Site rengi

Tasarım

Şehir Hastaneleri: PPP mi, YYY mi?

05.05.2017
897
A+
A-

Şehir Hastaneleri: PPP mi, YYY mi?

Hadi YYY’yi anladık: Yoksulluk – Yolsuzluk – Yasaklar, bu PPP ne ola ki, denecek. PPP, Batılıların ifadesiyle Public Private Partnership sözlerinden geliyor. Başka deyişle Kamu Özel İşbirliği veya Ortaklığı diyebiliriz.

PPP kısaltmasının bizdeki pepelemek eylemini çağrıştırması ve pepelemek sözünün de hem mevcut iktidarın yandaş işveren bozuntularının sırtını sıvazlamasını ifade eden, hem de beceriksizliğini ve tutarsızlığını yansıtan bir söz olması nedeniyle bizim de kısaca PPP dememiz, bizce duruma uygun düşer.

Bu PPP işleri aslında Özal zamanına kadar gider. Yap İşlet Devret deniyordu o zaman. Köprülerin satışı bile dile dolanmıştı. Ve şimdi çok daha geniş boyutta uygulamalarını görüyoruz.

Bugün PPP’ler, Deli Dumrul köprülerinden, yollarından, geçitlerinden, “Şehir Hastaneleri” adıyla taşeronlaştırılan kamu hastanelerine dek uzanıyor. Biz burada temel olarak Şehir Hastaneleri adıyla göklere çıkarılan uygulamalara değineceğiz.

AKP iktidarının pek önem verdiği bir proje Şehir Hastaneleri Projesi. Nitekim Tayyip şöyle diyor Mersin Şehir Hastanesi’nin açılış töreninde:

“Bu yatırımların her biri elbette önemli, ancak bir tanesi var ki ülkemiz için yeni bir dönemin başlangıcını ifade ediyor. Mersin Şehir Hastanesi’nden bahsediyorum. Dertli olduğum, âşık olduğum, bunu muhakkak gerçekleştirmemiz gerekir dediğim bir projeden bahsediyorum.” (3 Şubat 2017)

Böylesine önemli… Milyarali ise “Cumhurbaşkanımızın hayali” diyor, Isparta Şehir Hastanesi’nin açılışında (24 Mart 2017).

Neden önemli?

Halkımızın gözünü boyamak için. “İşte böyle, sizin cebinizden 5 kuruş çıkmadan 5 yıldızlı otel konforunda sağlık hizmeti veriyoruz” demek istiyorlar.

Gerçekten böyle mi?

Bu yılın Şubat ayında, özellikle bizim gibi ülkelerin emperyalizm tarafından borçlandırılarak köleleştirilmesine karşı bayrak açan Jubilee Dept Campaign adlı bir kuruluş tarafından İngiltere’deki PPP uygulamalarına yönelik bir rapor yayımlandı. Raporun adı “The UK’s PPPs Disaster: Lessons on private finance for the rest of the world” (İngiltere’nin PPP Felaketi: Dünyanın Geri Kalan Kesimi İçin Özel Finansman Konusunda Çıkarılacak Dersler.) (http://jubileedebt.org.uk/reports-briefings/briefing/uks-ppps-disaster-lessons-private-finance-rest-world)

Gerçekten de, başlıkta belirtildiği gibi rapordan, özellikle sağlık alanında, Türkiye için çıkarılacak pek çok ders var.

Rapor, Pakistan kökenli, Londra’nın ilk Müslüman Belediye Başkanı Sadık Han’ın şu sözleriyle başlıyor:

“PPP uygulamaları Londra hastanelerinin boynuna geçirilmiş bir değirmen taşıdır.”

Daha sonra da bir IMF uyarısı yer alıyor:

“Gerek gelişmekte olan, gerekse gelişmiş ülkelerde PPP’ler büyük mali giderlere ve risklere yol açmıştır… Yönetimlerin yoldan çıkması ve PPP’lerin olası manipülasyonu, var olan proje risklerini daha da artırmıştır. Yetersiz bütçe ve istatistiksel uygulamalar, yönetimlerin PPP’lerden kaynaklanan kamu borçları ve bütçe açığını önemsememesine yol açabilir. Pratikte, yönetimler orta ve uzun vadede beklenenin üzerinde harcamalar ve mali risklerle yüz yüze gelirler.” (ay., s. 2)

IMF, bir emperyalist para organizasyonu. Geri ülkelere emperyalist metropollerden para akışını kontrol eden ve yoksul halkların başında Demokles’in Kılıcı gibi asılı duran uluslararası bir finans kuruluşu. Oynanan oyun konusunda bu emperyalist para kuruluşu bile sessiz kalamıyor. Demek durum öylesine vahim!

İngiltere, PPP’leri ilk uygulayan ülkelerden birisi. 1992’de başlıyor ve doksanlı yılların sonlarında başta sağlık pek çok alana yayılıyor. 2006-2007 yıllarında doruğa çıkıyor ama sonra proje sayısı da, yatırılan sermaye de inişe geçiyor. Bir bakıma uyanıyorlar, denebilir. Çünkü İngiltere’de halkın % 68’i, İskoçya’da ise % 76’sı PPP uygulamalarının yasaklanması yönünde görüş bildirmiş. Azalmanın nedeni bu halk uyanışı olsa gerek (ay., s. 2).

Çünkü “PPP’ler kamu altyapısını bir kamu zenginliği olmaktan çıkararak, bankalar ve özel sektör için bir yatırım alanına dönüştürmüş ve yatırımcıların zenginleşmesini sağlamıştır” (ay., s. 3).

Biz buna kamu zenginliklerinin yandaşa peşkeş çekilmesi, diyebiliriz.

Raporda, İngiltere’deki PPP deneyimlerinden hareketle önemli sonuçlar çıkarılmaktadır. Bunları sırasıyla Türkiye’deki uygulamalarla paralel yürütmeye çalışalım:

1- “PPP’lerin maliyeti devletin doğrudan kendi borçlanarak altyapı yatırımı yapmasına göre daha pahalıdır.

2- İlgili özel şirketlere kamu zararına büyük ve aşırı kar sağlamaktadır.” (ay., s. 2)

İleride ise şöyle deniyor:

“PPP projelerinde bugün özel şirketlerin ödediği faiz oranı % 8’dir. Oysa İngiltere hükümeti 30 yıl vade ve % 3.5 faizle borçlanabilir. İngiltere parlamentosu Hazine Komitesi’nin tespitine göre ‘Özel Finans Girişimi’ne (ÖFG) başvurulması (İngiltere’de bu işe girişen işverenlere bu ad verilmektedir: Private Finance Initiative), hükümetin kendi borçlanmasına göre kamu yatırımlarının maliyetini artırmaktadır.’ Hükümet hesaplarını denetleme yetkisindeki bağımsız kamu organı İngiltere Ulusal Denetim Ofisi ise 2015’de ÖFG’lerle yapılan yatırımların kamuya olan maliyetleri iki kattan fazla artırdığını belirtmektedir.” (ay., s. 2)

Bizde durum daha da vahimdir. Din bezirgânı yandaş işveren bozuntularına devlet arazisi bedavadan veriliyor, yandaş işverenin kuracağı hastaneyi 25 yıl süreyle işletmesine onay veriliyor, asıl önemlisi, hem yandaş işverenin dışarıdan aldığı borca devlet garantisi veriliyor, hem de yandaş işverene 25 yıl boyunca % 70 doluluk garantisi veriliyor. Otelcilik hizmetleri, otopark, kantin gelirleri de cabası… Bu arada, şehir hastaneleri kurulduktan sonra oraya taşınacak kamu hastanelerinin şehir merkezinde kalan ve din bezirgânlarının iştahını kabartan “kupon araziler” de malum kişi görüldükten işverene… İyi otel veya AVM olur!

Bütün bunlara rağmen ucuz mu?

Ne gezer? Aslında devletin işverene ödeyeceği paranın yarısına, hatta üçte birine kendi mülkiyeti olarak hastaneyi kurması mümkün. Bir örnek: Adana Şehir Hastanesini üstlenen konsorsiyum (Sıla – Şentürkler – Rönesans) dışarıdan 430 milyon Avro kredi alıyor, 18 yıl içinde bu krediyi 540 milyon Avro olarak ödeyecek. Devletse din bezirgânlarına 25 yıl içinde 3 milyar TL ödeyecek. Arazi devletten ve yapılacak her işte devlet garantisi olmasına rağmen, Devlet Baba’dan işverene yaklaşık 1 milyar TL avanta. Tabiî, kur garantisi de var. Kur farkı işverene çalışıyor, diyebiliriz. Örneğin, Isparta Şehir Hastanesinin yatırım bedeli Akfen adlı yandaş firmaya göre 1 milyar 150 milyon TL olarak açıklanmış. (Milyarali açılışta 600 milyon TL dese de…) Devlet Baba işe başlarken anlaşmaya göre Akfen’e yıllık 52 milyon TL ödemeyi taahhüt etmiş. Ama şimdi bu para kur farkı nedeniyle 106.5 milyon TL’ye fırlamış. Bu, yandaş firmaya kur kıyağı anlamına geliyor. (Bunun bir kısmına Malum Kişi ve Mahdumları el koyacaktır tabiî…)

Özetle, Devlet Baba kendisi yapsa çok daha ucuza maledeceği yatırımı, en az 2-3 katı fiyatla yandaş işverene yaptırmakta, bu arada her türlü garantiyi de vermektedir.

Bu işleri üstlenen firmalar mı?

Tümü de yandaş!  Kayseri, Konya ve Manisa: YDA ve Inso; Ankara Bilkent ve Mersin: DİA; Yozgat ve Adana: Sıla-Şentürkler-Rönesans; İzmir ve Kocaeli: Türkerler; Isparta ve Eskişehir: Akfen.

Din bezirgânları iyi söğüşlüyorlar!

Paranın kaynağı mı?

Tabiî ki halkımızın ödediği vergiler.

Vurgun da aşağıdaki mekanizmalarla işliyor:

1- “Offshore yoluyla vergi kaçırmaya imkan tanınmaktadır.” (ay., s. 2)

Vergi kaçırma İngiltere’de bile yapılıyorsa, bizde daniskası yapılır. Offshore, kıyıdan uzak demek. Bu, ekonomide vergiden uzak anlamına gelir. Bizde “Kıyı Bankacılığı” deniyor. Yandaş şirketler kazandıklarını offshore şirketler yoluyla “vergi cenneti” ülkelerde değerlendirir. Gerçek kazancını beyan etmez ve vergi kaçırır. Ünlü “Panama Belgeleri” ile durum kısmen ortaya konuldu. Türkiye’den 101 şirket ve 684 kişinin offshore hesabı olduğu ortaya çıktı. Örneğin, milletin a…’na koyan din bezirgânı Mehmet Cengiz’in 6 farklı offshore şirket kurduğu biliniyor artık. Türkiye’den irili ufaklı pek çok işveren offshore şirketler ve hesaplar yoluyla vergi kaçırıyor ne yazık ki… Ve belki kara para da aklıyorlar…

 

2- “Hizmet standartlarında ve personel sayısında düşüşe yol açmaktadır.” (ay., s. 2)

Raporda daha sonra şöyle deniyor:

“PPP’lerin sonucu olarak İngiltere’de çalışanların sayısı ve hizmet standartları düşmüştür, çünkü enflasyona dayalı borç geri ödemelerini yapabilmek için değişken maliyetler (personel ve hizmet giderleri) azaltılır.” (ay., s. 5)

Türkiye’de de böyle olacağı kesin. Hazır 15 Temmuz ile başlayan OHAL süreci de işliyor. Bir taşla iki kuş: Hem muhalif çalışanları kamudan uzaklaştır ve devleti küçült, hem de yandaş din bezirgânı işverenin işini kolaylaştır.

Sağlıkta hizmet kalitesi zaten yapılan yandaş kayıran uygulamalarla düşürülmüştü. Artık personel de azaltılacağından kalitenin daha da düşmesi beklenmeli.

AKP’nin bugüne dek yaptığı sağlık hizmetine erişilebilirliği artırmak oldu. Ancak sağlık hizmetinin kalitesi düştü ve sağlık harcamaları arttı. Şimdi bu harcamaları azaltabilmek için personel sayısını iyice düşürmek peşinde. PPP’yi üstlenen din bezirgânı girişimci de tabii en az personelle en çok işi çıkartmaya çalışacak. Dolayısıyla sağlıkta personel sayısının gittikçe azalacağı kesin. Üstelik çalışan haklarını savunacak güçlü bir sendikal örgütlenme de yok. Taşeronlaşma ise “had safhada”…

 

3- “Devletin altyapı tasarımı, inşası, finansmanı ve işletme kapasitesini yok etmektedir.” (ay., s. 2)

İleride şöyle deniyor raporda:

“İngiltere hükümetinin, yeni kamu altyapı yatırımları bakımından tasarım, inşa, finansman ve işletim yeteneği şimdi daha az, çünkü PPP’ler en az 15 yıldan beri kamu sektörünün rolünü azaltmıştır.” (ay., s. 5)

Bizde 15 yıla yakındır iktidarda olan emperyalist uşağı din bezirgânları zaten baştan beri Cumhuriyet’i dağıtmak, ülkeyi çökertmekle görevliler. Bundan iyi fırsat mı olur deyip, PPP projelerinde Türkiye’yi dünyada başta gelen ülkeler içine sürüklediler.

Böylece devletin özgücünün içini boşaltıyorlar. Zaten az olan dinamizmini daha da azaltarak hantal, iş yapamaz, daha pahalı devlete doğru götürüyorlar. Dinci diktatörlüğe de böylesi yakışır!

 

4- “Demokratik hesap sorma mekanizmasını tahrip ediyor.” (ay., s. 2)

Bu konuda daha ileride şöyle deniyor:

“PPP’ler kamu hizmeti sunumunda ve planlama, gelişme ve satın alma süreçlerinde topluluk örgütlenmelerini ve personel/sendikalara danışma yollarını sınırlayarak demokratik hesap verme mekanizmasını aşındırmaktadır. PPP’lerin karmaşık teknik yapısı, mali, yasal ve teknik anlamda kullanıcıları da kapsayan ana paydaşların önüne profesyonel engeller koymakta ve onları dışlamaktadır.  PPP’ler danışmanların çok sınırlı hesap verme ve kamu denetimi rolü ile etkili olmalarına yol açmaktadır.  (Burada danışmanlar, işi alan firmalara danışmanlık veren yerli yabancı kişi veya danışmanlık şirketleri. Çok pahalı iş yaptıklarından, maliyeti ortalama % 10 artırdıkları belirtiliyor. K.Y.)

“Ticari gizlilik” de PPP sözleşmelerine ulaşımı ve böylece kamu ve özel yatırımlar arasında karşılaştırma yapılabilmesini neredeyse imkansız kılmaktadır. Aynı şekilde kalite ve hizmet düzeyi, personel düzeyi, ödemeler ve performansı belirleyen diğer etkenler konusunda da PPP işverenlerinden bilgi almak son derece zordur.” (ay., s. 5)

Hesap sorma, hesap verme veya denetim İngiltere’de zor. Bizde mümkün değil! İhalelerin nasıl yapıldığı, hatta ihale yapılıp yapılmadığı bile belirsiz. Sözleşmeler Kamu İhale Kanununun dışında bırakılıyor. Hiçbir denetim mekanizması yok. Ne devletin, ne işverenlerin hesap verme gibi bir yükümlülüğü yok. Bu durumda “Ben yaptım oldu, hem iyi oldu” diyecekler. “Dünyanın en kaliteli sağlık hizmetini en ucuza veriyoruz” diyecekler. İster inan, ister inanma!..

Sonuç olarak, PPP uygulamaları halkımızın soyulmasında kullanılan bir araçtır. İngiltere’de bile böyledir. Hiçbir denetim mekanizması olmayan dinci diktatörlük altındaki Türkiye’de daha iyi olması beklenemez.

Demek ki, PPP’ler, 3 Y’yi kaldıracağız diye gelen AKP’li Din Bezirgânları için bir araçtır. Daha fazla yolsuzluk, daha fazla yoksulluk ve daha fazla yasak için.

Umuyoruz halkımızın gözü açılır ve bu soyguncu emperyalist uşağı Din Bezirgânlarını Halkın Kurtuluş Partisi öncülüğünde kurulacak Halk Kurtuluş Cephesi’nde ordulaşarak; hak ettikleri yere gönderir.