Site rengi

Tasarım

Çocuklarımız daha fazla yitip gitmeden

03.04.2019
1.289
A+
A-

Prof. Dr. Özler Çakır

Bireyler çevresiyle, çevresindeki uyaranlarla etkileşimde bulunarak öğrenir. Dolayısıyla ne tür öğrenmelerin gerçekleşeceği, bireye sunulan, onun etkileşimde bulunduğu uyaranların niteliği ile ilişkilidir. Bu bakımdan ahlâki değerler de toplumsal yaşantı içerisinde kazanılırlar ve bunların niteliği de etkileşilen, yaşantı geçirilen uyaranların niteliğiyle doğrudan ilintilidir.

Ne acıdır ki günümüz Türkiye’sinde çocuklarımızın-gençlerimizin günlük yaşam içerisinde sıklıkla karşılaştıkları ve onların ahlâk anlayışını, ahlâki değerlerini oluşturmada etkili olan uyaranlar şunlar oluyor:

Medyaya baktığımızda, 17 yıldır ülkemizi har vurup harman savuran AKP iktidarının hemen her gün bir yenisinin gündem olduğu ve insan onurunu, haysiyetini ayaklar altına alan söylemleri: vatandaşa “Haydi bir takla at da görelim”, “Ananı da al da git”, “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” hakaretlerinden tutun da “Şeyin trene baktığı gibi bakıyorlar”, “Orada ciyaklayan kadınlara da hizmet edeceğiz” çirkin sözleri ve daha niceleri…

Her “sözde” seçim döneminde, ölesiye yoksullaştırdıkları, muhtaç duruma düşürdükleri kitleleri topladıkları propaganda alanlarında, dağıttıkları makarna-çay paketlerini kapmak için birbirlerini ezmelerinin görüntüleri…

Her gün bir kadın cinayeti, kadına yönelik şiddet. Sanki peynir ekmek yermiş gibi kolaylıkla katledilen kadınlarımız…

Cübbeli, sarıklı, sakallı Ortaçağcıların, kadın-erkek din bezirgânlarının, din kisvesi altında ağızlarından salyalar akıta akıta dile getirdikleri sapık düşünceleri: “12 yaşındaki bir kız 60 yaşındaki bir adamla evlenebilir. Dinimizce bu caizdir.”, “Annen de olsa diz kapağının üstü tahrik eder”, “Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün. Kadın ahlâklı olsun, kürtaj yapmak zorunda kalmasın”.

Tarikat yuvalarında, Ortaçağcı yurtlarda, mahalle aralarında, ardı arkası kesilmeyen çocuk tacizleri ve tecavüzleri ve “ Bir kereden bir şey olmaz” denilerek bu ahlâksızlıkların meşrulaştırılması…

Yol, köprü, han, hamam, diyerek katledilen doğa, yok edilen ormanlar, talan edilen güzellikler; cukkalamalarla, vurgunlarla köşe dönmeler…

Doğanın bir parçası olmaktan gayrı hiçbir günahı olmayan, ağzı var dili yok masum canlara insan yüreğinin dayanamayacağı eziyetlerin görüntüleri… İşkence ya da tecavüz edilerek öldürülen köpekler, kediler, diğer hayvanlar…

İşte, geleceğimiz çocuklarımızı günlük hayatta sarıp sarmalayan uyarıcılardan yalnızca bazıları. Çirkinlik, sevgisizlik, yalan, dolan, katliam, aşağılama, aşağılanma, saygısızlık, onursuzluk, hile-hurda, çalma-çırpma; kısacası insanı insan olmaktan çıkaran ne varsa onlar! Ama o kadar sık, o kadar çoklar ki, böyle olunca da “normalleşiyorlar, sıradanlaşıyorlar” ve böylelikle de “ahlâksızlık” meşrulaşıyor gündelik yaşam içerisinde.

Peki ya okullarımız? Buralardaki uyarıcılar neler? Çocuklarımız, gençlerimiz hangi uyaranlara maruz kalıyorlar bu kurumlarda?

Okulların panoları, Ortaçağcı vakıfların-derneklerin afişlerinden, toplantı çağrılarından, reklamlarından geçilmiyor. Bu vakıf ve derneklerin müritleri okullarda fink atıyor.

Okullarda okutulan ders kitaplarında laik ve bilimsel eğitimden eser kalmamış. “Değerler Eğitimi” yutturmacasıyla, bir yandan CIA-Pentagon İslamı’nın propagandası yapılırken, bir yandan da “girişimcilik”, “rekabet” vb. kavramları allaya pullaya sunan içerikler yoluyla, kapitalizmi ve onun insanı aşağılık bir yaratık haline getiren “değerleri” yüceltiliyor, matahlaştırılıyor. Bunlar da yetmiyor, yapa yapa, öve öve bitirilemeyen AB projeleri yoluyla emperyalizm,  çocuklarımıza cazip bir elma şekeri gibi sunuluyor. Bir insan için çok önemli olan “özgürlük, bağımsızlık, vatan sevgisi, ulusal onur” gibi ahlâki değerleri öğretmesi gereken okul, bunun tam tersi bir işlevi yerine getiriyor günümüzde: sömürüye boyun eğen, onu kolaylıkla kabul eden bireyler ortaya çıkarmayı hedefliyor.

Eğitim kurumlarındaki sınav sistemi, çocuklarımız için paylaşmayı değil, saklamayı, bencil olmayı; dayanışmayı değil, rekabeti; hakkaniyetli ve adaletli davranmayı değil, haksızlık yapmayı ve adil olmamayı; hırsı, fırsatçılığı, başkalarının sırtına basa basa, onları eze eze yükselmeyi, kazanmayı geçerli değerler haline getiriyor.

Özetçe, insanın önce insanlığını vurgulaması, önce insan olmayı öğretmesi gereken okullarımızda da ne yazık ki çocuklarımız insanı insanlığından çıkaran uyaranlara mahkûm ediliyorlar.

Bütün bunlar, günümüzde 2002 yılından beri iktidarda olan ve Türkiye Finans-Kapitalinin, Tefeci-Bezirgân Sınıf temelli ideolojisinin partisi olan AKP eliyle gerçekleştiriliyor… İktidara geldikleri günden bu yana çürütülmedik hiçbir şey bırakmadıkları gibi, güzel ahlâk adına ne varsa onu da çürütüyorlar. Bu süreç bir rastlantı mıdır?

Asla!

Sovyet devrimci ve devlet adamı M. İ. Kalinin (1875-1949), “Devrimci Eğitim Devrimci Ahlâk” adlı kitabında şunları dile getiriyor:

“Maneviyat ya da ahlâk, insan toplumunun oluşumunun başlangıcından beri vardır. Ve onun ekonomik gelişmesiyle belirlenir. Elbette bu ani bir değişme ile değil de hukuk, din ve ideolojik tüm üstyapı kurumları gibi uzun bir süreç içinde ondan kaynaklanarak ortaya çıkar.” (M. İ. Kalinin, Devrimci Eğitim Devrimci Ahlâk, Sorun Yayınları, 2006, s. 117)

Ahlâk, Sınıfsız Toplum olan ve ezenin-ezilenin, sömüren-sömürülenin olmadığı İlkel Komünal-Barbar toplumlarda, “toplumsal ahlâk” halini almaktaydı.

Ne var ki “(…)  “İnsan toplumunun sınıflara ayrılması ve devletin ortaya çıkmasıyla, doğal olarak ahlâk da sınıfsal temeline oturmuş, egemen sınıfların elinde, boyun eğmiş kitlelerin köleleştirilmesi için güçlü bir silah olmuş.”(age., s. 117)

“Bütün devirlerdeki -kölelik düzeni, feodalizm, kapitalizm- egemen sınıflar, egemenliklerini maskelemeye ve dar sınıf çıkarlarını genel halk çıkarları olarak göstermeye çaba harcamışlardır. Onlar sömürgeci ahlâklarını genel insan ahlâkı biçimine getirmişler, onu insan toplumunun dışında bulunan, insana ve var olan toplumsal-ekonomik düzene bağlı olmayan, sanki Tanrı’dan gelen buyruklara dayanan sonsuz bir gerçeklik derecesine yükseltmişlerdir.” (age., s. 118)

Gerçek insan, gerçek devrimci, HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut ise, “İhanet Yılları” adlı kitabında, ahlâk anlayışının ve ahlâki değerlerin sınıfsal niteliğine şöyle vurgu yapmaktadır:

“İnsan, varoluşundan itibaren, çok zalim ve nankör değildir. İnsanı böylesi aşağılık durumlara düşüren, utanç verici hallere sokan, insanlığın 6 bin yıldan bu yana içine girdiği Sınıflı Toplum Basamağıdır ya da Konağıdır.

“İnsanın insanı ezmesi, sömürmesi, kandırması ve her türlü zulmü kendi çıkarı için yapması üzerine kurulu olan Sınıflı Toplum, doğası gereği insanları da insanlıktan çıkarır, çamurlara bular. Paçavralaştırır… İğrenç kılıklara büründürür.

“İşte insanda var olan bütün bu rezil özelliklerin tamamı, ona hep içinde yaşadığı sosyal sınıflı toplumun yüklediği kötülükler sonucu oluşur.” (Nurullah Ankut, İhanet Yılları, Derleniş Yayınları, 2018, s. 24)

Yine İhanet Yılları’ndan aktarmaya devam edelim:

“Oysa, İlkel Komünal Toplum İnsanı son derece vicdanlıdır, hoşgörülüdür, sevecendir, fedakârdır. Gereksiz yere tek bir hayvanın bile canına kıymaz, ona eziyet etmez. Bir tek ağacın bile dalını kırmaz. Üzerinde yaşadığı dağları, ovaları, nehirleri gözü gibi korur. Hatta, kutsallık atfeder onlara. Onların hepsinin, ruhu olduğunu varsayar. Ve o ruhları incitmemeye, üzmemeye olabildiğince özen gösterir, dikkat eder.” (age., s. 24)

Sonuç olarak görüyoruz ki insanların sahip oldukları ahlâki değerleri, içinde yaşadıkları toplum biçimi, onun dayandığı sınıf temeli belirliyor. Sınıflı toplum rezilliğinin yaşandığı toplumlarda, egemen sınıfın rezil ahlâkı ezilen sınıflara dayatılıyor.

Tam da bu noktada, toplumun geleceği olan çocuklarımızı-gençlerimizi yetiştirmekle görevli olan ilerici, vatansever, demokrat, devrimci eğitimcilerimize seslenmek istiyorum. Yukarıda da değinildiği gibi zor koşullar altında çalışıyoruz, işimiz hiç de kolay değil. Ama bu koşullarda bile yapabileceğimiz çok şey, kullanabileceğimiz, yaratabileceğimiz çok fırsatlar var. Öğrencilerimiz bizleri rol model olarak görürler. Bilgi giderilemeyen bir eksiklik değildir. Bu nedenle bizlere düşen asıl görev şudur; duruşumuzla, bakışımızla, kurduğumuz iletişimle, insan ilişkilerine yaklaşımımızla, dürüstlüğümüzle, cesaretimizle, bunca sevgisizliğin yaşandığı şu ortamda onlara göstereceğimiz gerçek insan sevgisiyle, “bir başka İnsan”ın mümkün olabileceğini, insan onurunun her şeyden üstün olduğunu gösterebilmekle yükümlüyüz. Onlara bu değerleri kazandırmayı görev bellemeliyiz.

Ama bu da yetmez!

Günümüzde güzel ahlâk istiyorsak, içinde yaşadığımız toplumun bireylerinin insancıl özelliklerin göstergesi olacak ahlâki değerlere sahip olduğu bir geleceğe özlem duyuyorsak, insanı gerçek insanlığa kavuşturacak sosyal bir düzen için, sınıfsız toplum düzeni için örgütlü bir biçimde iktidar mücadelesi vermek gerekiyor. Yoksa “(…) bu Parababalarının zulüm, sömürü ve vurgun düzeninde İnsan kalmak kolay değil.” (age., s. 20)