Köy Enstitüleri: ‘‘Bir Ütopinin Ürünü’’
Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın kazanılmasından sonra sıra toplum yaşamında köklü değişimler yapmaya gelir.Silahla kazanılan bağımsızlığıneğitim yoluyla teminat altına alınıp toplumun aydınlatılması gerekmektedir. Çünküo zaman nüfusun yaklaşık yüzde 90’ı okuryazar değildir. Özellikle okuryazar kadın yok denecek kadar azdır.
Anadolu’nun bahtı karadır. İstanbul’da saray çevresi ve devleti yönetenler dünyada görülmeyen bir saltanat sürerken, Anadolu insanı Ortaçağ karanlığında bir yaşama terk edilmiştir.
Ayrıca ülkede Osmanlı Devleti’nden kalma üç farklı eğitim sistemi uygulanmaktadır. Bunlar medreselerde uygulanan dinsel eğitim, azınlık ve yabancı okullarda uygulanan milliyetçi eğitim ve klasik Tanzimat okullarında uygulanan Batılı tarzda eğitimdir. Doğal olarak uygulanan bu üç farklı eğitim de farklı insan tipleri yetiştirmekteydi.
1923’teki burjuva devrimi de kendi insan tipini yetiştirmek için adımlar atar. Bunun en somut adımı 3 Mart 1924’te çıkarılan Öğretim Birliği Yasalarıdır. Yıllar içinde çalışmalar kesintisiz devam eder ve Anadolu aydınlanmasının meşalesi olan Köy Enstitülerinin destanının yazılma sürecinegelinir. Busüreçte genç yaşta ölen genç bakan MustafaNecati unutulmamalıdır. Şimdi de bu destanın yazılış aşamalarını görelim:
Mustafa Kemal’in silah arkadaşı Kurmay Albay Saffet Arıkan 1935 yılında Milli Eğitim Bakanlığına getirilir. O da eğitimle ilgili yazılarından düşüncelerini bildiği ve kendi düşüncelerine yakın bulduğu İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğüne atar.
Kendisi de bir köy çocuğu olan Tonguç’un yaptığı ilk çalışma “Türkiye’de İlköğretimin Durumu Nedir?” çalışmasıdır. Çalışma bir rapor haline getirilir ve 1935 yılı sonlarında Bakanlığa sunulur. Raporda eğitim alanında hem sorunlar sergilenir, hem de çözümler önerilir. Özellikle o zaman nüfusun % 80’inin yaşadığı köylerdeki durum vahimdir. Raporun ortaya çıkardığı gerçek, kara bir tablodur. Bu kara tablonun iyileştirilmesi için de şuöneriler sunulur:
35 bin okulsuz köyün okullaşması için uzun süre beklenmemelidir. Mevcut sistemle sorun ancak 80-100 yılda çözülebilir.
Az nüfuslu köyler için geçici de olsa farklı bir çözüm bulunmalıdır.
Köyde iyiye doğru değişiklik yapabilecek okul açılmalıdır. Bu değişikliği yapabilecek yeni tip öğretmen yetiştirilmelidir. Kalkınmada lider özelliği olan öğretmen yetiştirilmelidir.
Türkiye bütçesi eğitime çok kaynak ayıramamaktadır. Bu nedenle okul yapımında yeni yöntem bulunmalıdır. Köylünün katkısı düşünülebilir.
Mevcut okullar sistemi kentler için devam edebilir. Ama ihmal edilmiş geniş kitle için -o zaman köyde yaşayanlar- o kitleye öncelik veren, sadece o kitle ile ilgili yeni bir sistem kurulmalıdır.
Küçük köyler için eğitmen yetiştirilmelidir. Bunlar askerde onbaşı, çavuş olmuş yetenekli gençlerden seçilecektir. 6-7 aylık kurstan sonra ilk üç sınıfı okutmak üzere kendi köyüne veya yakın köylere gönderilecektir.
Büyük köyler için beş yıl süreli Köy Öğretmen Okulları açılmalıdır. Buralara sadece köy çocukları alınmalı, buradan çıkan öğretmenlerin aynı zamanda köy lideri olması gerektiğinden, öğrenim programlarına tarım ve teknik dersler de konulmalıdır. Köyler için öğretmenlerin dışında köye yarayışlı başka elemanlar dayetiştirilmelidir. Sağlık memuru, ebe vb.
Öğretmen Okulları parasız yatılı olmalıdır.
Bütün bu saptamalar ve yapılan öneriler ışığında1936 yılında Eskişehir-Mahmudiye’de ilk eğitmen kursu, 1937’de Köy Öğretmen Okulları açılarak deneme, hazırlık dönemi başlatılır. Edinilen deneyler yeter görülerek yapılabilecekler yasalarla kesinleştirilir.
17 Nisan 1940’da ise Köy Enstitüsü Yasası çıkarılır. Burada şunu da belirtelim ki bu yasa 426 milletvekilinin 146’sı oylamaya katılmadığından, 278 oyla çıkar. Meclisteki oylamaya katılmayanların sayısı sonraki süreçte bu kurumların kapatılmasında büyük rol oynayacaktır.
Zaten Köy Enstitüleri,Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı’nın “Türkiye Köyü ve Sosyalizm” adlı kitabında dediği gibi;‘bir ütopi ürünü idi’ ve İkinci Cihan Savaşı’na girmeksizin, ezeli ve anadan doğma bezirgân ve ağa ekonomik baskısı altında ekmek sıkıntısına düşen iktidar’ın, “KÖYLÜNÜN ŞEHİRE AKINI” tehlikesine karşı açılmıştı.(Derleniş Yayınları, age., s.45)
Bu kurumların açılmasıyla ilgili yasanın görüşüldüğü Meclis oturumlarında sert ve bir o kadar da yürek burkucu tartışmaların olduğunu da belirtelim. Örneğin Hikmet Kıvılcımlı aynı kitabında şunu aktarır: “Daha kurulurken büyük arazi sahiplerinin Emin Arslan’ı Eskişehir Milletvekili Büyük Millet Meclisinde sormuştu. ‘Köy çocuğu yerde yatarken karyolada yatmaya alışınca, biz bunun altından nasıl kalkacağız?’”
Milli Eğitim Bakanı, sonra bu yüzden Komünistlikle itham edilerek gözyaşı döke döke kahrından ölecek Hasan Âli Yücel, CHP’nin ütopisini “köylüyü sınıf mücadelesinden alıkoymak”diye özetledi:
“İçtimai bir sınıf meselesi mevzubahis değildir. Zaten köylü ve çiftçilik partimizin programında da esasen sınıf ve imtiyaz kabul etmez.”
“Emekle meşgul olan vatandaşlarımızın çocuklarını okutmak için, onların hayatından başka bir hayatla ülfet etmemesini istediğimiz ve o bakımdan yetiştirdiğimiz insanları… bilgi ve melekelerle teçhiz edip şehre akın eder vaziyete getirmek değildir.” (Kâfi! sesleri. Allah muvaffak etsin.) (“Meclis Müzakereleri”, ULUS, 19.4.1940)”(age., s.48)
Yine bir tartışma da,kadının toplumsal etkinliklerden dışlanması anlamında yapılan köy kadınlarının imeceye katılmaması önerisi ve Erzurum Milletvekili Nakiye Elgün Hanım’ın bu maksatlı öneriye şiddetle karşı çıkarak kabul edilmesiniönlemesiydi.(www.ismetinonu.org.tr/(İsmet İnönü ve Köy Enstitüleri Yazan: Prof. Dr. Seçil Karal Akgün)
*Köy Öğretmen Okulu olarak açılanlar Köy Enstitüsüne dönüştürülür. Sayıları hızla çoğalır. 19 Haziran 1942’de Örgütlenme Yasası, 1943’de Sağlık Elemanı Yetiştirme Yasası çıkar. 1942’de sistemin üst kurumu olan Yüksek Köy Enstitüsü açılır. Böylece köylerde uygulanacak okullaşma sistemini de içine alacak olan Köy Eğitim Sisteminin “Köy Enstitüler Sistemi” yasal dayanakları tamamlanmış olur.
Yazıdan-Kâğıttan uygulamaya geçirilecek olan Köy Enstitüler Sistemi’nin en önemli amacı ise köylünün kul olmaktan çıkarılmasıdır. Bunu da bu destanın en önemli mimarıolan İsmail Hakkı Tonguç, “Canlandırılacak Köy” adlı kitabında şöyle tespit eder:
“Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi, mihaniki bir surette (mekanik olarak) ‘köy kalkınması’ değil manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köyü öylesine canlandırmalı ve şuurlandırmalı ki, hiçbir kuvvet, yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler… Köy meselesi bu demektir.” (İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy, 1939, s. 88; Aktaran: N. Altunya, agy)
Gördüğünüz üzere amaç böylesine kutsaldır. Köylünün sömürülmesinin önlenmesi, kulluktan kurtarılması, hayvanlık konağından çıkarılmasıdır.
Bu yeni eğitim sisteminde, devletin hazinesinden bir kuruş çıkmadan, yoksul köy çocukları okullarını yapıyorlar, üretim araçlarını yapıyorlar, kendi geçimlerini sağlıyorlar, giyimlerini üretiyorlar ve çağdaş kültürle donatılarak kendi köylerine ya da başka köylere gönderiliyorlar. Ve hem çağdaş kültürle donanıyorlar; yani tüm Batı klasiklerini okuyorlar, hem de üretim tekniklerini öğrenerek, kavrayarak köylerine gidiyorlar. Yani ağalığın elinden halkı kurtarmaya, köy çocuklarını, halk çocuklarını kurtarmaya çabalıyorlar.(Hikmet Kıvılcımlı Anmaları-Nurullah ANKUT’tanalıntı)
Gelin bu çoban ateşlerinin aldıkları eğitimi de biraz daha yakındantanıyalım.
Köy Enstitüleri bölgesel kurumlar olarak yapılandırıldı. Türkiye, Köy Enstitüleri bölgelerine ayrılıyordu. Kaç enstitü açılmışsa Türkiye o kadar bölgeye ayrılıyordu. Her enstitünün 2-4 ilden oluşan bölgesi vardı. Enstitü, öğrencilerini bölgesi köylerinden alır, kendi bölgesinde görevlendirirdi. Genel planlamaya uygun olarak bölgesinin planlamalarını kendi yapardı. Zorunlu hizmet koşulu da olduğundan planlamayı aksatmadan yürütmek zor olmazdı.
Birer aydınlatıcı ve üretici bilim kurumları olan bu enstitülerde; bilimsel ve uygulamalı eğitim uygulanıyordu. Köy Enstitüleri deyince akla ilk olarak iş eğitimi gelir. Tonguç’a göre iş:
“Değer elde etmek amacı güdülen maksada uygun etkinliktir.”
Üretim amaçlıdır.
İş Eğitiminin amacı:
“Çocuğu toplumun çalışma hayatına katıldığı zaman etkin bir yurttaş olarak yaşayabilecek duruma getirmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için çocuğu tanımak onun yaratılışına uygun iş şekillerini bilmek lazımdır.”
Köy çocuklarına verilen genel ve mesleki kültür sayesinde bu çocuklar köylerinde saygın, fikirleri sorulabilecek kimseler haline geliyordu. Enstitülerin açılacakları yerler, bu yerlerin coğrafya özelliklerine göre verilebilecek mesleki bilgiler, hepsi ayrı ayrı tasarlanmıştır.
Enstitülerin örgütlenmesi imece şeklinde olmuştur. Köylerdeki okulların, işliklerin (atölyelerin) öğretmen evlerinin yapımı ve donanımı da köy halkının devletle işbirliğiyle halinde gerçekleşmiştir.
Köy Enstitülerinde üzerinde en çok durulan, olmazsa olmaz olarak düşünülen konulardan biri öğrencilere okuma alışkanlığı kazandırmaktır. Bu alışkanlık sayesinde düşünen eleştiren sorgulayan gençler yetiştirilmiştir.
Enstitülerde demokrasi eğitimi veriliyordu; demokrasi yaşatılarak öğretiliyordu. Öğrenciler enstitülerin işleyişi ile ilgili kararların alınmasına katılıyorlardı. Seçimle işbaşına gelen öğrenci başkanlığı sistemi ve sıra ile yapılan haftalık nöbetlerle sanki enstitüler öğrenciler tarafından yönetiliyordu. Öğrenciler çok geniş iş alanlarındaki bütün işlerin yürütülmesi sürecine katılıyorlar, sorumluluğu üstleniyorlardı. 1000 kişilik bir enstitüde hizmetli sayısı 3’ü 5’i geçmezdi.
Hafta sonlarında tüm öğrenci ve öğretmenlerin katılımıyla Değerlendirme Toplantıları yapılırdı. Bir hafta içinde yaşanan olaylar ve konular gündeme getirilir, görüşülür, eleştirilir ve değerlendirilirdi. Eleştiri-özeleştiri yapma, eleştirilere katlanma, değerlendirme ve sonuç alma gibi kazanımlar öğrencilere veriliyordu.
Enstitülerde sanat(müzik, tiyatro) ve spor eğitimi verilirdi. Köy Enstitülerinin vazgeçilmez eşyası mandolin idi. Öğrenciler tüm klasik parçaları dinler, bestekârların yaşamlarını öğrenirlerdi. Anadolu’nun bozkırlarında Mozart, Vivaldi ve Bach ezgileri yankılanırdı.
Köy Enstitülerinde eğitim süresi 5 yıldı. Derslerin yarısı kültür dersleri, öbür yarısı ise tarım dersleri ve çalışmalarıyla teknik dersler olarak 3 grupta verilmiştir.
Köy Enstitülerindeki derslere 1943 yılında çıkarılan yasayla sadece erkek öğrencilerin alındığı sağlık bölümleri de eklendi. Bu bölümlerde 3. Sınıfı bitirenler 2 yıllık eğitim sonunda Köy Sağlık Memuru olabiliyordu. Böylece, enstitülerde kırsal kesim için sağlık memuru yetiştirilmeye de başlandı.
Anayasadaki fırsat eşitliği maddesi dikkate alınarak, enstitülere 5 yıllık köy ilkokulunu bitirmiş, sağlıklı, yetenekli çocukların kız erkek farkı gözetilmeksizin, eşit koşullarda sınanarak alınmaları sağlanmıştır. Yani karma eğitimvardı.
Öte yandan, kızlar için tasarlanan ve Sağlık Bakanlığı tarafından açılması öngörülen ebe okulları tasarısıysa kâğıt üzerinde kaldı.
Peki ya bu kurumlardaki öğretmenlerin görevleri neydi? Bir de onlara bakalım:
Enstitü öğretmenleriningörevleri ise ikiye bölünmüştü.
Bunlardan ilki okul ve kurslarla ilgili görevlerdi. Öğrencilere teorik derslerin yanı sıra, okul, kümes, ahır yapımından hayvan bakımına kadar uzanan uygulamalı öğretim vermeye, onlara okulların yapılaşmasını, işletmeciliğini öğretmeye, okula özgü arazinin iyi işlenmesini sağlamaya, tarım işlerinin bilimsel yöntemlerle yapılması için yörelerinde örnek bağ, bahçe, atölyeler oluşturarak bu konudaki bilgileri köylülere de aktarmaktan, öğrencilerin sağlığını gözetmeye kadar uzanıyordu.
Yapım işlerini yönetmek de öğretmenlerin bir başka göreviydi. 20-60 yaş arasında kadın-erkek bütün köylüler, öğretmenin yönetiminde yılda 20 gün imece yöntemiyle çalışarak gereken yapılaşmayı bitireceklerdi.
Öğretmenlerin köy halkını yetiştirmekle ilgili görevleriyse, köylüyü üretimini daha verimli kılabilmek için bilgilendirmek başta gelmek üzere, civardaki tarihi kalıntıların ve doğal güzelliklerin değerini öğretip korunması konusunda bilinçlendirmeyi de içeriyordu. Köylerin durgun yaşamını canlandırmak için düğünler, bayramlar gibi çeşitli olanaklarda törenler, eğlentiler düzenlemek, çocuklara müzik aletleri çalmayı öğretmek, yüzücülük, kayak, atıcılık, güreş gibi spor alanında yetenek ve beceriler kazandırmak ve bunları dinletiler, yarışmalar şeklinde köy halkına da göstermek gibi noktalar da öğretmenlerin görevlerindendi.
Bu hizmetler karşılığında öğretmenler, 20 lira aylıkla göreve başlatılacak, her birine kendilerinin ve ailelerinin geçimine yetecek kadar toprak, tohum vb. de verilecekti. (İsmet İnönü ve Köy Enstitüleri, Yazan: Prof. Dr. Seçil Karal Akgün)
Yukarıda da gördüğümüz gibi bu aydınlanma yuvalarının kuruluş amacı, buralarda verilen eğitimin nitelikleri ve öğretmenlere yüklenen görevler köylünün sömürülmesinin önlenmesi, kulluktan kurtarılması ve hayvanlık konağından çıkarılması mücadelesinin bir parçasıdır.
Bu kurumların mimarları İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel de böylesine yurtseverce idealleri gerçekleştirmek için bu işi canla başla yerine getirmeye çalışmışlardır. Mustafa Ekmekçi’nin dediği gibi;“Batılıların Türk Pestalozzisi diye adlandırdığı değerli eğitimbilimcimiz İsmail Hakkı Tonguç zulmün ve haksızlığın her çeşidine uğratılmıştı. Eğitim düşmanlarının saldırılarına ulu bir çınar sessizliğiyle katlanan bu eşsiz insan Sokrates gibi çevresine aydınlık saçmakla devam ediyordu…”
Tabiî özellikle bu nitelikte olan İsmail Hakkı Tonguç gibi bir eğiticinin, bir halk şefinin, Ortaçağcı güçler tarafından kabullenilmesi mümkün değildir.
Ortaçağ artığı Tefeci-Bezirgân Sınıf, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Finans-Kapital ile ittifak kurmuştur.Ve 1930’lu yılların ikinci yarısından itibaren ekonomideki egemenliğini perçinleyen bu gerici ittifak kaçınılmaz olarak üstyapıya da el atmıştır. Eğitim de bir üstyapı kurumu olduğu için bu canavarca etki bu alanda netçe görülmektedir.
Çok geçmez, bu topraklarda sömürgenlerin oldum olası kullandığı “din elden gidiyor” ve uçkur peşkir saldırıları başlatılır. “Hür Basın” da buna aracılık eder.
Tabiî komünistlik suçlaması bu ikili saldırıyı tamamlar. Köy Enstitüleri “komünist yuvası”dır artık. Özellikle de II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın bitiminden sonra Amerikan Emperyalizminin Türkiye’ye girişi ile birlikte…(Köy Enstitüsü mezunu Ayten GEZER Öğretmenimiz şu acıklı anekdotu sürekli anlatır.1937’de dünyaya gelir ve 1950 yazının son günlerinde kendini Arifiye Köy Enstitüsü’nün sıcak havasında buluverir. Ne yazık ki bu okul macerası kısa sürer. Bir öğretmenin denetiminde, uzun süreli bir tren yolculuğuyla bu sefer Kızılçullu Köy Enstitüsünde buluverir kendini. İki yıl bu okulda kalır. Yıl 1952… Türkiyegerici DP iktidarı eliyle NATO’ya girer ve İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü binaları da NATO’ya karargâh yapılır. Buradaki öğrencilerin bir kısmı Bolu’ya bir kısmı da Trabzon/Beşikdüzü’ne gönderilir.)
Köy Enstitülü öğretmenler komünistlikle suçlanarak tutuklanır. Üstelik Köy Enstitüleri gözden ırak “fuhuş yuvaları”dır. Enstitülerin çöplerinden ceninler çıkar vb. Kız öğrencilerle ilgili spekülasyonların, yalanların ardı arkası kesilmez.
Yukarıda belirtildiği gibi, gösterilen onca titizliğe rağmen yalanlar sürdürülür, saldırılar gittikçe tırmandırılır. Ne yazık ki bu saldırılar karşısında daha İnönü’nün “Milli Şef” olduğu Tek Parti döneminde İlköğretim Genel Müdürü Tonguç ve Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel görevden alınırlar (1946). Oysa aynı İnönü, daha birkaç yıl önce, 1942’de, Köy Enstitüsü sayısının bir yıl sonra 40’a, ertesi yılsa 60’a çıkarılmasını tavsiye etmiştir. Şimdi enstitülerin kalbini söküp almaktadır. Bu bir bakıma Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla eşdeğer bir darbedir. Demagoji, yalan, dolan tutmuştur…
Hasan Ali Yücel’in yerine Milli Eğitim Bakanı olarak getirilen Reşat Şemsettin Sirer, Enstitülerin kapatılması sürecini başlatır.Köylerde görev yapan enstitülü öğretmenlerin kurumları ile ilişkisi kesilir. Ellerinden araç gereçleri alınır. Yüksek Köy Enstitüsü, 1947–1948 öğretim yılında kapatılır. Öğrencilerin yönetimde söz sahibi olmalarına son verilir. Ders dışı çalışmaları kısıtlanır. Karma eğitime son verilir. Enstitüde okuyan kız öğrencileri iki enstitüde toplanırve kız öğrenci sayısındaçarpıcı birazalma yaşanır: 1944-45 döneminde 1475 olan kız öğrenci sayısı 1948’den başlayarak 1000’in altına iner.Enstitü kitaplıklarında sakıncalı görülen kitaplar ayıklanıp yakılır. (Ortaçağcı güçlerin Nazi faşizmi kendini burada gösterir.)
1950 seçimlerinden sonra Demokrat Partinin ünlü demagogu Tevfik İleri Bakan olur. 1954 yılında, daha önceden ilkeleri değiştirilen Köy Enstitülerinin adı da kaldırılır.Nihayet Finans-Kapital+Tefeci-Bezirgân ittifakının siyasi yansıması DP iktidarı, Köy Enstitülerinin güdükleştirilmiş haline bile 4 yıl dayanabilir ve 27 Ocak 1954’te kapatılma fermanını yayımlarlar.Köy Enstitüleri destanı da ne yazık ki böylece son bulur.
Bu acı sonu bir de Hikmet Kıvılcımlı’dan dinleyelim:
“İkinci Cihan Savaşı boyunca Köy Enstitülerinden köye eğitim ve üretim götürecek köy çocukları çığ gibi ilerlediler. Savaş bittiği gün 14464 öğrencisi olan Köy Enstitüleri hemen dizginlendi. Öğrenci sayısı 1948-49 yılı 12017’ye düştü; 1951-52’de yeniden 13173’e çıktı. O zaman DP iktidarının şantaj ağalığı harekete geçirildi; Enstitüler aleyhine çıkarılan korkunç iftiralarla zemin hazırlandı. Ve Milli Eğitim Bakanlığının alesta bekleyen ırkçı kadrosu baskın yaparak o iftiraların en iğrençlerini zorla belgelemeye çalıştı. Bu da yetmeyince, köyün son umudu vurulup kırıldı.
“Köy Enstitülerinin 12193 öğrencisi ansızın gökte yaralanmış kuşlar gibi kan içinde yerin dibine doğru düşürülürken, insafsız avcının yeraltında olgunlaştırdığı “İmam-Hatip Okulları” birden 846 öğrenci ile ağaların emrine geçip yükseliverdi. 1954-55 yılı İmam okullarının 2 yıllık öğrenci sayısı, Cumhuriyetin kurulduğu günden beri tıknefes bırakılmış olan 25 yıllık Tarım okulları kadar öğrenci besliyordu.”
Sonuç
Köy Enstitüleri, Birinci Kuvayimilliye Devrimcilerinin yüz akı reformlardan birisidir. İnönü de bunu vurgulamış,“Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi, en sevgilisi sayıyorum”, demiştir. Gerçekten de gerek çıkış noktası, gerekse yetiştirdikleri bakımından övünülecek kuruluşlardır Köy Enstitüleri. Pek çok köy kökenli yurtsever aydın, halk adamı yetişmiştir: Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu, Mehmet Başaran ve daha birçokları gibi…
Ne var ki, eğitim bir üstyapı kurumudur. Toplumsal yaşamda belirleyici olan üretim ve sınıf ilişkileridir. Gerici Finans-Kapital+Tefeci-Bezirgân ittifakı ve emperyalist baskı karşısında Köy Enstitülerinin dayanması mümkün değildi.
Ancak, Birinci Kuvayimilliye Devrimcilerinin bu iyi niyetli, bize has çabalarının küçümsendiği düşünülmesin. Tersine çok büyük bir girişimdir. Keşke daha çok Köy Enstitüsü kurulabilse, keşke daha çok mezun verebilse ve keşke kapatılmasalardı.
Bugün Türkiye’nin köy ve kent nüfusu neredeyse tersine döndü. Zaten gerici iktidarlar tarımı bitirdiler, köy yaşamını güdükleştirdiler. Bu anlamda Köy Enstitüleri bugün eski haliyle kalsalar bile işlevsel olamazlardı. Ancak, biz devrimciler için daima örnek alınacak eşsiz bir eğitim modelidir ve hep saygıyla hatırlanacaktır. Unutulmasın ki devrimciler ilerici adımları her zaman desteklerler. Tıpkı 77 yıldır olduğu gibi… (Halkın Kurtuluş Yolu 17 Nisan ile ilgili makaleler.)
Bursa’dan Eğitim Emekçisi bir Yoldaş