanse etmekteydi. Braden, “1950’lerde Avrupa’nın büyük bölümünde sosyalistler, kendine solcu diyen insanlar – tam da Amerikalılar’ın komünistlerden farksız olduğunu düşündüğü kesimler – Komünizmle mücadele eden yegane gruplardı,” diyordu.

“Soğuk Savaş döneminde, özgür toplumlarda grupların devletten bağımsız olarak kendilerini örgütleyebileceklerine işaret edilerek, “totaliter toplumlar” ile “özgür toplumlar” arasında ayrım yapmak çok yaygındı.

“CIA’in anti-komünist sanatçıların ve entelektüellerin çalışmalarını örgütleme çabalarının merkezinde Kültürel Özgürlükler Meclisi (Congress for Cultural Freedom – CCF) yer alıyordu. 1950’de kurulan ve merkezi Paris’te bulunan CCF, anti-totaliteryanizm başlığı altında önde gelen düşünürleri bir araya toplamıştı. CCF üyelerinin çoğu, anti-komünist varyanttaki sosyalistlerden ve liberallerden müteşekkildi; bu da, CIA’e anti-komünist fikirlerin dile getirilmesi görevinin sadece gericilere bırakılmaması için bir fırsat sunmuştu. CIA personeli yönetici kadrosunun en tepelerine kadar sızmış olan CCF seminerler, konferanslar, konserler düzenleyip, sanat galerileri açıyordu. Örneğin, örgüt, Amerikan kültürünün inceliğinden / kapsamlılığından (sophistication), dolayısıyla çift kutuplu Soğuk Savaş dünyasındaki önderlik kapasitesinden kuşkulu Avrupalılar’ı ikna etme çabalarının bir parçası olarak, 1952’de Boston Senfoni Orkestrası‘nı Avrupa’ya getirmişti. CCF, ücretsiz dağıtmak üzere binlerce kopya satın almak suretiyle, aralarında Milovan Djilas‘ın Yeni Sınıf‘ının da bulunduğu, dönemin çok sayıda anti-komünist klasiğinin yayınlanmasına destek oldu. Fakat örgütün en etkileyici başarısı, kapsamlı bir edebi ve siyasi dergiler yığınağı oluşturmak olmuştur. CCF’in amiral gemisi dergisi Londra merkezli Encounter (Karşılaşma) olsa da, Fransa’da Preuves, İtalya’da Tempo Presente, Avusturya’da Forum, Avustralya’da Quadrant, Japonya’da Jiyu ve Latin Amerika’da Mundo Nuevo gibi çok sayıda dergi yayınlıyordu.

“CCF vasıtasıyla CIA, Soğuk Savaş döneminde entelektüel yaşamda etkin bir oyuncu olmuş, Amerika Birleşik Devletleri’nin elinde bir Kültür Bakanlığına en yakın şey haline gelmişti. Bu yapı, ardında karmaşık bir miras bıraktı. Soğuk Savaş döneminde, özgür toplumlarda grupların devletten bağımsız olarak kendilerini örgütleyebileceklerine işaret edilerek, “totaliter toplumlar” ile “özgür toplumlar” arasında ayrım yapmak çok yaygındı. Fakat bu argümanı savunan – sol görünümlü yayınlar da dahil – çoğu grup, kısmen de olsa, el altından devlet iktidarının araçlarını destekliyordu. CIA’in kültürel çalışmaları olmasaydı sanatın ve sanatçıların daha “devrimci” olup olmayacağı tartışmalı bir soru olsa da, CIA’in bu risk almak istememiş olması açıktır. Ki bu yayınlar da iktidar ile öz-çıkar kesişiminin ardında bıraktığı kasvetin ortasında belli belirsiz parıltılar saçarak yaşamlarına devam ettiler. Bu yayınların, kalite, etki ve CIA dahlinin düzeyinin donuk ve gelişigüzel bir kombinasyonuyla sıralanmış yedi tanesini aşağıda görebilirsiniz.

“7- The New Leader (Yeni Önder)

“1920’lerde Amerikan sosyalizminin sesi olmak amacıyla kurulan The New Leader, Soğuk Savaş‘ın başlaması ile birlikte bütünüyle Sovyetler Birliği’nin totaliter ve emperyalist karakterli olduğu iddiasını kabul ettirmeye odaklandı. The New Leader‘ın en parlak dönemi olan kırklı ve ellili yıllardaki genel yayın yönetmeni Sol Levitas‘tı. Derginin CIA ile ilişkisi her zaman pürüzsüz değildi. Öyle ki CIA, Levitas’ın azılı, fazla katı ve “muhafazakar” bir anti-komünist çizgide olduğunu düşünüyordu. CIA, Avrupa soluna hitap edecek daha ılımlı ve “sofistike” bir ses isterken, The New Leader, sürekli olarak Sovyet toplumunun totaliter bir doğaya sahip olduğu ve Komünizm fikrinin her yerde Kremlin’in kontrolü altında olduğu savının çığırtkanlığını yapıyordu. Bu sert tondaki anti-komünizmine karşın, The New Leader Amerikan iç politikası bağlamında ilerici bir hatta sahipti; dergi, Martin Luther King, Jr.’ın Birmingham Hapishanesinden Mektup‘unu yayınlayan ilk mecralardan biriydi.

“6- Der Monat (Ay)

“Almanca yayın yayın yapan Der Monat (“Ay”, “Aylık”, “Bu Ay”) dergisi 1948 yılında New Yorklu Melvin Lasky tarafından kurulmuştu; Lasky bu dergi vasıtasıyla, heveslisi olduğu “kültürel özgürlük” politikasını hayata geçirmek amacındaydı. Lasky, derginin kuruluşundan bir yıl önceki Birinci Alman Yazarlar Kongresi sırasında, Rusya’da yazarların baskı ve zulüm gördüğünü iddia ederek büyük bir tartışma çıkarmıştı. Lasky’e göre, sürekli olarak gizli polis faaliyetlerinden endişe eden Rus yazarlara Batılıların sempati göstermesi gerektiğini, değişen parti doktrininin bu yazarları bir gecede “yozlaşmış karşı devrimci gericilik enstrümanları” olarak yaftalayabileceğini savunuyordu. İlk olarak savaş sonrası bölünmüş Almanya’daki Amerikan askeri hükümetinin otoritesi altında yayınlanmaya başlayan bu dergi, zaman içerisinde Kültürel Özgürlükler Meclisi’nin dergileri için önemli bir örnek haline gelmiş ve bu dergiler ağına dahil edilmişti. Birçokları Lasky’nin bir CIA ajanı olduğundan şüphelenmiş olsa da, kendisi bu iddiaları yaşamının sonuna kadar reddetti.

“Der Monat, Theodor Adorno, Arthur Koestler, Hannah Arendt, Heinrich Böll ve Thomas Mann gibi önemli entelektüellerin çalışmalarını da yayınlamıştı.

“5- Kenyon Review

“Amerikan tarihinin muhtemelen en seçkin edebiyat dergisi olan The Kenyon Review 1939’da John Crowe Ransom tarafından kurulmuştu. Kültürel Özgürlükler Meclisi’ni yöneten entelektüeller ve CIA çalışanları, çok sevdikleri Ransom’ı ve Ransom’ın entelektüel ağını Meclis için çalışabilecek gelecek vaad eden öğrencileri ve edebiyatseveleri bulmak için kullandılar. Hatta Ransom’ın “Yeni Eleştiri” tekniği dahi, Soğuk Savaş dönemi için dört dörtlük bir muhafazakar analiz tarzı olarak görülmüştü: edebi çalışmaların toplumsal ve siyasal bağlamının incelenmesinden kaçınan bu yöntem, zaman zaman ancak dikkatli bir okumalarla gizli planları ve anlamları gün yüzüne çıkarabilen casusluk faaliyetleri ile karşılaştırılmıştı.

“Kenyon Review‘in güçlü yazar kadrosunda Robert Lowell, T.S. Eliot, Flannery O’Connor, Thomas Pynchon, Nadine Gordimer, Randall Jarrell ve Joyce Carol Oates gibi usta isimler bulunuyordu. Aralarında Hudson Review, the Sewannee Review, Poetry, Daedalus, Partisan Review, The Journal of the History of Ideas gibi yayınların da bulunduğu diğer örnekler gibi, Kenyon Review’in de yüzlerce, hatta binlerce kopyası Amerika Birleşik Devletleri dışında dağıtılmak üzere Kültürel Özgürlükler Meclisi tarafından toplu halde satın alınıyor, zaman zaman da doğrudan fonlanıyordu. Bu, küçük bir dergi için son derece önemli bir destekti; Kenyon Review, CIA’den aldığı desteğin ifşa olup, kesilmesinden birkaç yıl sonra, 1969’da yaklaşık on yıllığına kapanacak, Daha önce CIA bünyesine dahil edilen Robie Macauley, Kenyon Review‘in genel yayın yönetmenliği görevini Ransom’dan devralacaktı.

“4- Paris Review

“Bu listede yer alan yayınlar arasında CIA ile en zayıf bağlantıya sahip olan dergi belki de Paris Review‘di. Kenyon Review gibi, Paris Review de yirminci yüzyılın en seçkin edebiyat dergilerinden biriydi. Editörlüğünü George Plimpton’ın yaptığı dergide Italo Calvino, Samuel Beckett, Philip Roth, V.S. Naipaul, Jack Kerouac, Donald Barthelme, Jeffrey Eugenides ve Jonathan Franzen gibi isimlerin çalışmaları yayınlanmıştı. Paris Review‘in kurucularından Peter Matthiessen CIA tarafından eğitilmişti ve dergiyi kısmen paravan olarak kullanıyordu. Fakat Mathiessen, CIA ile bağlantısının derginin yayınlandığı dönemde sona erdiğini ve Paris Review‘in Kültürel Özgürlükler Meclisi ile kesinlikle bir bağlantısının bulunmadığını iddia etmiştir. Ancak Joel Whitney, 2012 yılında Salon‘da yayınlanan bir makalesi için Paris Review‘in arşivlerini incelemiş ve derginin CCF, dolayısıyla da CIA ile bilinenden daha derin ilişkileri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu ilişkinin kaçınılmaz bazı tarafları söz konusuydu: CIA ve dergi Paris çevresini paylaşıyordu ve ortak çıkarlara sahipti. Ayrıca kayıtlara göre, Paris Review bazı makalelerin yeniden baskılarını CCF ile bağlantılı dergilere satarak ciddi bir maddi kazanç elde etmekteydi. Fakat yine bu tür bir ilişki, Der Monat ya da Encounter gibi dergilerin yönetimindeki CCF dahlinden oldukça uzaktır; ancak bunun, röportaj dizileri için yazar seçimlerini etkilediğine yönelik dolaylı kanıtlar da mevcuttur. Paris Review örneği bir biçimde, “apolitik” entelektüel edebiyat dergilerinin CIA ile bir tür etkileşimin içine girmeden Soğuk Savaş dönemini atlatmalarının ne kadar zor olduğunu göstermektedir.

“3- Partisan Review

“Birkaç yıl süren kısa bir dönemde Partisan Review en seçkin edebiyat dergilerinden biri olmuştu. Özellikle ressam George Morris tarafından fonlandığı otuzlu yılların sonu ile kırklı yılların başları arasındaki dönemde, kültürel modernizmi siyasal anti-Stalinizm ile birleştirmekle ilgilenen “Troçkist edebiyatçılar” adlı avangart grup dergiyi kontrol etmekteydi. Delmore Schwartz’ın “Sorumluluklar Hayallerde Başlar” adlı ünlü kısa hikayesi 1937 yılında ilk olarak bu dergide yayınlanmıştı ve bu hikayenin yayınlandığı sayıda Wallace Stevens, Edmund Wilson, James T. Farrell, Pablo Picasso, James Agee, Mary McCarthy ve Dwight MacDonald gibi dev isimlerin çalışmaları yayınlanmıştı. George Orwell da dergiye düzenli katkılarda bulunan isimlerden biriydi. Partisan Review, aralarında Clement Greenberg’in “Avangart ve Kiç” ve Susan Sontag’ın “’Camp’ Üzerine Notlar” başlıklı yazılarının da bulunduğu klasik eleştiri makalelerini yayınlayan ilk mecra olmuştu. Diğer birçokları gibi bu dergi de kendi yayın tarihinde basamakları hızla tırmanmıştı. 1950’li yıllarda CIA desteği almaya başlayınca başlangıçta enerjisinin bir kısmını yitirmiş ve – 2003 yılına kadar “küçük bir dergi” olarak yayın hayatını sürdürse de – yayın politikası gitgide “neo-muhafazakar” bir çizgiye evrilmişti. (Boston Üniversitesi Partisan Review‘in tüm sayılarını çevrimiçi erişime açmıştır.)

“2- Encounter (Karşılaşma)

“Londra merkezli Encounter, Kültürel Özgürlükler Meclisi’nin yayın programının baş tacı olarak gösteriliyordu. 1953 yılında kurulan derginin editörlüğünü başlangıçta Irwing Kristol yapıyordu, daha sonra ise derginin edebiyat sayfalarının küratörlüğünü şair Stephen Spender yaparken, yayın yönetmenliği görevini Melvin Lasky devralmıştı. Encounter düzenli olarak, aralarında Isaiah Berlin, Mary McCarthy, Hugh Trevor-Roper, W.H. Auden, Daniel Bell, Arthur Schlesinger, Jr., Bertrand Russel, Stuart Hampshire ve John Kenneth Galbraith bulunduğu İngiliz ve Amerikalı yazarların çalışmalarını yayınladı. Dergi sıklıkla İngiliz entelektüel çevrelerini sosyalizmden uzaklaştırıp, “Atlantik” karakterli bir ABD taraftarı çizgiye sürükleme çabalarıyla anılmıştı. Edward Shils “İdeolojinin Sonu” başlıklı makalesinde fikirlerini bu derginin sayfalarında ifade etmişti; C.P. Snow doğa bilimleri ve beşeri bilimler olarak “iki kültür” üzerine makalesini yine bu dergide yayınlamıştı; Nancy Mitford’un İngiliz toplumsal sınıfları arasındaki telafuz farklılıklarını konu alan “İngiliz Aristokrasisi” başlıklı klasik makalesi de Encounter tarafından yayınlanmıştı. Dergi ayrıca İngiliz okurların Jorge Luis Borges gibi yazarlarla ve Leszlek Kolakowski’nin bilgiç ve nüktedan anti-komünizmi ile tanışmasına aracılık etmişti (bkz. “Nasıl Muhafazakar-Liberal Sosyalist Olunur?” – Kolakowski’nin derginin ideolojisini yayma amacıyla kullanılan “Hiçbir Zaman Var Olmayacak Kudretli Enternasyonal”i tarif ettiği yazısı). Encounter‘ın gücü altmışlı yılların sonundaki CIA skandallarından sağ salim kurtulmasına ve doksanlı yılların başlarına kadar kendi başına yayın hayatına devam edebilmesine yetecek kadar büyüktü. Encounter‘ın tüm sayıları çevrimiçi erişime açıktır.

“1- Mundo Nuevo (Yeni Dünya)

“Kültürel Özgürlükler Meclisi’nin yayın programları Avrupa ile sınırlı değildi. Örgüt, altmışlı yılların ortalarında Latin Amerika operasyonunun yönünü bölgenin nispeten önemsiz Sovyet taraftarı Komünist partilerle verimsiz mücadeleden, Fidel Castro Kübası’nın cazibesini baltalamaya çevirmeye çalışıyordu. CCF 1965 yılında Cuadernos adlı bir dergiyi kapatıp, bir yıl sonra, daha sol yazarlara hitap eden Mundo Nuevo‘yu yayın hayatına başlattı. Derginin ilk genel yayın yönetmeni Uruguaylı Emir Rodriguez Monegal, Kültürel Soğuk Savaş’ta bir barış olanağı yaratma ve Küba’da sanat ve siyaset konusunda dürüst bir diyalog ortamı oluşturma iddiasındaydı.

“Kültürel Özgürlükler Meclisi ile ilişkili diğer dergiler gibi, Mundo Nuevo da Latin Amerika ve Vietnam’daki ABD politikalarını eleştiren makaleler yayınladı. Amerikan Hükümeti’nin bakış açısından, derginin faydası devrimci toplumsal dönüşüm mekanizmasının bir parçası olmaktan çok, bağımsız iktidar eleştirmeni olarak sanatçının sorumluluğunun savunusunda yatıyordu. Kübalı entelektüeller derginin CCF ile bağlantısını fark ettiler ve derginin çalışmalarına katılmayı reddettiler; buna karşın derginin ilk sayıları sıradışı bir başarıya ulaştı. Henüz birkaç yıl öncesinde Nobel Ödülü’nü almasını engellemek adına bir CCF kampanyasının hedefi olmuş olan komünist şair Pablo Neruda dergiye birkaç şiir ile katkıda bulunmuştu. Dergide Carlos Fuentes ve Jorge Luis Borges ile röportajların yanında, José Donoso ve Guillermo Cabrera Infante’nin Latin Amerika mektuplarının “patlama” yapmasına temel oluşturan kurgu hikayeler de yer almıştı. Ancak en şaşırtıcısı, dergide Gabriel García Márquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık adlı ünlü romanından erken dönem bir parçanın yayınlanmış olmasıydı. Daha sonra Fidel Castro’yla olan dostluğuyla da ünlenen García Márquez, kısa süre sonra derginin CIA ile bağlantısının ortaya çıkması üzerine bu katkısından üzüntü duydu. Ancak José Donoso, Latina Amerika’da edebiyatın patlama dönemi üzerine hatıralarında Mundo Nuevo’nun “dönemin Latin Amerikan edebiyatının sesi” olduğunu ve dünya edebiyatındaki önemli bir fenomenin merkezinde yer aldığını yazmıştır.” (http://gezite.org/cianin-sol-edebiyat-dergileri/)

Gördüğümüz gibi, arkadaşlar, CIA, yalnızca siyasi hareketleri, partileri yönlendirmekle kalmıyor. Sanat faaliyetlerini bile ele geçiriyor ve yönetiyor. Tabiî yönetilenlerin çoğunluğu bunun farkına varmıyor. Ama tepeden birkaç yöneticiyi tuttu mu, CIA için yeterli denetim sağlanmış oluyor.

Emperyalistler jargonunda “Soğuk Savaş Dönemi” denen dönemde neyi amaçlıyor CIA?

Tek bir şeyi:

O hareketin, o faaliyetin Anti-Sovyetik olmasını…

Doğrudan ya da dolaylı biçimde Sovyetler Birliği’ne ve Küba’nın da içinde bulunduğu Sosyalist Kamp’a saldırmasını…

O sağlandıktan sonra, gerisinde özgürsünüz, diyor CIA, denetlediği hareketlere. Çünkü CIA’nın baş düşmanı Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp’ı oluşturan ülkelerdir. Onlara karşı olmak kaydıyla istediğiniz sosyalizmi ya da komünizmi savunabilirsiniz benim yayın organlarımda, diyor CIA.

Çünkü onun en önem verdiği projeye destek vermiş, hatta onun gerçekleştirilmesinde rol almış oluyorsunuz. Gerisinin ne önemi var, CIA için…

Hep söylediğimiz gibi, ABD ve CIA pragmatisttir.

Yine hatırlanacaktır; bir zamanlar İtalya’nın en önemli komünist silahlı hareketlerinden olan Kızıl Tugaylar’ın içine sızmış, onları denetimine almıştı, CIA. Ve onları kullanarak Aldo Moro’yu öldürtmüştü. Aldo Moro, bir Parababası örgütü olan Hıristiyan Demokrat Parti’nin lideri olmasına rağmen, Mart 1978’de komünistlerle hükümette koalisyon kurarak ittifak etmeyi düşünmüştü. Yani komünistler, iktidar ortağı olabilecekti, Aldo Moro’nun düşüncesi gerçekleşmiş olsaydı. Tabiî yasal İtalyan Komünist Partisi’nden söz ediyoruz.

İşte bu düşünce, ABD Emperyalist haydutlarını ve onun CIA’sını hemen harekete geçirtir. Komünistlerin bir Avrupa ülkesinde hükümet ortağı olması, CIA’nın asla kabul edemeyeceği bir durumdu. Bu hem Sovyetler Birliği’ne ve Sosyalist Kamp’a büyük bir moral güç sağlayacaktı, hem de “Süper Nato” denen karanlık katliam örgütünün İtalya’daki kolu olan “Gladyo”nun açığa çıkarılmasına yol açacaktı. İşte CIA, bunu affetmedi.

“Kızıl Tugaylar” adlı silahlı eylemler yapan örgüt içine sızdırdığı ajanları vasıtasıyla, onlara Aldo Moro’yu kaçırttı ve de bir araba içinde battaniyeye sarılmış vücuduna 10 kurşun sıktırarak katlettirdi.

İşte CIA, böylesine etkin biçimde kullanmaktaydı, solun bir bölümünü.

Bugünün Türkiyesi’ne gelirsek; bizim dışımızda gerçek solun kalmadığını görürüz.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Ocak’ta ve Ağustos’ta Türkiye’ye geliyor, o eli kanlı haydutun gelişini bizim dışımızda hiç kimse protesto etmiyor.

İşte birkaç gün önce İstanbu’da NATO toplantısı yapıldı. Hani dün de söz ettik ya; HDP Milletvekili Ziya Pir NATO Parlamenterler Asamblesi Alt Komite Başkan Yardımcılığına seçilmişti. Hem de oybirliğiyle önerilerek ve oybiriliğiyle seçilerek… Bununla da övünmüştü kendisi.

İşte ABD yönetimindeki bu kanlı askeri örgütün ülkemizde bulunmasını ve toplantılar yapmasını da yalnızca biz protesto ettik, eylemli biçimde. Eylemimizin görüntüleri de var, sitelerimizde. Bizim dışımızda hiç kimseden ses seda çıkmadı.

Bu neyi gösterir, arkadaşlar?

Türkiye’de bizim dışımızda antiemperyalist bir devrimci hareketin kalmamış olduğunu gösterir.

Çağrışım oldu; Deniz Yoldaş’ın önderlik ettiği İstanbullu devrimci gençler, yine eli kanlı CIA Şefi Robert Commer’in Türkiye’ye gelişini, daha Yeşilköy’deki havaalanına ayak basar basmaz, orada karşısına dikilip protesto etmişti.

Türkiye solu nereden nereye gelmiş, değil mi?..

1960’lardaki hattından savrulmuş, onun tam karşısındaki bir hatta yuvarlanıp gitmiş. Yani emperyalizm karşıtlığından emperyalizm yandaşlığına varmış, vara vara…

Daha açık deyişiyle, artık sol olmaktan, sosyalist olmaktan çıkmış. Sahte Sol olmuş.

Daha da vahimi, bizim dışımızdaki solun tamamı, kimisi gafletinden, kimisi de bilinçli ihanetinden dolayı, artık “CIA Solu” durumuna gelmiştir. CIA’nın yönetiminde olduğu “Şark Ekspresi”nin vagonlarını oluşturmuştur birer birer…

Bu CIA’nın Şark Ekspresi’nin lokomotifini PKK ve HDP oluşturmaktadır. Dolayısıyla da, orada PKK’nin İmralı ve Kandil’deki şefleriyle HDP şefleri oturmaktadır.

Bunların hemen arkasından, bilinçli ve iradi bir ihanetle vagon olarak ona eklemlenmiş olan hareketler gelmektedir. Bunlar, ESP, Emep, Sodap, Kaypakkayacı hareketler, Halkevleri ve aynı anlayıştaki, adları pek bilinmeyen küçük grupçuklardan oluşmaktadır.

Bunların kendilerine mahsus özel programları, planları, eylem metot ve biçimleri yoktur artık. Bunların tüm eylemleri, PKK, HDP amigoluğu kapsamı içindedir.

Bunları, “gafiller”den oluşan hareketler, dolayısıyla da vagonlar takip etmektedir.

Kim mi bunlar?

ÖDP, Sahte TKP ve türevleridir. Yani Sahte KP, HTKP ve TKH’dir.

(Burada, İP-Sahte Vatan Partisi bu tasnifte neden yok, diye bir soru akla gelebilir. O artık sol değil de, ABD’nin sağ tabelalı Şark Ekspresi’nin içinde yer almaktadır, soytarılığını yaptığı Kaçak Saraylı Reis ve onun AKP’gilleriyle birlikte. Siyasi kaderlerini birleştirmiştir bunlarla.)

Bunlar tümüyle ideoloji yokluğundan, belli bir devrimci stratejilerinin olmayışından ve cesaretsizliklerinden dolayı bu CIA Ekspresi’ne eklenmiş bulunmaktadırlar.

Bu gafiller, zaman zaman yaptıklarının bırakalım sosyalistliği, solla bile benzerliği kalmamış olduğunu görüp utanmakta ve “Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi” dediğimiz PKK ve HDP’yle aralarına mesafe koymaya çalışmaktadırlar.

Fakat onlardaki özgüven ve cesaret yokluğunu iyi bilen PKK, anında harekete geçerek onlara ayar vermektedir. Bir tehdit savurması bunların hizaya girip esas duruşa geçmelerine yetmektedir.

Mesela, ÖDP Eşbaşkanı Alper Taş, zaman zaman eleştirmeye kalkar PKK’yi. Ama hemen Kandil’den fırçayı yer. Bu da hiç vakit kaybetmeden esas duruşa geçip aman diler.

Sosyal Medyada onun düştüğü bu acıklı halleri tanımlamak için “Alper Taş çaresizliği” terimi üretilmiştir.

Evet, bu terim aslında gafillerin tamamı için geçerlidir.

Hani Sahte KP de zaman zaman mesafe koymaya kalkar PKK ve HDP’ye. Ama o da azarı işitir işitmez yola gelir, “Artık bundan sonra böyle şeyler olmayacak.”, mealinde röportajlar verir, PKK yayın organı ANF’ye.

İşte bu sol grupçukların, içine düştükleri bu hazin süreç onları bitişe götürmektedir aynı zamanda. Öyle ya; tümü de ideolojik olarak iflas etmiş bulunan bu hareketlerin, artık pratikte de gerçek anlamda var olabilmelerinin şartı ortadan kalkmış bulunmaktadır. Bunların tüm varlığı, artık PKK-HDP amigoluğu etmekten ibarettir.

PKK, bu hainlerden ve gafillerden derleşik sol grupları, halkımızın deyişiyle, “Havuç ve Sopa” metodu kullanarak peşine takmıştır. Korkutup sindirmiştir. Öyle ki, bir süre sonra bunlardaki PKK korkusu Allah korkusunun yerine geçmiştir. Artık isteseler de ayrılamaz hale gelmişlerdir, o CIA yönetimindeki Şark Ekspresi’nden.

CIA’nın ve PKK’nin programları, bütünüyle çakışmaktadır bugün.

Daha önce de söylediğimiz gibi, 1991’de Sosyalist Kamp’ın çöküşüyle birlikte, PKK dümeni Amerika’ya kırmış ve onunla eklemlenmiştir. Yönetimini tümüyle CIA’nın eline vermiştir. Ne yapıyorlarsa birlikte yapıp etmektedirler artık. Onlardaki bu kaynaşıklık, Kandil’de ve Rojova’da çok somut ve net biçimde ortadadır ve apaçık olarak da görülmektedir.

PKK’nin ve HDP’nin, daha önce kesin kanıtlarıyla ortaya koyduğumuz gibi, artık sollukla, sosyalistlikle zerrece ilgisi kalmamıştır. O tümüyle Amerikancıdır, İsrailcidir ve bir burjuva harekettir.

CIA ile hareket, PKK’yi geliştirmiş ve güçlendirmiştir, olağanüstü bir biçimde. Çünkü, öylesine büyük bir emperyalist dünya jandarmasını arkasına alan PKK, yenilmezleşmiştir, bir anlamda. Sürekli de büyümekte, güçlenmekte ve yeni mevziler kazanmaktadır.

Fakat aynı süreç, Türk Solu için tam tersine işlemektedir. Bunları kerte kerte çürütmekte, bozmakta, soysuzlaştırmakta, eritmekte ve tüketmektedir.

Böylece ABD Emperyalist haydutları bir taşla pek çok kuş vurmuş olmaktadırlar.

Hem Kürt Hareketi’ni hattından koparıp, kendi yedeğine alıp kullanabilmekte, hem de onun aracılığıyla Türk Solu’nun; doğrudan ya da dolaylı, bilinçli ya da bilinçsiz olarak kendisinin yönettiği Şark Ekspresi’nin lokomotifine eklemlenmesini sağlayabilmektedir.

Türkiye’nin sağının da solunun da ABD tarafından yönetilir duruma gelmiş olması sonucunu doğurmaktadır, bu hazin vaziyet.

E, işte o zaman da ABD Emperyalistlerini ve onun eli kanlı temsilcilerini Türkiye’de protesto edecek bizden başka hiçbir hareket kalmamış olmaktadır.

Oysa, Türkiye’de muazzam bir devrimci potansiyel vardır. Kürt Halkının, tutulduğu sömürge statüsünden kaynaklanan bir isyan potansiyeli vardır. ABD, bu halka kendi yörüngesine çektiği, ajanlaştırarak yönetir duruma getirdiği liderlerin bulunduğu bir hareketle hükmederek o isyan potansiyelini tersine akıtmakta ve kendine hizmet eden gençler devşirmektedir oradan. Yani Kürt Halkının isyan potansiyelini, o halkın yararına olmak bir yana, tam tersine dönüştürerek halkın zararına ve kendi yararına bir potansiyel haline getirmektedir.

Türk Halkında da ezilmekten kaynaklanan, Parababalarının sömürü, vurgun ve zulüm düzeninden kaynaklanan bir isyan potansiyeli vardır. İşte bu potansiyeli de solsuz yani devrimci güçlerin rehberliğinden yoksun bırakarak onun atıl kalmasına yol açmaktadır. Yani, o potansiyelin kendi aleyhine işleyecek hareketini bloke etmektedir, böylelikle.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir:

Peki, madem Türk Solunun sizin dışınızdaki kesimi Amerika’nın Şark Ekspresine eklemlenmiş durumda, o zaman siz neden çıkıp önderlik etmiyorsunuz Türk Halkına?

Doğru bir soru. Fakat, biz önderlik etmeye çalışıyoruz. Üstelik de hem Türk Halkına, hem de Kürt Halkına. Gerçek kurtuluşlarının yolunu göstermeye çalışıyoruz, bütün gücümüzle. Fakat, hep dile getirdiğimiz gibi, korkunç bir abluka altındayız. “Susuş suikastı”na uğratılmak isteniyoruz.

ABD ve CIA, yukarıda da söylediğimiz gibi, sırf siyasi hareketleri değil, kültürel ortamı da, medyayı da, Parababalarını da kuşatmış ve denetimine almış durumdadır.

İşte bu sebeple, sadece Kaçak Saraylı Reis’in AKP’gilleri’nin değil, faşist MHP’nin, Sorosçu Kemal’in CHP’sinin de medyasının ablukası altındayız. Oralarda ne adımız geçer, ne suretlerimiz görünür, ne eylemlerimize yer verilir.

CIA’nın sol tabelalı Ekpresi’ni oluşturan hareketlerin medyası da bize aynı oranda düşmanlık güder. Abluka uygular. Oralarda da yer almaz, ismimiz cismimiz.

Böylece de bu iletişim çağında, ABC internet gazetesinin ve Anadolu’daki birkaç namuslu yerel yayın organının dışında hiçbir yerde çıkmaz bizim adımız, suretimiz, eylemlerimiz. Yani bir anlamda, bir zindana hapsedilmiş gibiyiz.

İşte o yüzden mücadelemiz halka ulaştırılamaz. Hep yerel kalır. Geniş halk kitleleri duymaz sesimizi, çığlığımızı, mücadelemizi. Dolayısıyla da bilmez bizi.

İşte bu sebepten, istenilen ölçüde ya da hak ettiğimiz ölçüde gelişip güçlenemiyoruz, yaygınlaşamıyoruz. Elbette gelişiyoruz; ama bu biraz kaplumbağa hızıyla oluyor. Ne yapalım…

Gün gelecek, bu sağlı sollu Amerikancı hainler ablukasını da yaracağız ve halkımıza ulaştıracağız düşüncelerimizi, mücadelemizi. Örgütleyeceğiz halkımızı. Ve ordulaştıracağız, ABD-AB Emperyalistlerine karşı ve onların yerli, hain işbirlikçilerine karşı. Onların ihanet, sömürü ve zulüm düzenlerini yıkacağız. Tük Halkını da, Kürt Halkını da ekonomik, sosyal ve siyasi kurtuluşa ulaştıracağız.

Muhakkak ki zor bir mücadele veriyoruz. Ama ne yapalım, gerçek anlamdaki her devrimci mücadele zordur. Yerli yabancı tüm zalimlere karşı, tüm halk düşmanlarına karşı cepheden saldırıya geçerek mücadele etmek zordur, zor olacaktır. Ama eninde sonunda o zorluğu da aşacağız, yeneceğiz onları.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

23 Kasım 2016

Nurullah Ankut

HKP Genel Başkanı