“Eşbaşkan”lık, “Bölgesel Güç”lük, “Oyun Kurucu”luk, “Stratejik Derinlik” ve sonuçları…
Suriye’de AB-D Emperyalistleri ve yerli işbirlikçiler tarafından başlatılan ve 5 yıldır süren bir savaş var.
ABD Emperyalistleri on yıllardır hazırladıkları “Büyük Ortadoğu Projesi”ni hayata geçirmek için Irak ve Libya’da elde ettikleri başarılardan sonra Suriye’ye yöneldiler. Ve bu ülkenin meşru yönetimini devirerek kendilerine ekonomik, siyasi ve askeri açıdan bağlı, kendilerinden izin almaksızın hareket edemeyecek küçük devletçikler oluşturmak gayreti içine girdiler. En az üçe bölünerek parçalanmış, güçsüzleşmiş bir Suriye yaratmak istediler. Zaten NATO kolejlerinde okutulan derslerde gösterilen harita da bunu gerekli kılıyordu.
ABD Emperyalistleri böylece bir taşla birkaç kuş vurmak istiyorlardı. Bir yandan Ortadoğu’da köpeksiz köyde değneksiz gezecekler; “Free Kürdistan” adıyla Müslüman bir İsrail yaratacaklar; ABD demek olan İsrail’in kesin güvenliğini sağlayacaklardı. Filistin Halkını önemli destekçisi Suriye’den koparıp onu Ortadoğu’da yalnız bırakacaklardı. Ve böylece sıra Türkiye ve İran’a gelecekti. Aynı zamanda bu, Rusya’yı da kuşatmak anlamına geliyordu. Yeni emperyalist güç Rusya’nın sıcak denizlere inmesini bir kez daha engellemek istiyordu ABD Emperyalistleri, aynen Sovyetler döneminde olduğu gibi.
Bu Projelerini hayata geçirecek enstürman sıkıntısı çekmeyeceklerini biliyorlardı. Bir yandan Suriye içindeki sözde muhalefet, bölgedeki satılmış iktidarlar ve dünyanın dört bir yanından toplayıp getirecekleri cihatçı çeteler dünden hazırdılar böyle bir işe. Hepsi hem kendilerini kanıtlamak istiyorlar, hem de bir parça da biz kemik kapar mıyız sevdasına düşüyorlardı.
Türkiye’de iktidarda olan AKP’giller zaten bir ABD projesiydiler. Ve bu projede kendilerine verilecek her görevi yapmaya hazırdılar. BOP’un (üstelik ülkemizin de en az üçe bölünmesine neden olacak olan bu projenin) eşbaşkanlığını kabul ettiler. Ve bu görevleriyle de övündüler sürekli olarak.
Hayalleri büyük, ufukları genişti(!)
Şam’daki Emeviye Camii’nde namaz kılacaklarını, Musul’u ve Halep’i tekrar alacaklarını umuyorlardı. “Bölgesel güç” olacaklar, “oyun kurucu” olacaklardı bölgede(!)
Daha düne kadar “dost”, “kardeşten de öte” dedikleri Beşşar Esad’ı anında satarak bu aşağılık işe soyundular.
Bu amaç için de, bir yandan Suriye içindeki karşıdevrimcileri, diğer yandan da Afganistan’da, Libya’da, Irak’ta askeri açıdan tecrübe kazanmış insanlık düşmanı Ortaçağcı çeteleri harekete geçirdiler. Öyle ki Suriye’de yabancı ülkelerden gelen binlerce, belki on binlerce çeteci olmuştu.
Ve bu sözde cihatçı çeteler daha çok da bizim ülkemiz topraklarını kullanarak, bizim sınırlarımızdan girdirildiler Suriye’ye. Bir yandan bunlar Suriye’ye girdirilirken, diğer yandan da Suriye’deki zayıf karakterli kesimler Suriye’den göç ettirildiler ve ülkemize getirildiler. Onlara Hatay Yayladağ, Reyhanlı, Gaziantep, Kilis, Urfa vb. şehirlerde ve ilçelerde kamplar kurdular.
Bu kamplara yerleştirilen Ortaçağcılar Suriye’de meşru hükümete karşı savaşıyorlar, dinlenmek vb. ihtiyaçlarını karşılamak için de Türkiye’deki kamplarına dönüyorlardı. Bu kamplarda onlara askeri eğitimler de veriliyordu. Türkiye-Suriye sınırı diye bir sınır yoktu artık. Sınırlarımız yolgeçen hanına dönmüştü. Zaten de sınırların büyük bir kısmını bu çeteler ele geçirmişti ilk anda. Yani Türkiye-Suriye birleşmişti bir anlamda. Suriye yönetimi ha çöktü ha çökecekti… Bizimkilerin de, ABD Emperyalistlerinin de etekleri sevinçten zil çalıyordu.
ABD, BOP yolunda büyük bir mesafe daha kat etmişti. Bizimkiler; “küresel aktör”, “bölgesel güç”, “bölgede oyun kurucu” oluyorlardı. Yani her şey tıkırındaydı.
Ancak hesapta olmayan bir şey oldu. Afganistan’daki El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra Cephesi’nden kopan bir grup Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adıyla örgütlendi ve hızla büyük bir güç kazandı daha doğrusu kazandırıldı ABD Emperyalistleri ve işbirlikçileri tarafından. IŞİD sadece Suriye’de değil Irak’ta da büyük toprak parçalarını ele geçirdi. Ve diğer örgütlere karşı başarılar elde etti. Savaşın başında örgütlendirilen ÖSO, Suriye Muhalefeti vb. örgütler güç kaybetmeye başladılar. Elde ettikleri toprak parçalarını da IŞİD ele geçirmeye başladı. Ve bir anda IŞİD, sınır komşumuz oluverdi. Bu ana kadar, Suriye’nin meşru yönetimini devirmek için harekete geçirilen karşıdevrimci çetelerle AKP’giler müttefikti, dosttu. IŞİD’in silahları, mühimmatları, yiyecek ve giyecek malzemeleri Türkiye’den götürülüyordu. Hatta AKP’giller IŞİD’çiler için “öfkeli bir avuç genç” vb. olayı küçültücü, önemsemeyici bir tutum sergilediler.
Ancak, Suriye’de işler AB-D Emperyalistlerinin ve işbirlikçilerinin umdukları gibi gitmedi bir başka yönden de. Yanıldıkları bir şey vardı bu zalimlerin, bu alçakların, bu insanlık düşmanlarının: Suriye Halkları, Suriye’nin meşru yönetimi ve onun lideri Beşşar Esad, namuslu, yurtsever ve antiemperyalist çıktı. Ve direndi bu projelere. Savaştılar kararlıca ve oyunlarını bozdular bu aşağılık çakallar sürüsünün.
Böylece, ABD Emperyalistlerinin ve AKP’giller’in oyunları bozuldu. Kurguları bozuldu. İş, tereyağından kıl çeker gibi halledilemiyordu. Onun üzerine, AKP’giller ısrarla, ABD’den Suriye içinde bir “Güvenli Bölge” oluşturmasını istemeye başladılar. Ama ABD Emperyalistleri, bu kez maşa kullanmaya karar vermişlerdi kestaneleri ateşten çıkarmak için. Yani bizzat savaşa kara gücü olarak katılmayacaklarını ısrarla ve defaetle belirttiler. Bizimkiler(!) de ısrarla istediler, kamuoyunu bu yönde kullanmaya kalkıştılar. Ama ABD yönetimi buna yanaşmadı şu ana kadar. Şu andaki tutumu da bu zaten…
Ve bu politikalar sonucu milyonlarca Suriyeli ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Canlarını kurtarmak için can havliyle kendilerini başta Türkiye olmak üzere başka ülkelere attılar. Ve milyonlarca insanı kapsayan bir göç dalgası başladı tüm dünya üzerinde. Ve başta Akdeniz ve Ege Denizi olmak üzere denizler mezarlıklara dönüştü; Mülteci mezarlıklarına. Birer ikişer değil, yüzer, beş yüzer, binerli halde yaşamlarını yitiriyorlar denizlerde, göç yollarında.
Bunların sorumlusu da başta AB-D Emperyalistleri ve AKP’giller, Suudi Arabistan, Katar gibi kimi Arap devletleri, onların satılmış yöneticileridir. Yani binlerce insanın ölümünün, milyonlarcasının göçmen durumuna düşmesinin sorumluları da bunlardır.
Bu arada hiç kimsenin ummadığı, beklemediği bir gelişme yaşandı. İran, mezhepsel yakınlık ve ABD düşmanlığı temelinde, Suriye yönetimini zaten destekliyordu. Yine Lübnan ve Filistin’deki Hizbullah da Suriye yönetiminin ve halkının yanındaydı savaşın başından itibaren. Suriye’nin yanı başında yeni bir güç belirdi 2015’in Ekimi’nden itibaren: Rusya!
Rusya, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra yeni bir emperyalist güç odağı olarak dünyada yer edinmek istiyordu. Yeni pazarlar, yeni hakimiyet alanları kurmak, ele geçirmek istiyordu. Bir de sıcak denizlere inmek, orada üsler edinmek istiyordu. İşte Suriye, ona bu olanakları sağladı. Zaten Libya’da Kaddafi’nin alçakça katledilmesi ve Libya petrollerinin AB ve ABD Emperyalistlerinin eline geçmesiyle, burada bir tezgâha düşürüldüğünü gören Rusya, bu kez Suriye’de tezgâha düşmemeye kararlıydı. Ve bir anda ortaya atıldı ve Suriye’de ve Ortadoğu’da ben de varım, dedi.
Kartlar bir kez daha karıldı. Herkes yeni pozisyonlar almak zorunda kaldı. Bu kart dağılımında en zayıf el ise Türkiye’ye düştü. AKP’giller bir anda şapa oturdular. Suriye’de var olan Tartus üssünü büyüttüler, genişlettiler ve en son teknolojiye sahip savaş uçaklarıyla donattılar. Suriye’ye askeri malzeme akışını hızlandırdılar. Askeri birlikler gönderdiler.
İşte tam bu süreçte, Türkiye, bir Rus savaş uçağını düşürdü. Bir pilot yaralı olarak kurtuldu, yaralı olan bir diğer pilotu ise Türkmen Cephesi saflarında Suriye’ye karşı savaşan ve Türkiye’den giden bir Ortaçağcı öldürdü. Bunun üzerine, Rusya hızla davranışa geçti. Suriye’ye, dünyanın en gelişmiş hava savunma sistemleri olan S300 ve S400 uzun menzilli füzelerini gönderdi ve Suriye semalarını korumaya aldılar.
Ardından yoğun bir bombardıman ve Suriye kara birliklerinin saldırılarıyla birlikte, birçok cephede Ortaçağcı güçleri silip süpürmeye başladılar. Her şey yeniden ve yeni baştan başlamış oldu. Adana’daki İncirlik üssü başta olmak üzere Diyarbakır Pirinçlik ve diğer üsler koalisyon Güçlerinin emrine sunuldu AKP’giller tarafından. Aylardır ABD’nin güdümündeki sözde “Koalisyon Güçleri” IŞİD’lilere karşı savaşıyorlardı. IŞİD’lileri bombalıyorlardı. Ama öyle bir bombalama ki; Obama bile “IŞİD’in yenilmesi on yılı bulabilir” diyordu. Yani ABD için, dünya kamuoyunun yoğun baskısı sonucu olarak da, IŞİD birinci hedef haline gelmiş, Esad’ın iktidardan düşürülmesi birinci öncelik olmaktan çıkmıştı. AKP’giller ve büyük Reisleri bir kez daha şapa oturdular.
Şu anda da Suriye’nin meşru yönetimi ve onun meşru lideri Beşşar Esad, Suriye Halkının ve tüm mazlum halkların kahramanı olarak ülkesini yönetmeye, vatanını AB-D Emperyalistlerine, yerli ve bölgesel işbirlikçilere, Ortaçağcı çetelere karşı kararlıca savunmaya ve zaferler kazanmaya devam ediyor. Her gün yeni bir cepheden başarı haberi geliyor. Geçtiğimiz ay, hatırlayacağımız gibi, “Çölün Gelini” Palmira’yı kurtardılar IŞİD’lilerden. Ve büyük bir moral başarı elde ettiler. Bir bakıma yolun sonunu gösterdiler tüm Ortaçağcı çetelere ve AB-D Emperyalistleriyle uşaklarına…
Ya AKP’giller? Ya büyük Reis?
Onlar elleri böğürlerinde kala kaldılar orta yerde. Hem de ne kalış?..
Şu anda bir tek Türkiye uçağı, Suriye semalarına bir milim olsun yaklaşamıyor, bırakalım o semalar üzerinde uçmayı!
Niye?
Rusya, resti çekti hem savaş uçaklarıyla, hem de S300 ve S400 füzeleriyle: Aklından bile geçirme, dedi Suriye üzerinde uçmayı ve operasyon yapmayı!
Bizimkiler bir kez daha şapa oturdular. Ama ne oturma! Allah kimseyi onların yerine ve konumuna düşürmesin. Bir iktidar, bir ordu ancak bu kadar rezil olabilirdi, rezil duruma düşürülebilirdi. “Stratejik Derinlik”ler bir işe yaramıyordu. Ufukları, burunlarının ucundan ötesini görmeye yetmiyordu.
Gelinen acı durumu çok somut olarak gösterirsek: Düne kadar dost olduğumuz, müttefik olduğumuz, “Eğitip- Donattığımız” ÖSO vb. çeteler ha bire kıçlarını döverek kaçıyorlar Suriye Ordusu ve müttefiklerinden. Bir yandan da IŞİD’liler tarafından kovalanıyorlar. Ele geçirdikleri sınır köylerini de birer birer kaybediyorlar.
IŞİD, 11 Mayıs 2013 tarihinde Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde canlı bomba eylemi yaptı ve 52 insanımızı öldürdü. Geçen yıl 20 Temmuz’da IŞİD’li bir canlı bomba, Şanlıurfa Suruç’ta intihar eylemi yaptı 32 genç hayatını kaybetti. Yine 2015 10 Ekimi’nde Ankara’da IŞİD’li canlı bomba eylemi sonucu 107 insanımız öldü. Öldürüldü. Yine 12 Ocak’ta İstanbul Sultanahmet’te tamamı yabancı turist 10 kişi ve 19 Mart’ta Taksim’de gerçekleştirilen IŞİD’li canlı bomba eyleminde 5 kişi yaşamını yitirdi. Ve bu canlı bomba saldırıları sonucu yüzlerce kişi de yaralandı.
Kilis’in karşı yakası IŞİD’liler tarafından kontrol ediliyor epey uzun bir süredir. Ancak son günlerde IŞİD yeni bir taktik uyguluyor: Kilis kent merkezini, köylerini ve Antep’in kimi ilçelerini Katyuşa roketleriyle vuruyor. Şu ana kadar 18 insanımız öldü Kilis ve civarında. Bunların bir kısmı da Kilis’te yaşayan Suriyeliler.
Türk Ordusu ne yapıyor?
“Angajman kuralları gereği”, “Fırtına Obüsleri”yle karşılık veriyor “hem de misliyle”(!)
Ha bu arada IŞİD, Katyuşalarıyla Kilis civarındaki obüs bataryalarımızı da vurdu ve 3 tankımızı da tahrip ettiğini söylüyor…
Ya uçaklar? Onlar ne yapıyor bu saldırılar karşısında?
Hiç! Teker bile kaldıramıyorlar! Sıkıysa kaldırsınlar!
Şimdi bu orduya, savaşçı bir ordu, komuta kademesine de “Komutan” denir mi?
Asla! Bunlar tören Paşaları! Gerdan kırma, boyun eğme, topuk selamı verme Paşaları!
E zaten AKP’giller’in bir zamanlarki bakanı Hüseyin Çelik ne demişti Ordunun misyonu için?
“Site bekçisi”!
Evet işte oldu site bekçisi! Kına yakabilirsiniz bir yerlerinize.
Ha, bizim, Ordu Suriye’ye girsin gibi bir anlayışımız olduğu düşünülmesin sakın. Biz bu işe baştan beri kararlıca karşıyız, yukarıda da anlattığımız gibi. Suriye Halkı ve lideri Beşşar Esad ülkesini kararlıca savunuyor ve biz bugün Esad’ı desteklemekle yükümlüyüz.
Ne acıdır ki, “komşularla sıfır sorun” diye işe başlayanlar, bugün bütün komşularımızla kanlı bıçaklı hale geldiler, getirdiler halkımızı da.
Mustafa Kemal’in “Yurtta Sulh, cihanda Sulh” anlayışının yerinde yeller esiyor şimdi. ABD Emperyalistlerinin emireri durumuna düşürüleli çok uzun zaman oldu. Biz Kore’de de, Kore Halkına karşı savaştırıldık ABD Emperyalistleri tarafından. Ve savaşta katılıma oranla en fazla zayiatı da Türk Ordusu verdi.
Niye?
ABD Emperyalistlerinin çıkarı için! NATO’ya girebilmek için.
Kim tarafından?
AKP’giller’in ataları DP iktidarı tarafından!
Ve bir kez daha, bizim hiçbir çıkarımızın olmadığı bir savaşta, aksine ülkemizin bölünmesi sonucunu doğuracak ABD projeleri hayata geçsin diye, en çok can kaybını yine bizim halkımız veriyor Reyhanlı da, Ankara’da, İstanbul’da. Ne acı, ne üzüntü verici bir durum…
Ve yine bu saldırılar sonucu Rusya’nın Türkiye’yle ilişkilerini askıya alması ve ekonomik ambargo uygulamaya başlaması sonucu hem turizm sektörü hem de bankacılık, sanayi ve tarım sektörü çok büyük bir yara aldı. Türkiye’nin maddi kaybı 10 milyarlarca dolar oldu ve bu kaybın artacağı kesin. Ha keza gerçekleştirilen canlı bomba saldırıları sonucu da Türkiye’ye turist neredeyse gelmez oldu. Ve en büyük kayıp turizm sektöründe yaşanıyor. Ama bu kayıp kaçınılmaz olarak ekonominin tümünü etkiliyor. İşsizlik artıyor, özellikle tarım sektörü can çekişir hale geliyor.
Ama sakın ümidimizi kaybettiğimiz düşünülmesin, eli kolu bağlı halde beklediğimiz düşünülmesin. Tüm bu yaşananlar kader değil. Ve biz Proletarya Sosyalistleri kadere inanmayız. Biz bilime inanırız. Ve bilim bize, gelecek günlerin mutlaka bizim olacağını söylüyor. AKP’giller ve onları iktidara getiren yerli yabancı Parababaları çetesini ülkemizden ve bölgemizden kovup atacağız. Onların ekonomik, siyasi, askeri, kültürel, ahlâki vb. bütün sömürü araçlarını ortadan kaldıracağız. Ve Demokratik Halk İktidarını mutlaka, ama mutlaka kuracağız. Çünkü bilim böyle emrediyor. Tarih böyle yazıyor.
Ve Tarih; AKP’gilleri de lanetle anacak.
Tarihin hükmüne kim karşı çıkabilir ki?..