Site rengi

Tasarım

İki Çağdışı Dinsel İdeolojinin Ortak Sapkınlığı (3): Köleliği Benimseyiş

10.08.2024
266
A+
A-

Orhan Sur

 

Yazı dizimizin önceki bölümlerinde Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’un din meselesinin kökenine, özüne, toplum hayatındaki rolüne, dinlerin sınıflandırılmasına dair orijinal tespitler yaptığını belirtmiştik. Sınıfsız Toplumun Pagan Dinlerinin dışındaki ikinci kategoriye giren Semit Dinleri, yani Kitaplı-Peygamberli-Tektanrılı Dinler, söz konusu incelemede şu şekilde tanımlanmaktadır:

“Bir ikinci grup din ise Kitaplı Dinler, Peygamberli Dinlerdir. Bu dinlerse sınıflı toplumun ortaya çıkmasıyla birlikte oluşturulmuş dinlerdir. Yani toplum sosyal sınıflara parçalanmış, üst-egemen sınıfların alt sınıfları ezerek, sömürerek onları hayvan yerine koyarak, onlara zulüm eden bir düzen, bir sistem kurdukları dönemin dinleridir. (Nurullah Efe Ankut, Halkın Kurtuluş Yolu Gazetesi’nin 189’uncu Sayısının Başyazısı)

Netçe ortaya konduğu gibi, Tektanrıya, Peygambere, yazılı kutsal metinlere yani bir Kitaba ve bu Kitapta belirtilen emir ve yasaklara sahip olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi Semit Dinleri, sosyal sınıflara parçalanmış bir toplum yapısında, Sınıflı Toplum bünyesinde vücut bulabilmiş, tutunabilmiştir. İlkel Komünal Toplum yapısının çözülmesiyle ortaya çıkan ilk Sınıflı Toplum biçimi ise, bilindiği gibi Köleci Toplum düzenidir.

İlkel Komuna’nın hangi tarihsel zorunluluklar altında nasıl parçalandığına, konumuzu dağıtmamak adına burada girmeyeceğiz. İnsanlık Tarihinin bu son derece kritik aşamalarına ve süreçlerine ilişkin ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okurlarımız, Türkiye Devrimi’nin Pratik Önderi olmakla kalmayıp Marks-Engels Ustaların bir ideolojik silah olarak insanlığa armağan ettikleri Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmi geliştiren, ülkemizin de bir parçası olduğu Şark Toplumlarını, bu çerçevede geniş bir araştırmaya tabi tutarak çözümleyen Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın “Komün Gücü”, “Toplum Biçimlerinin Gelişimi”, “Tarih Devrim Sosyalizm” gibi anıt eserlerine başvurabilirler.

Yukarıdaki aktarmadan da kolayca çıkarılacağı üzere Kölelik, iki çağdışı dinsel ideoloji olan Hıristiyanlığın ya da İslamiyet’in bir ürünü değildir. Tersine, hem Hıristiyanlık hem de İslamiyet insanların cansız varlıklar, nesneler gibi alınıp satıldığı, değiş tokuş edildiği, miras bırakıldığı Kölelik müessesesinin egemen olduğu toplum biçiminin içinde doğmuştur. Ancak kutsal kitaplarında ezeli ve ebedi hakikatlerle birlikte sonsuza dek geçerliliğini koruyacak olan emir ve yasaklar var olduğu iddiasındaki Semit Dinlerinin hiçbiri; insanlığın bugünkü kolektif ahlâki değerleri çerçevesinde düşünüldüğünde asla kabullenilemeyecek olan Köleliği ortadan kaldırmamıştır.

İşin bu yönüne tekrar dönmek kaydıyla burada bir parantez açmak yerinde olacaktır. Hıristiyanlığı ve İslamiyet’i “çağdışı dinsel ideolojiler” olarak tanımlamamızın nedeni; insanlığın Yazılı Tarih boyunca sınıf savaşımları yoluyla eriştiği bilinç ve ahlâki değerlerin düzeyi bakımından günümüzde kesinlikle kabul edilemez oluşlarıdır. Bu iki ideoloji de bu düzeyden bakıldığında artık geçerliliğini çoktan yitirmiştir. Fakat bu, her iki ideolojinin de ortaya çıktığı dönemlerde mevcut toplumun sosyal ve ahlâki normlarının çok ötesinde, o normlardan çok daha insancıl kurallar ortaya koyduğu gerçeğini değiştirmez. Antik Roma İmparatorluğu’nun egemenliğindeki Filistin bölgesinde ortaya çıkan Hıristiyanlık, o zamanın Roma Toplumunda geçerli olan sosyal yapıdan çok daha insancıl bir düzen öngörür. Aynı şekilde Hz. Muhammed’in kurduğu din olan İslamiyet de Hicaz Yarımadası’ndaki o dönemin Arap Toplumunun benimsediği değerler baz alındığında, daha doğrusu egemen sınıfların dayattığı sapkın ahlâk anlayışıyla kıyaslandığında çok daha insancıl kaideler getirir. Bunu, özellikle İslamiyet’in Mekke döneminde ortaya konan ayetlerde görmek mümkündür.

Ancak sorun, tarihsel anlamda çoktan aşılmış olması gereken bu iki dinsel ideolojinin günümüzde varlığını sürdürmesidir. Bugün yeryüzündeki ortalama 2 buçuk milyardan fazla insan Hıristiyanlığı, 1 buçuk milyar civarında insan ise İslamiyet’i benimsemektedir. Üstelik geçtiğimiz bölümlerde de üzerinde durduğumuz gibi, bu iki çağdışı dinsel ideolojiden biri olan İslamiyet, Şark Toplumları açısından aktüel ve ciddi bir tehlikedir. Bu ideolojinin egemen olduğu yani Şeriatla yönetilen Afganistan, Pakistan, Nijerya, İran vb. ülkelerde insanların, özellikle de kadınların yaşadığı cehennemcil felaket, bu tehlikeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Ve her zaman dile getirdiğimiz gibi aynı tehlike, din alıp satarak, insanlarımızı Allah’la aldatarak ve elbette ki ABD-AB Emperyalist Haydutlarının desteğiyle iktidarlarını 22 yıldır sürdüren AKP’giller’in tepesine çöktürüldüğü ülkemiz için de geçerlidir. Parantezimizi burada kapatıp konumuza devam edelim.

HKP Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’un Marks Usta’dan alıntıyla sıkça tekrarladığı gibi Dinler, maddi yaşamın zihin dünyasına, entelektüel dünyaya yansımasından başka bir şey değildir. Bu dahiyane tespitten yola çıkıldığında Köleci Toplum düzeninde doğan Hıristiyanlığın da, İslamiyet’in de kutsal kitaplarında, kölelerden ve efendilerden, bunlar arasındaki ilişkilerden bahsedilmemesi düşünülemez. Sorun, nasıl bahsedildiği ve bu insanlık dışı, utanç verici sosyal yapıya karşı nasıl bir tutum takınıldığıdır.

Lafı dolandırmadan soralım:

Sonsuza kadar geçerli, doğruluğundan asla şüpheye düşülmeyecek kaideler koyma iddiasındaki Hıristiyanlık ya da İslamiyet, bu dinlerin savunucularının türlü demagojilerle iddia ettiği gibi Köleliği yasaklamış, ortadan kaldırmış mıdır?

Hayır, kaldırmamıştır. Kur’an’daki bu konuya ilişkin açık ifadelere rağmen “Siliciler” de dahil olmak üzere kimi ilahiyatçıların İslam’ın Köleliği yasakladığı yönündeki safsataları, komik olmanın ötesine geçmemektedir. Kölelik, hem Hıristiyanlık hem de İslamiyet tarafından bir kurum olarak benimsenmiştir; ne İncil’de ne de Kur’an’da bu insanlık dışı sistemin bizzat kendisini hedef alan, toplumdaki varlığını eleştiren, bütünüyle ortadan kaldırılmasını öngören bir tane bile ayet bulunmamaktadır.

Şimdi konuyla ilgili öncelikle İncil’de geçen ifadelere bakalım. İncil’de her ne kadar Kölelerin çektiği acıların hafifletilmesi yönünde çeşitli ayetler bulunsa da Köleler, kendi statülerini sorgulamaksızın kabul etmeleri ve efendilerine karşı sıkı bir itaat sergilemeleri konusunda sık sık uyarılır:

“Size doğrusunu söyleyeyim, köle efendisinden, elçi de kendisini gönderenden üstün değildir.” (Yuhanna 13:12)

“Size söylediğim sözü hatırlayın: ‘Köle efendisinden üstün değildir.’” (Yuhanna 15:20)

“Ey köleler, dünyadaki efendilerinizin sözünü Mesih’in sözünü dinler gibi saygı ve korkuyla, saf yürekle dinleyin. Bunu, yalnız insanları hoşnut etmek isteyenler gibi göze hoş görünmek için yapmayın. Mesih’in kulları olarak Tanrı’nın isteğini candan yerine getirin.” (Efesliler 6:5-6)

“Köleleri, her konuda efendilerine bağımlı olmaya özendir. Efendilerini hoşnut etsinler. Ters yanıt vermeden, hırsızlık yapmadan, tümüyle güvenilir olduklarını göstersinler. Böylece Kurtarıcımız Tanrı’yla ilgili öğretiyi her yönden çekici kılsınlar.” (Titus 2:9-10)

“Öğrenci öğretmeninden, köle de efendisinden üstün değildir.” (Matta 10:24)

“Ey hizmetkârlar [kast edilen kuşkusuz Kölelerdir – Orhan Sur], efendilerinizin yalnız iyi ve yumuşak huylu olanlarına değil, ters huylu olanlarına da tam bir saygıyla bağımlı olun. Haksız yere acı çeken kişi, Tanrı bilinciyle acıya katlanırsa, Tanrı’yı hoşnut eder.” (1. Petrus 2:18)

“Kölelik boyunduruğu altında olanların hepsi kendi efendilerini tam bir saygıya layık görsünler ki, Tanrı’nın adı ve öğretisi kötülenmesin.” (1. Timoteos 6:1)

“Ancak herkes Rab’bin kendisi için belirlediği duruma uygun biçimde, Tanrı’dan aldığı çağrıya göre yaşasın. (…) Köleyken mi çağrıldın, üzülme.” (1. Korintliler 7:17-20)

Gördüğümüz gibi İncil’de bırakalım Köleliğin yasaklanmasını, Kölelerin efendilerine saygıda ve hizmette kusur etmeleri Tanrı’ya karşı yapılan kusurla aynı ağırlıkta bir günahtır. Bir köle için bu dünyada ve öbür dünyada mutlu yaşamanın en önemli anahtarı, efendisine yönelik sergileyeceği sonsuz itaattir. Ve çağdışı Hıristiyanlık ideolojisinin kutsal kitabı İncil, Kölelik konusunda Kur’an’a göre çok daha insanlık dışı bir tutum sergiler.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi İslamiyet de Köleci Toplum yapısı içinde doğmuştur. Ancak İslamiyet’in kutsal kitabı olan Kur’an Köleliği meşru kabul etmekle birlikte, özellikle Hicret’e kadar olan dönemde (ki bu dönemi “Mekke İslam’ı” olarak adlandırıyoruz) İncil’e göre bu konuda çok daha insancıl bir tutum sergiler. Çünkü 5 yaşına kadar İlkel Komünal Toplum değerlerine sahip Bedevi bir ailenin yanında kalarak o değerleri benimseyen Hz. Muhammed, İslamiyet’i oluşturma sürecinde toplumun hep en alt kesimlerine hitap etmiş, çağrıda bulunmuştur. Bilindiği gibi bu çağrı karşılıksız kalmamış, İslamiyet Köleler arasında doğal olarak daha fazla sempati toplamıştır. Nitekim İslamiyet’in; “Doğuş döneminde her zümreden insan Müslüman olmakla birlikte özellikle ‘ezilmişlerin’ desteği büyük olmuştu.” (Ahmet Tabakoğlu, Toplu Makaleler-1 İktisat Tarihi, s. 446)

İşte bu sebepten dolayı özellikle Mekki Ayetlerde Kölelerin azat edilmesine yönelik bir teşvik söz konusudur:

“Fakat o, sarp yolu göze alamadı. O sarp yol nedir, bilir misin? Köle âzat etmektir.” (Beled Suresi, 11-12-13’üncü Ayetler)

Kölelerin azat edilmesiyle ilgili çok sayıda hadis de mevcuttur ancak biz, daha önceki bölümlerde de yaptığımız gibi hadislere girmeyeceğiz, sadece Kur’an hükümlerini baz alacağız.

Mekke İslam’ından Medine İslam’ına geçişle birlikte, ganimetler çağının başlangıcıyla birlikte, “Fatihlerin fethedilmesi”yle birlikte; bir kural olarak zihin dünyasına, entelektüel dünyaya yansımak zorunda olan maddi yaşam koşulları, Hz. Muhammed’in bu konudaki duyarlılığını, hümanistliğini kerte kerte aşındırmıştır. Mekke döneminde İslamiyet’i bir anlamda Kölelerle birlikte kuran Hz. Muhammed, bizzat İslami kaynaklar tarafından kabul edilen bilgilere göre bile yaşamı boyunca 50’den fazla erkek köleye sahip olmuştur.

Burada yine bir parantez açalım: Özellikle kadın okuyucularımız, kadın kölelerden yani “Cariye”lerden neden hiç bahsetmediğimizi doğal olarak düşünebilirler. Bunu özellikle yapmıyoruz çünkü bu konu, hem Hıristiyanlık hem de özellikle İslamiyet bakımından bir facianın anlatımıdır ve bir sonraki yazımızın konusunu teşkil edecektir.

Sonuç olarak üzerinde durduğumuz her iki çağdışı dinsel ideoloji de Kölelik kurumunu benimsemekte, tümüyle reddetmemektedir. Her iki ideolojinin de Kölelik konusunda en fazla yapabildiği şey, kölelerin çektikleri acıları ılımlandırmaya yönelik telkinlerdir. Aslına bakılırsa bu durum bile dinlerin insan yapımı olduğunun bir göstergesidir. Semit Dinlerinin en büyük paradokslarından biri de işte budur: Görünüşe bakılırsa “kadir-i mutlak” nitelikteki Yahve, Rab ya da Allah, Kölelik gibi utanç verici bir statüyü ya kaldırmak istememiştir ya da kaldırmaya gücü yetmemiştir. Semit Dinlerinin Tektanrıları Köleliği kaldırmak istemediyse onların adil, eşitlikçi, hakkaniyetli bir güç olmadığı ortadadır. Kaldırmaya gücü yetmediyse o zaman bir kadir-i mutlaktan söz etmek yersizdir.

Geçmiş bölümlerde de dikkat çektiğimiz gibi, aslında tıpkı kölelik gibi Tarihin tozlu sayfalarında çoktan yerini alması gereken bu iki çağdışı dinsel ideolojiye yönelik eleştirilerimiz, soyut bir din düşmanlığı değildir. Her ne kadar Hıristiyanlık Batı’da iktidara gelme olasılığını sonsuza kadar yitirmiş olsa da İslam ideolojisi, Şark Toplumlarında Batılı Emperyalistlerin de desteğiyle hâlâ iktidar zemini bulabilmektedir. Bu ideolojinin kayıtsız şartsız siyasi iktidarı elinde bulundurduğu toplumlarda, 21’inci Yüzyıl’da inanması zor olsa da, Kölelik kurumu da dahil olmak üzere 1400 yıl önceki Hicaz Yarımadası Arap Toplumunun bütün ölü uygulamaları birden canlanabilmektedir. IŞİD’in 2014 yılında ele geçirdiği Musul’da köle pazarları kurup kadınları satması bunun en bariz kanıtlarından biridir.

O halde Türkiye topraklarında yürüttüğümüz devrimci mücadelemizin bu verili aşamasının bizlere yüklediği görevlerden biri de; insanlarımıza karşı soyut ve sahte bir din toleransı sergilemek değil, onlara dinin gerçeğini, özünü anlatmaktır. Bundan da önemlisi, insanlarımızı dine yönlendiren koşulları ortadan kaldırmak için yürüttüğümüz siyasi ve ekonomik mücadeleye dört elle sarılmaktır. Bu mücadelenin lokomotifi ise Türkiye’nin Eneski İdeoloji Partisi olan Halkın Kurtuluş Partisi’dir.

31 Temmuz 2024