Bir zamanlar Yemen…
Dünya bir zamanlar çok daha iyi bir dünyaydı, yerdi. Çok daha insanca yaşanılır bir dünyaydı. Çünkü o zamanlar, bileği hakkına, dünya halklarının üçte birine umut getiren sosyalizm vardı. Kalan üçte bir insanlık da ulusal kurtuluş savaşlarını başarmak, sosyalizme geçmek için mücadele ediyordu, savaşıyordu.
1917 Ekimi’nde gerçekleşen dünyanın ilk proleter devrimi, Büyük Ekim Devrimi, insanlığın önüne büyük bir olanak getirmişti: insanın insanı ezdiği, sömürdüğü, zulmettiği sınıflı toplumların devrilebileceğini ve yerine tam bunların karşıtı bir düzen getirilebileceğini Dünya Halklarına somutça gösterdi.
Büyük Ekim Devrimi, iktidara geldiği günlerde (7 Aralık 1917’de) yayımladığı bir Çağrı’yla Rusya’nın ve Doğu’nun mazlum Müslüman Halklarına seslendi ve onlardan sömürücü sınıfların baskısından kurtulmaları için kaderlerini Sovyet Halklarıyla, Ekim devrimcileriyle, Proletarya devrimcileriyle birleştirmelerini istedi.
O zamana kadar Batılı Büyük Emperyalist devletlerin sömürge ve yarısömürge zulmü altında inleyen bu Müslüman Halklara şöyle seslendi Halk Komiserleri Konseyi aracılığıyla Ekim devrimcileri:
“Doğulu Müslümanlar! İranlılar, Türkler, Araplar ve Hintliler!
“Hayatları, mülkleri, hürriyetleri ve vatanları açgözlü Avrupalı yağmacılar tarafından birer eşya gibi alınıp satılan siz emekçi halklar!
“Ülkelerini kendi aralarında bölüştürmek için bu hırsızların savaş başlattığı siz yoksul halklar!
“(…)
“Ülkelerinizi soyan ve köleleştiren bu güçleri yıkın! Savaşın ve yıkımın eski düzene ait temelleri sarstığı, emperyalist işgalcilere karşı tüm Dünya genelinde büyük bir öfkenin yükseldiği, en küçük bir kıvılcımın bile devrim ateşini tutuşturduğu, yabancı boyunduruğun sindirdiği ve işkence ettiği Müslüman Hintlilerin bile köleliğe karşı başkaldırdığı günümüzde kimse sessiz kalamaz.
“Vatanınızdaki eski zalimleri söküp atmak için vakit kaybetmeyin. Artık onların sizin toprağınızı yağmalamasına izin vermeyin. Kendinize uygun gördüğünüz biçimde hayatınızı kurmalısınız. Bu sizin hakkınız çünkü kendi kaderiniz sizin elinizdedir.
“Yoldaşlar! Kardeşler!
Tüm kararlılığımızla dürüst ve demokratik bir barış için ilerliyoruz. Bayrağımıza Dünya’nın mazlum halklarının kurtuluşunu yazdık.
“Rusya Müslümanları! Doğulu Müslümanlar!
“Dünyanın yeniden oluşturulması görevinde bizler sizin duygudaşlığınızı ve desteğinizi bekliyoruz.” (Gündoğumunu Görmek, Sorun Yayınları, s. 181-182)
Asya’nın ve Afrika’nın mazlum Müslüman ulusları bu çağrıya karşılık verdiler. Dünyayı yeni baştan yaratma mücadelesine girdiler. Ulusal Kurtuluş ve Sosyalizm bayraklarını Ekim devrimcilerinin bayraklarıyla birleştirdiler. Hikmet Kıvılcımlı’nın “Toplum Biçimlerinin Gelişimi” kitabının Önsöz’ünde tespit ettiği gibi; “Geri ülkeler o dünyanın ölmezliğini güneşin altına çıkarıyorlardı. Ayaklanıyorlar, şahlanıyorlar, sosyalistleşiyorlardı.” Ve özellikle İkinci Emperyalist paylaşım Savaşı’ndan sonra dünyada yeni bir “Ulusların Göçü” yaşanıyordu.
Ekim 1917’den sonra başta Türkiye olmak üzere Çin’de Ulusal Kurtuluş Savaşları baş gösterdi. Ve dünyada ilk kez Türkiye’de Ulusal Kurtuluş Savaşı Batılı büyük emperyalist devletleri yenilgiye uğratarak zaferle sonuçlandı ve Ulusal Bağımsızlık kazanıldı. Tabiî ki Sovyetler’in olağanüstü büyük maddi ve manevi destekleriyle… Türkiye’nin bu büyük başarısı, Doğu’nun, Afrika’nın ve Asya’nın mazlum uluslarına örnek oldu. Onlara mücadelelerinde güç ve kuvvet verdi.
Özellikle İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Ortadoğu’da, Afrika’da, Asya’da birçok ulus, emperyalistlere karşı verdiği savaşlarla siyasi bağımsızlığını olsun kazandı. Ekonomik bağımsızlık yolunda da hızla ilerlediler. Kimileri krallıkları, sultanlıkları, şeyhlikleri, emirlikleri, hanedanlıkları devirip Cumhuriyetler kurdular, kimileri daha da ileri giderek Demokratik Halk İktidarlarını kurdular, bir kısmı da sosyalizme sıçradılar ve Sosyalist İktidarlar kurdular. Çin’den Mısır’a, Cezayir’den Küba’ya, Vietnam’dan Angola’ya, Gine’ye dek bu süreçler yaşandı.
Bu süreçlerin en belirgin özelliği ise mazlum ulusların sömürgeci Batılı büyük emperyalist devletlere karşı verdikleri Ulusal Kurtuluş ve Sosyalizm mücadelesi yani bir anlamda sınıfsal bir mücadele olmasıydı. Bu mücadelelerdeki, savaşlardaki baskın unsur sınıfsal yöndü. Dinsel öğeler bu savaşlarda belirleyici unsur değildi. Uluslar ve halklar, sömürgecilerin ekonomik ve siyasi sömürülerine karşı sömürülmemek, yeraltı ve yerüstü servetlerine sahip çıkmak, bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele ediyorlardı. Yani dünya insanlığı ileriye doğru yol alıyordu. Sömürgeci güçler, ulusal kurtuluş savaşlarıyla sömürgelerden birer birer koparılıyor, sömürü alanları daraltılıyordu. Bu da Batılı emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkileri azdırıyordu.
İkinci Emperyalist Savaş’ın sonucunda dünya üzerindeki biricik sosyalist devlet olan Sovyetler Birliği’nin yanı başına Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Çekoslovakya, Demokratik Almanya Cumhuriyeti, Yugoslavya, Arnavutluk gibi ülkeler girdiler, Demokratik Halk İktidarları yoluyla Sosyalizme sıçradılar. Böylece Sosyalist Kamp doğdu.
Ardından Çin ve Vietnam devrimleri devreye girdi. Küba bu zincire katıldı ve insanlık için yepyeni bir soluk getirdi. Böylece dünyanın üçte biri emperyalist kamptan koptu. Küba Devrimi’nin verdiği ilhamla Latin Amerika Halkları da Sosyalizm kervanına katılma yolunda büyük bir istek ve iradeye kavuştular.
Bu arada özellikle Osmanlı’nın hâkim olduğu coğrafyalarda yeni bir gelişim başladı. Yani Ortadoğu ve Afrika’nın kimi ülkelerinde, ordu içerisindeki halkçı unsurlar, bizim Orijinalitemiz olan Ordu Gençliği yoluyla Politik Devrimler gerçekleştirmeye başladılar. Mısır’da Nasır’la başlayan süreç Irak, Suriye, Libya, Yemen vb. kimi ülkelerde somut bir gerçeklik olarak ortaya çıktı.
Bu arada Latin Amerika’da da buna benzer bir süreç yaşandı. Orada da kimi ülkelerin Ordu Gençleri (Bolivya’da Torres gibi), ABD Emperyalistlerine ve yerli işbirlikçilerine karşı Politik Devrimler gerçekleştirdiler. Halkçı tutumlar aldılar. Antiemperyalist saflara kaydılar. Yani dünya halkları, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Emperyalist Kamp’ın başına geçen, onun jandarması rolünü üstlenen ABD ve diğer Batılı büyük emperyalist devletlere kafa tutmaya başladılar.
O yüzden de zaten 20’nci Yüzyıl, “Ulusal Kurtuluş ve Sosyalizm Çağı” olarak adlandırıldı.
Emperyalistler, ülkeleri ve halkları bölerler
Batılı büyük emperyalist devletler, sömürülerini daha kolayca gerçekleştirebilmek için ulusları ve halkları birbirine düşürüyorlar ve onları bölüyorlardı. Bu olgu dünyanın birçok bölgesinde gerçekleştirildi. Örneğin Afrika kıtası, 15 Kasım 1884-26 Şubat 1885 tarihlerinde Berlin’de toplanan “Berlin Kongresi”yle, “barışçıl” bir biçimde; İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, İspanya, Hollanda, Belçika, İtalya arasında paylaştırıldı. Koca kıtayı bu emperyalist devletler kurt dalamış sürüye çevirdiler.
Emperyalist haydutlar ülkeleri ve halkları bölme siyasetlerine devam ettiler, bildiğimiz gibi. Amerika kıtasındaki halkları soykırıma uğrattılar, yerli halkları neredeyse bire dek kırdılar ve ülkeleri parçaladılar. Birçok yeni devlet türettiler kendi aşağılık çıkarları için. O yüzden de Bolivar, Che, Chavez gibi önderler birleştirmek idealiyle mücadele ettiler bu kıtayı. Amaçlarının başına koydular kıta halklarının ve devletlerinin birliğini.
İngiliz Emperyalistleri, bir tek Arap Ulusu’nu Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonunda 22 parçaya böldüler. Kürt Ulusu’nu böldüler 4 parçaya. ABD Emperyalistleri Kore’yi böldüler. Vietnam’ı böldüler. Yugoslavya’yı böldüler.
Bir zamanlar dünyanın hâkimi, “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” İngiltere idi. İkinci Paylaşım Savaşı’ndan itibaren ise başterzi, başhaydut ABD oldu. Başta bu emperyalistler devletler ve sonra diğerleri (Almanya, Fransa, İtalya, Portekiz, İspanya, Hollanda, Japonya vb.) olmak üzere güçleri oranında bölüp parçaladılar dünyayı ve hâlâ da bölüp parçalamaya devam ediyorlar. ABD’nin yıllardır varmak istediği biricik hedef: “Bin devletli bir dünya” yaratmaktır. BOP’lar, GOP’lar, NAFTA’lar vb.leri hep bunun için üretilmiş projeler, planlardır.
Yemen Sorunu
İşte emperyalistler tarafından bölünen ülkelerden birisi de Yemen oldu. Yemen aslında tek bir ülke olmasına rağmen 1800’lerden başlayarak 1990’a kadar fiilen ve resmen iki ayrı ülkeydi. Adları, idare biçimleri, yönetimleri ve hedefleri farklıydı.
Ortadoğu ülkelerinden sayılan ve Arap Yarımadası’nın Afrika’ya bakan güney ucunda yer alan Yemen, kuzeyden Suudi Arabistan, doğudan Umman, güneyden Hint Okyanusu (Aden Körfezi), batıdan Kızıldeniz’le çevrilidir. Kızıl Deniz’in Hint Okyanusu’na açıldığı kapıdır. Karşısında Afrika Boynuzu denilen bölge vardır.
Yemen adının bir anlamı; Yemen el- Meymun: mutluluklar ülkesi Yemendir. Bunun sebebi Kızıl Deniz’i Hint Okyanusu’na bağlayan yer olması nedeniyle ticaret merkezi olmasındandır. Yemen’in adının bir diğer anlamı ise; Kâbe’nin sağında yer almasından ötürü; Kâbe’nin sağındaki yerdir.
Bugünkü-günümüzdeki resmi adı: Yemen Cumhuriyeti’dir. Yüzölçümü 527.968 km²’dir. Nüfusu 2014 nüfus sayımına göre yaklaşık 27 milyondur. Çok önemli bir bölümü Araptır. Nüfusun % 99,1’ini Müslümanlar, geri kalan % 0,9’luk azınlık bölümünü Yahudiler, Hindular, Bahaîler ve Hıristiyanlar oluşturmaktadır. Müslüman nüfusun tahminen % 65’ini Sünniler, % 35’ini Şiiler oluşturmaktadır.
Yemen diye bilinen coğrafyanın tarihine kısaca bir bakacak olursak, Yemen Halkının Hz. Muhammed döneminde Müslümanlığı benimsediğini görüyoruz. Hz. Muhammed, 631 yılında Hz. Ali’yi Yemen’e göndererek oradaki halkın Müslüman olmasını sağlamıştır. Ki bu yüzden de Yemen’de Şiilik ve onun bir kolu olan Zeydilik bugün de etkin bir mezheptir ve şu anda sürmekte olan savaşın da taraflarından birisidir.
Arada geçen uzun yüzyılları aktarmayacağız. Sadece kapitalizmin gelişmesi, sömürgecilerin ve sömürgelerin ortaya çıkmasıyla başlayan süreci özetleyeceğiz şimdi.
Portekizli istilacılar 1500’lü yıllarda Yemen’i ele geçirmek istemişlerdir. Bu yıllarda Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda faaliyet gösteren Portekizlilere karşı mücadeleye giren Osmanlılar, stratejik önem taşıyan Aden’i 1538’de alarak Tâhiriler hanedanlığına son vererek Zebid ve Aden arasında kalan bölgeyi içeren “Yemen Eyaleti”ni oluşturdular.
Kapitalizmin ortaya çıkması ve yeni pazarların ele geçirilmesi ihtiyacı sonucu İngiltere 1600’lü yıllarda Hindistan’ı işgal etti. Ardından 1799 yılında Kızıl Deniz’in Hint Okyanus’una açıldığı Arapların “Mayun” olarak adlandırdığı Perim adasını işgal etti. Bu işgalin sebebi aslında Hindistan sömürgesine doğrudan ulaşan bu stratejik noktanın ele geçirilmesi idi. İngilizler 1834 yılında da daha doğuda bulunan Socotra adasını ele geçirdiler. Ardından da Kızıldeniz’i kontrol eden Aden’i ele geçirmek üzere harekete geçtiler ve 1839 yılında Yemen’in güneyini, Aden bölgesini işgal ettiler. Böylece İngiliz Emperyalizmi 128 yıl (1839’dan 1967’ye kadar) sürecek Güney Yemen işgalini başlatmış oldu.
İngiliz Emperyalizminin Aden’i işgali üzerine Osmanlı devleti, son bir hamleyle 19’uncu Yüzyılın ortalarından itibaren Yemen’le yeniden ilgilenmeye başladı. 1871’de San’a’yı da alarak Osmanlı idaresini Kuzey Yemen’de yeniden kurdu. 1872 yılında Yemen vilayeti tekrar kurularak idari merkezi San’a oldu.
Asir’de Şeyh İdrisi’nin başlattığı isyan 1911’de İmam Yahya’nın büyüyen isyanıyla yeniden alevlenince, İtalya’nın Trablus’u işgali ve Balkan Savaşları sebebiyle zaten zor durumda olan Osmanlı, Yemen meselesini çözmek üzere 1911’de San’a kuşatmasını kaldırdı ve İmam Yahya ile 13 Ekim 1911’de bir antlaşma (Da’an Anlaşması’nı) yaparak isyanlara son verdi.
Yapılan antlaşmayla Osmanlı, Sünni halkın yaşadığı bölgelerde denetimini devam ettirirken, San’a dahil Zeydilerin yaşadığı bölgeler İmam Yahya’nın denetimine bırakıldı. Bu anlaşmayla ülkelerle diplomatik ilişki kurmak dışında tüm hâkimiyet İmam Yahya yönetimindeydi.
Yemen’de Osmanlı hâkimiyeti 1918 Mondros Mütarekesi’nin ardından tümüyle sona erdi ve Osmanlı güçleri Hudeyde’de İngilizlere teslim oldu. Yemen (tabiî kuzey Yemen), 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşmasıyla hukuken de bağımsızlığına kavuştu.
Osmanlıların çekilmesinden sonra Yemen toprakları;
1- Güney: Aden merkez olmak üzere İngiliz işgal bölgesi (Aden merkezi dışında kuzeye doğru 22’den fazla sultanlık vardı),
2- Kuzey: 1- Başkent San’a ve çevresindeki Zeydi Emirliği, 2- Asir ve Tihame bölgelerinde Muhammed b. Ali el-İdrisi yönetimi ve 3- Diğer kabile şeyhleri arasında bölünmüştü.
İşte Kuzey ve Güney Yemen arasındaki bu bölünmeyi, parçalanmayı gidererek birliğini yeniden sağlamak için Yemen Halkı uzun soluklu bir mücadeleye girişti. Bu mücadele; güneyde İngiliz Emperyalistlerine ve yerel Sultanlara, kuzeyde ise yönetimde bulunan Krallığa ve yine yerel Sultanlara, Kabile ağalarına karşı farklı biçimlerde, farklı örgütler aracılığıyla gerçekleşti.
Devam edecek