Bir zamanlar Yemen… (III)
Yemen Halkının birleşme çabaları
Bu süreci sizlere gazetemizin bir önceki sayısındaki bölümde de aktarmalar yaptığımız Yöntem Yayınları’ndan Kasım 1976’da yayımlanmış olan bir kitaptan aktaracağız. Kitabın adı: “Güney Yemen Kurtuluş Mücadelesi”. Kitap derleme. İki metinden oluşuyor. Birinci metin, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Daimi Heyeti Başkanı Abdullah El Eştel’in bir çalışması. İkincisi Güney Yemen’in Kurtuluşunu sağlayan “Ulusal Cephe Siyasal Örgütü Genel Sekreteri Yoldaş Abdul Fattah İsmail ile 22 Haziran Tasfiye Hareketinin 5. Yıldönümü dolayısıyla 1974 yılında yapılan ve Lübnan’da yayımlanan EL HÜRRİYE adlı dergide yer alan görüşme metni”.
Görüşmede A. F. İsmail’e sorulan 12’nci soruya verdiği cevabı aktarıyoruz:
“Soru 12: Birleşik Demokratik bir Yemen’in yaratılması için, demokratik görevlerin bölge düzeyinde tamamlanması olasılığı üzerindeki görüşleriniz nedir?
“Cevap 12: Yemen Halkının iki ulusal devrimin, 26 Eylül 1962 ve 14 Ekim 1963 devrimlerinin zaferiyle ulusal kurtuluşlarını gerçekleştirmelerinden sonra, yeni bir yaşam kurma sürecinde, ileri doğru gelişme yolları açılmış oldu. Ama hâlâ, Sanaa’daki dinsel imamlık rejimi ve Aden’deki yarıfeodal sömürgeci rejim Yemen kitlelerinin devrimci yükselişi önünde büyük bir engel olarak duruyordu.
“Tarihsel, öznel ve nesnel koşullardan dolayı siyasal örgütlerin faaliyeti ülkenin bütününde yürütüldüğü halde, Yemen ulusal mücadelesi, ülkenin iki ayrı siyasal varlık oluşturmasına yöneldi.
“Osmanlıların ve İngiliz sömürgecilerinin vatanımız Yemen’de yarattıkları bölünme, iki ayrı düzenin kurulmasına yol açtı: Sanaa’daki dinsel ve feodal düzenle, Aden’deki sömürgeci yarıfeodal düzen. Bununla birlikte emekçilerle yoksullar arasındaki ortak Yemen ulusal ruhunu parçalayamadılar. Tek bir vatan umudu tüm Yemenli mücadelecilerin ve ilericilerin ereği olmaya devam etti.
“Zincirin zayıf halkası Sanaa’daki Hamidüddin ailesinin imamlık rejimiydi. Ve biz, bu rejimin devrilmesinin, güneydeki kitlelere İngiliz sömürgecilerine karşı mücadeleye girme fırsatı verdiğine inanmaktayız. Yemen Siyasal Örgütlerinden hiçbiri, aynı anda hem imamlık hem de sömürge rejimine karşı kurtuluş mücadelesine girişemezdi; çünkü 1950’lerin sonuna kadar Yemen toprakları yakınında ulusal mücadeleye destek olabilecek devrimci tek bir müttefik yoktu.
“Hâsılı, 26 Eylül 1962’de Sanaa’da gerçekleştirilen devrim Yemen Halkının mücadelesinin sürekliliği ve İngiliz sömürgecilerini kovarak tam kurtuluşlarını sağlamaları için bir temel yaratmış oldu. Böylece 14 Ekim 1963 devrimi (Güney’de – Kurtuluş Yolu), İngiliz sömürgeciliğine karşı uzun bir silahlı mücadele başlattı; dört yıldan fazla süren bir mücadele sonunda, 1967 Kasımı’nda sömürgeciler ülkeden kesin olarak kovuldu.
“Yemen Halkının ulusal kurtuluş mücadelesi iki biçimde gelişti: İlki Ordunun Sanaa’da giriştiği askeri hareket biçimiydi. Eylül Devrimi’ni korumak ve cumhuriyetçi rejimi savunmak amacı güden bu hareketi, bir halk devrimi niteliği kazanan kitle mücadelesinin yükselişi izledi. Ulusal kurtuluşun başarılması ve sömürgecilerin kesin olarak kovulmasıyla sonuçlanan, Aden’deki örgütlü ve uzun silahlı mücadele ise diğer biçimi oluşturuyordu.
“26 Eylül ve 14 Ekim devrimlerinin tek bir Yemen Siyasal Örgütü tarafından yönetilmediğine dikkat etmeliyiz. Kuzeydeki devrim, emekçi kitlelere hükmeden dinsel imamlık rejiminin boyunduruğunu yıkmayı amaçlayan Özgür Ulusçu Subaylar Örgütü tarafından gerçekleştirildi ve sonunda Yemen Arap Cumhuriyeti kuruldu.
“Güneydeki silahlı mücadeleler ise Ulusal Cephe Siyasal Örgütünce yönetildi ve 1967 Kasımı’nda İngilizler ülkeyi terk etmek, halkın ulusal bağımsızlığını ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kabul etmek zorunda kaldılar.
“26 Eylül ve 14 Ekim devrimlerini yürüten ulusal kurtuluş güçleri, birleşik bir siyasal örgüt altında toplanmadığı halde, halkın ulusal kurtuluş mücadelesi tek bir rota izlemiştir: Yemen ulusal davasının birliği ve birleşik demokratik bir Yemen’in kurulması.
“Devrimin ve Eylül Cumhuriyeti’nin savunulduğu yıllar boyunca, Güney ve Kuzey Yemen’in her kesiminden gelen işçiler, yoksul köylüler, askerler ve devrimci aydınlar, kralcı güçlerden ve Suudi gericiliğinden oluşan ortak düşmana karşı ortak barikat kurdular. Güneydeki silahlı mücadele yıllarında, tüm Yemenliler İngiliz sömürgeciliğine ve onun uşağı sultanlara karşı elde silah yan yana direndiler.
“Bununla birlikte, tek bir devrimci aracın bulunmayışından dolayı, Yemen’in iki kesiminde iki ayrı siyasal varlığın oluşması doğaldır.
“Sonuç olarak, her iki kesimde ulusal kurtuluştan sonraki hedefler de farklı olmuştur. Güneyde milli demokratik devrim aşamasının görevleri öne çıkarken, kuzeydeki Eylül Devrimi’nin önüne, ulusal kurtuluşun tamamlanmasına ilişkin görevler çıkmakta; devrimin ve cumhuriyetçi sistemin emperyalist güçlerin ve Suudi gericiliğinin istilasından ve diğer tehlikelerden korunması konusu önem kazanmaktadır.
“Beşinci Genel Kongre sırasında, Ulusal Cephe Siyasal Örgütü, Yemen milli demokratik devrim mücadelesi deneyi üzerinde durdu ve birleşik demokratik Yemen’in kurulması ve Yemen devrim stratejisinin saptanması amacıyla bir birlik perspektifi çizmeye çalıştı.
“Yemen’in güney kesiminde şimdi geçmekte olduğumuz milli demokratik devrim aşamasına, kuzeyde de er geç girileceğine inanıyoruz.
“Suudi gericiliği ve savaş kışkırtıcısı uşaklarının yarattığı Eylül 1972 savaşından sonra, Kahire’de kuzeyli kardeşlerimizle imzalanan Birlik Anlaşması bu konuda atılmış olumlu bir adımdır; emperyalistler ve gericiler Yemen Halkını iç savaş kazanına itmek, onların mücadelelerini saptırmak istiyorlardı.
Anlaşmanın imzalanmasından ve çeşitli ortak komisyonların oluşturulmasından sonra, birçok ekonomik, anayasal ve toplumsal konularda görüşleri yaklaştırma açısından önemli ilerlemeler sağlanmıştır.
“Siyasal örgüt, birleşik demokratik bir Yemen’in kurulması için yurtseverlerin, ilericilerin ve kitle örgütlerinin çabalarını kesin olarak birleştirmeleri açısından, bu demokratik diyalogun sürmesini içtenlikle istemektedir.
“Yemen Halkının birlik ve gelişmesini engelleyen zincirleri kırmayı amaçlayan her türlü çaba ve eylemin -ister resmi düzeyde, ister ulusal hareket düzeyinde olsun- yanında yer aldık. Ulusal mücadele çabasının başarıya ulaşması için, halkın demokratik haklarını kullanıp, mücadele için seferber olmasını, kitle örgütlerinin güçlendirilmesini, ulusal hareketlerin birleştirilmesini ve birleşik demokratik Yemen’in gerçekleştirilmesini amaçlayan doğru bir hareketin oluşturulmasına gittikçe daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.” (agy, s. 75-78)
Yaptığımız aktarmada Ulusal Cephe Siyasal Örgütü Genel Sekreteri Abdul Fattah İsmail’in de açıkça belirttiği gibi, Güneyde İngiliz sömürgecileri yenip işgali sona erdiren ve Yemen’i birleştirmeyi amaçlayan devrimci-halkçı bir iktidar kurulunca, Kuzeyde de cumhuriyetçi bir rejim olduğundan Yemen Halkı birleşmenin gerçekleşeceğini umuyordu. Ancak, Kuzeyde yaşanan iç savaşta Cumhuriyetçilerin yenilmesi ve Suudi gericiliğinin ve ABD’nin desteklediği bir yönetimin iktidara gelmesi birleşmeyi engelledi.
Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti ve halka sağladığı kazanımlar
İktidara gelen Ulusal Cephe, hızla halkın ekonomik ve sosyal koşullarını değiştirmeye yöneldi. Başta işçiler, balıkçılar ve köylülerin yaşamını ve çalışma şartlarını iyileştirmeye yönelik bir dizi önlem aldı. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar yüzünden, var olan ücretler düşürüldü ve buradan elde edilen paralar ekonominin ve sosyal hayatın geliştirilmesine harcandı. Üstelik de görece daha yüksek ücret alan bu kesimler ücretlerinin düşürülmesini gönüllü olarak önerdiler:
“1972 Ağustosunda, yabancı ekonomik ve siyasal baskılara karşı direnmek ve kendine güven politikasını uygulayabilmek için ücretlerin indirilmesini talep eden yedi günlük halk gösterilerinden sonra, devlet girişimlerindeki tüm ücretler üçte bir oranında azaltıldı. Yedi günlük halk gösterileri sırasında Aden’de bulunan bir Japon turisti, ilk kez ücret artışı yerine kesinti isteyen işçiler gördüğünü söylüyordu. Kent merkezlerindeki yapay ekonomik bolluğun azalması, işçilerin kırsal alanlara göç etmesine neden oldu; bu ise gelişmekte olan ülkeler içinde benzeri olmayan bir durumdu.” (age, s. 16-17)
Yeni yönetim Kamu sektörünü geliştirmek için milleştirmeler gerçekleştirdi. Köylülere yönelik olarak özellikle Kooperatifçiliğe büyük önem verdi. Ülke çapında 21 kooperatif ve 24 devlet çiftliği kuruldu.
“Ordu yavaş yavaş üretici siyasal bir güce dönüştürüldü; halkla ilgili projelerin gerçekleştirilmesini, okul, yol, sulama tesislerinin yapımını sağladı. Diğer yandan işçiler ve köylüler, milis birlikleri içinde örgütlendiler; bir yandan askeri açıdan yetiştirilirken, bir yandan da siyasi eğitimden geçtiler. Halkın seçtiği bölgesel savunma komiteleri oluşturuldu. Bu komiteler, gelişme planlarıyla ilgili çeşitli toplumsal, ekonomik, eğitim faaliyetlerinde çok önemli rol oynadılar. Cehaleti yenmek için bir kitle hareketine girişildi. Gönüllü çalışma, yeni devrimci gelenekler arasında yer aldı. Yeni bir aile yasası, çokeşli evliliği yasakladı ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın herkes eşit toplumsal, siyasal ve ekonomik haklar sağladı.” (age, s. 15)
“1969 Kasımında yayımlanan millileştirme kararları, Tasfiye Hareketinden sonra alındı ve millileştirilen şirketler ulusal kamu sektörünün çekirdeğini oluşturdu.
“Kamu sektörünün kurulmasıyla birlikte birçok şirket, örgüt ve banka devletin malı oldu. Bunun yanında iç ve dış ticaretin belirli bir yüzdesi de kamu sektörü tarafından temsil olunan Devletin doğrudan denetimi altına girdi.
“Bu süreç yalnızca ulusal ekonominin yabancı tekelci şirketlerin egemenliğinden kurtarılmasıyla sınırlı değildi, çünkü devrim öncelikle ekonomik hayatta ulusal ekonominin planlanıp programlanmasına girişmişti. Üç yıllık plan tarımsal ve sınai alanlar için yapıldı ve halkın maddi ve manevi yaşantısıyla doğrudan ilgili hayati birçok proje hazırlandı.” (age, s. 58)
Ya Kadınlar? Onlar için ne yaptı devrimci iktidar?
“Kadınlar ilk defa Yüksek Halk Meclisi’ne katıldılar. Bize göre bu katılma, Ulusal Cephe’nin kadın kitleleri karşısındaki ilkeli davranışını ve genel olarak devrim süreci içinde kadının oynayabileceği devrimci role duyduğu inancı gösteriyordu. Kadınların Demokratik Yemen Halk Meclisi’nde yerlerini almaları ve bir kadının hâkim olarak atanması, bütün bunların İslam geleneklerine aykırı olduğuna inanan güçlerin, özellikle de Suudi gericiliğinin beslediği kini daha da yoğunlaştırdı. Yemenli kadınların demokratik haklarını kullanmaları karşısında gerici güçlerin beslediği korku, kadınların kendi siyasal ve toplumsal haklarını ele geçirmek için mücadele etmelerinden duydukları korkudan ileri geliyordu. Çünkü Yemenli kadınların mücadelesi ve çeşitli toplumsal alanlarda erkeklerle eşit haklar kazanmaları, baskı altında tutulan ve günlük yaşamında her türlü haklarını kullanmaları engellenen toplumlardaki cinsdaşlarının mücadelesi için bir simge oldu.” (age, s.63)
Özetçe bütün bu alanlarda büyük başarılar sergileyen devrimci iktidar hep söylediğimiz gibi ne yazık ki bu başarılarını sürekli kılamadı. Kendi içinde de çelişkiler yaşadı. Bu da mücadelesini yavaşlattı. Diğer yandan dünya çapındaki olumsuz gelişmeler de bu süreci hızlandırdı. Ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, Yemen Halkının birliğini sağlayamadı.
Sancılı birlik süreci
1972 yılında iki Yemen arasında kısa süreli bir savaş yaşandı. Bunun üzerine Libya’da 1969 yılında (Mısır, Kuzey Yemen, Suriye, Irak gibi) bir Politik Devrim gerçekleştirerek iktidara gelen ve Arap Ulusu’nun birliğini savunan antiemperyalist, yurtsever, halksever Muammer Kaddafi’nin aracılığı ile 28 Kasım 1972’de Trablus’ta, iki Yemen devletinin birleşmesi için bir anlaşma imzalandı. Başkenti de Sanaa olacaktı. Ancak bu anlaşmayı uygulamak mümkün olmadı.
1979 yılında iki Yemen arasında yeniden bir savaş yaşandı. Bunun nedeni Kuzeydeki yönetimin ABD ve Suudi yanlısı politikaları ve Yemen Halkının birliğini engellemesiydi. Yaşanan savaşta ABD ve Suudi Arabistan Kuzeydeki yönetimi her türlü silahla, araç gereçle destekledi. Güneydeki Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni ise Küba ve Sovyetler Birliği destekledi. Savaşta iki taraf da üstünlük sağlayamadı ve sonuçta Arap Birliği’nin aracılığıyla ateşkes imzalandı.
Ateşkesten 14 gün sonra iki Yemen devlet başkanı bir birleşme anlaşması imzaladı fakat bu anlaşmayı da uygulamak fiilen ve resmen mümkün olmadı.
Yani emperyalistler Suudi gericiliğine dayanarak ve onu kullanarak Yemen Halkının arasına kan davaları sokmaya devam ediyordu. Sovyetler Birliği’nin ve Sosyalist Kamp’ın da kendi can derdine düşerek enternasyonalizmden hızla uzaklaşmasıyla birlikte Güney Yemen’de de olumsuz gelişmeler yaşanmaya başlandı. Ve ne yazık ki ülkede bir iç savaş çıktı. Savaşı kaybeden yöneticiler Kuzey Yemen’e kaçtılar.
Güneyde bunlar olurken, Kuzeyde Haziran 1974’te bir darbeyle yönetime el koyan Suudi Arabistan yanlısı Albay İbrahim Hamdi, anayasayı askıya almanın yanı sıra Güney Yemen’e karşı Suudi Arabistan’dan daha geniş çapta yardım alma yoluna gitti.
Ekim 1975’te Hamdi, Haşitler Kabile Konfederasyonu başkanı Abdullah el-Ahmer’e yakın subayları hedef alan geniş bir temizliğe girişti ve Abdullah el-Ahmer’in başkanlık ettiği Danışma Konseyi’ni dağıttı. Bu eykemin yeniden canlandırdığı kabile çelişkileri, 1977’de iç savaşa dönüştü.
Asiler ülkenin kuzeyini hızla denetim altına aldılar. Suudiler’in arabuluculuğu sayesinde ateşkes sağlandıysa da, merkezi hükümet ve kabileler arasındaki görüşmelere başlandığı sırada Cumhurbaşkanı el-Hamdi öldürüldü (11 Ekim 1977). Ve Binbaşı Ahmet el-Gaşmi başkanlığında üç üyeli bir Başkanlık Konseyi kuruldu. Suudi Arabistan’ın desteğinden yararlanan el-Gaşmi, kabile liderleriyle yapılan görüşmeleri sonuçlandırdıktan sonra bir Kurucu Meclis tarafından Şubat 1978’de cumhurbaşkanlığına seçildi. Bununla birlikte, kabile liderlerine verilen ödünler iç gerginliklere ve Güney Yemen’le ilişkilerde, el-Gaşmi’nin öldürülmesiyle sonuçlanan bir bunalıma yol açtı.
Temmuz 1978’de başa geçen Ali Abdullah Salih, içeride istikrarı sağladıktan sonra daha dengeli bir dış politikaya yöneldi. Sivil organların oluşturulmasına karşın ordunun yönetimdeki ağırlığının sürdüğü bu dönemde, ülkenin Suudi Arabistan’a ekonomik bağımlılığı daha da arttı. 1983’te Ali Abdullah Salih beş yıllık bir dönem için yeniden cumhurbaşkanlığına getirildi. 5 Temmuz 1988’de ülke tarihinde ilk kez Meclis seçimleri yapıldı. Cumhurbaşkanlığı’na, üçünü kez Salih seçildi.
İki Yemen arasındaki ve bu Yemen’lerin kendi aralarındaki ayrılıklar, çatışmalar 1980’lerin sonuna kadar devam etti. Ayrılık devam ediyor ama birleşme isteği de sürekli canlı kalıyordu. Bunun sonucunda, emperyalistlerin de bastırmasıyla (çünkü onlar artık Güney Yemen’in devrimci, halkçı yönetimini alt edebileceklerine inanıyorlardı) birlik sağlandı. Önce taslak bir Anayasa metni üzerinde uzlaşıldı ve nihayet 22 Mayıs 1990’da Kuzeydeki Yemen Arap Cumhuriyeti ve Güneydeki Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, başkenti Sanaa olan yeni devlette birleştiler. Yeni devletin adı: Yemen Cumhuriyeti oldu.
Günümüzde Yemen Sorunu
Kuzey ve Güney arasında sağlanan birlik, pamuk ipliğine bağlı, zoraki bir birlikti. Bu birleşme, gerçekte Yemen Halkının gerçek birliğini sağlamaktan uzaktı. Ve o birliği zorlayan devrimci ideoloji artık etkisini yitirmiş, kadrolar yok olmuşlardı.
Çünkü 1990 yılında Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp dağılmaya başlamıştı. Sovyetler Birliği başta olmak üzere Sosyalist Kamp ülkeleri kendi can dertlerine düşmüşlerdi. Ve sosyalizm halklar için bir umut olmaktan çıkmıştı o an için. Aksine tüm dünya halkları esen gerici rüzgârlara kapılmıştı. Artık dünyada ABD’nin borusu ötüyordu. “Yeni Dünya Düzeni” denilen bir düzen vardı. Ve bu yeni dünyanın tartışmasız başhaydudu ABD’ydi. ABD’nin hedefi de daha önce de söylediğimiz gibi: “bin devletli bir dünya” idi. Dolayısıyla Yemen Halkının gerçek birliğine kavuşamaması için elinden gelen her şeyi yaptı AB-D Emperyalistleri. Sınıfsal çelişkileri, kabile çelişkilerini, zaten var olan ve etkin olan mezhep çelişkilerini kışkırttı. Artık halklar arasında sınıfsal çelişkiler değil, mezhepsel çelişkiler başrolü oynamaya başladı. 150 yıllık ayrılığın getirdiği alışkanlıklarla da Güney ve Kuzey arasındaki çelişkiler artarak devam etti. Bunun üstüne ise Mezhep çelişkileri tuz biber ekti.
Bunun sonucu olarak bu kez de 1994 yılında yeni bir iç savaş yaşandı. İktidardaki Amerikancı Salih rejimi, Güneyli devrimci askerleri ve subayları zorunlu olarak emekli daha doğrusu tasfiye etti. Ayrıca devrimci iktidarın halka sağladığı bütün kazanımları da geri almak için davranışa geçti. Bu karşıdevrimci girişimlere yönelik protestolar başlamış ve daha sonra bu protestolar bu kez de Kuzey’den bağımsızlık talebine dönüşmüştür.
27 Nisan 1993’te gerçekleştirilen 301 kişilik Parlamento seçimlerinde Abdullah Salih’in partisi (General People’s Congress-Genel Halk Kongresi-GPC) 123 sandalye kazanırken, Islah 62, Güney Yemen’deki bütün partilerin derlenerek, birleşerek kurdukları Yemen Sosyalist Partisi 57, Baas 7 (Irak taraftarı), Nasırcı partiler 4 ve içerisinde Şii milletvekillerinin de bulunduğu bağımsızlar 47 sandalye kazandılar.
Gösterilen tepkilere rağmen yapılan bütün seçimleri kazanan Ali Abdullah Sâlih 2000 yılında anayasayı değiştirerek iki defa daha yeniden seçilme hakkı kazandı. Halk tarafından seçilen Meclisin yanı sıra, üyeleri cumhurbaşkanı tarafından belirlenen bir Şûra Meclisi (Senato) kuruldu.
2000’li yıllarda ülkede pek çok isyan çıktı. Eylül 2006’daki seçimleri de kazanan Ali Abdullah Sâlih, Zeydî Hüseyin Husî’nin “Şebâbü’l-mü’minîn” adlı hareketiyle uğraşmak zorunda kaldı. 2009’da Güney Yemen’de ortaya çıkan hareket silâhlı direnişe geçti. Yani Yemen, bir kez daha 150 yıldır süren bölünmenin, parçalanmanın sonuçlarıyla karşılaştı.
“Arap Baharı” ve Yemen’e etkileri
Yemen, 2011 yılı başlarında Tunus’ta başlayıp Arap dünyasına yayılan “Arap Baharı”ndan etkilenen ilk ülkelerden birisiydi. Uzun süren protesto gösterileri ve çatışmalar sonucu, Kasım 2011’de imzalanan Körfez İşbirliği Konseyi Antlaşması’yla devlet başkanı Ali Abdullah Salih, 33 yıldır sürdürdüğü iktidarını terk etmek ve ağababası Suudilere sığınmak zorunda kaldı. Göreve Başkan Yardımcısı Abdürabbih Mansûr el-Hâdî getirildi. 21 Ocak 2012’de yapılan seçimlerde Abdürabbih Mansûr el-Hâdî cumhurbaşkanı seçildi.
Yemen Halkı büyük bir başarı kazanmıştı. Gerici iktidarı devirmişti kitle gösterileriyle. Ama AB-D Emperyalistleri ve başta Suudiler olmak üzere gerici Ortadoğu rejimleri bu durumu kabullenmediler ve Müslüman nüfusun tahminen % 65’ini Sünnilerin, % 35’ini Şiilerin oluşturduğu ülkede mezhep çelişkilerini kışkırttılar bir kez daha.
ABD Emperyalistleri, gerici, işbirlikçi Suudiler eliyle Sünni İslamı, onun Yezid yorumunu Yemen’de hayata geçirmek, egemen kılmak istediler. Buna karşılık ise Şiiliğin bir kolu olan Zeydiliği benimseyen Husili kabileler, bu politikalara karşı çıktılar ve karşı çıkmaya devam ediyorlar. Ve bugün Yemen’de etkili bir güç halindeler. Devrimci, halkçı hareketin yerini bu kez Mezhep yanı ağır basan bu hareket aldı. AB-D Emperyalistlerine ve Suudilere göbekten bağlı yönetime karşı mücadele veriyorlar ve başarı kazanıyorlar. Başkent Sanaa’yı ele geçirdiler, Aden’i de ele geçirmek üzereler.
İşte bu yüzden Suudiler öncülüğünde oluşturulan gerici Arap koalisyonu (Körfez ülkeleri, emirlikleri, krallıkları, şeyhlikleri ve Mısır gibi ülkeler), oluşturdukları ortak ordu gücüyle Yemen’e askeri bir müdahale başlattı. Bu gerici ordu Husilere saldırıyor, Yemen Halkını bombalıyor. Yemen Halkı acı çekiyor bu yüzden. Bir yandan yüzlerce masum Yemenli (Kuzeyli-Güneyli) hayatını yitiriyor, binlerce insan yaralanıyor, diğer yandan kendi ülkesinde mülteci durumuna düşüyor. Ve Yemen bir bütün olarak kanıyor, kanıyor…
Sonuç
Yemen, özel olarak da Aden, yukarıda belirttiğimiz gibi Kızıl Deniz’in güney çıkışını tutmaktadır. Ve Arap bölgesinden çıkan petrol ve doğalgaz yüklü tankerler bu boğazdan geçerek Amerika’ya, Japonya’ya ulaşmaktadır. Petrol demek ise bildiğimiz gibi her şey demektir.
George Friedmann’ın da açıklıkla belirttiği gibi Okyanuslara hâkim olan dünyaya hâkim olur. Okyanuslara hâkim olan dünya ticaretine hâkim olur. İşte Yemen’in özellikle güney bölgesinin bir diğer önemi de buradan kaynaklanmaktadır.
Yemen Sorunu; önce İngiliz Emperyalistlerinin, sonra ABD Emperyalistlerinin yarattıkları idari, siyasi ve ideolojik ve mezhepsel ayrılıkların, bölünmelerin ve Sosyalist Kamp’ın yokluğunun bir sonucudur. (Osmanlı’nın rolü etkili olmaktan uzaktır.) İşte yazımızın başında o yüzden dedik ya, 1990 öncesi dünya daha iyi bir dünyaydı diye.
Okuduk, bir zamanlar Güney Yemen Ortadoğu’nun biricik Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen devletiydi. Bu devlet, Sovyetler Birliği, Sosyalist Kamp ve Küba’yla işbirliği içinde devrimci politikaları hayata geçirmeye uğraşıyordu. Yemen Halkı yüzlerce yıllık ayrılıktan sonra artık birleşeceğine, bir tek Yemen Cumhuriyeti olacağına inanıyordu. Ama ne yazık ki hayat öyle akmadı. Sovyetler Birliği’nin ve Sosyalist Kamp ülkelerinin, Marksist-Leninist ideolojiyi terk etmelerinden ötürü acıklı çöküşü, yıkılışı Güney Yemen başta olmak üzere dünyanın mazlum halklarını AB-D Emperyalistleri ve onların işbirlikçisi, uşağı devletler karşısında savunmasız, korunaksız bıraktı.
Ve bu ülkelerin yöneticileri kurtuluşu AB-D Emperyalistlerine sığınmakta buldular. Onların politikalarını hayata geçirirlerse başarılı olacaklarına, iktidarlarını sürdüreceklerine inandılar. Ama yanıldılar. AB-D Emperyalistleri ve onların işbirlikçileri hiçbir zaman halklara özgürlük, eşitlik getirmez. Onlar sadece bu ülkelerin yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirmek isterler. Kendi çıkarlarına kullanırlar bu halkları.
Yemen Sorunu’nun çözümü de, halklar arasındaki bölünmelerin çözümü de insanın insanı ezmediği, sömürmediği, soymadığı, zulmetmediği bir dünyayı yaratmaktan geçiyor. Bu dünya; Sosyalist Dünyadır. Tüm insanlığın sosyalist bir aile olarak yaşadığı dünyadır.
Bu dünyayı mutlaka kuracağız. Emperyalistlerin ulusları, ülkeleri bölmelerine, parçalamalarına, birbirlerine düşman etmelerine ve aralarına nifaklar sokarak birbirleriyle boğazlaşmalarına sebep olmalarına son vereceğiz.
Sıra kendi coğrafyamızda, Türkiye’dedir. Türkiye de 3’e bölünmek istenmektedir bugün AB-D Emperyalistlerince. Buna da izin vermeyeceğiz. Kürt kardeşlerimizle birlikte Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti’ni kuracağız. Ve birleşik bir ülke olarak yenilmez-yıkılmaz bir kale oluşturacağız; anti emperyalist-sosyalist ülkeler ve halklar arasındaki onurlu yerimizi alacağız.