HKP Programı der ki…
Mustafa Şahbaz
AKP’nin patlayan gerizlerinden çıkan yolsuzlukları burada sıralamaya kalksak, Cem Karaca’nın şarkısındaki; “burdan köye yol olur”, sözü çok hafif kalır. En doğru benzetme damat Berat Albayrak’tan esinlenerek yapılabilir. Hani muhterem; “Cumhurbaşkanımız çıksa, ‘şuradan Ay’a kadar 4 şeritli yol yapacağım’ dese, vallahi inanırız”, demişti ya… İşte AKP’nin yolsuzluklarından her birini bu yolun her bir bir metrekaresine koysan yolun uzunluğu yetmez. Çünkü hep bildiğimiz gibi, siyasi iktidarlardan ortaya saçılan pislikler her zaman buzdağının ancak görünen kısmını oluşturur. Hatta AKP, iktidar gücünü ve kendisinin hukuk bürosuna dönüştürdüğü yargı gücünü kullanarak buzdağının görünmesi gereken kısmının bile tümünün görünmesini engelleyebilmektedir.
Biz, bu yazımızda bu yolsuzlukları, vurgunları konu etmeyeceğiz. Konumuz, Kaçak Saraylı Hafız’ın maaşının bizde yarattığı çağrışımlar olacak.
Hafız, kendi maaşına yüzde 14,4 oranında zam yapmış; 2022 yılında maaşı 100,750 (yazıyla yüz bin yedi yüz elli) TL olacak.
Yani şu anda 2825 TL olan asgari ücretin 35,6 katı.
2021’de 88.000 TL olan maaşı 100.750 TL oluyor. Artış 12.750 TL. Yani yalnızca maaştaki artış bile Asgari Ücretin 4,5 (yazıyla dört buçuk) katı.
Yahu iyi, güzel, hoş da Kaçak Saraylı için 100.000 TL maaş ne ki? denilecek. Evet bu soru yerden göğe kadar haklıdır. Bilindiği gibi, AKP kurucularından ve AKP Programı’nı kaleme almış, AKP Hükümetlerinde bakanlık yapmış olan Abdüllatif Şener; “Tayyip Erdoğan ve ailesinin serveti 300 milyar dolardır”, diyor. Ve ekliyor; “Tayyip Erdoğan bana dava açsın, tek tek ispat edeyim.”
Tayyip Erdoğan dava açabiliyor mu?..
Hayır.
E, o zaman Tayyip’in 100 bin TL maaşı ne ki, 300 milyar doların yanında? Bu maaşa ihtiyacı mı var?..
Okurları hesap etmek zahmetinden kurtarmak için hesap makinesine sorduk: 300.000.000.000 dolar (yani yazıyla üç yüz milyar dolar), 100.000 TL (yani yazıyla yüz bin) liranın tamı tamına 28.800.000 (yani yazıyla yirmi sekiz milyon sekiz yüz bin) katıdır. Kaç Asgari Ücret eder 300 milyar dolar ona girmedik: Hesap makinesine acıdık; o kadar zora sokmaya, kafasını karıştırmaya gönlümüz el vermedi…
Ayrıca 2-3-4-5 yerden, daha doğrusu Allah ne verdiyse o kadar yerden, 170.000 TL’ye varan maaş alan bürokratları varken, Tayyip 100.000 liraya para der mi?..
Demez!
Hatta eski TMSF üyesi Abdullah Dülger açıklıyor ki: “Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 7 kişiyi 99 şirkete kayyım atadı. Her birine 5’er bin lira maaş vererek aylık 3-3 buçuk milyonluk maaş bütçesi oluşturuldu.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kayyimlara-odenen-maaslar-dudak-ucuklatti-1848226)
Yani adamlar öyle 3-5 yerden değil, tamı tamına 99 yerden maaş almışlar.
Belli ki Tayyip’in maaşı olan bu meblağ “itibar” meselesidir. Malum; “itibardan tasarruf olmaz”… Ne kadar maaş o kadar itibar diye bakılıyor herhalde(!..) Düşük maaş, düşük itibar onlar için.
Bir de asıl önemlisi, bu maaş alınmazsa edinilen servetin gerekçelendirilmesi mümkün olmaz. Canım o kadar servet bu maaşlarla gerekçelendirilebilir mi? Böyle saçma bir savunma yapılabilinir mi? denilecek. Bu sorunun da cevabı var: Bu şahıs bir zamanlar serveti konu edildiğinde, oğlunun düğününden gelen takılarla açıklamıştı(!) hatırlanacağı üzere servetinin kaynağını.
Ya da öylesine bir paragöz ki Tayyip, maaştaki bu artışa bile tamah etmektedir. Yine malumdur ki bunların Tanrı’sı Para Tanrı’sıdır; büyük meblağ, küçük meblağ ayrımı yapılmaksızın. Hani bugünlerde dönüp duran bir banka reklamı; “tasarrufun büyüğü, küçüğü olmaz”, diyor ya durmadan; işte o hesap…
Biz Tayyip’in servetini bir yana koyalım. Yine şu maaş işine dönelim.
Yönetiminde Tayyip gibi bir kamu malı hırsızı olmasa bile ücretler arasında böyle 35 misli fark olan toplumlar, sağlıklı toplumlar; insanları da mutlu insanlar olamaz.
Asgari Ücretliyi, onun da altında maaş alan emeklileri, yok paraya çalıştırılan gençleri, çöplerden çocuklarına yiyecek arayan anaları, babaları bir yana bırakalım: tâ tepelerden bir örnek verelim:
***
Miroğlu ‘geçinemediğini’ açıkladı: Yoksullaştığımı hissediyorum
AKP MKYK Üyesi Orhan Miroğlu, milletvekili emekli maaşıyla yaşadığını belirtip “yoksullaştığımı hissediyorum” dedi.
Derinleşen hayat pahalılığı ve yoksulluk AKP MKYK Üyesi Orhan Miroğlu’nu ‘etkiledi’. Orhan Miroğlu, milletvekili emekli maaşıyla geçinmekte zorlandığını dile getirdi.
Yeni Journal’dan Çınar Ayser Çınar’a konuşan AKP’li Miroğlu, “Orhan bey, aslında Türkiye’nin esas gündemi ne seçim, ne ittifaklar ne Kürt sorunu… Şu an en büyük ve tek sorun maalesef ekonomi. Sokakta kimi çevirip konuşsak hep aynı şeyi duyuyoruz; geçinemiyoruz! Türkiye bu ekonomik krizi nasıl çözecek?” sorusu üzerine, “dünya genelinde de pandemi nedeniyle ciddi bir ekonomik kriz yaşandığını” belirtip şu ifadeleri kullandı:
“Ekonomist değilim ama yaşananların da farkındayım. Her şeye rağmen umutlu olmak lazım diyorum. Siyasi istikrarı önemsiyorum. (Burada AKP’ye bir temenna çakıyor Miroğlu. – M. Şahbaz.) Ben milletvekili emekli maaşıyla yaşayan biriyim. Doğrusunu isterseniz ben de yoksullaştığımı hissediyorum. En iyi yaptığım iş yazı yazmaktır. Hatta bu aralar yazı yazsam evin ekonomisine katkıda bulunabilir miyim diye de düşünüyorum. Çünkü ben de şu an meslek olarak işsizim. Siyaset bir meslek değil çünkü yapılır ve biter. (Milletvekilliği maaşı da biter, emekli maaşı da olmaz, kendi mesleği neyse oradan emekli olması gerekir, demesi gerekiyor.– M. Şahbaz.) Bu nedenle kendimi işsiz bir yazar olarak tanımlıyorum. Neyse ki her şeye rağmen kitaplarım kitapçı vitrinlerinde yer almaya devam ediyor. (Demek ki milletvekilliği emekli maaşı ve buna eklenen kitap gelirleri bile bu şahsın kendini yoksul hissetmesini engellemeye yetmemiş. – M. Şahbaz.)”
Milletvekili emekli aylıkları 2020 yılında Cumhurbaşkanlığı’nın 2021 Yılı Bütçe Teklifi’yle ek ödeme hariç yaklaşık 15 bin 800 liraya (yaklaşık 5 buçuk asgari ücret değerinde) yükseltilmişti. (https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/miroglu-gecinemedigini-acikladi-yoksullastigimi-hissediyorum-1879472)
***
Türkiye’deki Hayat Pahalılığının geldiği bugünkü düzeyde, 16.000 TL maaş alan bir emekli milletvekili bile geçinemiyor.
Ya 2.825 TL alan Asgari Ücretli ne yapsın, 1.500 TL alan emekli ne yapsın?
Peki formül nedir?
HKP Programı der ki 1:
“GELİR POLİTİKASI: Memleketin her bölgesi için özel GEÇİM ENDEKSLERİ çizilecek. Endeksleri, yalnız bakanlık ya da ticaret odaları değil, işçi, memur, esnaf, aydın ve köylü örgütleri de hazırlayacak.
“ÜCRET: Asgari Ücret normal geçim endeksinden aşağı düşmeyecek. Günümüzde uygulanmakta olan Asgari Ücretin böylece 4 mislinden fazla bir artış sağlanmış olacak. Normal geçim endeksi de üretimimizin verimindeki artışa paralel olarak yükseltilecek. Kişi emeğinin, sağlığının ve ulusal verimliliğin zararına olan prim usulü kaldırılacak. Ücretler, her hafta başı muntazam ödenecek. Genel tatil günleri tam ücretli olacak. Zorunlu haller ve işin niteliğinden dolayı o günler çalışana çift gündelik verilecek. Kadın, çocuk, din, ırk, farklarına bakmaksızın: AYNI İŞİ görene AYNI ÜCRET verilecek. Herkesin EN AZ GELİRİ o geçim endekslerine göre uygulanacak.” (HKP Programı)
Pekiyi bu uygulamalar hayata nasıl geçirilecek?
Kimler, hangi araçları kullanarak yapacak bu uygulamaları?
Uygulamaları kimin yapacağından çok daha önemli olan nasıl bir toplumsal düzende bu uygulamaların hayata geçirilebileceğidir.
HKP Programı der ki 2:
“HÜRRİYETİN İNSANI: Örgütlü Halk
“(Tepeden Tırnağa Örgütlenme)
“HALK ÖRGÜTLERİ: Bugün devletin sırtına fuzuli olarak yükletilmiş hadsiz hesapsız görevleri kendi üzerlerine alacak. Öyle tam örgütlü halk haline girebilmemiz için, yalnız şehir ve köy ahalisi değil, öğretmen, adliyeci ve memurlar da özgür sendikalar, serbest birlikler, dernekler, kulüpler ile örgütlenecekler. O sayede en cılız birey bile örgütüne arkasını dayayarak, hakkını yorulmadan arayacak. Dağınık ulus, en doğal haklarını arayamayan mazlum ulus kavramı kalkacak.” (HKP Programı)
Demek ki halk tüm sınıf ve tabakalarıyla, tüm meslek kollarıyla, tüm gençliği, emeklisiyle tam bir örgütlülük içinde olacak. Her yönetici bu örgütlü toplum tarafından hiçbir ikirciğe yer vermeyecek biçimde denetlenecek. Tek kişi çıkıp; ben ne dersem kanun odur, diyemeyecek. Edindiği her tek kör kuruşun hesabını her an verebilecek durumda olacak ve verecek. Veletleri devlet imkânlarını kullanarak “gemicik”ler edinemeyecek. Vakıf kurdum ayağıyla kamu kaynaklarına uzanan hortumlar döşeyemeyecek.
Bu da yetmez. Aynı zamanda tâ Paris Komünü’nden beri belirlenen kural geçerli olacak: En yüksek yönetici bile (tıpkı Küba’da Fidel Castro Yoldaş’ın uyguladığı gibi), halk ne kadar gelire sahipse, ne kadar maaş alıyorsa o kadar maaş alacak. Ve bu durum biraz önce belirttiğimiz gibi, her an halkın (hem de örgütlü halkın) denetimine açık olacak.
Ve yine HKP Programı der ki 3:
“Milletvekili maaşı, ortalama hayat endeksinden yukarı çıkmayacak. Ödenek yerine, bütün taşıt, ulaştırma ve seyahat masrafları (devletçe sağlanamayan yerde, faturası devletçe ödenerek) bedava olacak.
“Bakanların kanun üstü durumlarına son verilecek; maaş ve ödenekler Milletvekilininkinden farklı olmayacak, yolluk orta bir memura verilenden yukarı çıkmayacak. Birinci Büyük Millet Meclisinde olduğu gibi, her bakan Meclis önünde teker teker sorumlu olarak seçilecek.” (HKP Programı)
Yani HKP İktidarında, daha da doğrusu Demokratik Halk İktidarında en yüksek makamdaki cumhurbaşkanı bile; “ortalama hayat endeksinden yukarı”, bir maaş alamayacak.
Aynı şekilde; “Sendika yöneticilerinin ücretleri, işkollarındaki işçilerin ücret ortalamasının üstünde olamayacak.”
Çünkü halkımızın deyimiyle; tok açın halinden anlamaz…
Bir de Tayyip’in Faşist Din Devletindeki uygulamaya bakalım:
“CHP’nin kamuda çift maaş uygulamasını sona erdirecek kanun teklifi reddedildi
“CHP Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap’ın Kamuda “çift maaş” uygulamasını sona erdirecek olan Kanun Teklifi TBMM Genel Kurulu’nda AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.”
“CHP Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap’ın vermiş olduğu Kanun Teklifi, memurların ve kamu görevlilerinin asli görevi hariç olmak üzere yönetim, denetim, kurul, organ üyeliği gibi görevler nedeniyle huzur hakkı veya başka adlarla ücret almasının önüne geçmeyi amaçlıyordu.”
“Ayrıca bu teklif Türkiye Varlık Fonu’na devredilen tüm kurum ve kuruluşlar, şirketler, Türkiye Varlık Fonu kapsamında oluşturulan alt fon ve kurulan alt şirketler ve miktarı ne olursa olsun kamu payının olduğu tüm şirketler ve kooperatiflerde görevlendirilen memur ve kamu görevlilerini de kapsıyordu.” (Cumhuriyet 26 Ekim 2021, https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/chpnin-kamuda-cift-maas-uygulamasini-sona-erdirecek-kanun-teklifi-reddedildi-1879913)
Adamlar, işçimize, emeklimize açlık sınırının altında, diğer çalışan kesimlere yoksulluk sınırının altında ücreti, maaşı uygun bulacaklar; kendilerinin çok daha yüksek olan maaşlarıyla yetinmeyecekler; 2-3-4-5… maaş alacaklar hiç utanmadan.
Adı Büyük Millet Meclisi olan bir mekânda, adı Milletvekili olan şahıslar halkın gözünün içine baka baka bu rezaleti, bu eşitsizliği bir kez daha onaylayabiliyor.
Bunlar kıyamet alametleridir…
***
Türkiye’yi ucuz işgücü cenneti yaptı AKP’giller
Türkiye’de Asgari Ücret 2.825 TL’dir. Bugünkü dolar kuruna göre 294 dolardır. Bir zamanlar “ucuz işgücü cenneti” olarak görülen, “işçiler üç kuruşa çalıştırılıyor” denilen ve bu tutumlarıyla biz sosyalistlerin yüreğini kanatan Çin Halk Cumhuriyeti’nde ise bugün itibariyle Asgari Ücret 360’dolardır.
Bu durumu 25 Eylül 2021 tarihli yazısında Sözcü Gazetesi’nden Özlem Ermiş Beyhan şöyle dile getiriyor:
“‘3 kuruş alıyorlar’ denilen Çinlilerin kazancı bizi geçti
“Giderleri dolarla artan asgari ücretliler, TL’nin hızlı düşüşü ile Pekin’deki asgari ücretliden bile az kazanır hale düştü. Türkiye’de asgari ücret TL’nin düşüşüyle ancak 321 dolar ederken, Çin-Pekin’de 360 dolara yükseldi.” (https://www.sozcu.com.tr/2021/ekonomi/3-kurus-aliyorlar-denilen-cinlilerin-kazanci-bizi-gecti-6668649/)
Yazıda da görüldüğü gibi, 25 Eylül’de Asgari Ücret 321 dolar iken, bugün (31 Ekim’de) 294 dolara düşmüştür. Yani Türkiye böylesine bir AKP afetiyle karşı karşıyadır. Aşağı yukarı bir aylık süreçte Asgari Ücret, yüzde 8,5 küçülmüştür. Tabiî sadece Asgari Ücret değil, çalışan, üreten tüm insanlarımız bir aylık süreçte aynı oranda yoksullaşmıştır.
Bunlar kıyamet alametleridir…
Nedir bu dolar heyulası?
Peki anladık ücretler dolar bazında eriyor, bunun Türkiye ekonomisiyle, halkımızın geçim derdiyle ne ilgisi var?
Çok ilgisi var ne yazık ki… Hem de tâ dibine kadar var…
Tıpkı bugünkü Tayyipgiller gibi ABD uşağı olan Turgut Özal nam hain 1990’da TL’yi konvertibl hale getirdi. Yani TL’nin diğer para birimlerine dönüştürülmesini (bankalarda TL’nin dövize çevrilmesini) serbest bıraktı. Kestirmeden söylersek Türkiye ekonomisini dolara bağımlı hale getirdi. Ekonomimizi dolarize etti.
Böylece Doların TL karşısındaki değeri, Türkiye Ekonomisinde her şeyin fiyatını, yıllık-aylık-haftalık bile değil, artık günlük olarak belirler oldu. Hatta bazı durumlarda ve bazı mallarda saatlik etkiler görülür oldu. Bugün filan fiyattan aldığımız bir malı ertesi gün aynı fiyattan alamaz hale getirildik. Ürettiğimiz malları dışarıya her gün biraz daha ucuza satarken dışardan aldığımız malları her gün daha pahalıya alır olduk. Yerli-yabancı Parababaları bu işten kazanırken halkımız hep kaybetmeye mahkûm edildi.
Örneğin tamamen yerli olması gereken tarım üretimimize çok kaba hatlarıyla bir göz atalım:
Çiftçi ekmek için tohum alacak; genellikle İsrail’den alacak ve dolarla alacak,
Tohumla birlikte gübre atacak toprağa, dolarla alacak,
Traktörle tarlayı sürecek, traktör dolarla; traktör mazot yakacak, dolarla,
Bu ekin sulanacak, sulama için kullanılacak suyu basmak için elektrik kullanılacak; elektrik dolarla (bilindiği gibi elektriğin kilovat/saat fiyatı doların alt birimi cent üzerinden belirleniyor),
İlaçlama yapılacak, dolarla,
Ürün yetişti, biçilecek, biçerdöver dolarla, yaktığı mazot dolarla,
Ürün pazara gidecek, kamyon-TIR dolarla, yaktığı mazot dolarla,
Kamyon yoldan gidecek, dolarla; köprüden geçecek (geçmese de fark etmiyor) dolarla,
Halde kabzımal para kazanacak, hesabını tutacak; her gün değeri düşen TL yerine dolarla,
Manav malı dükkana getirecek, taşıma mazotla daha kestirme deyişle, dolarla.
Vb… Vb…
Çok kaba hatlarıyla anlattığımız bu süreç, diğer sanayi ürünleri için çok daha katmerli biçimde gerçekleşir. Zaten ihraç mallarımızın yüzde yetmişi dışarıdan aldığımız hammadde ve ara mallardan oluşmaktadır. Yani dışarıya satabilmemiz için önce dışarıdan almamız gerekmektedir.
Yani damat Berat’ın Ahmet Hakan fırıldağına sorduğu; “Maaşını dolarla mı alıyorsun?” sorusunun cevabı; “Değeri dolar kuruyla tayin edilen TL ile”dir. Bu da dolaylı olarak “evet” anlamına gelir.
Nitekim AKP sözcüleri müjde verirce şöyle diyebiliyorlar; “Türkiye’de dolar bazında ücretler çok düşük. Bu da yabancı sermayenin Türkiye’de yatırım yapma iştahını arttırıyor. Bu yolla Türkiye’ye yabancı sermaye akışı artacak. Türkiye ekonomisi düzlüğe çıkacak; hele biraz sabredelim…”
Pekiyi bu nasıl sağlanacak?
Onu da Tayyip çok önceden zaten açıkladı:
“Türkiye’de hiç grev yok. Olacak gibi olursa biz OHAL imkanlarını kullanarak grevleri yasaklıyoruz. İşverenler için Türkiye’yi ucuz işgücü cennetine çevirdik.”
Görüldüğü gibi, AKP’nin tüm uygulamaları kıyamet alametlerini doğuruyor.
Bu her biri bir kıyamet alameti olan bu uygulamaları yürütebilmek ise Faşist Din Devletinin baskılarını daha da arttırmak; halktan gelen talepleri ve tepkileri baskılamaktan geçiyor. Nerede iki kişiden fazla insan bir araya gelse onların 10 katı, 100 katı polisi, jandarmayı üstlerine göndermek; şiddet uygulayarak dağıtmak, gözaltına almak, tutuklamak, hapsetmek günlük olaylar oldu artık.
Bunun sonu nedir?
Kıyamettir!
AKP için kıyamet demek olan iktidardan düşmektir.
Fakat olan Türkiye Halklarına olmaktadır. Böylesi sınıflar savaşını engellemeye, yasaklamaya kalkmanın ülkelere nelere mal olduğunu, Usta’mız söylesin. Onun sözleriyle bitirelim:
***
Sınıflar Güreşini Yasaklamak Vatana İhanettir
Yeryüzünde sınıflı toplum doğdu doğalı, Toplumun gelişimi, Sınıflar güreşinin gidişine uydu. Batı’da Kapitalizmin doğuşu, İngiltere’de “ŞARK MÜSTEBİTLİĞİ” denilen tutumun bir türlü tutunamayışı ortamında gerçekleşti. Batı Kapitalizminin ileri gidişinde başlıca insancıl yay: Sınıflar Savaşının gerçekliğini, bir türlü püskürtemeyişidir. Antika Doğu’da ise, tam tersine, batakçı gerilik: sınıflar savaşını sözde inkâr ederken, hep üst sınıflar yararına en azgın utanmazlıkla uygulamıştır.
Zavallı Doğu Toplumlarında herkesin dilinden düşürmediği “ZULÜM” adlı şey, alt sınıfların mücadele haklarını “YASAKLAMAK”tan başka bir şey değildir. Ezen sömürücü sınıflar elinde SINIF SAVAŞI tek yanlı dayanılmaz bir TAHAKKÜM silahıdır. Bu silah, her zaman egemen sınıfların Tekelinde çekilmiş yalın kılıç, namlusu halkın alnına dayatılmış tüfektir. Sömürenlerce, sömürdüklerine karşı en haksız ve en canavarca SINIF SAVAŞI gütmek tahakkümcülerin en vazgeçilmez hakkı sayılmıştır.
Bu Zulüm, Uzak ve Yakındoğu’da, Toplumun önce gelişim hızını köstekleyip ağırlaştırarak durdurmuştur. Sonra, bu durgunluk yüzünden soysuzlaşmış Sosyal yapıyı, tâ temellerinden yıka yıka, insanları köleleştirmenin binbir sinsi ve itçil uygulamalarını gerçekleştirmiştir. Bir Toplumda, en büyük nüfus kalabalığı olan çalışkan yığınları, her türlü savunma hak ve gücünden yoksul bırakmak, sanıldığı gibi, yalnız alt sınıfları ezmekle kalmamıştır.
Üstteki Zalim sınıflar, hazır yiyicilik uğruna zulümden başka hiçbir düşünce ve davranış gütmedikleri için, her türlü yaratıcılıktan uzaktırlar. Köle insan ise angarya işinde ağzıyla kuş tutsa hiç bir işine yaramayacağını bilmektedir. Toplumun bütün nefes boruları tıkanmış, altlı üstlü bütün sınıfları soysuzlaşmıştır. Zalim, mazlum her insan toptan ekonomiye, üretime, topluma yabancılaşmıştır, insanlıktan çıkmıştır. Her gün biraz daha umutsuzlaşan kapıkulları, dışarıdan Kapitalizm gelir gelmez, Sömürge sürülüğüne yatkınlaşmıştır.
Antika Firavun ve Nemrutlar yahut onları maymunca Taklit edenler, kimseciklere gık dedirtmeden, dirlik düzenlikte çıt çıkarmadıklarını sanmış ve avunmuş olabilirler. Tarih ortadadır. Zalimler yalnız “Halka huzur vermemek”le kalmamışlar, kendileri de çoğu bin belâ ile “Cihandan” yıkılıp gitmişlerdir. Sınıflar savaşını durduramamışlar: yalnız tek yanlı olumsuzluğu ile kanserleştirmişlerdir. Bu kanserleşme, ülkeleri çöle, insanları büsbütün köleye çevirmiştir.
Demek, ülkesini ve milletini lafta değil, işle seven her kişi ve her sınıf ve zümre: biraz namuslu ve vicdanlı ise, Sınıflar Savaşını, boş yere yasaklamaktansa, tersine bilince çıkarıp kolaylaştırmak zorundadır. Sınıflar savaşını yasaklamak: her zaman, tek yanlı tahakküm biçiminde azdırmak olmuştur. Sınıf zıtlıkları kör kuvvet birikimi yaptıkça Toplumun toptan batışını getirmiştir. Alt sınıfların Demokratik Sınıf Savaşlarını yokuşa sürmek Kadim Toplumu yıkılışa, modern ülkeleri gerilikten sömürgeleşmeye doğru sürüklemiştir. Tarihi değiştiremeyiz yahut yeni baştan işletemeyiz. Ama çağdaş Toplum insan emeği ve bilinci ile yürüyor. Emeğe ve bilince Demokratik insanca kuralları esirgemek, bir milleti ve ülkeyi hem geri bırakmak, hem çok daha acı ve kanlı kargaşalıklara ısmarlamaktır. Ne denli kara istibdat gelenekli olursa olsun, her ülke modern demokratik Sınıflar Savaşının bilimcil anlamına tolerans göstermelidir. O zaman, Marks’ın Kapital Önsöz’ünde belirttiği gibi, Sosyal Devrimin “Doğum sancıları daha mülayim” olur.
Bu bakımdan, bugün, sırf Sosyal Sınıflar savaşını önlemek kastıyla, Askercil Savaşları kışkırtmak (Burada AKP’nin Meclisten geçirdiği son tezkereyi hatırlayalım. – M. Şahbaz), bir ülkede vatan hainliği, millet düşmanlığı, dünyada İnsan hainliği, Medeniyet düşmanlığıdır. (Hikmet Kıvılcımlı, Halk Savaşının Planları, s. 207.)