Site rengi

Tasarım

AKP’nin sanata karşı düşmanlığı bitmiyor

08.08.2018
1.200
A+
A-

Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi feshedildi: “Tiyatro, opera ve bale” Tayyip’in emrinde!

Sanata ve sanatçıya karşı hep sorunlu olan AKP’nin 16 yılda yarattığı yıkım süreci, Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğünün  feshedilmesine kadar geldi.

Bugün tiyatrolar ile opera ve baleyi zapturapt altına alan RTE İstanbul Belediye Başkanıyken bakın ne demişti: “Bu bale de neymiş kardeşim, eğer bunun fon yönetimi bende olsa bir dakka durmaz alıverirdim ellerinden.”

Sanata düşmanlık tohumları o günden bugüne boy verdi ve kaldırılmak istenen sanat kurumlarına bir oldubitti ile el konuldu.

Peki ne anlama geliyor tüm bu değişiklikler?

703  no’lu Tayyip’in Fermanı niteliğindeki KHK ile Devlet Tiyatrolarının kuruluş kanunu feshedilirken kurumun edebi kimliği, bütçesi, disiplin kurulu ortadan kaldırılıyor, mal varlığına el konuluyor ve çok az sayıda bulunan sahnelerinin de Cumhurbaşkanlığına devredilmesi öngörülüyor. Kısaca ülkemizin kültür sanat hayatına kurulduğu 1949 yılından beri büyük katkılar sunan  70 yıllık birikim, kuruluş felsefesiyle birlikte yok edilmek isteniyor.

Evrensel anlamda bir oyunun nasıl sergileneceğini, tiyatro ile toplum arasında kurulan bağın kültürel havayı nasıl oluşturup yönlendirdiğini Devlet Tiyatrolarında sergilenen oyunlarda birçok kez gördük. Oyunun nasıl yazılacağından, dekor  ve kostümün hazırlanmasına, ışık ve ses sisteminin doğru kurulmasına kadar Devlet Tiyatroları bir okul olmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında sergilediği birçok oyunla Türkiye’nin çağdaş yüzünü dünyaya tanıtmayı başarmıştır.

Yeni kurulan Cumhuriyetin kalkınma ve muasır (çağdaş) medeniyetler seviyesine ulaşmada Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği yolların başında sanatın ve sanatçının desteklenmesi geliyordu.  AKP’nin savunduğu  “yerli ve milli” söylemi düzeyinde sığlaşmamış, tamamen evrensel sanat ilkeleri çerçevesinde oluşturulan bir anlayıştı Mustafa Kemal’in sanata ve sanatçıya bakışı. Bugün Türkiye’nin Çağdaş yüzünü temsil eden Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi başta olmak üzere Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Devlet Halk Dansları Topluluğu ile sanatın her alanında ürettikleri eserlerle estetik algımızı güçlendiren sanatçılarımız olmuştur.

AKP’giller’in Cumhuriyet’in tüm kurumlarına savaş açması yeni bir olay değil. Daha birkaç yıl önce TÜSAK yasa tasarısı ile  sanatla iç içe olan kurumların özerklikleri yok edilmeye çalışılmıştı. Şimdi ise bu uygulamadan da daha geriye gidilerek tüm sanat üreten kurumların işleyişi “sanatın içine tükürenlerin” zihniyetine terk edilmiş durumda. Çok köklü ve yapısal değişiklikler içeren bu düzenlemelerle Ortaçağ Dönemine bir adım daha yaklaşmış bulunmaktayız.

AKP’nin sanata duyduğu bu düşmanlık ve kin neden?

Tüm bu geriye gidiş adımlarının cevabı çok basit. Sanat, insanın özgürleşmesinin en kolay yoludur. Bir ülkede sanat özgür bir ortamda icra ediliyorsa orada dünyayı anlama ve anlamlandırmada yaratıcı fikirler doğar ve insanlığın daha güzel bir geleceğe ulaşmasına ışık tutar.

Böylesine güçlü bir işlevi olan sanat, toplumsal yapıda sarsıntılar oluşturunca isyan ve devrimlerin de öncülüğünü üstlenir aynı zamanda. Artık bu aşamadan sonra sanatçının ortaya koyduğu eserler  kendi öznel alanından çıkıp başka insanların duygu ve düşünce  dünyasında izdüşümler meydana getirmeye başlar ve diktatörlerin korkulu rüyası olur.

AKP’nin  sanatla kavgalı olmasının nedenini burada aramalıyız. Kültür ve sanat alanında yaratılan yıkım  politikaları; çevresinde yaşanan olayları algılayamayan, estetik duygusu gelişmemiş, ilkel benliği ile yaşamını sürdüren milyonlarca tek hücreli insan tipolojisi yaratmaya yönelik. Sağlık, eğitim, hukuk, kamu kaynaklarının talan edilmesi gibi birçok alanda tahribat o denli yükselişe geçti ki, güzellik arayışını yitiren çürümeye başlamış bir topluma dönüştük. Havası kirletilmiş, ağaçsız, gri, betona gömülmüş şehirlerde yaşamaya zorlanıyoruz. Oysa yaşama ait ne varsa her şey sanattır. Ne yiyip içtiğimizden ne giydiğimize, evimizi nasıl dekore ettiğimiz, nasıl sevdiğimiz, neleri nasıl konuştuğumuz, duruşumuz, gülüşümüz, doğaya bakış açımız hatta desteklediğimiz parti bile birer sanatsal bakışın ölçütüdür.

Şimdi hep birlikte bir göz taraması yapalım. Çevremizde yükselen zevksiz binalar, cami ve AVM’lerle doldurulmuş binalarda yaşayan kör, sağır ve dilsizlerden oluşan kalabalığın, bir kadın heykelinde estetik anlatımı görmek yerine pornografik bakışla çıplak bedene baskılanmış içgüdüleriyle saldırmaları sonucunda oluşan kitle kültürü mü sanata sahip çıkacak?

Sanatı, bilimi insana dair çağdaş gelişme araçlarının hepsini baskı altına almayı amaçlayan totaliter rejimin Türkiye versiyonunun sahnelenmesini izliyoruz sadece. Ancak Tarih boyunca iktidarlarını faşist otoriter yönetimlerine borçlu olanlar sonunda sanatı ve bilimi baskılamaya çalışsalar da başarılı olamamışlardır.

Türkiye’de sanat yapmanın zorluğu

İşte bir örnek dünyaca ünlü bestecimiz ve piyanistimiz Fazıl Say’ın eserleri önce Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının repertuarından çıkarıldı şimdi de konserleri yasaklanıyor.

14 Ağustos’ta İstanbul Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda vereceği  konseri,  gerekçe gösterilmeden iptal edilen Fazıl Say, kendisine “defolup gitsin” diyenlere ; “Memleketimi çok seviyorum. Ülkemde yaşamak istiyorum ülkemde sanat yapmak istiyorum” şeklinde yanıt verdi.

Say; “Güç müziktedir. Hiçbir suçum yokken bu tarz yaralar açmalarına izin veremem. Sanatımı tüm dünyada olduğu gibi kendi memleketimde de icra etmek istiyorum. Önümde zor bir süreç var. Nerdeyse tüm kapılar kapalı. Devletin kurumlarında hem besteci hem de yorumcu olarak zaten yıllardır yasaklıyım. Bu durum kime ne kazandırdı? En üstten en alt kademelere yayılmış Fazıl Say “defolup gitsin” algısına karşı mücadele vereceğim. Bu durum sadece utanç yaratır. Bir sanatçının hiçbir suçu yokken kovulma aşamasına gelmesi o ülkedeki sanat camiasının da kötü etkilenmesine sebebiyet verir. Sonuna kadar Atatürkçüyüm. Bununla gurur duyuyorum” dedi.

AKP’nin sanata vurduğu büyük darbeler

24 Haziran sonrası olağanüstü yetkilere kavuşan Saraylı Erdoğan, toplumu; hak ve özgürlükleri olan bir halk olarak değil de istediği şekilde yönettiği, sınırlarını kendisinin belirleyeceği bir tebaadan ibaret görüyor. İslamileştirilip geri bırakmak metodu sayesinde toplumsal kalkınma; yol, köprü, havaalanı, tünel inşaatlarının ne denli devasa yapıldığıyla ölçülüyor. Çevre düzenlemesiymiş, mimarinin estetik uyumuymuş gibi noktalar “Yeni Türkiye”nin sanatsal projeleri arasında yer almıyor maalesef. Bu nedenle gerçek sanat eseri sayılabilecek “İnsanlık Anıtı”nı ise Kars’ta yaptığı şekilde “ucube” diyerek parçalatıp kaldırtabiliyor. İstanbul’un göbeğinde Cumhuriyet Mirası olarak bugünlere kadar ayakta kalmayı başaran Atatürk Kültür Merkezi ise 9 yıldır bilerek kullanıma açılmayıp yıktırılması yine Tayyip sayesinde gerçekleşmiştir. Aynı şekilde Başkent Ankara’da bulunan Atatürk Kültür Merkezi ise yıllardır atıl ve boş durumda bekletiliyor. Zaman zaman semt pazarlarını andıracak şekilde  panayırlar düzenleniyor. Amacına uygun hiçbir sanatsal ya da bilimsel etkinliklere ise ev sahipliği yapamıyor.

Bugün geldiğimiz noktada  çoraklaştırılmış bir sosyo-kültürel ortamın ağırlığını olanca kuvvetiyle hissediyoruz. Sanatçı duyarlılığının en ufak zerresine bile tahammül edemeyen Tayyip, ekranlarda 7/24 sağa sola bağırarak  hitabetin öfkeden kudurmuş dilini halkı baskılamak aracı olarak kullanmayı sürdürerek toplumsal dokuda büyük yaralar açmaya devam ediyor.

Ancak Tarih boyunca iktidarlarını faşist otoriter yönetimlerine borçlu olanlar, sonunda sanatı ve bilimi baskılamaya çalışsalar da başarılı olamamışlardır.

Hiçbir diktatör;

Müziğin evrensel dilini yasaklayamaz,

Doğanın renklerini ayrıştıramaz,

Bir yontudaki estetiği ortadan kaldıramaz,

Bir şiirdeki devrim sözcüğünü yok sayamaz,

Romanda geçen özgürlük fikrini görmezden gelemez,

İnsanı insan kılan sorgulama yetisini,

Düşüncesini özgürce söyleme hürriyetini,

İşkencelerle, baskılarla yeryüzünden silemez.


Ankara’dan Bir Halkçı Eğitim Emekçisi