Sendikalar nasıl pasifize edildi?
Yoğun olarak işçilerin oturduğu mahallede bir grup işçiyle işyerinde örgütlenmeyi başlatmak üzere, sendikacı toplantı yapıyor.
Sendikacı kendini tanıtıyor. İşçilerin sendikalı olunca neler kazanacağını anlatıyor. İşçilerin çok fazla sorusu olmuyor. Ancak kadın işçilerden birinin eşi de orada. Sendikalı olarak başka bir işyerinde çalışıyormuş. Bir tek o konuşuyor.
Ben bu işleri biliyorum diyerek, sendikacıya;
“İşverenden izin aldınız mı sendikal örgütlenme için? Benim bildiğim sendika önce işverenle anlaşır. Sonra işçiler de sendikaya üye olur. Ve bu tür toplantılar da işyerlerinde yapılır. Siz yasadışı iş yapıyorsunuz.”, diyor. Sendikacının ona ne dediğini anlatmaya gerek yok.
Uç bir örnek mi?
Bilemem…
Sendikalar, işçilerin ortak ekonomik ve sosyal hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için ortaya çıkmış, sanayi devriminden bugüne gelişerek gelmiştir. Günümüzde ise şekil değiştirmeye zorlanmaktadır.
Ülkemiz açısından bakalım.
Adında, içinde sendika kelimesi geçen her sendika, işçi sendikası değildir. Sarı-işbirlikçi, işçi düşmanı sendikacılar, sendikaları ele geçirerek işçileri sendikalardan uzaklaştırdılar. Ve sendika kavramını değiştirdiler.
İşçiler sendikaları bir formalite olarak görmeye başladı. Peki işçiler bu noktaya nasıl getirildi?
Konuyu araştırmak gerekir. Türk-İş’in 1952 yılında CIA kontrolünde kurulduğuna ve sonrasında gelen sendikal anlayışa girmeyelim. DİSK’in işçiler tarafından 1967 yılında kurulduğuna, 12 Eylül Faşist Darbesi ile kapatıldığına ve açıldıktan sonra İşçi Sınıfından ve son dönem mevcut DİSK yönetiminin DİSK’in ilkelerinden nasıl uzaklaştığından, ihanet ettiğinden de hiç söz etmeyelim. Her şey işçilerin gözü önünde oldu.
Son yıllara kadar kimi sendikaların her türlü ihanetlerine, satışlarına rağmen işçiler sarı sendikacılığı kanıksamış olsa da, işçilerin gözünde sendikaların işçi haklarını savunduğu düşüncesi vardı. O düşünce de birkaç yasa değişikliği ile bitme noktasına geldi.
Yapılan yasal değişikliklerle sendikalar iyiden iyiye pasifize edilerek, işlevsizleştirildi. Sendikalar noter, bürokratik kurum konumuna getirildi.
O değişiklerden bir kısmı şöyleydi:
7 Kasım 2012 yılında 6356 sayılı Sendikalar ve “Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” Resmi Gazetede yayınlandı.
– Yasayla iş kolları birleşti. 28 işkolu 20’ye düştü.
– Torba yasa ile işçilere aynı anda iki sendikaya üye olma hakkı da verildi.
– İşçilerin sendika üyeliğinde noter şartı kalktı. 7 Kasım 2013 yılı itibariyle e-devlet üzerinden üyelik başladı. Aslında bir iyileşme gibi gözükse de örgütlenme için yararından çok zararı vardı.
– 14.09.2014 tarihinde yasal bir düzenlemeyle devlet kadrolarında çalışan taşeron işçilerin sendikaya üye olması ve toplu iş sözleşmesi yaptıkları takdirde arada oluşan ücret farkını çalıştıkları devlet kurumunun ödeyeceği yasallaştı.
Böylelikle sendikalaşma önündeki engeller kaldırılmış, işçilerin sendikalara üye olmasının önü açılmış oluyordu. Beklenti böyleydi.
Mücadele ile almadığınız hiçbir hak veya değişiklik işçilerin lehine olmaz
Ve gerçeklik uygulamayla çok kısa zamanda ortaya çıktı. Yasalar ile sarı sendikacılık meşru hale getirildi.
Yapılan yasal değişiklikler sendikalaşma oranlarını artırmadı. İşkollarının birleşmesi bir hak gaspıydı. İşkolunda 200-300 bin işçi sayısı olan bir sendikanın bir anda işkolundaki işçi sayısı ikiye, üçe katlandı. Böylelikle işkollarının birleşmesiyle bazı sendikalar istenen % 1’lik barajın altında kaldı. Baraj altında kalan sendikaların örgütlenme çalışması engellenmiş oldu.
İşçilerin iki sendikaya üye olması da sendika üyeliğini artırmadı. İşçinin bir veya iki sendikaya da üye olmuş olması, işten çıkartılma gerçeğini ortadan kaldırmadı.
Sendika üyeliklerinin noter aracılığı ile yapılması hem zaman hem de parasal anlamda işçileri zorluyordu. Bu sorun e-devlet şifresiyle çözülmüş oldu. Sendikalar bu sistemle işçilerin sendikalara akın edeceğini düşündü ama tehlikeyi çok az sendikacı farketti. Çünkü e-devlet sistemi ile üyelik işlemlerinin yapılması işçiler ile sendikanın arasındaki organik bağı kopartacaktı. Ki öyle oldu…
İşçiler sendikayı, sendikacıyı; sendikacı işçileri bilmeden sanal âlemde sendikal örgütlülük başladı. İşçiler play station oynar gibi sabah sendikaya üye oluyor, akşam sendikadan istifa ediyor. Birkaç saat içerisinde bir işyerinde çoğunluğu sağlayacak duruma gelen sendika, birkaç dakika içinde tüm üyelerinin istifasıyla karşılaşabiliyor. Sendikaların işçileri yönlendirme olanakları böylelikle ellerinden alınmış oldu.
Yasal değişliklerden sonra sendikalaşma; 2013 yılı 9.05, 2014 yılı 9,6, 2015 yılı 10,95, 2016 yılı 11,75, 2017 yılı 12, 2018 yılı 13,86 ve Temmuz 2019 yılı 13.7 oranında oldu.
Sendikalaşma oranında artışın nedeni sendikaların bu süreçte İşçi Sınıfı içerisindeki çalışması ve örgütlenmesi değildir.
Artışın nedeni, sendikaların toplu iş sözleşmesi yapması durumunda oluşan ücret farkının, taşeron işçinin çalıştığı devlet kurumu tarafından karşılanacak olmasıdır. Yıllarca taşeron işçilerini görmeyen sendikacılar yasa değişikliklerin ardından taşeron işçilerin aidatına talip oldular. Ortada bir sendikacılık veya örgütlenme yoktu. Bir formalitenin yerine gelmesi vardı.
Devlet güvencesi ile taşeron işçiler sendikalara üye olmaya başladı. Az değil bir milyona yakın taşeron işçi…
Taşeron işçiler sendikalara üye oldu ama sendikaya üye olan her işçi de toplu iş sözleşmeli olarak çalışamadı. Çünkü gerçek anlamda örgütlenme yapan sendikalar bir türlü çoğunluk sağlayamıyordu. Önleri bir biçimde kesiliyordu. Tam sağlandı sağlanacak derken taşeron firmasının ihalesi bitiyordu. Süreç başa sarıyordu. Çoğunluk sağlayan sendikalar ise sarı ve icazetle sendikacılık yapan sendikalardı. Ki onların sayısı çoktu.
Evet sendika üyeliği artmış gibi gözükse de örgütlülük artmış değildir. Ancak birçok sendika buna örgütlülük demektedir.
Kamu kurumlarındaki işçiler sorunlarının çözümünde sendikasına, örgütlülüğe değil müdürüne, amirine güveniyor. Sendikalar da üyelikleri, işçilerin amirleri ile görüşerek başlatıyordu. İşçilerin sorunları sendikacıları hiç ilgilendirmiyordu.
Taşeron örgütlenmeleri sonucunda sözleşmeler Yüksek Hakem Heyeti aracılığı ile yapıldı. İşçiler kanunun öngördüğü haklarının dışında yeni haklar kazanmadılar. Ücretlerinde % 1 ve % 10 arasında artışlar oldu. Sendikaların ise ne yapılan sözleşmede, ne işçiler, ne de işveren üzerinde hiçbir etkisi olmadı. Üstelik birçok TİS de uygulanamadı. Sendikaların tek varlık belirtisi işçilerden aidat alma noktasında ortaya çıkmaktadır. Şöyle düşünün, her ayın sonunda mahallenizdeki market maaşınızdan bir miktar para alıyor ama size karşılığında hiçbir şey vermiyor. Siz de buna ses çıkartamıyorsunuz.
Ve bir gün bu taşeron işçilerinin bir kısmına sözde kadro verildi. Karşılığında geriye dönük birikmiş kazanımları ellerinden alındı.
Ve sarı, işbirlikçi sendikacılar işçilere haklarından vazgeçtiğini belirttikleri ibranameleri imzalamalarında bir sakınca görmedi.
O da yetmedi. 696 sayılı KHK ile sözde kadroya geçen işçilerin sendika hakları da elinden alındı. Sarı sendikacıların sesi çıkmadı.
İşçiler sendikaya üye olabilecek, toplu iş sözleşmesini ise ancak 2020 yılı Ekim ayından sonra yapabilecekti. İşçiler, aradaki bu sürede Yüksek Hakem Heyetinin vereceği yüzde 4+4 zam oranı ile idare edecekti. Sarı sendikacıların sesi çıkmadı.
Bu arada birçok taşeron işçi, güvenlik gerekçesiyle ve kamuda çalışan tüm emekli taşeron işçiler işten atıldı. Ki bu işçiler sendika üyesi idiler. Sarı sendikacılardan yine ses çıkmadı.
TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ’e bağlı birçok sendikanın kamu kurumlarında icazetle sendikacılık yaptıkları bilinen durumdu. Böylelikle kamu kurumlarındaki örgütlenme tarzını özel sektörde de açıkça uygulayarak meşrulaştırdılar.
Nakliyat-İş Sendikası dışında hiçbir sendika, sendikaların saf dışı edilmesi sürecine ses çıkarmadı. İşçilerin sendikaları maaşlarının artmasında bürokratik bir aracı kurum olarak görmesi, sarı sendikacıların işine geldi.
2012 yılı öncesi yasalarda da var olan işverenlerin sendikaların yetkilerine itiraz etme hakkından dolayı, son yıllarda birçok sendika, işyerlerinde örgütlenip yetki almasına rağmen toplu iş sözleşmesi yapamamaktır. İşçiler yıllarca mahkemeden gelecek yetki kararını beklemektedir. Mahkeme sonuçlandığında işyerlerinde sendika üyesi işçi kalmıyor. Sürenin uzamasınının, sözleşmenin yapılamamasının suçunu ise işçiler sendikalara atmaktadır. Ve böylelikle sendikalar işçilerin gözünde itibarsızlaştırılmaktadır. Elbette asıl amaç sınıf sendikacılığının önüne geçmektir.
Tüm bunların üzerine, 2012 yılında 6356 sayılı Sendikalar ve “Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” ile zaten İşçi Sınıfından uzaklaşmış sarı sendikalar; dernek, bürokratik bir kurum konumuna getirildi.
İşçiler işten atılırken, yasal hakları gasp edilirken, direnişteyken sarı sendikacılar ortadan kayboldu. Ve işverenlerden yana eskiye oranla daha rahat tavır sergilediler.
Gelinen aşamada işçiler; sendikacı işveren mi, işveren sendikacı mı, sendika işyerinin bir yan kuruluşu mu ayırt edememeye başladı.
Hani Mili Eğitim Bakanının biri; “Şu okullar olmasa ne güzel idare ederdim Maarifi (Eğitimi, öğretimi)”, demişti.
İşte şimdi sendikacılar, örgütlenme, direniş, grev yapmadan ve işçiler olmadan çok güzel sendikacılık yapıyorlar.
İşçiler, sendikalarda, örgütlenmelerde, grevlerde, direnişlerde daha çok olmak zorundadır. Sendikaya üye olmak anayasal ve yasal haktır. Bu hak, sarı-işbirlikçi, gangster sendikacılara teslim edilemeyecek kadar değerlidir. İşçilerin örgütlenmekten başka yolu yoktur.
İstanbul’dan bir Yoldaş