Site rengi

Tasarım

Ne kaza ne kader…

31.10.2016
677
A+
A-

 

Ayın 6’sında Hürriyet Gazetesi’nde “KAMYON TERÖRÜ HIZ KESMİYOR” başlıklı bir haber vardı.

Maslak Büyükdere Caddesi Sarıyer istikametinde beton mikseri refüjü aşarak karşı şeride geçti. MOBESE direğini deviren, bir ağacı kökünden söken beton mikseri 6 araca çarptıktan sonra devrildi. Feci kazada 1 kişi hayatını kaybetti, 7 kişi de yaralandı.

“(…)

“BETON MİKSERİ ÜZERİME GELDİ

“Kazaya karışan minibüs şoförü Mert Uçan “Sabah saatlerinde 7-8 kişi ile Beşiktaş istikametine doğru gidiyordum. Birden karşı yönden beton mikseri önüme geldi. Ne olduğunu anlamadım. Minibüsü kaldırıma sürdüm. Mikser bana çarptıktan sonra lüks aracı altına aldı” diye konuştu.” (Levent Kulu – İstanbul / Hasan YILDIRIM-Akın ÇELİKTAŞ/İSTANBUL,(DHA) /Hurriyet.com.tr, http://www.hurriyet.com.tr/maslakta-feci-kaza-40240087)

Gördüğümüz gibi, “kaza” sonucu 1 kişi ölmüş, 7 kişi de yaralanmış. “Kaza”ya karışan minibüs şoförü “Ne olduğunu anlamadım.”, demiş.

İnsan haberi okuyunca, gerçekten bir “kaza”yla, yani istem dışı, istemeden olmuş bir olayla karşı karşıya olduğunu düşünüyor, ya da sanıyor. Çünkü Türk Dil kurumunun Güncel Sözlüğüne göre (başka anlamları dışında) Kaza: İstem dışı veya umulmayan bir olay dolayısıyla bir kimsenin, bir nesnenin veya bir aracın zarara uğraması, demektir.

Oysa biz diyalektik düşünenler için “Kaza” kavramı günlük hayatta kullanılan şekliyle ya da kullanımıyla gerçeği ifade etmez. Çünkü doğada ve toplumda “İstem dışı veya umulmayan bir olay” olmaz. “Sebepsiz”, “nedensiz” hiçbir şey olmaz. Her şeyin, her olayın bir öncesi vardır, bir nedeni/nedenleri vardır. Şeyler o birikimler sonucu ortaya çıkar.

Biz bunu bildiğimiz için olayı takip ettik. Zaten ertesi gün de olayın gerçeği yani “ortada istemeden olmuş bir olay”ın olmadığı, bir “kaza”nın bulunmadığı netçe ortaya çıktı. Gazetede, “kaza” diye geçen olayın aslı yani “nedeni” şuydu yine aynı gazetenin ertesi günkü Burak Coşan imzalı haberine göre;

“Beton mikserlerinin dehşet saçmasının sebebi tamamen ekonomik.”

Yani neymiş?

Bir gün önceki “kaza”nın nedeni, şek şüpheye yer bırakmayacak ölçüde “tamamen ekonomik”miş.

Niye ekonomikmiş?

“(…) Birincisi (…) betonun taşınmasında kullanılan beton mikserlerinin yükledikleri hazır betonu inşaat alanına ulaştırması için en fazla 2.5 saati bulunuyor. Eğer en geç 2.5 saat içinde mikserlerdeki beton inşaat alanına ulaşmazsa beton donuyor ve kullanılamaz hale geliyor. Bu yüzden şoförler zaten yoğun olan İstanbul trafiğinde daha hızı gitmek zorunda kalıyor. Beton donmadan inşaat alanına gidilmeye çalışılıyor.”muş.

“Şoförlerin yollarda hız yapmasının başka bir nedeni daha var. O da daha fazla para kazanmak. Şoförler genellikle asgari ücret ile çalışıyor. Ancak yaptıkları işe göre daha fazla para kazanmaları mümkün. Bir şoför ne kadar fazla sefer yaparsa, o kadar fazla para kazanıyor. Şirketlere göre değişmekle birlikte ya yaptıkları sefer başına ya da çalıştıkları saate göre ek ücret alıyor. Bu uygulama ile 1300 lira net maaşı olan şoför ne kadar fazla çalışır ve ne kadar hızlı olursa parasını katlayabiliyor. Çalışma saatine göre bir şoför net maaşının dışında maaşını 1600 lira kadar artırabiliyor.

Bakın bu gerçekliği bir işveren yetkilisi de nasıl itiraf ediyor:

“PRİM OLMAZSA İŞLER YETİŞMEZ

“Konuştuğumuz bir hazır beton firmasının yöneticisi de bunları doğrular nitelikte açıklamalarda bulundu. “Şoförlere prim vermezsek işleri yetiştiremeyiz” diyen yönetici, “Sefer başına ücret alacaksın dediğimiz zaman şoförü durduramıyoruz. Daha çok sefer yapabilmek için canla başla çalışıyor. Eğer ham maaşları olsa sadece betonu yerine ulaştırdıktan sonra başka bir iş almak için hızlı olmaz. (…)

“(..) Beton mikseri kullanan bir şoför de şunları söyledi: “Bazı şoförlerin hızlı gittiği doğrudur. Ancak başka çaresi yok. Eğer betonu zamanında yetiştiremezse ağır cezalarla karşı karşıya kalabiliyor. İşinden olabiliyor. Bir de verilen maaşlar düşük. Prim alamazsa eğer aldığı maaşı yetmiyor. Prim alabilmesi için de hızlı olması ve daha fazla sefer yapması gerekiyor.” (http://www.hurriyet.com.tr/beton-mikserlerinin-dehset-sacmasinin-sebebi-tamamen-ekonomik-40241657)

Gördüğümüz gibi ortada apaçık bir gerçek var. Olan şey “kaza” değil. İnsanca yaşama ve çalışma şartlarının yerine getirilmediği bir çalışma ve ücret düzeninin, trafik şartlarının neden olduğu yani içinde yaşadığımız sınıflı toplumun, ücretli kölelik düzeninin neden olduğu, onların sonucunda gerçekleşmiş bir olay var. Olaylar zinciri var.

Olayın bir başka yönüne de değinmemiz gerekiyor. O da şu:

Hürriyet Gazetesi’nin olayı haber yaparken kullandığı başlık neydi?

“KAMYON TERÖRÜ HIZ KESMİYOR”

Yani kamyoncuları suçluyor.

Oysa gördük ki ortada  “kamyon terörü” falan yok. Yani başlıkta yazıldığı gibi kamyoncular trafik kurallarını hiçe sayarak, yok sayarak, insan canına ve malına önem vermeyerek “ kamyon terörü” suçu işlemiyorlar.

Tam aksine bu olayda Parababalarının terörü var. Hem de en bariz, en açık, en net bir şekilde var. En acımasız, en zalim bir şekilde var.

Yukarıdaki haberde okuduk,

Bir; üretimden, işten, teknolojiden kaynaklanan teknik nedenler,

İki; Trafik sorunları,

Üç; Çalışma şartları ve ücretler…

İşte bu etkenler bu “kaza”ların olmasına neden oluyormuş. Olan “kaza”lar “kaza” değil, geliyorum diyen şeylermiş.

Ülkeyi yöneten iktidarlar, o inşaatları yapan işverenler kendi sorumluluklarını yerine getirmeyerek, aksine olayın olmasına neden olacak bütün şartları sağlayarak, suçu kamyoncularımızın üstüne yıkmaya çalışıyorlar. Yani zalimlik yapıyorlar.

Bir kamyoncunun, bir işverenin bildiği gerçekleri hükümet yetkilileri bilmiyorlar mı? Bilmiyorlarsa niye bilmiyorlar? Bildikleri halde niye gerekli önlemleri almıyorlar. Yolları niye usulüne uygun yapmıyorlar? Trafiği niye içinden çıkılmaz hale getiriyorlar? İşçi kardeşlerimizin ücretlerinin düşüklüğüne neden önlem almıyorlar? Neden haksız yere cezalar kesilmesine sessiz kalıyorlar? Neden, neden, neden?..

Bu nedenlerin hepsinin yanıtı, içinde yaşadığımız sınıflı toplumdur. Yani bir avuç insanın, bir avuç Parababasının kendi çıkarı için, kendisinin ve takım taklavatının sefahat içinde yaşaması için milyonlarca insanı sömürmesine, ezmesine, zalimlik etmesine dayanan sınıflı bir toplumda yaşıyor olmamızdır. O toplumun en temel motive edicisi kârdır. İşverenler her gün kâr, daha çok kâr, daha çok kâr elde etmek için bütün insancıl değerlerini sıfırlarlar. Silerler onları belleklerinden. Bir tek şey vardır onların belleklerinde: Daha çok kâr elde etmek. Onun için insanı, doğayı, çevreyi, Tarihi velhasıl kâr elde edilecek her şeyi sömürmek…

Ya insanlık?.. Ya vicdan?..

Geçiniz onları bir kalem. Onlar kâr getiriyor mu ona bakar Parababası.

Yoksa, getirmiyorsa?

Yoktur Parababaları için!

Ki olan da odur zaten. Bir Parababasında insanlık aramak, vicdan aramak boşa çabadır. Ne kadar ararsanız arayın, bulamazsınız. Silinmiştir o değerler onlardan.

 

***

Bu ve buna benzer haberleri okuduğumuz anda aklımıza hemen, tâ 1975 yılında okuma fırsatını bulduğumuz Hikmet Kıvılcımlı’nın “Kısaca Marksizm Düşünüşü” adlı eseri geliyor. Orada anlatılan bir olay ve o olayın açıklaması geliyor. Ve belleğimiz hemen bugünle, bu olayla bağlantı kuruveriyor farkında olmadan. Ve bedence aramızdan ayrılışının 45’inci yıldönümünde O’nu bir kez daha anarken, O’nun yükselttiği bayrak altında dövüşmenin, savaşmanın gururu geliyor. O’nun savunucusu olmanın onuru geliyor.

 

Hikmet Kıvılcımlı’yı niye savunuyoruz?

Kara kaşına, kara gözüne hayran olduğumuzdan değil. İnsanüstü bir varlık olarak gördüğümüzden değil.

Bize yol gösteren bir ışık olmasından, bilimin ışığını olayların üzerine düşürerek aydınlatmasından dolayı savunuyoruz.

İnsanlığı savunduğu için O’nu benimsiyoruz. En yüce bir vicdana sahip olduğu için O’nu savunuyoruz.

Hikmet Kıvılcımlı Usta, bundan on yıllarca önce “Kısaca Marksizm Düşünüşü” adlı eserinde, aşağıdaki örneği veriyordu, “Kaza” konusunu anlatmak için. Ve verdiği örnek bizim bugün aktardığımız örnekle birebir örtüşüyor. Aynı şeyleri gösteriyor:

 “Toplumda bazen öyle şeyler olur ki, insan onlarda bir sebep göremez. O zaman bu şeylere hep tesadüf, kaza, talih, kader vb. deriz. Acaba bu şeyler sebepsiz midirler?

“(…)

“Tütün işçilerinden biri tesadüfen tramvaydan atlar, arkadan gelen bir otomobilin altına düşer ölür: KAZA!..

“Önce; işçi niçin tramvaydan tesadüfen atlıyor?

Çünkü, tramvay parası vermeden arabaya binmişti. Kondüktörü görünce acele, tramvay durmadan yere atladı…

“Sonra, niçin kazaen otonun altında kaldı?

“Çünkü, halktan istediği yol parasını alan Belediye, otomobiller için ayrı yol yapmamış. Mevcut yolu da tramvay rayları kaplamış. Otomobiller ancak tramvay arkasında dümen kırabiliyor. Söylediğimiz sebeple: kendini tramvaydan aşağı atan işçi ile yola çıkmak isteyen şoförün birbirlerinden haberi olmadığı için, kaza oldu: KADER!.. Demek ki kazanın da, tesadüfün de oluşu SEBEPSİZ değil. İki taraftan gelen iki sebep zinciri tokuşuyor. Tokuşmaması imkanı yok. Fakat şoförle işçi, zincirlerden yalnız birini gördükleri için, olanı (tokuşturmayı); bir tesadüf sayıyorlar. Demek tesadüf, sebeplerini TAM olarak bilmediğimiz şeylerdir.” (Hikmet Kıvılcımlı, Kısaca Marksizm Düşünüşü, Derleniş Yayınları, Altıncı Baskı, Kasım 2012, s. 41-42)

Aradan geçen onlarca yıldan sonra, yukarıda sizlere de aktardığımız haberi ya da benzer haberleri okuyunca bizim aklımıza hemencecik Usta’mızın bu aydınlatması geliyor.

Yani Usta’mız sadece yüreğimizde değil, bilincimizde de her gün, her olayda yaşamaya devam ediyor…