Arabuluculuk yoluyla işçi hakkı yiyorlar…
Av. Tacettin Çolak
Bilindiği gibi, 1 Ocak’tan itibaren AKP hükümeti işçileri zorunlu arabuluculuğa mahkûm etti.
İşvereniyle arasında sorun olan, işten atılan, hakkı yenen işçiler; iş mahkemesinde dava açmazdan önce Arabulucuya başvurmak zorunda ve orada anlaşma sağlanamayınca mahkemeye gidebilmekte.
Daha önceki yazılarımızda, bu arabuluculuk uygulamasının; hakkaniyetle bağdaşmadığını, adaletsiz sonuçlar doğuracağını, iş hukukunda güçsüz işçinin korunması ilkesini ortadan kaldırdığını yazdık.
Yine zorla ara bulunamayacağını, asıl amacın arabuluculuk sistemi kanalıyla işçilerin haklarını gasp etmek olduğu tehlikesine dikkat çektik.
Gerçekten de yedi aylık uygulamasında gördük ki arabuluculuk; tam bir işçi hakkı sömürüsünün aracı olarak kullanılıyor.
Arabulucu görüşmelerinde avukatla temsil edilmeyen işçiler, “yok davalar uzar, şirket batar, paranı alamazsın, dört-beş yıl sonra alacağın paradan şimdi sıcak para daha iyidir” gibi tehditlerle haklarından çok çok azına razı ediliyor.
Örneğin; elli bin lira alacağı olan işçilerin on beş-yirmi bin liralara imza attığını duyuyoruz.
Avukatla temsil edilen görüşmelerde ise, anlaşmazlık olunca sanki sorumlusu avukatmış gibi, genelde; “eğer işçi burada olsaydı anlaşırdı” türünden yaklaşımlarla, avukatlar töhmet altında bırakılmaktadır.
Esasen yedi aylık uygulamada arabuluculuğun beklenildiği gibi olumlu sonuçlar vermediği çok açık. Fakat bu başarısızlığı abartılı istatistiki bilgilerle perdelemek istiyorlar. Oysa rakamlar ortada.
Geçmiş yıllarda İzmir’deki bir iş mahkemesine bir yıl içinde beş yüz elli altı yüz civarında dava gelirdi. Örneğin, ben 2016 yılı Kasım ayı başında açtığım bir seri davada mahkemelerin dosya sayısı beş yüzler civarındaydı.
Şimdi ise 27 Temmuz itibariyle üç yüz elliler civarında. Daha yılsonuna kadar beş ay daha davaların açılacağı düşünüldüğünde hemen hemen önceki yıllardaki iş yüküne ulaşılmış olunacak.
Yani ortada arabuluculuk kanalıyla iş mahkemelerinin yükünü hafifletmek gibi bir durum kesinlikle yok. Tam tersine yük daha da ağırlaşmakta. Hatta bir de “arabuluculuk mesleği” çıkartarak avukatlık mesleğinin saygınlığı yok ettiler…
İyi de arabuluculukta niye bu kadar ısrar ediyorlar?
Çünkü son yıllarda, sendikalardan gelecek tehlikeleri hükümetle birlikte bertaraf eden patronlar, iş mahkemelerinden aleyhlerine çıkan kararlardan da kurtulmak istiyorlar.
Her türlü kanunsuzluğu yapan, işçileri düşük ücretle, sigortasız çalıştıran patronlar, işçilerin hakkını almak için mahkemeye gitmelerine dahi tahammül edemiyorlar, artık.
Bu tahammülsüzlük sadece patronlarda mı?
Hayır!
AKP’giller de aynı ihanetin içindeler.
Toplumda şu an yaşanmakta olan “akıl tutulması” nedeniyle yalan yanlış propagandalarla, CIA, Pentagon, Muaviye, Yezid diniyle afyonlayarak oylarını devşirdikleri işçileri bir güzel “kek”lemenin aracı olarak kullanıyorlar arabuluculuğu…
Öyle ki adamlar, bu ihanetlerini kitabına uydurma zahmetine bile girmiyorlar… TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu 15 Mayıs 2018’de toplanan TOBB 74’üncü Genel Kurulu’nda bakın neler söylüyor?
“İş ve yatırım ortamının önündeki engelleri hükümetimizle birlikte kaldırdık. En çok şikâyet ettiğimiz konu olan istihdam maliyetlerinin düşürülmesini sağladık. İşçi sağlığı ve güvenliği mevzuatı KOBİ’lerimize büyük yükler getiriyordu bunları kaldırttırdık. Büyük sıkıntı yaşadığımız bir başka alan yargı alanıydı. Özellikle iş mahkemelerindeki davalarda işveren % 99,2 haksız çıkıyordu. Bunu değiştirmek üzere zorunlu arabuluculuk sisteminin uygulamaya alınmasını sağladık. Bu vesileyle bizlere her zaman destek olan Sayın Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza, Bakanlarımıza, Meclisimize ve Mecliste bulunan tüm siyasi partilere, bizimle birlikte çalışan, emek veren bürokratlarımıza camiam adına teşekkür ediyorum.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/calisma_yasami/977131/TOBB_baskani__engel_kaldirmis___Davalarda_haksiz_cikiyorduk….html)
Görüyorsunuz değil mi?
İşi nasıl birlikte pişirmişler…
Adam açık açık; “üzerimize ek yükler getiren iş sağlığı ve güvenliği kurallarını uygulama zorunluluğunu kaldırdık” diyor. Yani işçiler “Allaha emanet çalışsın”, bizler de “tatlı kârlarımıza yenilerini katalım” diyor.
Son yıllardaki yoğun iş cinayetlerinin nedeni şimdi daha iyi anlaşılıyor, değil mi?
Örneğin iki yıllık OHAL döneminde iş cinayetinde katledilen işçi sayısı dört bini bulmuş, bu ahlâksızlar hâlâ “ek yükler”den bahsediyorlar. Çünkü onlar işçileri insan olarak görmüyorlar, yük hayvanı yerine koyuyorlar.
Hisarcıklıoğlu bununla da yetinmiyor, “iş mahkemelerinde hep haksız çıkıyorduk, bundan sonra zorunlu arabuluculuk ile kaptı kaçtı yapacağız” diyor.
Yine Mecliste bulunan tüm siyasi partilere teşekkür ediyor. Yani suç ortaklarını açık açık sayıyor.
Zaten yasanın Mecliste görüşülmesindeki danışıklı dövüşlerinden belliydi.
Daha tasarı halindeyken İzmir Barosu İş Hukuku Komisyonu olarak hazırladığımız, arabuluculuğun tehlikelerini içeren çalışmamızı milletvekillerine göndermiştik, bir ikisi hariç kimse ilgilenmedi. İlgilenenlerin de sesi çıkmadı.
Hep söylüyoruz ya; bunların birbirinden farkı yok diye, bu olayda bir kez daha açığa çıktı. Hem de patron örgütünün başkanından teşekkür alarak da ödüllendirildiler.
Zorunlu arabuluculuk yasası çıkmazdan önce benzer bir konuşmayı Tayyip de yapmıştı. Hem de TOBB üyeleri önünde…
Şöyle demişti:
“Bana hep sizden de şikâyetler gelir. Rıfat bey de bunları iyi bilir. Neydi? Diyelim ki, bir işçiden memnun değilsin. Kapıya koyuyorsun. İhbar tazminatını veriyorsun. Kıdem tazminatını veriyorsun. Gidiyor iş mahkemesine, tekrar geri gönderilip, bu defa bir de çok farklı bir ikramiye ödemek suretiyle almak zorunda kalıyorsun. Öyle mi? Bunlar yaşandı mı? Bunları bizim gözden geçirmemiz, gerek özel sektörün, gerek devletin bu anlayıştan kurtulması gerekmez mi?” (https://www.devletmemuralimi.com/video/4/cumhurbaskani-isci-aciklamasi.html)
Hisarcıklıoğlu’nun yukarıdaki konuşmasıyla Tayyip’in bu konuşması nasıl da birbirine tamamlıyor, değil mi?
“Hep bir hallı tırhallı”, patronların değirmenine su taşıyorlar…
Fakat her ikisi de açıktan yalan söylüyor…
Hisarcıklıoğlu diyor ki; “İş mahkemelerinde işveren % 99,2 haksız çıkıyordu.”
Yalan!
İşverenlerin yasaya uygun kayıt tutmamalarından dolayı, gerek işçilerin çalışma süreleri gerekse ücretleri hep gerçek rakamların altında kabul ediliyor, iş mahkemelerinde. Yine fazla çalışma, genel tatil ve bayram çalışmaları da hep eritiliyor.
Örneğin fazla çalışma alacağını kanıtlayan bir işçinin bu alacağından mahkemelerce 1/3 oranında doğrudan “hakkaniyet indirimi” kesintisi yapılması bile işverenlere bir ödüldür.
İkisi de hiç buralara gelmiyor…
Tayyip ne diyor?
“Diyelim ki, bir işçiden memnun değilsin. Kapıya koyuyorsun. İhbar tazminatını veriyorsun. Kıdem tazminatını veriyorsun. Gidiyor iş mahkemesine, tekrar geri gönderilip, bu defa bir de çok farklı bir ikramiye ödemek suretiyle almak zorunda kalıyorsun.”
Yalan!
Ülkemizde, 2003 yılından itibaren kabul edilen “iş güvencesi mevzuatı”, çıktığı günden itibaren gerçek anlamda bir iş güvencesi vermemiştir işçiye.
Yani, mahkeme kararından sonra işçinin mutlak işine geri döneceğine dair bir yasal düzenleme yoktur. Mahkemece işe iadesine karar verilen işçiye işe başlatmama tazminatını ödemeyi göze alan işveren zaten o işçiyi işten çıkartabiliyordu, baştan beri.
Oysa Tayyip ne diyor?
“Bu defa bir de çok farklı bir ikramiye ödemek suretiyle almak zorunda kalıyorsun.”
Gördüğümüz gibi adamlar; yemek yer su içer gibi yalan söylüyorlar. Olmamışı olmuş gibi anlatıyorlar.
Gelelim Binali efendiye…
O da TÜSİAD’çıların önünde bakın ne diyor:
“Seçim kampanyalarında söylenenlerle sorumluluk omuzlarınıza yüklenince söylemleriniz hiçbir zaman aynı olmaz. Hiçbir ülkede de aynı olmaz. Bu siyasetin gereğidir. Siyasetle hakikat her zaman birbiriyle örtüşmez.” (https://www.youtube.com/watch?v=IVDgnOuUtQI)
İşte bunlar doğru…
Hay, sen yaşa emi Binali…
Ne güzel itiraflar değil mi?.. Açıktan, “yalan söyleyerek seçimleri alıyoruz” diyor.
Biz zaten sizin yalan söylediğinizi biliyoruz da birinci ağızdan itiraf da güzel oluyor, hani…
Ama bu itirafta iki eksik var.
Birincisi bu konuşmayı patronların önünde yapıyor.
Halkın karşısında ise yine din alıp satmaya devam ediyorlar.
İkincisi ise; yalan söylemeyi “siyasetin gereğidir” diyor ya bu da yalan içinde yalan oluyor.
Çünkü yalan söylemek; sizin gibi Burjuva-Bezirgân siyasetçilerin meşrebidir.
Yoksa biz de siyaset yapıyoruz. Ama kimseye yalan söylemiyoruz. Çünkü biz İşçi Sınıfından yana, Emekçi Halklardan yana devrimci siyaset yapıyoruz.
Yalan bizim yakınımıza bile uğramaz.
Oysa yalan sizin sermayeniz olmuş.
Olsun bakalım, gün gelecek yalanlarınızla birlikte yuvarlanıp gideceksiniz.