Site rengi

Tasarım

Köy Enstitüleri’nin 84. Kuruluş Yıldönümünde, Tonguç Baba’nın Laik, Bilimsel, Parasız Demokratik Eğitim Ülküsüne Bu Ülkenin Gerçek Devrimcileri Sahip Çıkıyor!

27.04.2024
509
A+
A-

Prof. Dr. Özler Çakır

Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın zaferi üzerine kurulan Laik Cumhuriyet’in “Eğitim Devrimi” olan Köy Enstitüleri’nin 84. kuruluş yıldönümü, 17 Nisan 2024.

Mazlum Anadolu Halklarının “Kadim Doğu Gericiliği”ne ve emperyalizm denen azgın sömürgen “Batı Gericiliği”ne karşı verdikleri bağımsızlık savaşı zaferle sonuçlanmış ve Cumhuriyet Bayrağı göndere çekilmişti ancak Cumhuriyet devrimcilerinin işi zordu. Çünkü onlar bu her iki gericilik cephesinin kaçınılmaz mirası olan geri bir ekonomi, geri bir toplum, geri bir eğitim devraldılar.

Bu nedenle, Genç Cumhuriyet’in Eğitim Devrimcileri Mustafa Necati’ler, Hasan Âli Yücel’ler, İsmail Hakkı Tonguç’lar canla, başla işe koyuldular.

Osmanlı Derebeyliğinin egemen sınıfı olan Tefeci-Bezirgân sermayenin halkı din ile afyonlayan medrese eğitimini, İsmail Hakkı Tonguç içi yanarak dile getiriyordu, “Canlandırılacak Köy” anıt eserinde:

“Osmanlı medreseleri de verimli vadilerin içine dizilmiş köylere kadar yayılmıştı. Bu kurumlarda yetişenler aynı zamanda, camilerin birer şubesi gibi yanı başlarında açılan dinsel ilkokullarda hocalık, öğretmenlik yapıyor; bu okullara devam eden çocuklara anlamadıkları bir dille (Arapça) yazılmış Kuran’dan parçalar öğreterek İslam dinine bağlılığı ve devlete itaati vazife bilen, aklının erdiğine değil, dinin emrettiğine uyarak hareket eden çocuklar yetiştiriyorlardı.”( age, s. 105)

“Medrese öğrencileri, okudukları ders konularını teşkil eden problemlerin aslını ve metnini anlamadan onları şerh etme görüntüleriyle yıllarca boş vakit geçirdiler, öğretimde muhakame-problemlerin aslını ve metnini anlamadan onları şerh etme yönünün işletilip geliştirilmesine hiç önem verilmediği için medrese öğrencileri, okutulan her şeyi ezberlemek zorunda kalıyorlardı. Ezbercilik, skolastiğe bağlı kalış, gözlem ve araştırmaya hiç yanaşmayıp medrese mensuplarını gerçek hayattan uzaklaştırmış, onları en basit tabiat olaylarını göremeyecek, bunların kanunlarına nüfuz edemeyecek bir duruma düşürmüştür. Bunun sonucu olarak onlar, tabiatla ilgili en basit olayları bile cinlerin, perilerin, kanatlı ve gizli mahlukların tesiriyle izaha kalkışmışlar, bu kanaatlerini eğitmekte oldukları çocuklara ve halka da aşılayarak kendileriyle birlikte cahil ve mütenasip insan yığınları yetiştirmeye başlamışlardır.” (age, s. 106)

1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde, Osmanlı İmparatorluğunda eğitimin genel durumunu şöyle özetler:

“İmparatorluğun nimetlerine kavuşmuş olanlar, kendi çocuklarını ecnebi okullar veya hususi öğretmenler vasıtasıyla okutup devletliler arasına sokabiliyorlar; kasaba eşrafı ile köy ağalarının çocukları da kendilerine türlü türlü menfaatler sağlayan medreseler vasıtasıyla toplumu sömürecek bir şekilde yetişebiliyorlardı. Geriye kalan yoksul halkın ve köylülerin okuyup adam olmaları zaten istenilen bir şey değildi. Bunlar da okudukları takdirde idareci ve sömürücü sınıfa hizmet edecek insan bulunamayacağından korkulmaktaydı. Hem, sonra bu uyanmış halkı kim idare edecekti? düşüncesi, okuryazarlar sınıfına katılanların aklına geldikçe onlara sıkıntı veriyordu. Fertleri din afyonu ile uyuşturulmuş, ağaya ve devlet menfuruna tapınan insan haline getirilmiş cemiyette, düzeni bozmanın manası var mıydı?” ( age, s. 191)

Kıvılcımlı Usta’nın deyimiyle, Anadolu Halkına yüzyıllar boyu gün yüzü göstermeyen iki büyük kahredici, baş belası güç olan Emperyalizmin yani Cihan Finans-Kapitalizminin ve Saltanatın yani Osmanlı Tefeci-Bezirgânlığının ülkeyi düşürdüğü içler acısı durum buydu!

O nedenle, “Köylü insanı öylesine canlandırılmalı ve bilinçlendirilmeli ki, onu hiçbir güç kendi hesabına ve insafsızca sömüremesin. Ona köle ve uşak muamelesi yapmasın. Köylüler bilinçsizce ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler” ülküsü ile kolları sıvadı İsmail Hakkı Tonguç, nam-ı diğer Tonguç Baba.

O nedenle “Cumhuriyetin halletmeye mecbur olduğu en büyük iş, toprak meselesidir. Bu iş düzenlenmedikçe, Türk halkını mes’ut bir hale getirmenin imkânı yoktur”, dedi.

O nedenle bir yaşam adadı “Canlandırılacak Köy” sevdasına; Laik, Bilimsel, Parasız, Demokratik Eğitim ülküsüne; kavruk, ezik, her türlü zulme uğrayan mazlum Anadolu çocuklarından, Laik Cumhuriyet’i, modern tarımı, örgütlenme bilincini, laik ve bilimsel eğitimi Anadolu Köylüsüne taşıyacak bilimli, bilinçli, Halk Önderi Öğretmenler yaratmaya.

(Abidin Dino’nun çizimiyle İsmail Hakkı Tonguç)

Cumhuriyet tarihimizin en önemli, en özgün eğitim ve öğretmen yetiştirme deneyimi olan Köy Enstitüleri fidanı, Laik Cumhuriyet’in Eğitim Devrimcileri Hasan Âli Yücel’lerin, İsmail Hakkı Tonguç’ların ellerinde yeşerdi, boy attı, Anadolu bozkırlarına bir hayat ağacı oldu.

Mazlum Anadolu Halklarının “Kadim Doğu Gericiliği”ne ve emperyalizm denen azgın, sömürgen “Batı Gericiliği”ne karşı verdikleri bağımsızlık savaşının zaferi ile taçlanan   Cumhuriyet’in eseri, laik ve bilimsel eğitimin can damarı Köy Enstitüleri’nden neden bugünlere, her biri Peşaver Medreselerine dönüştürülen eğitim kurumlarına gelinmişti?

Çünkü tüm Doğu Toplumlarında olduğu gibi ülkemizde de kökleri tâ derinlerde olan ve en ücra köylerde bile toplumun her zerresini ayrık otu gibi sarmalamış olan asalak ve sömürgen Antika sermaye sınıfı, Batı’daki burjuva devrimlerinde olduğu gibi tamamen yok edilemedi. Toprak devrimi (Demokratik Devrim) yapılamamıştı. Dolayısıyla gericiliğin temeli sosyal sınıflar, derebeylik artıkları, dipdiri duruyorlardı ve halk içinde ekonomik ve toplumsal bakımdan güçlü kaldılar.

Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından, kısa bir süre sonra, devrimci barutunu tarihsel olarak yitirmiş olan ve artık Finans-Kapital aşamasına erişmiş bulunan burjuvazi iktidara iyice yerleşti. Hem de tasfiye edemediği Ortaçağ artığı Tefeci-Bezirgân Sermaye ile ittifak yaparak.

Ve böylelikle karşıdevrim süreci de başlamış oldu. Bu nedenle, halkın yararına olacak her eğitim hamlesi de baltalandı. 1946 yılında, Milli Eğitim Bakanı yapılan Reşat Şemsettin Sirer, “Enstitüleri kuranların belini kıracağım” (Hürrem Arman, Piramidin Tabanı, YKKED yay. 2016, s. 521) diyerek neyle görevlendirilmiş olduğunu alçakça ifade etmekteydi.

Demokrat Parti’nin 1950 yılında iktidarı eline geçirmesiyle birlikte egemenlerin Köy Enstitüleri’ne yönelik saldırıları, kara propagandaları daha da arttı. Yarım kalmış burjuva demokratik devriminin ardından, “Milletin Efendisi”nin köylü değil, kendi sınıf iktidarları olduğunu, sırtlan dişlerini göstererek yaptıkları konuşmalarda dile getirmekteydi, biri Modern diğeri Antika iki gerici sermaye sınıfının Meclisteki temsilcileri.

19.11.1951 tarihinde yapılan T.B.M.M 6. Birleşimi, 2. ve 3. Kapalı oturum tutanakları, Köy Enstitüleri’ne ve onların mimarlarına yönelik hayasızca, ağızlardan salyalar akıtılarak yapılan saldırıları somutça ortaya koymaktadır: (https://www5.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_dergisi_pdfler.birlesimler_gc?v_meclis=11&v_donem=9)

Reşat Şemsettin Sirer şöyle höykürür:

“Kaderin bana bahşettiği bir fırsat, Allanın bir lütfudur ki ilk Tedrisat Umum Müdürü olduğum tarihten beri bu mesele ile yani Türkiye köylerine köyün çocuklarını alarak öğretmen yetiştirmek davasına kendimi vermiş olduğum için, benim bu suretle bu müesseselerin fena gidişini önceden gördüm. Bu bir talih eseridir. (Nasıl gördünüz sesleri) Müesseselerimizi o şekilde gördüm ki; bana mühim bir vazife düşüyordu ve o vazifeyi yaptım ve bana düşen vazifeyi yaparken de sayın arkadaşlarım; zamanın selahiyetlerinden ancak yardım gördüm. Biraz evvel ismi telaffuz edilen adam etrafımı kandırmıştı, iğfal etmişti. (Tonguç baba mı sesleri) Evet Tonguç Baba. Bütün hüsnüniyet sahiplerini, bütün iyi niyet sahiplerini iğfal etmişti. Tonguç babayı def ederken hiçbir mukavemetle karşılaşmadım.

Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri:

“Bu Hakkı Tonguç bir müddet talim terbiyede kaldıktan sonra Atatürk Lisesine Resim Hocası yapılmıştır. Hakkı Tonguç, değil, ilk tedrisat umum müdürü, değil talim terbiye heyeti azalığı, değil resim hocalığı Türk çocuğunun karşısına çıkamayacak kadar bu memlekete hiyanet etmiş bir adam olması sıfatıyla onun oradan tutulup atılması şükür olsun, bize nasip olmuştur. (Bravo sesleri)”

(…)

“Tekrar edeceğim, eğer bir Reşat Şemsettin Sirer gelmemiş olsaydı eski iktidar zamanında Maarif Vekâletine, ben veya benden başka herhangi bir Millî Eğitim Bakanı bu temizliği yapmakta çok daha fazla mücadele edecek, çok daha fazla ter dökmeye mecbur kalacaktı. (Bravo sesleri, alkışlar)”

Ve DP iktidarının Milli Eğitim Bakanı İleri, “Köy Enstitülerini talan etme” ulvi hizmetlerinden dolayı Şemsettin Sirer’e minnetlerini sunar:

Binaenaleyh bu hâdiseyi böylece tebarüz ettirdikten sonra, birçok yerlerde söylediğimi burada tekrar ederek elinde olmayan imkânlara rağmen vazifesini başarmış olmasından dolayı millî eğitim camiası ve memleket adına Reşat Şemsettin Sirer’e teşekkür etmeyi vazife bilirim. Bu münasebetle şu veya bu mücadelemizde köstek değil, destek olabilmek için bize yardım etmesini rica edeceğim.

1950 DP iktidarı ile birlikte karşı devrim süreci hızlanmış, ABD Emperyalizmiyle tam bir göbek bağı kurulmuştur.

DP iktidarı, 17 Nisan 1940 tarihinde çıkarılan kanun ile kurulan Köy Enstitüleri’nin güdükleştirilmiş haline bile 4 yıl dayanabilir ve 27 Ocak 1954’te kapatılma fermanını yayımlar.

Köy Enstitüleri’nin de mezar kazıcıları olan biri Modern diğeri Antika iki gerici sermayenin, Finans-Kapital Zümresi ve Tefeci-Bezirgân Sınıfının iktidardaki temsilcisi Demokrat Parti’nin halka yönelik zulüm politikalarına, gerici uygulamalarına son vermek amacını güden 27 Mayıs Politik Devrimi’ni, devrimci aydın kimliği ile coşku ile selamlar, Tonguç Baba. Jön Türk gelenekli, Mustafa Kemalci Ordu Gençliğinin, halk düşmanı vatan satıcılarına karşı duruşları, ihanet politikalarına dur deyişleri, ağır hasta bedenine bir can suyu olmuştur.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunu olan değerli eğitimci Pakize Türkoğlu, “Tonguç ve Enstitüleri” kitabında, Tonguç Baba’nın 27 Mayıs Politik Devrimi heyecanını şöyle anlatır:

“Uzaktaki arkadaşlarına mektup yazıyor, onlardan mektuplar alıyor, Ankara’da toplanıyorlar, ülke sorunlarını eğitim sorunlarını konuşuyorlardı. Özellikle genç öğretmenler ona gidip geliyor, ‘Neler yapmalıyız?’ diye soruyorlardı. Ölümünden sekiz gün önce, İstanbul’a Şerif Tekben’e şunları yazıyor:

“Canım kardeşim Şerif,

“27 Mayıs’tan beri sana yazmaya niyet ettiğim halde yazamadım… Ortalık biraz yatışınca sıra düşünmeye geldi. Yıkanların bıraktıkları harabe ne olacak? Nasıl bir yapı kurulacak? Aydınlara düşen görev, hazırlanmakta olan yeni Anayasaya girecek maddeleri seçmek, iyi anlatmak, geriliğin yeniden hortlamasını önleyecek tedbirler ortaya koymak. Kendi mesleğimizle ilgili nelerin ileri sürülebileceğini eğitimci eski milletvekillerine, Talim Terbiye Kurulu üyelerine, müfettişlere sordum. Aldığım cevapların özeti: ‘Bunu düşünmedim’ oldu. Bence felaket buradan başlar. Çünkü demokrasi için en büyük tehlike düşünmeyen aydından gelir…”

Ve bir anlamda vasiyeti olacak, Anayasa’da yer almasını gerekli gördüğü ilköğretimle ilgili önerilerini, Tekben’e yazdığı mektupta vurguladığı gibi, devrimci aydın sorumluluğu bilerek hemen hazırlamaya koyulur. Aşağıda bu görüşlerin bir kısmını aktardık:

“1) İlköğretim zorunlu ve parasızdır. Yedi yaşına basan kız ve erkek her çocuk on beş yaşını bitirinceye kadar ilkokula, teknik okullara ve kurslara devam etmeye zorunludur.      

“2) Zorunlu eğitim çağında bulunan her çocuk öğrenim süresince aşağıdaki haklara sahiptir:

“a. hayat okuluna mahsus ilkeleri uygulayabilecek öğretmenlere kavuşmak.

“b. Sağlık koruyucu imkanlar elde etmek.

“c. Modern bir okul binasında okumak ve eğitilmek.

“d. Kitaplıklardan, öğretim araçlarından faydalanmak.

“e. Öğrenim süresi içinde taşıt araçlarından parasız yararlanmak.

“3) İlköğretim-öğretim kurumlarının amacı, öğrencileri Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik bünyesine en uygun bir yolda cumhuriyetçi ve laik yurttaşlar olarak yetiştirmektir.

“4) (…)

“5) Zorunlu öğrenim çağında bulunan çocuklar devlet okullarından başka okul veya dersanelere devam edemezler.” (age, s. 615)

1960 yılında, 8 yıllık temel eğitim önerisini de içeren, 13 maddeden oluşan taslağın öldüğünde çalışma masasının üstünde durduğunu, son nefesini verinceye kadar mücadelesine devam ettiğini belirtir, Pakize Türkoğlu.

Antika ve Modern Parababalarının saldırılarına göğüs geremeyip Köy Enstitülerini gözden çıkaran “Milli Şef” İnönü’yü hiç affetmediği için 1946 yılından sonra onunla hiç görüşmeyen Tonguç Baba’nın ölümsüzlüğe gidişini şöyle aktarır:

“24 Haziran 1960 günü Ankara Hacıbayram Camisinin önü çok kalabalıktı. İnönü de gelmişti. Yapay demokrasi uğruna gözden çıkarılan Köy Enstitülerinin kurucusu İ. Hakkı Tonguç’la 1946 yıkımından sonra ilk kez bir araya geliyordu İnönü. Türk bayrağına sarılı tabutun içinde yatanın ölümsüzlüğünü biliyordu.” (age, s. 608)

27 Mayıs Politik Devrimi’nin özgürlük rüzgarları estirdiği kısa süre bir tarafa bırakılacak olursa, sonraki yıllar, Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşlarının önderliğinde “Tam Bağımsızlık” şiarı ile yürütülen Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın sonucu kurulan Cumhuriyet’in kazanımlarının, değerlerinin birer birer kaybedildiği yıllar oldu. Türkiye her geçen gün biraz daha emperyalizmin kucağına doğru çekildi ve sonunda Batılı Emperyalistlerin yarısömürgesi haline dönüştürüldü.

Köy Enstitüleri’nin kapatılmasıyla birlikte, bir daha asla belini doğrultamayacak hale getirilen eğitim sistemimizde, ABD-AB Emperyalistlerinin Yeşil Kuşak-Ilımlı İslam-Büyük Ortadoğu Projelerinin emperyalist emellerine hizmet edecek uygulama ve düzenlemeler gerçekleştirilmeye başlandı. MEB kurumları, “yabancı uzmanlar, barış gönüllüleri” adı altında CIA ajanlarından geçilmez oldu. Laik-Bilimsel eğitim tırpanlanırken, İmam Hatip Okullarının ve buralarda okuyan öğrencilerin sayıları hızla arttı.

Dünya Halklarının başdüşmanı ABD Emperyalist Haydudu, Ülkemiz için Yeni Sevr demek olan BOP hain planı doğrultusunda, İngiltere ve İsrail ile birlikte, 2002 yılında Muaviye-Yezid, CIA Pentagon-İslamcısı AKP’giller’i bir proje partisi olarak iktidara getirdi. Cumhuriyet Tarihinin en hain, en vatan satıcı, en halk düşmanı, en ahlâksız iktidarı olan “Yüzyılın Felaketi” Ortaçağcı gerici AKP’giller, 22 yıldan bu yana Laik Cumhuriyet’in tüm kurumlarını, tüm kazanımlarını çökerttiler, yok ettiler.

2024 Türkiye’sinde, “Halkı Allah’la Kandırma” ustası AKP’giller iktidarında, Ortaçağcı Faşist Din Devletine doğru giden yolda, 22 yıl boyunca akıl dışı, bilim dışı uygulamalarla “Dindar ve Kindar” bir nesil yetiştirmek üzere okulöncesinden üniversitelere varıncaya değin tüm eğitim kurumlarımız da çökertildi, Laik ve bilimsel eğitimden eser bırakılmadı.

AKP’giller iktidara geldiklerinde, eğitim alanında önlerindeki en büyük engel, 8 Yıllık Kesintisiz Zorunlu İlköğretim idi. Bu nedenle, Mustafa Kemal ve Laik Cumhuriyet düşmanı Ortaçağcı iktidarın bu alandaki doğrudan saldırısı, 1997-98 öğretim yılında uygulamaya koyulan 8 yıllık temel eğitime oldu. Çünkü 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim, halk çocuklarının erken yaşlarda, 1950’lerden itibaren yeniden pıtrak gibi çoğalan İmam Hatip Okullarına mahkûm olmasının, tarikat ve cemaatlerin pençesine düşmesinin önünü kesen; Öğretim Birliği Yasasının ve Laik eğitimin gereğini yerine getirmeye hizmet eden bir uygulamaydı. İşte bu nedenle diş biliyorlardı 8 yıllık kesintisiz eğitime ve onun uygulanmasını sağlayan dönemin MGK üyelerine, Tefeci-Bezirgân Sermayenin iktidardaki siyasi temsilcisi, Muaviye-Yezid, CIA-Pentagon-Washington İslamcısı AKP’giller. Tonguç Baba’nın son vasiyeti olan 8 Yıllık Kesintisiz Zorunlu İlköğretimi, onun ölümünden 37 yıl sonra gerçekleştirenler, Ortaçağcı gidişe dur demek için 28 Şubat 1997 MGK Kararlarını alan Mustafa Kemalci ve Laik Cumhuriyet savunucusu, vatansever askerlerdir.

İşte bu Amerikan uşağı Ortaçağcılar güruhu, 28 Şubat Kararlarına da, o kararları alan MGK üyelerine de var güçleriyle saldırdılar ve onları kriminalize ettiler.

Oluşturdukları bu ortamda, 2012-13 eğitim öğretim yılında 8 yıllık kesintisiz ilköğretimi kaldırarak, yerine hain planları olan 4+4+4 kesintili eğitim modelini uygulamaya koydular. Bu yolla, hedefledikleri gibi, neredeyse tüm eğitim kurumları İmam Hatip okullarından farksız hale getirilirken, zorunlu eğitim çağındaki çocuklarımız, hele de kız çocuklarımız en erken yaşta örgün eğitimi terk etmeye başladılar. Okullaşma oranları gitgide düşerken, yavrularımız Kur’an kurslarına, cemaat-tarikat evlerine mahkûm edildi. MEB, Diyanet İşleri Başkanlığı, Valilikler ve Müftülükler arasında imzalanan protokollerle, HİZMET VAKFI, ENSAR, TÜGVA, İLİM YAYMA CEMİYETİ vb. cemaat-tarikat örgütlenmeleri, okulöncesinden başlayarak tüm eğitim kurumlarımıza hücum ettiler. Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızla yırtıp attığımız Sevr paçavrası ülkemizde Yeni Sevr ile hayata geçebilsin diye, sömürü-talan düzenine karşı çıkacak insan aklı ve gücü Muaviye-Yezid, CIA- Pentagon İslamı ile inmelensin ki düşünemez ve sorgulayamaz hale gelsin diye Öğretim Birliği Yasası’ndan, laik ve bilimsel eğitimden eser bırakmadılar. Önlerine nihai hedef olarak, aynen Taliban Afganistan’ında olduğu gibi, kız çocuklarımızın ve kadınlarımızın okula gitmesini tamamen yasaklamayı koyuyorlar.

Günümüzde, Laik ve Bilimsel eğitim programlarının yerini, okulöncesine kadar “Değerler Eğitimi” yaftasıyla yaygınlaştırılan Ortaçağcı gericiliğin dogmaları; Cumhuriyet Devrimi’nin öğretmenlerinin yerini şeytani ÇEDES Projesinin (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) imamları almış durumda.

Bu proje çatısı altında ardı ardına, her gün bir yenisi ekleniyor okullarımızı şeriat eğitimi veren kurumlara dönüştüren uygulamaların! Yakın zamanda gündem olan birkaçını sıralayalım: Öğrencilerimizi mezarlıklara götürüp mezarları temizlettiler. İmamlar eşliğinde camiye götürülen anaokulu öğrencilerine, camideki cemaate lokum dağıttırdılar. Maket mezara ağıt yaktırılıyor, cenaze namazı kıldırılıyor, şeytan taşlatılıyor, silahlandırılıp “şehitlik mertebesine ulaştırılıyor”, Menemen’de öğrenciler Teğmen Kubilay’ı katleden gericilerin mezarına götürülüyor. Özgür aklıyla düşünüp, sorgulayamayan; korkuyla sindirilmiş, ruh sağlığı bozulmuş, travmalı; dindar ve kindar nesiller böyle yaratılıyor.

Muaviye-Yezid, CIA-Pentagon İslamcısı halk düşmanı hainlerden derleşik bu iktidara, Laik ve Bilimsel eğitime vurdukları darbeler yetmiyor. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında, Ortaöğretim Genel Müdürlüğü koordinasyonunda Temel Eğitim Genel Müdürlüğü ve Din Öğretimi Genel Müdürlüğü  ile birlikte, 2023 yılı Kasım ayından itibaren, 2024-2025 eğitim öğretim yılında okul öncesi, 1, 5 ve 9’uncu sınıflardan itibaren kademeli şekilde uygulamaya koymayı planladıkları ve özlemini çektikleri şeriat eğitiminin önünü daha da açacak yeni bir Ortaçağcı gerici saldırı programı hazırlamaya başladılar.

AKP’giller’in Reisinin verdiği talimat doğrultusunda, “sadeleştirme” katakullisi ile MEB’e bağlı eğitim kurumlarının eğitim programlarına, okulöncesinden başlamak üzere ilkokul 1, 2 ve 3. sınıflarda din derslerinin eklendiği, din dersi saatlerinin arttırılarak, biyoloji dersinin içeriğinden “evrim teorisi”nin kaldırılarak Ortaçağcı “yaratılış” dogmasının eklendiği, ortaöğretim matematik dersi konuları arasından “integral”in çıkarıldığı, “kümeler” ve “mantık” konularının içeriğinde de “sadeleştirme” yapılıp derslerin sınıflarının değiştirildiği, kısacası Laik eğitimin kalbine bir bıçak darbesi daha vurmaya hazırlanıldığı hain planının haberleri yer alıyor basında.

Üniversitelerimizde de durum farklı değil. Adlarının önünde “Prof.”, “Doç.” yazan yandaş, Ortaçağcı tarikat örgütlenmelerinin has adamları, müritleri bilimsel olan her şeye saldırmaktalar. “Ben cahil kesimin ferasetine güveniyorum”, diyen rektör yardımcılarıyla yönetilmekte üniversitelerimiz. “Nuh’un da cep telefonu vardı”, diyen sözde öğretim elemanları yürütmekte dersleri.

Bu kurumlarda artık bilimsel kongreler değil, “Yaratılış” kongreleri düzenlenmekte, “Kuran-ı Kerim’e göre yeni embriyoloji tarihi”, “Hadid Suresi, 25. ayetin biyokimyasal tefsiri”, “Said Nursi’nin evrim düşüncesine karşı yazılmış ilk görüşleri” ve “Risale-i Nur’da insanın hayvaniyeti meselesi” gibi bildiriler sunulmakta kongrelerde.

Sözün özü; 17 Nisan 2024 tarihi itibarı ile, Köy Enstitüleri’nin 84’üncü kuruluş yıldönümünde okulöncesinden üniversitelere kadar eğitimimizin durumu budur. Sınıf karakterlerinin gereğini yapan halk düşmanı AKP’giller, Laik ve Bilimsel eğitime öldürücü son darbeleri vurmaktadırlar.

Oysa Tonguç Baba gecesini gündüzüne katmıştı, Osmanlı derebeyliğinin karanlıklarında boğulan halk çocuklarını bu kör kuyulardan çıkarmak için. Şöyle dile getiriyordu o yüce özlemini:

Bütün bu işler; hurafeyi bilmeyen, talihini kadere bağlayan, dinsel inançlardan ümit beklemeyen, buna mukabil iradesine ve iş yapma kudretine güvenen, hiçbir hareketinde ve düşüncesinde darlaşmayan, iyi fikir nereden gelirse gelsin onu saygıyla karşılayan, göğsünün altında her zaman vicdan denilen bir Allah taşıyan ‘layik’ vatandaşlarla tahakkuk ettirilebilirler. İşte o zaman hem modern ve canlı millet yaratılır, hem de hakiki münevver vatandaşlar yetiştirilmiş olur. (Canlandırılacak Köy, s. 33)

22 yıllık Amerikancı AKP’giller iktidarında tüm bunlar olup biterken, sosyal demokrat, sol, sosyalist görünümlü hain Amerikancı muhalefet de üzerine düşen görevleri bi hakkın yerine getirdi. Laik Cumhuriyet’in BOP çerçevesinde AKP’giller tarafından yıkılarak hızla Ortaçağcı Faşist Din Devleti’ne doğru götürülüşüne, Laik ve Bilimsel eğitimin teminatı olan Öğretim Birliği Yasasının katledilişine layıkıyla hizmet etti.

CHP’nin tepesine çökertilen, Mustafa Kemal’lerin, İnönü’lerin CHP’sini yıkan Tesevci-Sorosçu Kemal; “Laiklik tehlikededir diyemem, altını doldurmak lazım; Din alanında özgürlükleri daha da genişletmek gerektiği görülüyor; Siyasallaşmayan, siyaset yapmayan tarikatlara saygılıyız”, demeçlerini verip durdu, sanki siyasallaşmayan tarikat-cemaat varmış gibi.

Tıpkı Ortaçağcı gericiliğin yaptığı gibi 28 Şubat Kararlarına da, o kararları alan MGK üyelerine de “28 Şubatçıların açtığı yaraları kapatıp helalleşeceğiz. İkna odalarına sokulan başı kapalı kızlarımızla helalleşeceğiz; 28 Şubat olayı demokrasi tarihi açısından sorgulanmalı. Hedefi nedir ortaya konulmalı. Kimsenin sağlıklı bir yargılama sürecine itirazı yok. Bütün darbecilere hesap sorulsun. Sadece apoletlilere değil, sivil darbecilere de hesap sorulsun. Bu süreçlerde hukuk ve adalet varsa, yargı işini siyasetin kuşatması olmadan yapabiliyorsa biz bunun her zaman yanında ve destekçisi oluruz”, diyerek haince saldırdı. Kadının özgürlüğünün değil, esaretinin simgesi olan, Ortaçağcı gericiliğin mızrak başı yaptığı Türban’ı olumladı, “Türban sorununu biz çözeceğiz”, dedi. Bu konuda yasa teklifi yaptı.

Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi ve ona yedeklenen her türden Sevrci Soytarı Sahte Sol’lar da “Askeri vesayetten kurtulmak, inançlara özgürlük, demokrasi, vb.” hain teranelerini okuyup durdular. Said-i Nursi’ye övgüler düzüp, Şeyh Said anmaları yapıp, Diyarbakır’da bir bulvara Şeyh Said’in adının verilmesine ortaklık ettiler. Mecliste solcuyu oynayan TİP de Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin eliyle Meclise taşındı. İktidarı ile, muhalefeti ile Amerikancılık ortak paydasında buluşanlar, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz ekmek kadar elzem olan Laikliğin çanına elbirliği ile ot tıkadılar.

“Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün kuruluş günlerinde onunla aynı odada yattığımız bir geceyi hatırlıyorum. Nedense birden uyanmış karanlıkta parlayıp sönen ufacık bir kızıl ışık görmüştüm. Yıldız mı, uzaklarda bir çoban ateşi mi, bir acaip ateş böceği mi derken uyku sersemliğim dağılınca, Tonguç’un sigara içtiğini anladım. Sessizce seyrettim. Bu sönüp parlayan ışıltıda ne kaygular, ne özlemler, ne öfkeler sezinliyordum. O gece belki de bir başka bozkırda bir başka Enstitü kuruluyordu.”

Sabahattin Eyüboğlu, “Köy Enstitüleri Üzerine” adlı kitabında, İsmail Hakkı Tonguç’un “insanın insanı sömürmediği bir dünya” için mücadele edecek insanı yetiştirecek eğitim ülküsünü, bu ülkü uğruna ikircimsiz, amasız, fakatsız, bedenini, ruhunu, yaşamını adayışını böyle betimliyordu.

Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın ölümsüz önderi Mustafa Kemal “Ya İstiklal Ya Ölüm” şiarı ile cepheden cepheye koşmuş, olağanüstü güç koşullarda Emperyalist Yedi Düvele karşı verdiği mücadeleyi zaferle taçlandırmıştı. Bu zafer üzerine kurulan Laik Cumhuriyet’in eğitim devrimcileri de gecelerini gündüzlerine katarak, Anadolu’yu karış karış dolaşarak, yokluk ve yoksulluklar içinden, çorak bozkır topraklarından, Köy Enstitüleri vahalarını yarattılar.

Onlara sözümüzdür!

“Vatan Aşkını Söylemekten Korkar Hale Gelmektense Ölmek Yeğdir”, diyerek, Tonguç Baba’nın Laik, Bilimsel, Parasız, Demokratik Eğitim ülküsüne sonuna kadar sahip çıkarak mücadele eden ve bu mücadeleyi kazanmaya ant içmiş İkinci Kurtuluş Savaşçıları var! Bizler de Devrimci Demokratik Halk İktidarını kuracak, gerçek Laikliğin hüküm sürdüğü Hür, Güçlü, Mutlu, Tam Bağımsız bir ülke yaratacağız.

17 Nisan 2024

Kaynakça

TONGUÇ, İsmail Hakkı. Canlandırılacak Köy, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2019.

TÜRKOĞLU, Pakize. Tonguç ve Enstitüleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2024.

EYUBOĞLU, Sabahattin. Köy Enstitüleri Üzerine, Cem Yayınevi, İstanbul 1979.