Site rengi

Tasarım

Bayram değildi, seyran değildi, Kılıçdaroğlu Türbanı niye öptü? TESEV Raporu ortaya koydu ki emri SOROS verdi!

16.01.2023
1.460
A+
A-

Prof. Dr. Özler Çakır

2022 yılı da bitti. Türkiye için Yeni Sevr demek olan BOP çerçevesinde, ABD Emperyalistleri tarafından bir proje partisi olarak 21 yıldır başımıza çökertilen AKP’giller, bu süreç boyunca, Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın sonucu olarak kurulan Laik Cumhuriyet’imize dair ne varsa çürüttüler, çökerttiler, talan ettiler, yok ettiler. Ülkemizi Ortaçağcı Faşist Din Devletine sürüklemek için ellerinden gelen her şeyi yapmaktalar.

Bu karanlık Ortaçağcı gerici gidişten, çok planlı bir biçimde adım adım Laikliğin hemen her alanda yok edilişinden en çok etkilenenler, yaşam kaynakları kurutulanlar, cehennem azabı çektirilenler çocuklarımızla, özellikle de kız çocuklarımızla birlikte biz kadınlar olduk.

En son, Tefeci-Bezirgân Sermayenin iktidardaki temsilcisi AKP’giller, 9 Aralık 2022 tarihinde, yürürlükteki Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek 3 ilkesi arasında yer alan Laiklik ilkesini Anayasal düzlemde de budamayı hedefleyen Anayasa değişikliği teklifini Meclise sundu. Bu Anayasa değişikliği ile kadının özgürlüğünün değil, esaretinin simgesi olan ve zaten yıllardır başta üniversiteler olmak üzere eğitimden yargıya, orduya kadar her alanda takılması serbest hale gelmiş olan Türbanı yasallaştırmayı amaçlıyorlar.

Değerli okurlarımız, Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının iktidardaki siyasi temsilcisi AKP’giller ve diğer yılan yuvası tarikat ve cemaatler tarafından Türban takmanın dini bir vecibe olarak, kadının kutsal örtüsü olarak sunulması son derece normaldir. Onlar sınıf karakterleri ve çıkarları gereği, 1400 yıl öncesinin Arap Yarımadası’nın Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının görüşlerini, kadına bakışını din diye koyarlar halkın önüne. Bu konuyu merak eden okurlarımıza, özellikle de kadın okurlarımıza, Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut’un Türban Meselesini, Marksist-Leninist bakış açısıyla, sınıfsal temellerini ortaya koyarak çok açık ve çarpıcı biçimde ortaya koyduğu “Türban Konusu ve İşin Aslı” (Derleniş Yayınları, 2022) eserini mutlaka okumalarını salık veririz.

Yukarıda da değindiğimiz gibi Türban, ülkemizde yaşamın her alanında AKP’giller ve diğer Ortaçağcı örgütlerin istediği biçimde çözülmüşken, Türkiye’de Türbanın yasak olduğu herhangi bir alan, kurum kalmamışken; AKP’giller’in böyle bir hamle daha yapmasının yolu nasıl açıldı?

Yeni CHP’nin Genel Başkanı TESEV’ci-Sorosçu Kılıçdaroğlu sayesinde!

Yeni CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, nam-ı diğer Sorosdaroğlu, 3 Ekim’de “Türban özgürlüğünü yasal güvenceye alalım” duyurusu ve 4 Ekim’de de Meclise sunduğu kanun teklifi ile bu konuyu gündem yapma görevini bihakkın yerine getirmiş oldu.

AKP’giller’in Reisi de Sorosdaroğlu’nun bıraktığı yerden aldı yürüdü!

Ne diyoruz Kılıçdaroğlu için?

TESEV’ci-Sorosçu!

Ve tabiî hiç kuşkusuz, TESEV Soros demektir, Soros da Emperyalizm!

Hatırlanacağı gibi, Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın Önderleri Mustafa Kemal’in, İsmet İnönü’nün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanlığını yürüten hain satılmış Deniz Baykal’ın işi, Tayyip Erdoğan’ı Meclise taşıma görevini başarıyla(!) yerine getirmesinin ardından CIA-Mossad-FETÖ kumpası olan Kaset Komplosuyla bitirildi. Onun yerine 22 Mayıs 2010 yılında Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkanlık koltuğuna oturtuldu ve CHP yönetimi, Amerikancılıkta birbirlerinden geri kalır yanları olmayan bir ekip tarafından ele geçirilmiş oldu. Artık Yeni CHP vardı; Mustafa Kemal’lerin, İnönü’lerin CHP’sinin esamisi okunmayacaktı. TESEV’ci Sorosçu Kemal, bunu; “Biz 30’ların 40’ların CHP’si değiliz. Biz, demokrasi ve özgürlüğü savunuyoruz.”, diyerek ilan ediyordu.

Dolayısıyla AKP’giller ile Y-CHP’nin önemli bir ortak paydaları var: Amerikancılık!

Tabiî iktidarı ve sözüm ona muhalefeti ile Meclisteki tüm burjuva partilerinin buluştukları ortak paydadır Amerikancılık.

Bu anlamda ülkemizin BOP çerçevesinde hızla Ortaçağcı Faşist Din Devleti’ne doğru gidişinde, Meclisteki tamamı Amerikancı tüm sözüm ona muhalefet partileri ve bilumum “Sevrci Soytarı Sol”lar üzerlerine düşeni yapmışlardır ve yapmaya da devam etmektedirler. Zaten bu payandalık yapılmasa, AKP’giller 21 yıldır iktidarda kalabilirler miydi?

Soros’un TESEV’inin, uzun adıyla “Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı”nın “TESEV Demokratikleşme Programı” adı altında hazırladığı raporlardan biri olan “Başörtüsü Yasağına İlişkin Değerlendirme ve Öneriler” başlıklı rapor da yukarıda dile getirdiğimiz durumu tüm çıplaklığıyla bir kez daha gözler önüne sermektedir. (https://bit.ly/3ihyBMn)

Biz bu yazımızda, 2012 yılında yayımlanan TESEV raporundan yapacağımız aktarımlarla, Türban meselesinin “Demokratikleşme” sosuyla sunulan emperyalist bir proje olduğunu, Y-CHP’nin, Amerikancı Burjuva Kürt Hareketinin ve şürekâsının, büyüklü-küçüklü “Sivil Örümcek” örgütlenmelerinin bu projede üstlendikleri/üstlenmesi beklenen rolleri; bu rollerin ABD-AB Emperyalistleri tarafından yerli satılmışlar cephesine nasıl dikte ettirilip oynattırıldığını, TESEV’in yani Soros’un yani emperyalizmin ağzından kanıtlarla ortaya koyacağız.

Rapor, “Türbanlı Bacılar”ın Laik Cumhuriyet tarafından nasıl mağdur(!) edildiklerini dile getiren bir sunuş ile başlıyor. Tabiî bu sunuşta ve raporun devamında da TESEV, sırtlan dişlerini göstererek 28 Şubat sürecine olanca kiniyle saldırıyor!

1997 yılında, Mustafa Kemal gelenekli vatansever, namuslu askerlerimizin o süreçte ülkemizde gittikçe hızlanan Ortaçağcı gerici gidişe dur diyebilmek, yılan yuvası cemaat ve tarikatların TSK ve diğer kamu kurumlarındaki örgütlenmelerini görüp bunların önüne geçebilmek, Laikliğe, Laik Cumhuriyet’in Devrim Yasaları’na sahip çıkabilmek, bu yasaları koruyabilmek amacıyla yaptıkları öneriler doğrultusunda alınan MGK Kararları, çok kanlarına dokunuyor TESEV’cilerin!

Sunuş’tan:

“Türkiye’de hukukun siyasi iktidarlarca nasıl araçsallaştırıldığının ve hukuk aracığıyla hukuksuzluğun nasıl yaratılabildiğinin en çarpıcı örneği, kuşkusuz başörtüsü yasağıdır. Başörtülü kadınların on yıllardır devlet ve toplum eliyle maruz bırakıldıkları ve ‘hukuk adına’ meşrulaştırılan ayrımcılığın, dışlanmanın ve adaletsizliğin kökeninde koskocaman bir hukuksuzluk yatmaktadır. Bir üniversite yönetiminin keyfi ve hukuk dışı kararlarıyla başlatılan yasak, kısa zaman içerisinde bir hukuk kuralı olarak kabul edilmiştir. Geçmişte olduğu gibi bugün de, başörtüsü yasağının anayasal veya yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. Ne var ki, sadece siyasi partiler, üniversiteler, medya ve toplumun bir kesimi değil, yüksek yargının kendisi dahi, fiili duruma yasal kılıf uydurmuş ve kolektif olarak üretilen bu yalan, Türkiye’nin gerçeği olarak kabul ettirilmiştir.

“(…)

“Türkiye’nin yeni bir anayasa yapmak üzere olduğu -ya da buna inanmak istediği- bir süreçte, durup yakın geçmişimize bakmamız ve başörtüsü yasağının tarihçesini hatırlamamız için bir fırsat sunuyor. Aslında, ‘hatırlamak’ ifadesinin geçerliliği tartışmalıdır, zira toplumun önemli bir kesiminin bu tarihçe hakkında fazlasıyla fikir sahibi olsa da doğru bilgi sahibi olduğu söylenemez. Genç ile İlhan’ın (raporun yazarları- Ö. Ç) özetlediği son otuz yıllık siyasi ve yasal süreç, sadece başörtüsü yasağının değil, Türkiye’de hukukun ne derece aleni ve pervasızca araçsallaştırıldığının da hikâyesidir. Öyle ki, 28 Şubat sürecine dek başörtülü kadınlar kamu kurumlarında çalışabiliyorken ve yükseköğrenime devam edebiliyorken, 28 Şubat kararlarının hemen sonrasında çalışma ve eğitim haklarından yoksun bırakılmışlardır. Türkiye aynı anayasayla, aynı yasalarla yönetiliyorken, başörtülü kadınlar yepyeni bir ‘hukuk’ ile karşı karşıya kalmıştır.”

“(…)

“Genç ile İlhan’ın çalışması, Türkiye’de başörtülü kadınların tam otuz senedir maruz bırakıldıkları ayrımcılık ve dışlanmanın sadece devlet değil toplum eliyle de gerçekleştiğini, sadece kamu kurumlarında değil özel sektörde de yaygın olduğunu, sadece devlet dairelerinde değil toplumsal yaşamın her alanında cereyan ettiğini gösteriyor. Mahkemelerden üniversite kampüslerine, Meclisten hastanelere, alışveriş merkezlerinden hastanelere toplumsal yaşamın her mecrasında var olup olamayacakları günün siyasi ortamına, yöneticilerin keyfiyetine ve etraflarındaki erkeklerin ve başları örtülü olmayan kadınların tutumuna bağlı olan başörtülü kadınlar, tam otuz senedir sahip oldukları hakların niteliğini ve sınırlarını bilmeksizin büyük bir belirsizlik içerisinde yaşıyorlar. Bu belirsizliğin doğal sonucu olarak da yaşamlarını, alışveriş ettikleri, yemek yedikleri, vakit geçirdikleri alanları ‘güvenli’ ve ‘güvensiz’ olarak ayırmak gibi stratejik kararlar alarak sürdürebiliyorlar.”

“(…) Başörtüsü ve başörtülü kadınlar, Türkiye’deki siyasal kutuplaşmanın bir sembolü haline gelmişlerdir. Çözümün mümkün olması için, eşitliğin kurumsal olarak daha güçlü bir şekilde tanımlanması ve her tür ayrımcılığa karşı sağlam hukuki ve kurumsal güvenceler getirilmesi gerekmektedir. Bu güvenceler sağlandığı durumda, başörtüsü gibi pek çok konuda doğrudan (örneğin yeni anayasada yer alarak) veya dolaylı (toplumsal ve siyasi zihniyet değişimi yoluyla) iyileştirmeler mümkün olacaktır.

“(…)

“Sonuç itibariyle bu rapor, başörtüsü yasağını ayrımcılık olarak tanımlayan ve başörtüsü yasağının tamamıyla ortadan kalkmasını savunan bir çalışmadır. Başörtüsü yasağında çözüme yönelik ve gerçekten kalıcı bir çözüm için gerekli koşulların bir bütün halinde sunulmasını amaçlamaktadır. Rapor kaleme alınırken, bu konuda yapılması gereken düzenlemeler nelerdir, nereden başlanmalıdır ve nasıl yol alınmalıdır sorularından yola çıkılmıştır. Önerilen yol haritasını elbette ki genişletmek mümkündür. Sonuçta, başörtüsü yasağının kalkması yolunda hukuki mücadele yeterli değildir, siyasi ve toplumsal değişim de gereklidir. Bunun için de konunun her yönüyle değerlendirilmesi gerekmektedir.”, denildikten sonra, bu konunun çözümü için AKP’giller’in, hizmetinde oldukları emperyalist efendilerinin onlardan bekledikleri adımları atmada korkak davrandıklarına vurgu yapılmaktadır:

“24. Dönem Meclisin açıldığı Ekim 2011’de bacak protezi kullanan CHP’li milletvekili Şafak Pavey’in Meclis’e sunduğu kadın vekillerin etek giymelerini zorunlu kılan iç tüzük maddesinin değiştirilmesi teklifi, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekilli Sırrı Süreyya Önder’in bu değişikliğin başörtüsünü de içermesini talep etmesi ve AK Parti lideri Tayyip Erdoğan’ın bu teklifi yeterince “samimi” bulmaması, Meclisteki başörtüsü karşıtı psikolojinin devamlılığını sağladı.”

Üstüne üstlük AKP’giller, ABD’nin Sol Tabelalı Şark Ekspresi’nin Meclisteki temsilcilerinin,  Meclise Türbanın bir an önce sokulması için verdikleri cansiperane desteği boşa çıkardıkları için de eleştirilmektedir, yukarıda görüldüğü üzere.

Bu girizgâhın ardından, çalışmanın amacının 2010 yılında yine TESEV Demokratikleşme Programı tarafından hazırlanan “Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık: Uzman Mesleklerde Başörtülü Kadınlar” başlıklı raporun devamını sağlamak ve rapora konu olan ayrımcılık vakalarının ve başörtüsü yasağının kamu sektöründen özel sektöre ve gündelik hayatlara yansıyan etkisinin ortadan kaldırılmasına yönelik tespit ve önerilerde bulunmak olduğu açıklanıyor.

Raporun kapsamı ise; “yasağın devam etmesine neden olan veya yasağın devam etmesinin önüne geçemeyen siyasi ve toplumsal aktörlerin tartışma içerisinde nerede ve nasıl konumlandıklarına ilişkin tespitler” yapmak ve “başörtüsü yasağının demokratik yollarla ve eşit vatandaşlık temelinde ortadan kalkmasına ve yasağın devamını sağlayan siyasi, hukuki ve toplumsal engellerin ortadan kaldırılmasına yönelik bazı önerilere yer vermek”, olarak belirtildikten sonra devamında şu ifadeler kullanılıyor:

“Siyasi, Anayasal ve Hukuki Çözüm Önerileri başlığı altında ele alacağımız çözüm önerileri, bazen yasalara dayandırılan, çoğu zaman ise tamamen keyfi uygulamalarla yaşama geçirilen başörtüsüne yönelik ayrımcılıkların ortadan kaldırılması ve yasağın yarattığı ayrımcılık ve mağduriyetlere son verebilecek konumda olan siyasi ve hukuki aktörleri hedeflemekte ve Anayasa, kanun ve mevzuat değişiklikleri önermektedir. Toplumsal zihniyetin değişmesini beklemek veya başörtüsünü bir sorun olarak algılayıp “tahammül etme”, “idare etme” veya “erteleme” gibi yaklaşımlar, çözüme yönelik tatmin edici ve her şeyden önemlisi kalıcı bir çerçeve oluşturmamaktadır.”

“Anayasa değişikliği sürecinde başörtüsü yasağı meselesinin ele alınması önemlidir. Anayasa’da başörtüsüyle ilgili doğrudan bir madde olması gerekli olmayabilir. Anayasa’nın ruhunun temel hak ve özgürlüklere uygun olması, yasakları meşrulaştıran otoriter ve güvenlikçi kadrolar tarafından yorumlanmaya açık hükümlerin metinden kaldırılması ve başörtüsüyle ilgili düzenlemenin ayrımcılık, din ve vicdan özgürlüğü ve yeni bir laiklik ilkesinin net ve demokratik tanımı üzerinden çözülmesi yeterli olacaktır. Neyin yasak olması gerektiğini söyleyen bir Anayasa yerine, hak ve özgürlük temelli, öz ve detay içermeyen bir Anayasa metni sadece başörtüsünden kaynaklanan hak ihlallerinde ve ayrımcılıklarda değil, Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerle ve ayrımcılıkla ilgili pek çok konunun çözülmesinde kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır.

“Anayasa sürecinde olduğu kadar, yasağın yasal ve siyasi dayanaklarının sağlamlaştırılmasında da kilit önem taşıyan kurum TBMM’dir.”

Yukarıda yer alan ifadeler, Türkiye’yi 1950’lerden bu yana Türkiye’nin yönetmediği gerçekliğini göze batırıyor!

Yani Emperyalist Efendileri diyorlar ki: Eyy iktidarı ile muhalefeti ile Meclisteki kuklalarım, sizin oynatıcınız benim. İpleriniz benim ellerimde. Benim BOP’un Türkiye ayağı olan Yeni Sevr’i gerçekleştirebilmem için Laik Cumhuriyet’in yerle yeksan edilmesi gerekiyor. Türban meselesi bu sürecin önemli bir ayağını oluşturuyor. Bu doğrultuda Anayasa değişikliği de dahil olmak üzere yapmanız beklenenleri harfi harfine yerine getireceksiniz!

Raporun CHP’yi ele aldığı bölümde, CHP’nin nasıl dizayn edileceğine ve Kılıçdaroğlu’nun bu dizayn sürecinde üstleneceği role ilişkin saptamalar açıkça ortaya konmaktadır:

“Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), seçmen tabanını rahatsız etmemek adına başörtüsü meselesinden uzak durmakta, hatta bu tartışmaların içinde yer almaktan dahi kaçınıp çekimser kalmaktadır. CHP yetkililerinin, TESEV’in düzenlediği başörtüsü yasağına ilişkin değerlendirme toplantılarına katılımını ve birebir görüşmeler için randevu vermelerini sağlamak da bu doğrultuda mümkün olmamıştır. Bir parti yetkilisi, bu toplantılara katılmanın bile “türban” konusunda taviz vermek anlamına geleceğini belirtmiştir.

“CHP içerisinde başörtüsü yasağına ilişkin bir görüş birliği sağlanamadığından, parti yetkililerinin konuya ilişkin kamuoyu açıklamaları zaman zaman çelişkili olabilmiştir. Nitekim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yönetime seçildikten hemen sonra, başörtüsüyle ilgili verdiği sınırlı da olsa özgürlükçü bir tutum sergileyen mesajı parti kadrosundan tepki aldığında tekzip yayımlamıştır. CHP’nin başörtüsü yasağını desteklemesi “laiklik” ve “kadın özgürlüğü” gibi savlar üzerinden temellendirmektedir. Burada çelişkili olan, CHP’nin tarihi boyunca dini her koşulda bir siyasi malzeme yapmış olmasıdır. CHP’nin sürdürdüğü laik söylem, dini karşısına almakta ve din karşıtlığından beslenmekte, kendini bilinçli bir şekilde dini olana karşı konumlamakta ve dini bir tehdit veya tehlike unsuru olarak göstermektedir. Bu anlamda, çağdaş demokrasilerdeki laiklik tanımıyla olduğu kadar, uluslararası sözleşmelerde garanti altına alınan din, vicdan ve inanç söylemiyle de çelişmektedir. Öte yandan, CHP’nin hemen seçimler öncesinde hazırladığı Anayasa vizyonuna bakıldığında, din ve vicdan özgürlüğü ile toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin ilerici ve demokratik çözümler ürettiği görülmektedir:

“(…)

“CHP’nin bu iki tema üzerinden başörtüsü yasağına ilişkin tarihi direncinin kırılması, Mecliste ikinci büyük çoğunluğa sahip parti olmasından ötürü demokrasi yönünde bir kazanç oluşturabilir.”

“(…)

“Başörtüsü konusu ele alınmadıkça, CHP’nin yukarıda yer verdiğimiz, toplumsal cinsiyet, din ve vicdan özgürlüğü alanında pek çok partinin ilerisinde bir yaklaşımı ifade eden vizyonu işlerlik kazanamayacaktır.”

Nitekim, CHP’nin Genel Başkanlık koltuğuna oturtulmuş olan Sorosdaroğlu, hemen “Türbanı biz çözeriz”, “Ben bugün için Laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum”, “Tarikatlara laf etmeyin. İnanca laf edilmez. Ama tarikat da siyasete girmeyecek”, söylemleriyle, partiyi efendilerinin istediği doğrultuda Yeni CHP’ye dönüştürme görevini nasıl şevkle üstlendiğini gösteriyordu.

2010 yılından itibaren Türban, üniversitelerde serbest hale geldi.

Tabiî bu serbestlik üniversitelerle sınırlı kalmamalı, kamunun her alanına yayılmalıydı.

Rapor’dan:

“Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’nin (CEDAW) ikinci maddesine göre, Sözleşme’ye taraf devletler, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı önlemeyi ve ayrımcılığın önlenmesi için gereken tüm önlemleri almayı taahhüt eder. 1985 yılından bu yana CEDAW’a taraf bir ülke olan Türkiye, başörtüsü yasağı ve etrafında şekillenen ayrımcı uygulamaları ortadan kaldırmakla yükümlüdür.

“(…)

“Bu noktada, anlaşılan o ki, Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri nedeniyle sadece yükseköğretim kurumlarında değil, eğitim, istihdam, sağlık, siyasi hayat ve kamu hayatı alanlarında da başörtüsü yasağının ayrımcı sonuçlarını ortadan kaldırmak için önlem alması ve aldığı önlemleri ve elde edilen sonucu CEDAW Komitesi’ne bildirmesi gereklidir.”

“2010 yılı CEDAW Ayrımcılığa Karşı kadın Hakları Komitesi, eğitim/çalışma/siyasal yaşam katılımında başörtülü kadınların uğradıkları ayrımcılıkların sona erdirilmesine yönelik Türkiye’den iki yıl içinde rapor istedi. CHP başörtüsü üzerinden gerilime dayanan siyasetini değiştirdi.” (http://www.ceidizleme.org/ekutuphaneresim/dosya/929_1.pdf)

Cumhuriyet Gazetesi’nin 29 Ekim 2013 tarihli haberini okuyalım:

“TBMM Genel Kurulu, Cumhuriyet’in 90. yılında ilk mesaisine “türbanlı milletvekili” gerilimi ile başlıyor. AKP’li bazı kadın milletvekillerinin Genel Kurul’a ‘türbanla’ girme kararının ardından alarma geçen CHP’de, partisinin kadın milletvekillerini toplayan Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, gerilimi tırmandıracak eylemlerden kaçınılmasını isteyerek, ‘Seçimler öncesinde gündeme getirilen türbanlı milletvekili olayı bir tuzak, biz bu oyuna gelmeyelim. Ancak AKP’nin ikiyüzlülüğünü sergileyelim’ mesajı verdi. Çankaya Köşk’ünde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün verdiği resepsiyonda ise Kılıçdaroğlu, ‘Biz kimsenin kılığıyla kıyafetiyle ilgili değiliz’ açıklaması yaptı.”

“(…)

“Kılıçdaroğlu, dün sürpriz bir adım daha atarak, partili kadın milletvekilleri ile Genel Merkez’de toplantı yaptı. Toplantı son anda belirlendiği için toplantıya katılım az oldu. Emine Ülker Tarhan, Binnaz Toprak, Candan Yüceer, Gülsün Bilgehan, Birgül Ayman Güler, Aylin Nazlıaka, TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu ile Genel Başkan Yardımcıları Perihan Sarı ve Erdoğan Toprak’ın katıldığı toplantıda, Kılıçdaroğlu, AKP’lilerin türbanla Meclis’e gelmeleri konusunda milletvekillerinin görüşlerini aldı. Yaklaşık 2 saat süren basına kapalı toplantıda CHP Lideri’nin, AKP’lilerin türban kararını yerel seçimler öncesinde kullanmak üzere planladığı bir “tuzak” olarak nitelendirdi. AKP’nin bu oyununa gelinmemesi gerektiğini belirten Kılıçdaroğlu’nun, milletvekillerinden, Genel Kurul’da ‘gerilimi’ tırmandıracak kürsü işgali gibi eylemlerden kaçınılması gerektiğine işaret ettiği belirtildi. Türbanla Genel Kurul’a gelecek olan bazı milletvekillerinin geçen yıl da hacca gittiğine dikkat çeken Kılıçdaroğlu’nun, ‘Bu bir tuzak, bir oyun. AKP bizim sert tepki göstererek, gerilimi tırmandırmamızı bekliyor. Çünkü meydanlarda bunu kullanmak istiyor. AKP’nin eline bu kozu vermemeliyiz. Daha önce hacca giden milletvekilleri 2 yıldır türban takmıyorlar, şimdi böyle bir tavır sergiliyorlar. Biz bu ikiyüzlülüğü sergilemeliyiz’ mesajı verdiği öğrenildi. (…) Toplantıda, bazı milletvekilleri ise türbanla genel kurula girilmesinin ‘cumhuriyet kazanımlarına bir darbe’ olduğunu ve Anayasa’ya aykırılık oluşturduğunu, Meclis’te türbanlı milletvekili olayının, ‘kamudaki türban serbestisinin meşrulaştırılması’ için kullanıldığına işaret ederek, parti olarak buna izin verilmemesi gerektiğini dile getirdiler.”

Böylelikle Yeni CHP kendilerinden beklendiği biçimde, AKP’giller’in Türbanın kamunun her alanında serbest olmasını sağlayacak adımları atmasının önünü bir kez daha açmış oluyordu.

Rapor’dan:

“Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelik’te ‘başı açık’ ifadesi yer almaktadır. Bu yönetmeliğin bugünün koşullarında yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Yönetmelikte, kılık kıyafete ilişkin mevcut durumdaki kadar detaylı açıklamaların yer almaması bir çözüm olabilir. Yeni yönetmeliğin uygulanabilir olması ve yasada yer aldığı şekliyle hizmetin niteliğinin gereklerinin ön plana çıkartılması gerekmektedir. Ayrıca, yeni yönetmeliğin, uluslararası insan hakları normları ve yeni ve demokratik anayasa ile uyumlu olması da şarttır.”

8 Ekim 2013 tarihli basından:

“Demokratikleşme Paketi” kapsamında kamuda başörtüsü yasağını kaldıran düzenleme Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.

“Kamu kurum ve kuruluşlarında başörtüsüne serbestlik getiren düzenlemeyle ilkokullarda okutulan andın kaldırılmasına olanak sağlayan düzenleme dün gece Resmi Gazetede yayımlandı.

“Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın 30 Eylül’de açıkladığı ‘Demokratikleşme Paketi’nin öngördüğü adımlardan biri de kamuda çalışan kadınların başörtüsü takmasını yasaklayan düzenlemenin değiştirilmesiydi.

“Yeni düzenlemeye göre başörtüsü yasağı ‘sadece emniyet hizmetleri sınıfına mensup olanlar, hâkimler, savcılar ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapanları’ kapsayacak.

“Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğinde yapılan değişiklikle de ilkokullarda okunan ‘Andımız’ tamamen yürürlükten kaldırıldı.

“Başbakan Erdoğan ‘Demokratikleşme Paketi’ni açıklarken, pakette yer alan sorunların, ‘çoğunluğu son 30 yıl olmak üzere, Cumhuriyet tarihi boyunca var olan sorunlar’ olduğunu vurgulamış, paketin ‘on yılların tortusunu kaldırdığını, on yılların sorununa çözüm ürettiğini, kardeşliği güçlendireceğini’ ifade etmişti.” (https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/10/131008_basortusu)

AKP’giller’in Reisi’nin basın açıklamasında kullandığı ifadeler, TESEV raporundaki ifadelerin neredeyse aynısı, değil mi değerli okurlar?

“Demokratikleşme, çoğunluğu son 30 yıl olmak üzere, Cumhuriyet tarihi boyunca var olan sorunlar”…

Ve yaşadığımız üzere ardından yargıda, emniyet teşkilatında ve en son Şubat 2017 tarihinde de Milli Savunma Bakanlığınca yapılan düzenlemeyle, Genelkurmay karargâhı, kuvvet komutanlıkları ve bağlı birliklerde görev yapan kadın subay ve astsubaylar için Türban serbest hale geldi. Yani 2022 yılı itibarı ile tüm kamu kurum ve kuruluşlarında Türban takmak serbest.

Ama ABD-AB Emperyalistleri için bu yetmez! Ortaçağcı Faşist Din Devleti’ne gidecek yolun taşlarının döşenmesi için AKP’giller’e bu yetmez! Yasal düzenlemeler gerekli mutlaka!

Rapordan:

“Anayasa süreci siyasi partilerin çelişkili ve çatışmalı konular üzerinde uzlaşmaları için paha biçilmez bir fırsattır. Meclis’teki aktörlerin bu süreci iyi idare etmesi ve olumlu sonuç alınacak şekilde kullanması çok önemlidir.

“(…)

“Başörtüsü konusunda sağlanacak bir uzlaşma ise, hem Türkiye siyaset tarihinde gurur verici bir örnek olacak, hem de kronikleşmiş benzer toplumsal sorunların çözümü için model oluşturacaktır. Siyasi partilerden konunun çözümüne ilişkin gelecek olumlu bir adım, toplumsal önyargıların kırılmasını teşvik ederek, toplumsal uzlaşmanın da yolunu açacaktır. Karşılıklı önyargılar ve korkular, hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması ve eşitlikçi, müzakereci ve katılımcı bir demokrasinin tesisi için sağlamlaştırılacak yasal güvencelerle giderilebilir.”

Laik Cumhuriyet’in yıkılması sürecinin, Yeni Sevr sürecinin sacayaklarından birini oluşturan Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi, zaten tâ başından beri Türbana da Ortaçağcılığa da teşneydi. Raporun hazırlandığı süreçte, hareketin Meclisteki temsilcisi Barış ve Demokrasi Partisi’nin görüşleri raporda şöyle yer almaktaydı:

“Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ise başörtüsü yasağını inanç özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmektedir. Parti üyeleri, Sünni başörtülü kadınlar kadar, örneğin Süryani kadınların da inanç özgürlüğünün tanındığı bütüncül bir çerçevenin bu sorunun çözümü için ideal yol olduğunu belirtmektedir.”

TESEV’ci Sorosdaroğlu da gördüğümüz gibi epeydir bunun alt yapısını örüyordu. Kıvama getirdiğine kanaat getirince yeni bir hamle daha yaptı. 13 Kasım 2021 Cumartesi akşamı evinden yaptığı video yayınındaki helalleşme çağrısıyla, kendisinden beklendiği gibi 28 Şubat’a ve onun gerçekleşmesini sağlayan vatansever askerlerimize olan düşmanlığını ilan ediyordu:

“Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır. Uzun süredir de önce bu yaraları yaratan o sistemi değiştirmekle uğraştım. Şimdi ise dışarıya dönme zamanı. Ben bu yaraların kapanması için helallik isteme, helalleşme yolculuğuna çıkıyorum.

“Geçmişte kırdığımız, korkuttuğumuz topluluklarla, bireylerle, farklı hayat tarzlarının temsilcileriyle buluşmalarıma başlayacağım.

“Affetmeyi ve affedilmeyi kucaklayarak, helallik istemeyi ve vermeyi başarmalıyız. Hep birlikte umuda, barışa ve sevince yürümek ancak birbirimizin yaralarını sararak mümkün olacak. …”

16 Kasım 2021 tarihli Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada;

“28 Şubatçıların açtığı yaraları kapatıp helalleşeceğiz. İkna odalarına sokulan başı kapalı kızlarımızla helalleşeceğiz.” (https://chp.org.tr/haberler/chp-genel-baskani-kemal-kilicdaroglu-tbmm-chp-grup-toplantisinda-konustu-16-kasim-2021) diyerek, 28 Şubat’a olan kinini kusuyor, kimlerle helalleşeceğini açıkça ifade etmiş oluyordu.

Sorosdaroğlu’nun 28 Şubat’a ilişkin hainlikleri buraya aktardıklarımızla sınırlı değil tabiî. Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut; “28 Şubat’a karşıysan, otomatikman altı yaşındaki kız çocuklarına tecavüz ettirilen, Ortaçağ’ın Din Derebeylikleri olan tarikat ve cemaatlere yandaşsın demektir…”, başlıklı yazısında bu hainlikleri çok açık ve çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. ()

Sorosdaroğlu, TESEV raporunda ifade edilen ve Yeni CHP için kendisinden beklenen hedefe ulaşma yolunda başarıyla(!) ilerliyordu. Artık partinin içindeki ve dahi tabanındaki “direnç noktaları” kırılmıştı. İhanette daha ileri adımlar atılabilirdi. Ve atıldı da. Yasa diyordu ya Efendileri!

Ülkede mutfaklar yangın yeriyken, insanlarımız, çocuklarımız açlıkla boğuşurken, kadınlarımız Ortaçağcı gericiliğin kıskacında debelenip, sokaklarda birer ikişer katledilirken, tüm eğitim kurumlarımız Peşaver Medreselerine çevrilmişken Sorosdaroğlu’nun, 3 Ekim 2022 tarihinde sosyal medya üzerinden duyurduğu Türban kanun teklifini Yeni CHP, 4 Ekim 2022 tarihinde TBMM’ye sundu. “Kadının kıyafet seçme özgürlüğü” kisvesi altında, kadını bedenen ve ruhen köleleştirmek demek olan Türbanı ve tabiî aslında kara çarşafı da peçeyi de cilbabı da yasallaştırma hainliğini yaptı.

Sol Tabelalı Şark Ekspresi’nin Meclisteki temsilcisi HDP, hemen alkışladı!

“HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, biz zaten evvel ezel ‘Başörtüsü de kesinlikle yasak kapsamından çıkarılmalıdır; bugüne kadar bu konunun tartışılıyor olması da vahamet tablosunu ortaya koyuyor. Biz HDP olarak kadın giyiminin, kadın bedeni üzerinde sebep olduğu egemenlik biçimlerinin tamamına karşıyız. Ve toplumun bir kısmını oluşturan başörtülü kadınlar özgür değilse, diğer kadınların da özgür olduğunu kimse iddia edemez. Bu, ancak her kademedeki kadınların özgürleşmesiyle gerçek anlamını bulabilir. Aksi halde kadın erkek eşitliğinden söz etmemiz mümkün değildir. (…) Kadınların bedeni, kıyafetleri üzerindeki toplumsal, siyasal baskının kalkmasını savunuyoruz. Bu nedenle CHP’nin yaklaşımını olumlu karşılıyoruz’”, dedi. (https://www.gazeteduvar.com.tr/hdpli-bestastan-kilicdaroglunun-basortusu-hamlesine-destek-haber-1583566)

HDP kontenjanından Meclise giren ve önümüzdeki süreç için de HDP ve bilumum Sevrci Soytarı Sahte Sol bileşenleriyle ittifak halinde olduklarını açıklayan TİP Genel Başkanı Erkan Baş, kameraların karşısında: “Uzunca bir süredir sorun olmayan ‘türban sorunu’ bir kez daha yakıcı bir sorunmuş gibi iktidarın ve bu kez üzülerek söylüyorum, muhalefetin enstrümanı hâline geldi. Oysa çocukların okula aç susuz gitmesi, enflasyonun rekor üzerine rekor kırması, nefret siyasetinin gündelik hayatımızı cehenneme çevirmesi (…) gibi pek çok sorun var. Tüm bunlar orta yerde dururken AKP’nin belirlediği sınırlar içerisinde, AKP’nin belirlediği gündemlerle AKP’ye karşı muhalefet etmeyi gerçekten anlamıyoruz. Çok açık söylüyorum: İran’da kadının kakülünden korkan ahlâk polisleriyle Türkiye’de kadının başörtüsü üzerinden siyaset devşiren tek adam ve onun türevleri bir ve aynıdır”, diye artistlik yaparak yine sol rolünü oynadı. (https://t24.com.tr/haber/tip-genel-baskani-erkan-bas-tan-chp-ye-basortusu-tepkisi-siyasal-islam-in-sikistirdigi-yerden-muhalefet-etmek-marifet-degildir,1063710)

Yeni CHP’nin yolunu açtığı Türban konusuyla yeterince hemhal olunduğuna kanaat getirilince, AKP’nin Reisi hemen harekete geçerek; “Ya o zaman Anayasayı değiştirelim”, dedi.

CHP’nin 3 Aralık 2022 tarihinde gerçekleştirdiği “İkinci Yüzyıla Çağrı” toplantısında, Emperyalist Efendilere çakılan topuk selamlarının içinde Türban konusu da tabiî ki atlanamazdı. Halkın Kurtuluş Partisi Başkanlık Kurulu Üyesi M. Gürdal Çıngı’nın Kurtuluş Yolu Gazetesi’nde yayımlanan makalesinde (https://kurtulusyolu.org/kilicdaroglu-abdye-niye-gitti-niye-hepsi-abdye-gider/) kimliğini sergilediği Yeni CHP’nin yeni yıldızı(!) Hacer Foggo’nun toplantıda yaptığı sunumunda, türbanlı kadınların ve sakallı erkeklerin yer aldığı İslamcı aile görüntüleri de sahnedeki dev ekranda konuşmasına eşlik etti. (https://www.youtube.com/watch?v=-TGzOOeL570)

Değerli okurlarımız, başta da belirttiğimiz gibi, bu yazıda ülkemizin koşar adım Faşist Din Devleti’ne doğru götürülüşünün nasıl hain bir emperyalist plan olduğunu ve bu planda rol alan kuklaları özellikle de Yeni CHP’yi Soros’un TESEV’inin raporundan kanıtlarla ortaya koymaya ve hep dile getirdiğimiz gibi Kılıçdaroğlu’nun nasıl bir TESEV’ci-Sorosçu olduğunu bir kez daha göze batırmaya çalıştık. Tabiî bu rapor, hep söylediğimiz gibi, ABD-AB Emperyalistlerinin ülkemizde yalnızca iktidarı değil muhalefeti de belirlediklerini bir kez daha çok netçe göstermiş oldu.

Bu karanlık gidişatta, tabiî ABD’nin Sol Tabelalı Şark Ekspresi’nin başka vagonları ve özellikle de AKP’giller’in son Anayasa Teklifi ile canhıraş haykıran ve teklife karşı çıkıyormuş, Laikliği savunuyormuş, solcuymuş gibi görünen ama aslında el ele kol kola bu karanlık gidişatın taşlarını döşeyen, ağlarını ören sivil örümcekler var. Yazımız uzadı. Bunları da gelecek sayıda ele alalım.