Emperyalist Batı’nın iğrenç içyüzü…
M. Gürdal Çıngı
Bazı olaylar vardır, o ana kadar yeterince görülmeyen ya da görülmek istenmeyen gerçekleri, hiç kimsenin kaçamayacağı; görmezlikten, bilmezlikten gelemeyeceği bir biçimde gün yüzüne çıkartır. Turnusol Kâğıdı işlevi görür. İşte şu günlerde çok acı bir biçimde bunları yaşıyoruz, görüyoruz.
Filistin Meselesi, Ekim ayının başında bir kez daha dünya gündeminin ortasına bir bomba gibi düştü. Ve hiç kimsenin kaçamayacağı, görmezden, duymazdan gelemeyeceği bir biçimde tüm gerçekliğiyle, tüm çıplaklığıyla ortaya seriliverdi.
Ne oldu Filistin-Gazze’de, kısaca hatırlarsak?
İsrail’in, işgal altında tuttuğu Filistin topraklarından olan ve Filistin Ulusal Yönetimine bağlı, Akdeniz kıyısındaki küçük Gazze Şeridi’nde iktidarda olan Hamas’ın askeri kanadı El Kassam Tugayları, İsrail’in ördüğü ve duvarlarla, tellerle çevirdiği sınırdan, “İsrail” topraklarına saldırı düzenledi ve yüzlerce İsrailliyi öldürdü.
İsrail de sözde bu saldırıya karşılık olarak Gazze’ye saldırılar düzenliyor. Ve şu ana kadar, 4 binden fazlası çocuk, 3 binden fazlası kadın olmak üzere 10 binden fazla insanı uçaklarla, SİHA’larla, füzelerle, kullanımı Uluslararası Antlaşmalarla yasaklanmış olan fosfor bombalarıyla, canavarca, hiçbir insani ve vicdani duygu gözetmeden ve Uluslararası Hukuku da hiçe sayarak katletti.
Gazze’nin Tarihi…
Gazze Şeridi, Filistin’in batısında, Akdeniz kıyısında bir sahil şerididir. Adını, bu bölgedeki en büyük şehir Gazze’den alır. Güneybatıda Mısır, kuzeyde ve doğuda İsrail ile komşudur. Uzunluğu 41 km., genişliği ise 6 ile 12 km.ler arasında değişen Gazze Şeridi’nin toplam alanı 360 km²dir.
Gazze’nin 5 bin yıllık bir geçmişi vardır. Kuzey Afrika ve Levant arasındaki Via Maris denilen ticaret rotası üzerinde yer aldığı için tarihinin büyük bir bölümünde Güney Filistin’in değerli bir antreposu ve Kızıldeniz üzerinden gelen Baharat Yolu üzerinde önemli bir mola yeri olarak işlev görmüştür.
Binli yıllardan önce Romalılar ve daha sonra Bizanslıların egemenliği altındadır. Araplar tarafından 634 yılında, Hz. Ebû Bekir’in Halifeliği zamanında fethedilmiştir. Haçlı Seferleri sırasında, 1149 yılında Kudüs Kralı III. Baldwin’in eline geçmiştir. 1187 yılındaki Hittîn Savaşı’ndan sonra Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından geri alındı. Şehir, Moğol kuvvetlerinin Memlükler tarafından 3 Eylül 1260’taki Aynicâlût Savaşı’nda hezimete uğratılmalarından sonra geri alınmış ve Mısır’ın 1517 yılında Osmanlılar tarafından fethine kadar onların idaresinde kalmıştır.
Gazze 1799’da Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız Ordusu tarafından işgal edildi. Ancak aynı yıl Akka Kuşatması’nda Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu’nu yenemeyince şehri boşaltmak zorunda kaldı.
1800’lerin başından itibaren Gazze komşu Mısır tarafından kültürel olarak yönlendirildi. 1832’de Kavalalı Mehmet Ali Paşa Gazze’yi ve Filistin’in çoğunu fethetti.
1840’ta Mısır ve Osmanlı orduları Gazze’nin hemen dışında Osmanlıların zaferiyle biten ve Mısır’ın Filistin üzerindeki hâkimiyetini bitiren bir savaş yaptılar.
400 yıl Osmanlıların idaresinde kalan Gazze, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlılarla İngilizler arasında meydana gelen üç büyük savaşa sahne oldu. Bu savaşlardan ilk ikisini Osmanlılar, üçüncüsünü ise İngilizler kazandı. 1917’de General Allenby Gazze’yi aldı ve daha sonra bugün kendi adıyla anılan köprüyü geçerek Kudüs’e girdi. Böylece bazı geçici bölgesel hâkimiyetler dışında Filistin toprakları üzerindeki 1517-1917 arasında 400 yıl devam eden Osmanlı hâkimiyeti sona ermiş oldu.
Ve böylece 1917’de Gazze de İngiliz manda idaresine girdi.
1947’deki 181 sayılı Birleşmiş Milletler Paylaşım Planı’na göre Gazze, Arap devletine bırakılmıştı. 1948 yılındaki ilk Arap-İsrail Savaşı’ından sonra şehrin yönetimi Mısır’a bırakıldı.
“1967’deki Altı Gün Savaşı’nda İsrail Ordusu’nun Mısır Ordusu’nu yenmesinden sonra Gazze Şeridi’yle beraber Gazze şehrinde de, 27 yıl sürecek İsrail dönemi başladı.
“1967 yılından 2005 yılına kadar İsrail tarafından yönetilen Gazze Şeridinde İsrail, Filistin Özerk Yönetimi ile yapılan Oslo Anlaşmasına uygun olarak hava sahasının, su kaynaklarının ve kıyı boyundaki deniz ulaşımını kontrol etmeye devam etmektedir.
“1970’lerden itibaren, şehirde Filistinliler ve İsrailli yöneticiler arasında 1987’de İlk İntifada’yla sonuçlanan sık çatışmalar yaşandı. Gazze, bu ayaklanma sırasında direnişin odağı oldu. Bunun sonucu olarak, şehirdeki ekonomik koşullar kötüleşti.
“1993 yılında imzalanan Oslo Barış Anlaşması’ndan sonra Mayıs 1994 yılında İsrail askerleri şehirden çekildi ve Gazze’nin idaresi Filistin Ulusal Yönetimi’ne devredildi. Yaser Arafat liderliğindeki FUY bölgenin idari merkezi olarak Gazze’yi seçti. Filistin Ulusal Meclisi ilk oturumunu Mart 1996’da Gazze’de yaptı.
“2007 yılında El Fetih grubunun yapılan seçimlerin sonucunu kabullenmemesi sonucu, Hamas ile giriştiği yoğun çatışmalar sonuç vermedi ve Gazze, Hamas’ın kontrolüne geçti. Bu gelişme üzerine Gazze, İsrail tarafından abluka altına alındı.” (https://tr.wikipedia.org/wiki/Gazze_%C5%9Eeridi)
360 kilometrekarelik Gazze’de 2,5 milyona yakın insan yaşıyor. Bu da kilometrekare başına Gazze Şeridi’nin tamamında 6 bin, Gazze şehri ve Han Yunus’ta 30 bin kişi demek yaklaşık olarak.
Bu rakamlar da neyi gösterir bize?
İsrail’in bombalarının bu kadar çok can almasının nedenini…
Bu 2,5 milyon insanın yarısı da çocuk ve genç.
Dolayısıyla yine İsrail katliamlarındaki çocuk ve genç ölümlerinin yüksekliği de buna bağlı.
Yine Gazze’deki 8 Mülteci Kampı, dünyadaki en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip kamplardan.
Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinlilerin büyük çoğunluğu, BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’na resmi olarak kayıtlı mültecilerden oluşuyor.
Ve bu nüfusun yaklaşık yarısı işsiz. Ve ortalama ücretler de çok düşük.
Bu insanların bir kısmı da İsrail’de çalışıyor. İsrail’e giriş sağlamak için açılan kapılardan geçerek her gün işlerine gidiyorlar. Ve her gidiş çıkış, eziyete, işkenceye dönüştürülüyor İsrail Devleti tarafından. Üst aramalar, itelemeler kakalamalar, aşağılamalar vb. her türlü kötülük yapılıyor.
Ve yine neredeyse her gün bir Filistinli öldürülüyor şu ya da bu gerekçeyle. Evleri ellerinden alınıyor, yerlerine “Yahudi yerleşimci” adı altında Yahudiler yerleştiriliyor. Evleri yıkılıyor vb. vb…
Sonra da Karagöz’deki Çıfıt gibi; niye isyan ettin, niye saldırdın, diyerek yaptıkları katliamları meşru göstermeye çalışıyorlar. İsrail’in kendini koruma hakkı, diyorlar…
AB Devletleri ve ikiyüzlü tutumları
Batı deyince bugün AB ülkeleri, AB’den ayrılmış olan İngiltere ve ABD Emperyalist devletleri, ülkeleri kastedilmektedir genellikle. Ve bunlar; “Demokrasi ve Özgürlüğün Beşiği”, “Hukukun, İnsan Haklarının ve Özgürlüğün Koruyucusu” devletler, ülkeler diye adlandırılırlar.
Bu emperyalist devletler, Beyaz Irka mensupturlar, kendilerini medeni kabul ederler. Afrika’dan Asya’ya, Amerika’dan Okyanusya’ya kadar olan sarı, siyah vb. çeşitli Irklara ve ülkelere de “Vahşi” derler. Kendileri “Medeniyetin Kurucusu ve Kollayıcısı, Yayıcısı”dırlar. Hep Medeniyet götürürler bu ülkelere. Asla oraların yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirmek, yağmalamak, sömürmek gibi bir niyetleri yoktur. “Vahşi”lere “Uygarlık” götürmektir amaçları.
Hani bir zamanlar ne demişti Çoban ya da Morrison Sülü-Süleyman Demirel:
“Kendim için bir şey istiyorsam namerdim.”
Bunlar da; “bundan başka bir şey istiyorlarsa namerttirler”, “rahmetli” gibi…
İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne 18 bin ton bomba attığı, bunun İkinci Dünya Savaşı’nda Hiroşima’ya atılan bombanın bir buçuk katı gücünde olduğu belirtiliyor. Bir başka rakama göre de İsrail’in yaklaşık bir hafta içinde Gazze’ye attığı bombanın, ABD’nin Afganistan’a bir yılda attığına eşdeğer olduğu belirtiliyor.
Bütün Uluslararası Antlaşmalarla, Sözleşmelerle yasaklanmış Fosfor Bombası kullanıyor İsrail göz göre göre. Gizleme gereği bile duymuyor.
Hastaneleri bombalıyor ardı ardına. El-Ehli Baptist Hastanesi’ni vuran İsrail, sadece burada, çoğunluğu çocuk ve kadınlar olmak üzere 500 kişiyi öldürdü. Kanser hastalarının tedavi gördüğü Türk-Filistin Dostluk Hastanesini bombaladı.
Ve İsrail, Gazze Şeridi’nde 7 Ekim’den bu yana hastanelere ve sağlık merkezlerine 229 saldırı düzenledi.
İsrailli doktorlar, “hastaneleri bombalayın” diye çağrı yayımladı İsrail Ordusu’na.
İsrailli bir bakan, Amihai Eliyahu adlı Miras Bakanı çıkıyor, “Nükleer bomba atılabilir”, diyor.
12 Ekim’de İsrail’e giden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Tel Aviv’de görüştü ve şunları söyledi pervasızca:
“Bugün sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak da buradayım.” diyen Blinken, İsrail’e yardım etmek için binlerce yedek askerin seferber edildiğini söyledi ve İsrail halkını “cesaretinden dolayı” tebrik etti.
“Blinken, “İsrail’e net bir mesaj getirdim. Kendinizi savunabilecek kadar güçlü olabilirsiniz. Ancak ABD var oldukça hiçbir zaman bunu yapmak zorunda kalmayacaksınız çünkü biz her zaman yanınızda olacağız.” ifadesini kullandı.
“Netanyahu ve muhalefetteki Benny Gantz’ın “acil durum hükümeti” kurulması konusunda anlaşmaya varmasını da memnuniyetle karşıladıklarını belirten Blinken, ABD’nin İsrail’e gerekli yardımları her zaman sağlayacağını ve Kongrede de buna yönelik büyük bir destek olduğunu söyledi. Blinken, “Başkan Biden’ın dün yaptığı uyarıyı bir kez daha yeniliyorum. İsrail’e saldırmak için şu anki krizi kullanmak isteyen devlet ya da devlet dışı aktörler, bunu yapmayın. İsrail’in arkasında ABD var.” dedi.” (https://www.trthaber.com/haber/dunya/blinken-bir-yahudi-olarak-da-buradayim-802985.html)
Ne diyoruz biz on yıllardan bu yana?
İsrail ABD’dir!
İşte yaşadığımız gerçeklik de bu değil mi?..
Ya AB Devletlerinin hükümetleri ne diyor?
Onlar da aynı yolun yolcuları. Onlar da İsrail’i sonuna kadar destekliyorlar. Arkasındalar ve hatta önündeler.
Nerede Uluslararası Hukuk,
nerede Uluslararası Sözleşmeler?
Peki, bunların “Medeniyet”leri, “Demokrasi”leri, “Özgürlük”leri, “Hukukun Üstünlüğü İlkeleri”, “İnsan Hakları Savunuculukları” nerede bugün, Katil İsrail’in Filistin Halkına karşı yaptığı katliamlarda?
Nerede Uluslararası Hukuk?
Nerede Uluslararası Savaş Hukuku ya da Uluslararası İnsancıl Hukuk?
Aramayın boş yere, bulamazsınız!
Neler mi bu konuyla ilgili Uluslararası Sözleşmeler?
Sayalım birkaçını:
- Korsanlığın kaldırılması, deniz kuşatmalarının fiili olması, tarafsız gemilerdeki düşman eşyasının ve düşman gemilerindeki tarafsız eşyanın savaş kaçağı olmadıkça müsadere edilmemesine ilişkin 16 Nisan 1856 tarihli Paris Deniz Hukuku Beyannamesi,
- 22 Ağustos 1864 tarihinde Cenevre’de imzalanan Savaş Alanında Yaralıların Durumunun İyileştirilmesi Sözleşmesi ve bu sözleşmeye 20 Ekim 1868 tarihinde eklenen maddeler,
- 1864 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin deniz savaşlarında da geçerli olmasına dair 1868 tarihli III Nolu La Haye Sözleşmesi,
- Savaş yöntem ve araçlarını ilk defa düzenleyen 22 Ağustos 1868 tarihli Saint-Petersburg Sözleşmesi,
- Savaşlarda patlayıcı ve yangın çıkarıcı maddelerin kullanılmasını yasaklayan 11 Aralık 1868 tarihli Saint-Petersbourg Sözleşmesi,
- Tarafsızların savaş zamanındaki yükümlülüklerini öngören Mayıs 1871 tarihli Washington Sözleşmesi,
- Kara savaşının kurallarını düzenleyen 29 Temmuz 1899 tarihli La Haye Sözleşmeleri,
- Savaşta hastane gemilerinin devlet yararına konulmuş bütün vergi ve harçlardan muaf tutulmasına dair 21 Aralık 1904 tarihli La Haye Sözleşmesi,
- Savaştaki hasta ve yaralıların durumlarının iyileştirilmesine dair 6 Temmuz 1906 tarihli Cenevre Sözleşmesi,
- Birinci La Haye Sözleşmeleri’nin yeniden gözden geçirilmesi ve genişletilmesi sonucu imzalanan 10 ve 18 Ekim 1907 tarihli La Haye Sözleşmeleri.
Peki İsrail bu Sözleşmelerin hangisine uyuyor?
Hiçbirine!
Peki ABD ve AB devletlerinde nerede vicdan? Nerede adalet?
Aramayın, asla bulamazsınız bu emperyalist kan emici sömürücülerde!
Ha bunlar bir de Filistinlilere maddi yardımda bulunuyorlar bugünlerde. Yani önce öldürüyorlar, sonra seninle ağlıyorlar… Bu kadar da utanmaz ve ahlâksızlar…
Ve yine ABD ve AB Emperyalist devletleri, onların medyaları, sanatçı örgütleri, kurumları, kuruluşları İsrail’i kınayan, protesto eden kişi ve kurumlara da tepki gösteriyor, yasaklar getiriyor. Gazetecileri işten atıyorlar. Sanatçıların konserlerini, sergilerini, konferanslarını yasaklıyorlar. Eylem yapanları gözaltına alıyorlar. Tutukluyorlar.
Yani Batılı büyük emperyalist devletler, doğalarının, sömürücülüklerinin, yağmacılıklarının, katliamcılılıklarının, zulümcülüklerinin gereğini yerine getiriyorlar.
Geçmişte nasıl yağmaladılarsa en acımasız katliamlarla, soykırımlarla Amerika kıtasını, nasıl yağmaladılarsa Afrika’yı, Asya’yı şimdi de aynı anlayışlarına ve uygulamalarına devam ediyorlar.
Nedir bugün onları bu kadar pervasızca ve zalimce davranmaya iten etken?
Yeter ki, ele geçirdikleri ve on yıllardır kullandıkları Ortadoğu Petrollerine ve Doğalgaz yataklarına ve onların sevkiyatına zarar gelmesin.
Zaten İsrail, Arap Halkının, topraklarının bağrına bu nedenle bir kama gibi saplandı. Ve o kama, o hançer sürekli kanatmaya devam ediyor mazlum ve masum Filistin Halkını.
Bir hakkı teslim etmek bakımından söylemek gerekirse BM Genel Sekreteri Portekizli António Guterres bu olayda olumlu, insani ve vicdani bir tutum sergiledi. İsrail’in katliamlarını en güçlü şekilde kınadı. Ama ancak kınayabildi. Yoksa olayların gidişine bir etkisi olmadı, olamadı…
İsrail’in bu acımasız, vicdansız, insafsız, her türlü hukuktan yoksun katliamları bereket ki dünya kamuoyunda büyük bir tepki doğurdu. Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF)’nin de doğru önderliğiyle dünyanın birçok ülkesinde, İsrail ve ABD dahil, gösteriler yapılıyor. Ve İnsanlık, yeterli olmasa da, tepki gösteriyor katliamlara…
Rusya-Ukrayna Savaşı’nda
Batılı Emperyalistlerin tutumu ve gerçekler…
Ve bunların ikiyüzlülüklerine somut bir örnek de Rusya-Ukrayna Savaşı’nda takındıkları tutumdur.
ABD, AB ve onların aşağılık, kanlı savaş örgütü NATO, Sovyetler Birliği’nin ve Sosyalist Kamp’ın dağılmasıyla birlikte kendilerini dikensiz gül bahçesinde sandılar kısa bir süre için. Ancak Rusya’nın başlangıçtaki tutumundan vazgeçerek, Batılı Emperyalistlere ve onların NATO’suna, onun genişlemesine karşı çıkınca, saldırıya geçtiler. Kademe kademe eski Sosyalist Kamp ülkelerini yedeklerine aldılar. Bir kısmını, AB üyesi yaptılar, NATO üyesi yaptılar. Ve Rusya’yı kuşatmaya başladılar. En son Ukrayna’da da aynı süreci işletmek istediler. Ancak Rusya buna izin vermedi. Kuşatılmasına karşı davranışa geçti ve Ukrayna’ya savaş açtı. Bir bakıma zorunluydu bu hamleyi yapmakta. O da yaptı.
Bunun üzerine bütün Batılı büyük ve küçük emperyalist devletler (başta ABD, AB, İngiltere, Japonya olmak üzere eski Sosyalist Kamp ülkeleri olan Bulgaristan, Çekya, Romanya, Baltık ülkeleri vb.leri de dahil) kuyruklarına basılmışçasına viyaklamaya, bağırmaya başladılar. Bam tellerine dokunulmuştu çünkü. Planları, projeleri çöpe gitmek üzereydi.
Ve başladılar Ukrayna’yı canhıraş bir biçimde savunmaya. Hem devletleri, hem medyaları, kültür sanat örgütleri, bilumum, topyekun saldırıya geçtiler Rusya’ya karşı. Yaptırımlar getirdiler, uyguladılar. Bir yandan da Ukrayna’ya hem askeri, hem ekonomik olarak milyarlarca dolar yardım yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar.
“Ukrayna’ya yapılan uluslararası yardımları derleyen Almanya merkezli Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü, savaşın başlamasından bu yana ABD’nin, Ukrayna’ya insani, mali ve askeri destek içeren yaklaşık 76 milyar dolar değerinde yardım sağladığını ortaya koydu.” (https://www.aa.com.tr/tr/dunya)
AB ülkeleriyle birlikte bu yardım miktarı 160 milyar doları aştı.
“Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, NATO, Avrupa Birliği (AB) ve ortaklarının Ukrayna’ya bugüne kadar gerçekleştirdiği yardımın miktarının 160 milyar doları aştığını bildirdi.” (https://www.trthaber.com/haber/dunya/rusya-batinin-ukraynaya-yardimi-160-milyar-dolari-asti-787310.html)
Ukrayna da bu savaşta her türlü Uluslararası Hukuku hiçe saydı. Uluslararası Sözleşmeleri hiçe saydı. Ama Batılı Emperyalist devletlerden ve işbirlikçi devletlerinden hiçbir tepki görmedi. Aksine, Rusya, her türlü araç kullanılarak, Uluslararası Hukuku hiçe saymaktan, Sözleşmelere uymadığından dem vurularak dünya kamuoyuna şikâyet edildi. Rusya lideri Putin hakkında yakalama emirleri çıkartıldı vb. vb…
Şimdi Ukrayna’nın satılmış, hain lideri Zelensky çıkıyor; “Kanun ve kurallardan bahsedecek olursak, teröristlerin olduğu yerde kural yoktur.” ifadelerini kullanıyor. Yani İsrail istediğini yapabilir. Her yol meşrudur, diyebiliyor. Demek ki kendisi de öyle yapıyor…
Yani Batılı büyük emperyalist devletler hiçbir ahlâki, siyasi namusa sahip değillerdir. Onların tek bildikleri Para Tanrılarının zarar görmemesidir. Onun kılına halel gelmemesidir. Kârlarına kâr katmalarını kim engellerse, engellemeye kalkarsa ona düşmandırlar. Onu en kısa sürede yok etmek, ortadan kaldırmak isterler…
İsrail-ABD’nin planları tutmayacak
Filistin Halkı kazanacak
Konumuza dönersek:
İsrail, Hamas’ın bu saldırısını ya biliyordu bilerek göz yumdu. Ya da bilmiyordu. Atlamıştı istihbarat örgütleri. Bunu şu an için tüm açıklığıyla bilemiyoruz. Ama şu kadarı kesindir: MOSSAD gibi istihbaratta CIA’ya bile taş çıkartan bir örgütün bu denli büyük bir operasyonu tespit edememiş olması sıfıra yakın bir ihtimaldir. Bu iletişim çağında bu konunun daha fazla gizli kalması mümkün değildir. Fakat İsrail bir fırsat yakaladığını düşünüyor. O da şudur:
1- Filistin Halkına, bir kez daha, çok acımasız bir saldırı, katliam gerçekleştirerek mücadeleyi engellemek istiyor. Korkutmak, yıldırmak, sindirmek ve işgalini kabul etmesini istiyor.
2- Bu saldırıyla, Gazze Şeridi’ni tümüyle işgal ederek Filistin Halkını buradan kovmak, “Vaat Edilmiş Topraklar”ının bir parçasına daha kavuşmak istiyor.
Buradaki Filistinlileri de Mısır ya da Türkiye’ye göndermek istiyorlar. ABD Dışişleri Bakanı 2 gün önce boşuna gelmedi Türkiye’ye herhalde. Pazarlıklar yapıldığı açık. Bizimkiler, AKP’giller ise alacakları birkaç milyar dolar karşılığında zaten teşne bu işe. Birazcık Ensarlık da Filistinli Muhacirlere yaparsak göz mü çıkar, diyorlar. Anlayışları bu. Zaten Hamas’la da aynı Ortaçağcı anlayışı, aynı Şeriatçı ideolojiyi savunuyorlar.
Her ne düşünürlerse düşünsünler, her ne yaparlarsa yapsınlar, İsrail ve ABD amaçlarına asla ulaşamayacaklardır.
Filistin Halkı; çoluğuyla çocuğuyla, kadınıyla erkeğiyle mücadele edecek ve sahibi oldukları vatanlarını kurtaracaklar, İsrail devletini de yok edeceklerdir. Er ya da geç. Çünkü İsrail Devleti meşru bir devlet değildir. Bir çetedir. İşgalcidir. Soykırımcıdır. Ve yıkılmaya, ortadan kaldırılmaya mahkûmdur…
7 Kasım 2023