İki Çağdışı Dinsel İdeolojinin Ortak Sapkınlığı (2): Aklın İnkârı
Orhan Sur
Gazetemizin bir önceki sayısında (189’uncu sayıda), başta Ortadoğu olmak üzere tüm Şark Toplumlarını cehenneme çeviren çağdışı İslam ideolojisiyle bir başka çağdışı ideoloji olan Hıristiyanlığı çocuk tecavüzleri bağlamında ele almış, her iki dinsel ideolojinin de bu iğrençlikte ne denli benzeştiğini örnekleriyle ortaya koymaya çalışmıştık. Bu yazımızda da bu iki ideolojinin bir başka ortak yönünü ele alıyoruz.
Gerek İslamiyet’te gerekse Hıristiyanlık’ta doğaya ve topluma ilişkin olguların sadece bir kısmının bilinebileceği, bazı bilgilerin sadece yaratıcının ve peygamberin tekelinde olduğu inancı vardır. Bu inancın kaynağı, her iki dinin kutsal kitaplarında açıkça görülmektedir.
Örneğin İslamiyet’te “Gayb” kavramı vardır. Arapça bir kelime olan Gayb; fiil olarak “gizli kalmak, gizlenmek, görünmemek, uzaklaşmak, gözden kaybolmak” gibi anlamlara gelir. Aynı kelime, “gizlenen, hazırda olmayan, bulunmayan şey” anlamında isim veya sıfat olarak da kullanılır. İslamiyet’in kutsal kitabı olan Kur’an’ı aklileştirmeye çalışan, insanları bu kutsal kitabın akılla, bilimle çelişmediği safsatasına inandırma gayreti içinde olan kimi ilahiyatçılar; “Gayb” kelimesinin anlamını sadece “gelecekten bilgi-haber verme” şeklinde sınırlandırarak işi kurtarmaya çalışırlar. Anlamdaki bu sınırlama ise beraberinde pek de itiraz edilemeyecek şöyle bir argümanı getirir: “Geleceği kimse göremez, gelecekte neler yaşanacağını kimse bilemez.” Ancak söz konusu ilahiyatçılar, Gayb kelimesinin yukarıda verilen gerçek anlamını çarpıtmakta, Kur’an’daki bağlamından tamamen farklılaştırmaktadırlar. İşte bu yüzden, din meselesinin özüne, kökenine, işlevine dair peş peşe önemli, çarpıcı ve özgün açılımlar getiren HKP Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut, bu tutuma sahip ilahiyatçıları “Eraser” yani “Silici” olarak nitelemekte son derece haklıdır.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi İslam inancına göre sadece Allah’ın, bazen de peygamberin vakıf olduğu bir bilgi alanı vardır ki bu alana insan aklının erişebilmesi mümkün değildir. Kur’an’da bu konuda çok sayıda ayet vardır. Kur’an’ın Diyanet İşleri Mealinden birkaç örnek verelim:
“Gaybın anahtarları yalnızca O’nun [Allah’ın] katındadır. Onları ancak O bilir.” (En’am Suresi, 59’uncu Ayet)
“De ki: ‘Gayb ancak Allah’ındır.’” (Yunus Suresi, 20’nci Ayet)
“Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur.” (Hûd Suresi, 123’üncü Ayet)
“Gaybı bilen yalnız Allah’tır. O, hiç kimseye gayb bilgisini açık bir şekilde bildirmez. Ancak seçip bildirmek istediği bir peygamber hâriç. Ona gayb bilgisinden dilediği kadarını açar.” (Cin Suresi, 26-27’nci Ayetler)
Kur’an’daki bu ve buna benzer pek çok ayetin yanı sıra Gaybın ancak ve ancak Allah’a ait olduğunun belirtildiği çok sayıda hadis de vardır. Ancak biz bu kadarıyla yetinelim.
Kur’an ayetlerinde de görüldüğü gibi bazı bilgiler, sadece İslamiyet’in tanrısının tekelinde ve tasarrufundadır. Cin Suresi’nin 26-27’inci ayetlerinde belirtildiği gibi; Allah, kendine ait olan bilgi alanını yalnızca, o da “isterse” peygambere açar. Ona da “gayb bilgisinden dilediği kadarını açar.”
İlerleyen bölümlerde de değineceğimiz gibi aslında bu, İslamiyet’te insan aklının bazı şeyleri anlayamayacak, algılayamayacak kadar kusurlu olduğu gibi son derece tehlikeli (ve maalesef günümüzde örneklerini sıkça gördüğümüz) bir kabulü beraberinde getirir. Bunun doğal sonucu ise insanların ne tanrılarını, ne kutsal kitaplarını, ne doğayı ne de toplumu akıl yoluyla bütünüyle anlayamayacağı inancına sahip olmalarıdır.
Aynı durum Hıristiyanlık için de geçerlidir. Hıristiyanlık ideolojisinin savunucuları da tıpkı Müslümanlar gibi Tanrı’nın ve bizzat kendi kutsal kitaplarının, dolayısıyla kendi inançlarına göre doğanın ve toplumun akıl yoluyla bütünüyle anlaşılabilmesinin mümkün olmadığını savunurlar.
ABD’li bir misyoner olan Josh McDowell, “Mesih İsa’nın Tanrılığı” başlıklı kitabında şunları yazıyor:
“Evren, insan aklına ters düşen fakat gerçek olduğu bilinen şeylerle doludur (Yerçekimi, ışığın doğası… vb.) Kutsal Kitap [Yeni Ahit-İncil], Tanrı’nın insan aklıyla kavranılamayacağını öğretir.” (Josh McDowell ve Bart Larson, Mesih İsa’nın Tanrılığı, Çev: Fikret Böcek, Zirve Yayınları, s. 11)
McDowell’ın da belirttiği gibi Tanrı insan aklıyla kavranılamayacağına göre, Tanrı’nın yarattığına inanılan evrenin de Hıristiyan inancında kısmen anlaşılabileceği, bütünüyle kavranamayacağı açıktır. Nitekim Kur’an’daki Gayb meselesinin benzeri İncil’de de mevcuttur. Şimdi de İncil’den birkaç örnek verelim:
“Tanrı’nın zenginliği ne büyük, bilgeliği ve bilgisi ne derindir! O’nun yargıları ne denli akıl ermez, yolları ne denli anlaşılmazdır!” (Romalılar 11:33)
“RAB büyüktür, yalnız O övgüye yaraşıktır, akıl ermez büyüklüğüne.” (Mezmur 145:3)
“RAB’bin düşüncesine kim akıl erdirebildi?” (Yeşaya 40:13)
İncil’in bir bölümü olan Yeşaya Kitabı’nda Rab şöyle seslenir:
“Çünkü gökler nasıl yeryüzünden yüksekse, yollarım da sizin yollarınızdan, düşüncelerim düşüncelerinizden yüksektir.” (55:9)
“Tanrı’nın derin sırlarını anlayabilir misin? Her Şeye Gücü Yeten’in sınırlarına ulaşabilir misin?” (Eyüp 11:7)
İncil’deki Eyüp Kitabı’ndan bir anekdotla devam edelim. Eyüp, Tanrı’ya çektiği acıların nedenini sorar. Tanrı, Eyüp’e yanıt verir ancak Şeytan’la yaptığı konuşmalar hakkında bilgi vermez. İncil’e göre bu olay, Eyüp’ün, Tanrı’nın ve doğanın anlaşılmaz olduğunu öğrenmesini sağlamıştır. (Eyüp 42:2-6)
Gördüğümüz gibi Hıristiyan inancında da doğanın ve toplumun insan aklıyla tümden anlaşılabilmesi, kavranabilmesi mümkün değildir. İncil’deki Rab, başta Kur’an’ın Allah’ı olmak üzere tüm Tektanrılı-Kitaplı Dinlerin ilahları gibi sonsuz bilgi alanına sahiptir. Ve bu alana kulların girmesi olanaksızdır; insan aklının sınırları, bu alana girmeye yetmez.
Sıkça tekrarladığımız gibi Batı’da Hıristiyanlığın toplum içindeki etkisi, Şark Toplumlarında İslamiyet’in toplum içindeki etkisinden çok farklıdır. Bunun tarihsel nedenlerini bir önceki yazımızda irdelediğimiz için burada tekrar bu konuya girmeyeceğiz.
Sadece şunu göze batırmakla yetinelim: Batı’da Hıristiyanlık, burjuva devrimlerinin etkisiyle toplumsal yaşantıyı düzenleme gücünü kaybetmiş, Laiklik bütünüyle tesis edilmiştir. Dolayısıyla bugün Hıristiyanlık ideolojisindeki aklın inkârı, tarihsel olarak geri dönülemez şekilde aşılmıştır. Batı’nın bilim ve teknoloji bakımından bu denli ilerlemiş olması, bunun bir göstergesidir.
Ancak Şark Toplumlarında genel anlamda burjuva devrimleri başarıya ulaşamadığı için Tarihin en eski, en sömürgen, en asalak sınıfı olan Tefeci-Bezirgân Sermaye hâlâ ayaktadır ve Türkiye’de olduğu gibi iktidar ortağıdır. Dolayısıyla Müslüman ülkelerde İslamiyet ideolojisinin insan düşünüşündeki etkisi de capcanlı varlığını sürdürmektedir. Hal böyle olunca da, aklı inkâr eden böylesine çağdışı bir ideolojiyi benimsemiş insanlarımız için olayları ve olguları sağlıklı bir şekilde değerlendirmek mümkün olmamaktadır.
Ülkemiz için işin en can alıcı ve tehlikeli noktası ise şudur: İslam’ın kutsal kitabının ve diğer temel kaynaklarının öngördüğü aklın inkârı olgusu, din bezirgânlarının elinde tam anlamıyla bir silaha dönüşmüştür. İnsanlarımızı sorgulamaktan, yine HKP Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’un yüzlerce kez üzerinde durduğu gibi “zihnini işletmek”ten alıkoyan en önemli sebeplerden biri de budur.
İnsanlarımızın zihinleri burjuva metafiziğinden bile gerici olan din skolastiğiyle zaten iğdiş edilmektedir. Bu yetmezmiş gibi inandığı dinle ilgili sorgulamalar yapmaya kalkışan samimi dindarların önüne bir de Gayb meselesi çıkarılmakta, doğa ve toplum din simsarları tarafından; anlaşılamaz, yorumlanamaz, bilinemez bir karmaşalar yığını olarak sunulmaktadır.
Oysa ne doğa ne de toplum, anlaşılması imkânsız, her şeyin tesadüflere bağlı olduğu bir mahşer yeri değildir. Doğanın da toplumun da belirli işleyiş-gidiş kanunları vardır. O kanunlar bilindiği takdirde doğada da toplumda da açıklanamayan bir şey kalmaz.
Pekiyi, bilimin açıklayamadığı şeyler yok mudur?
Elbette vardır. Ancak bu, yukarıda bahsettiğimiz iki çağdışı dinsel ideolojinin öngördüğü gibi “asla bilinemez” türünden bir kabulü getirmez. Bilimsel düşünce yöntemi buna izin vermez. Bilimin zaten her şeyi açıklayabilme gibi bir iddiası da yoktur. Bilimin görevi, şu anda mevcut olan verileri ve malzemeleri kullanarak gözlem yapmak, sorular sormak, hipotezler ortaya atmak, hipotezleri test etmek, bulguları analiz etmek ve genel sonuçlara varmaktır.
En kritik konu ise Gerçek Bilime ulaşmaktır. Doğa ve toplum ancak ve ancak Diyalektik ve Tarihsel Materyalist Düşünce Yöntemiyle doğru biçimde yorumlanabilir, anlaşılabilir. Bu yöntemi de Uluslararası Proletaryanın ölümsüz önderleri Marks ve Engels Ustalar oluşturmuş, Lenin Usta geliştirmiş, Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı Usta bu gelişime katkı sağlamıştır. Diyalektik Materyalizm, Engels Usta’nın tanımlamasıyla “Doğanın, insan toplumunun ve düşüncenin genel hareket ve gelişme yasaları biliminden başka bir şey değildir.” (Friedrich Engels, Anti Dühring, Çev: Kenan Somer, Sol Yayınları, 2. Baskı, s. 240-241)
İşte bu bilim, Gerçek Devrimcilerin elinde ideolojik bir silaha dönüştüğü, insanı hayvan yerine koyan Parababalarının aşağılık düzenine karşı mücadelede bir kılavuz haline geldiği anda zafer yaklaşmış demektir. Dinsel nitelikte olsun olmasın; Parababaları düzenini yıkıp yerine insanların bir anadan doğma kardeşler gibi eşit ve özgür yaşadığı Komünist Toplum Düzenini-Sınıfsız Toplumu inşa etme perspektifi taşımayan her ideoloji gericidir. İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi iki çağdışı ideolojiyi konu edinmemizin temel gerekçesi budur. Yoksa soyut bir din eleştirisi ya da din düşmanlığı, başta İşçi Sınıfımız olmak üzere toplumumuzun hiçbir kesimine fayda sağlamaz.