Ekonomi batakta…
M. Gürdal Çıngı
Nasıl olmasın ki?
Vurguna, talana, soyguna, üçkâğıda, almaya-satmaya dayanan bir ekonomiden başka sonuç çıkar mı?
Çıkmaz.
Üretimi, istihdamı, gelişimi amaçlamayan, insanlarına insanca yaşam ve çalışma sağlama amacı olmayan; tamamen vurgun vurmaya, küp doldurmaya dayanan bir iktidar ve onun doğal sonuçları olarak ekonomi batakta…
İstedikleri kadar allayıp pullasınlar, istedikleri kadar süsleyip püslesinler, istedikleri kadar yalan dolan söyleyerek rakamları abartsınlar ya da küçültsünler; ekonomi batakta.
İstedikleri kadar teşvik versinler, borçlara yapılandırma uygulasınlar, istedikleri kadar özelleştirme yaparak gelir elde etmeye çalışsınlar, yani elde avuçta kalan Kamu Mallarını, ya da kıyılarımızı, madenlerimizi, dağlarımızı, ovalarımızı, denizlerimizi yerli-yabancı Parababalarına peşkeş çeksinler (AKP Hükümeti 2019 yılında 10 milyar dolarlık özelleştirme geliri bekliyor. Gelir mi bilinmez…), istedikleri kadar kara para aklasınlar, sonuç değişmiyor, değişmeyecek; ekonomi batakta.
Nasıl değişsin ki?..
Rakamlar ortada. Reis istediği kadar; “Kriz miriz yok. Manipülasyon bunlar”, desin, toplam rakamlar krizin varlığını kanıtlıyor.
Rakamlar ve batak gerçekliği…
Ekonomik küçülme ve yüksek enflasyon süreci içine girmiş durumdayız.
TÜİK rakamlarına göre; 2018 yılının 1’inci çeyreğinde büyüme oranı 7,2. 2’nci çeyreğinde 5,3. 3’üncü çeyreğinde ise 1,6. Ki, mevsim ve takvim etkilerinden arındırıldığında gerçek oran 1.1. 2019’da büyüme oranın yüzde 1 olacağı kesin gibi.
İngiliz Financial Times (FT) gazetesi, 11 Aralık tarihinde bu durumu; “Türk ekonomisinde felaket senaryosu gerçekleşiyor”, başlığıyla haberleştirdi.
Öyle ki artık yerli yabancı bütün ekonomistler, Türkiye’nin bir yandan durgunluğa girdiğini bir yandan da yüksek enflasyonun devam ettiğini söyleyerek; enflasyonunun şu an için yüzde 21.5, 2019’da da en az yüzde 20 olacağını, dolayısıyla bu durumun ekonomi biliminde slumpflasyon (çöküş) olarak adlandırıldığını söylüyorlar.
Şu anda gelişmiş ve gelişmekte olan yaklaşık ilk 50 ülke arasında en yüksek çifthaneli enflasyona sahip durumdayız.
Hükümet ise fiyat artışlarını, ne komik ki bile diyemeyeceğiz, zabıtalara havale etmiş durumda. Reis öyle söyledi(!)
İhracatın ithalatı karşılama oranı yükseliyor. Reis başta olmak üzere tüm AKP’giller bunu büyük bir başarı, “Tarihi rekor” olarak duyuruyorlar.
Ancak, ihracat neden arttı?
Bir; Paramızın değeri yabancı paralar, özellikle dolar karşısında yüzde 40 ve euro karşısında … yüzde 30’dan fazla değer kaybettiği için.
İki; İthalat yapmadığımız için. Daha doğrusu yapamadığımız için.
Niye ithalat yapamıyoruz?
Çünkü devlet ithalatı kısıtlıyor. Çünkü devletin kasasında yeterli döviz yok.
Üretim yok. Çünkü üretim için gerekli döviz yok. Dolayısıyla şirketler gerekli ürünleri, hammaddeleri, yedek parçaları vb.leri ithal edemiyorlar. Dolayısıyla üretim düşüyor.
Özellikle AKP Hükümetinin yönlendirmesi ve zorlamasıyla alınan özel sektör kredileri-sendikasyonları nedeniyle dış borç yükü çok yüksek oranda artmış durumda. Amerikan yatırım bankası JP Morgan’ın verilerine göre Türkiye’nin Temmuz 2019’a kadar ödemesi gereken 179 milyar dolar dış borcu bulunuyor, bunun 146 milyar doları özel sektöre ait. Ve bunun şu anki şartlarda karşılığı yok.
Yatırım harcamaları azalıyor, faiz giderleri artıyor, faiz dışı fazlalık azalıyor, bütçe gelirlerindeki artış azalıyor, bütçe giderleri artıyor, dolayısıyla bütçe açığı artıyor, uluslararası piyasalardaki risk pirimi olağanüstü artmış durumda, kredi derecelendirme kuruluşlarına göre “yatırım yapılamaz” ülke görünümündeyiz. Ekonomiyi güçlendirmek için yapılan ÖTV-KDV indirimleri ise merkezi bütçeden karşılanıyor. Böylece de bütçe açığı artıyor.
Ekonominin lokomotifi sanayi üretimi olması gerekirken, ne yazık ki ülkemizde İnşaat Sektörü. Ve bu sektör neredeyse çökmüş durumda. Koca koca(!) inşaat şirketleri ya konkordato ilan ediyor, ya iflas ediyor.
Hanehalkı yatırımları da yavaşlamış durumda, hükümetçe alınan önlemlere rağmen. Hanehalkı tüketim harcamaları üç ayda sadece yüzde 1,1 artmış durumda. Milli Gelir de düşüyor kaçınılmaz olarak.
Halkımızın baş belası İşsizlik oranları da hakeza korkutucu boyutlarda. Resmi rakamlara göre 11.1. Gerçek işsizlik ise yüzde 30-40’larda.
26 Aralık tarihinden eşantiyon babında bir örnek:
Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde, kamu kurumlarında 6 ay süreyle çalıştırılacak 35 kişilik geçici iş için 1385 kişi başvurdu.
Genç işsizliği daha da yüksek. Resmi rakamlara göre yüzde 21 civarında. Yüksek okul mezunlarının 3’te 1’i işsiz.
2002-2018 arasında, 201,3 milyar dolarlık doğrudan yatırım gelirken, bunlar hizmetler sektörüne yoğunlaşıyor. Yapılan yatırımların toplam doğrudan yatırımlar içindeki oranı yüzde 61,9. Üretim alanına yapılan yatırım miktarı ise; yüzde 23,7 ile imalat ve yüzde 11,8 ile enerji sektörleri.
Yandaş Ekonomist Prof. Dr. Emre Alkin bile; “Bir kez daha söylüyorum, bu modelle 2030 yılına geldiğimizde G20 listesinden küme düşeceğiz. Sadece ekonomik değil, siyasi ve diplomatik olarak da gözden düşeceğiz.”, diyor. Demek zorunda hissediyor kendini.
BDDK verilerine göre bankalarda mevduat artışı olmuyor. Bankaların verdikleri krediler de düşüyor.
Hatta İstanbul Ticaret Odası Başkanı Erdal Bahçıvan’ın 27 Aralık’ta söylediğine göre, bankalar asla kredi vermiyor.
“Sefada varlar cefada yoklar… Bahçıvan, özel bankaların kepenkleri kapattığını ileri sürdü
“İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan, “Kamu bankaları dışında adeta diğerleri kepenkleri kapatmış vaziyette. Sanki bizlerin de kepenkleri kapatmasını dört gözle bekliyorlar. Maalesef Türk bankacılık sektöründe sefa varken beraberiz ama zorluk ve cefa varken yalnızsınız” dedi.” (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/sefada-varlar-cefada-yoklar-bahcivan-ozel-bankalarin-kepenkleri-kapattigini-ileri-surdu-41064830)
Doğuş Holding, Yıldız Holding gibi çok büyük Finans-Kapital holdingleri bankalara olan kredi borçlarını ödeyemedikleri için dara düşmüşlerdi. Türkiye Bankalar Birliği’nin girişimleriyle aldıkları sendikasyon kredilerini tek çatı altında topladılar. Yani birazcık nefes almış oldular kendileri açısından.
Bu neyi gösterir?
Ekonomideki çöküşün büyüklüğünü!
Reis her ne kadar; “Kriz miriz yok. Manipülasyon”, dese de bal gibi ya da zehir gibi kriz var.
Öyle ki bu ekonomik krizden, Türkiye’nin ikinci büyük Holdingi olan; “Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, enerjide yatırımların borçlanarak yapıldığını ve sermaye yeterliliklerinin çok düşük kaldığını belirterek, “Sabancı olarak biz de borçlandık. Sektörün finansal sürdürülebilirliği için acilen yeniden yapılandırmaya gidilmeli” diye konuştu.” (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/enerjide-yeniden-yapilandirma-sart-41058848)
Yani kriz Sabancı’da bile var. Olmaması da mümkün mü?
Türkiye’nin en büyük holdingi olan Koç da geçtiğimiz aylarda otomobil fabrikalarında işçileri ücretli izne çıkartmıştı satışların düşüklüğü yüzünden…
Konkordato ilan eden şirket sayısı Hürriyet yazarı Erdal Sağlam’a göre; “kasımda hızlandı, bini geçti”. Devlet ise bu rakamı 975 olarak açıkladı. Ki artık çok zorunlu olmadıkça hükümet Konkordatoya da izin vermiyor, krizin boyutu anlaşılmasın diye.
Kimi vurguncu şirketler, Konkordatoyu bir hileli işlem olarak yapıyorlarsa da esas neden ekonomideki çöküş yüzünden borçlarını ödeyememeleridir. İşte yukarıda ekonomik krizi gösteren olayları, rakamları kanıtlayan somut bir örnek:
Asırlık Çift Geyik Karaca konkordato istedi
“(…) Türkiye tekstil sektöründe ilk ihracat yapan firma olarak kayıtlara geçen markanın temelleri 1917 yılına dayanıyor.
“(…)
“BORÇ 171 MİLYON TL
“Önceki gün açılan davada, yaşanan mali darboğaza ilişkin bir dizi gerekçe sıralandı. Dava dilekçesine göre, döviz cinsinden alınan yüklü krediler, AVM kiralarındaki yükseliş, perakende satışlarındaki gerileme ve bankaların kredi limitlerini kullandırmaması şirketlerin mali yapısını olumsuz etkiledi. Toplamda 171 milyon liralık borcu bulunan şirketler için konkordato kararı verilmesi halinde faaliyetlerin etkin bir biçimde sürdürülebileceği kaydedildi.” (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/asirlik-cift-geyik-karaca-konkordato-istedi-41065886)
Ekonominin kara delikleri…
Yerli yabancı Parabalarınca yapılan Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Orhangazi Köprüsü ve Avrasya Tüneli para yutuyor. Bu köprüler ve tünel ekonominin kara delikleri haline geldi. Bu Parababalarıyla yapılan sözleşmelerde Araç Geçiş Garantileri verildiği; ancak verilen garanti sayısının neredeyse yarısı kadar araç geçtiği, geçmeyen araçların parasını ise bütçeden habire ödediğimiz bilinen bir gerçek. Hem de dolarla…
Yine aynı şekilde alayı vâlâyla açılışı yapılan Şehir Hastanelerinde de Hasta Sayısı Garantisi verildiği için benzer bir durumla karşı karşıyayız. Ve üstelik yeni yeni Şehir Hastaneleri yapılmaya da devam ediyor. Dolayısıyla bunlarda da aynı sonuçla yani aynı açıkla karşılaşacağız. Yani bu hastanelere gitmeyenlerin ya da hastalanmayanların (Reis’in deyişiyle “müşterilerin”) parasını da ödeyeceğiz.
Neyle?
Sizin bizim verdiğimiz vergilerle.
Nereye kadar?..
Türkiye, yabancı Parababaları için av alanıdır
Yukarıda saydığımız rakamların doğal sonucu ne oluyor, biliyorsunuz?
“Yabancıların gözü üreten şirketlerde”, diye başlık atıyor Hürriyet Gazetesi, Jale Özgentürk’ün haberine.
Kendileri sıfırdan üretim yapan fabrikalar kurmuyorlar.Ya ne yapıyorlar?
Tek tük de olsa var olan ve üretim yapan şirketlerimizi de yeyim etmek için sırtlan gibi bekliyorlar. Ve avlanıyorlar. Çünkü Türkiye onlar için büyük bir av alanı. Hem toplam nüfusu, hem genç nüfusu büyük. Dolayısıyla gelecek var. Yani kâr var kâr onlar için ülkemizde…
50 yılda oluşan tecrübesiyle sektörde dünyadaki ilk 5 fabrika arasında yer alan ve Sakarya’da bulunan Askeri fabrika özelleştiriliyor. Fabrikanın, Reis’e âşık Ethem Sancak Grubuna ya da Katarlılara satılacağı söyleniyor. Kim olacağı henüz belli olmasa da satılacağı/özelleştirileceği kesin.
Tarımı yok edince, üretmeyince ne oluyor?
Sadece bir örnek: “İthal edilen pirinç 3 kat artıyor.”
Ha, bir de ne oluyor?
İngiltere’nin ikinci en büyük plastik atık deposuymuşuz, Gülse Birsel’in haberine göre…
Avrupa’nın, asbest gibi kanserojen maddelerle dolu hurda gemilerinin parçalandığı güzel İzmir’imizin Aliağa İlçesini yaşanmaz hale getiriyor.
AKP’giller “yerli ve milli” otomobil diyerek halkımızı kandırma peşindeler. Ama gerçek ne biliyor musunuz?
“Bugün Türkiye’de ana sanayi tarafından üretilen araçlarda yerlilik oranı yüzde 40 ile 70 arasında değişiyor. Bahsedilen yüzde 40 ile 70’lik yerli payının ise yüzde 25 ile 40’ı arasındaki kısmı doğrudan yerli tedarikçiler tarafından sağlanıyor. Geri kalan kısmı ise OEM (Orijinal Ürün Üreticisi) firmalarının kendi fabrikalarında ürettiği parça imalatı, montaj işlemleri ve işçilik ile karşılanıyor.” (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/emre-ozpeynirci/kancayi-elestirmeyin-yeni-nesile-odaklanin-41046222)
Zalimlerin zulümleri elbet bir gün son bulacak!
Sözü uzatmayalım, acımızı/acınızı çoğaltmayalım. İnsanı acıdan ve üzüntüden ağlatan durumlar bunlar…
Bir avuç yerli-yabancı Parababası (Finans-Kapitalist) ve Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı, iktidardaki adamları aracılığıyla Cennet ülkemizi Cehenneme çeviriyorlar. Alıyorlar satıyorlar. Daha çok da satıyorlar. Hem de ne var ne yoksa… Birinci Kuvayimilliye yadigârı fabrikalarımızı sata sata bitirdiler. Birkaç tane ya kaldı ya kalmadı. Bunlar sadece aracılık yapıyorlar. Çünkü genetik kodları böyle kodlanmış bu Ortaçağcıların. İster sanayide, ister teknolojide, ister tarımda. Hiç fark etmiyor… Gördüğümüz gibi, üretim yok, gelişme yok…
Onlar, AKP’giller ve onları iktidara getiren ve orada tutan yerli yabancı Parababaları, devranın hep böyle süreceğini sarıyorlarsa fena halde yanılıyorlar.
Dünyanın zafere ulaşmış İlk Kurtuluş Savaşı’nı veren Türk ve Kürt Halkı, bir kez daha savaşacak ve İkinci Kurtuluş Savaşı’nı da kazanacaktır! Demokratik Halk İktidarını kuracaktır!
İnsanın insanı ezmediği, sömürmediği, zulmetmediği eşitlik ve kardeşlik düzenini kuracaktır!
Bundan adımız gibi eminiz! Yerli yabancı Parababaları da, AKP’giller de emin olsunlar!