Sömürge Madenciliği ve Kirli Altın
Hüseyin Ali
Erzincan’ın İliç ilçesinde Çöpler Madeni’nde büyük bir heyelan yaşandı. Altın arama sürecinde ortaya çıkan en az 10 milyon metreküp siyanürlü toprak yığını, saniyede 10 metre hızla 9 emekçinin üzerine kaydı. Bu emekçilerden 13 Şubat’tan beri haber yok. Cesetlerine bile ulaşılamadı.
Yöneticilerin bu olaya bakışı nedir?
Tayyip Soma’da 301 maden işçimiz tavuk gibi toplu yaşamını yitirdiğinde ne demişti?
“Bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında (doğasında, yapısında) bu var.”
Her ne kadar bu kez açıktan öyle bir söz etmeseler de, bu olayda da böyledir. Tayyip ve yardakçılarına göre bu ölümler işin doğasında vardır. Yapacak bir şey yoktur. Abartmak gereksizdir. Takdiri ilahidir vb… Bakışları böyledir.
Olayın Gerçek Nedeni Fıtrat Değil,
Kirli Madenciliktir
Genel olarak madencilik, yeraltındaki değerli jeolojik malzemelerin ve minerallerin Dünya yüzeyine çıkarılmasıdır.
Tehlikeli midir, risk var mıdır?
Evet. Hem çalışanlar için hem de çevre için tehlike ve risk vardır. Ama bu tehlike veya risk en aza indirilebilir.
Madencilikte uluslararası şirketler, emperyalizmin “Gelişmekte Olan Ülkeler” olarak tanımladığı geri ülkelerde madenciliği 19’uncu Yüzyıl’dan kalma Sömürge Madenciliği veya Vahşi Madencilik anlayışıyla yürütüyor. Buna Kirli Madencilik de diyebiliriz.
Kirli madencilikte çalışanın, geri ülke halkının, doğanın hiçbir önemi yoktur. Önemli olan kârdır. İnsan yaşamına ve çevreye hiçbir değer vermeksizin toprak altındaki mineraller vahşice çıkarılır. Emperyalist şirketler için it de ölse kârdan, kurt da ölse kârdandır. Esas olan sömürüdür.
Uluslararası emperyalist şirketler genellikle yerli işbirlikçileri bulurlar. Onlarla birlikte sözde “ortaklık” kurarlar ama aslan payını alıp götürürler. İşbirlikçi şirket de kediye göre budu, kendi çapında vurgunu vurur. Yerli şirket emperyalist şirketin geri ülkedeki ayak işlerini yürütür: ruhsat alma, denetimleri savuşturma, yasaları “arkadan dolanma”, halkı kandırma vb.
İliç’te de olan aynı böyledir.
Emperyalist şirket: SSR Mining Anonim Şirketi. Kanada kökenli, 1946’da kurulmuş bir şirket. Önceleri merkezi Kanada Vancouver’de. Eski şirket adı Silver Standard Resources. İşlettiği gümüş madenleri tükenince altın madenciliğine kaymış. (Bir de şu var: Emperyalist şirketler genellikle yasal olmayan veya ölümle sonuçlanan işler yapınca bir yolunu bulup isimlerini değiştirirler. Böylece kendilerince aklanırlar, izlerini kaybettirmeye çalışırlar. Bu da öyle olabilir.) Şirket 2020 yılında bizim Çöpler maden havzasını işleten ABD kökenli Alacer Gold adlı şirketi yutarak büyüyor. Merkezi şu anda ABD’de, Denver’de (Colorado). ABD, Kanada, Arjantin ve Türkiye’de maden çıkarıyor. Bunların en büyüğü ülkemizdeki Çöpler madeni. Şirketin kendi verilerine göre bu dört merkezden son üç yılda 700.000 onz’dan fazla altın üretmiş (Anglosakson ölçü birimi 1 onz, 28.95 grama karşılık gelir; dolayısıyla yıllık altın üretimi 20 tonun üzerinde).
Yerli şirket: Tayyip’in dünürünün şirketi Çalık Holding’e bağlı Lidya Madencilik. Alacer ile Lidya 2009’da Çöpler altın madenini işleten Anagold firmasını kuruyorlar. Anagold’da Lidya’nın hissesi %20. Alacer’i ise yukarıda gördüğümüz gibi 2020’de SSR Mining yutuyor. Aslında tezgâh hazır. Önceden emperyalist şirket Çalık Holding’e gelip özetle “ya senin oğlan Tayyip’in damadı, gel seninle bir şirket kuralım, Çöpler altın madenini işletelim, sen de bu işte yerli ayağımız ol, kârdan senin önüne de %20 atarız”, diyor. Çalık ise balıklama atlamış görünüyor. Aslında çıkarılan her 10.000 kg altının sadece 90 kg’ı Türkiye’ye kalıyor. O da aslında Çalık’ın kasasına girerek. Bu işler olurken Milyarali’nin (Malum Binali) Erzincan milletvekili ve Ulaştırma Bakanı olduğunu belirtelim.
Burada Çalık veya Lidya işi bağlayan şirket. Çünkü maden işletmeciliğinde üç bakanlık devrede: Enerji Bakanlığı ruhsatı veriyor. Çevre Bakanlığı Çevre etki değerlendirme (ÇED) onayını veriyor. Çalışma Bakanlığı ise çalışan sağlığı bakımından onay veriyor. İşte Çalık, bunların üçünü birden hallediveren yerel güç.
Denetimlerden kaçıran da Çalık. Örneğin İliç’te denetim olmadığı görülüyor. Ayrıca açılan davalarda kararların şirketten yana çıkmasını sağlayan da Çalık. Örneğin Erzincan İdare Mahkemesi, İliç Yakuplu köyü mevkiinde yer alan maden açık ocak işletmesi revizyon ve kapasite artırımına dair projeye ilişkin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali yönünde açılan davayı bilirkişi raporuna dayanarak reddetti. Dava daha sonra Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Anayasa Mahkemesi Kasım 2023’te yargılamanın yeniden yapılmasını emretti. Uyan olmadı. Tayyip Hukuku, normaldir!
Çalık’ın yaptığı bununla da sınırlı değil: Örneğin, daha yeni, 2022 Haziran ayında 20 ton siyanürlü sıvının toprağa sızdığı saptanıyor ve şirket bunu hafif bir para cezasıyla (16 milyon 441 bin TL) atlatıyor.
Ama buna karşılık da 2023 yılı Mart ayında şirketin devlete olan 8.6 milyon dolar borcunun 7.2 milyon dolarlık kısmı Tayyip Düzeni tarafından siliniveriyor. Çalık burada muhtemelen aslan payını almıştır! Oh ne âlâ!
Çalık’ın bir yaptığı da, siyanürlü bulamaçtan oluşan atık dağının (liç yığınının) yüksekliğine onay verilmesini sağlamak olsa gerek. Liç yığınının yüksekliğinin 150 metreyi geçmemesi gerekiyordu, 257 metreye çıkardılar. Zaten vadiden yüksekliği 100 metreydi, böylece 357 metreye vardı liç yığınının yüksekliği. Üstelik söylentiye göre liç yığınındaki çatlakları tespit etmek için gerekli radar sistemi de kurulmamış veya uyarı verilmiş, çatlaklar saptanmış ama kulak asan olmamış. Böylece heyelana, işçilerimizin kaybına zemin hazırlanmış oldu.
Çalık’ın asıl yaptığı işlerden birisi de kapasite artırımı. Şirket iki kez kapasite artırımına gidiyor, ilgili bakanlıklar onaylıyor. Böylece şirketin tahrip ettiği alan 687 hektardan 1750 hektara çıkıyor. En son siyanür sızmasından sonra şirket yeniden kapasite artırımı istiyor. Vukuatına rağmen şirkete üçüncü kez, 5.83 hektar daha kapasite artırımı izni veriliyor. Ve ÇED raporunda siyanür dahil 21 ağır metali içeren maden atıklarının çevreyi kirletmeyeceği, çünkü “evsel atık” olarak değerlendirildiği belirtiliyor.
Üstelik bu alan Fırat’a bağlanan Karasu’ya 350 metre uzaklıkta ve deprem oluşturabilecek bir fayın (Ziyarettepe Fayı) tam üzerinde.
Bu tehlikelere rağmen ruhsattır, kapasite artırımıdır vb. yetkili makamlarca onaylanıyor.
Şirketin bir başka kirli işi bir bakıma rüşvet dağıtması. Şöyle: Şirket bölgede her eve 130’ar bin TL, toplamda 12 milyon TL para dağıttı. Karşılığında ömür boyu şirkete dava açmama sözü alındı. İliç kaymakamını, belediye başkanını, köy muhtarlarını, milletvekillerini Amerika’ya geziye götürüp ağırladı. Erzincanspor’a 21 milyon TL, Erzincan Üniversitesi’ne 14 milyon TL bağışladı. Bu sus payıdır, rüşvettir ve suçtur.
Gerekli iş güvenliği önlemleri alınmaksızın üretim yapılması denetimlerden geçilmesi… Bu da yerel ayak sayesinde.
Kuşkusuz, bütün bunlar Çalık’ın sayesinde…
Şimdi soruşturmalar yapılacak, alt düzey çalışanlardan birkaç günah keçisi bulunacak. Ruhsat veya onay veren makamlar koltuklarında oturmaya devam edecekler. Şirket üretime devam edecek…
Bu süreç aynen 19’uncu Yüzyıl sömürge madenciliği sürecidir. Kirli madenciliktir.
Oysa Türkiye, Dünyada ilk kez başarılı bir antiemperyalist savaş vermiş, bağımsız bir ülkeydi. Madenler de Bağımsız Türkiye’de kamu malıdır. Nitekim 1924 Anayasası’na göre madenlerin işletilmesi de kamu hizmeti olarak görülmüş, bu amaçla 1935 yılında Etibank ve Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü kurulmuştur. Madenler bu kuruluşlar aracılığıyla kamu malı olarak işletilmiştir.
Ne var ki palazlanan Finans-Kapital ile Tefeci-Bezirgân ittifakı bağımsızlığımızı bitirdi. Demokrat Parti döneminde, 1954 yılında çıkarılan 6309 sayılı Maden Kanunu ile madenlerin devlet tasarrufunda olduğu ama maden işletmelerinin özel kişilere ve yabancı sermayeye açılabileceği hükmü verilmiştir. AKP iktidarı ise devlet tasarrufunu neredeyse tümüyle kaldırmış, 2004’te madenler yerli-yabancı Parababalarına açılmıştır. Etibank ise 2001’de kapatıldı, bugün yerine sadece bor madenlerini işleten Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü var.
AKP devlet züğürtledikçe satacak ne varsa Parababalarına peşkeş çekiyor çünkü. AKP’nin başı yıllar önce, 2005’de; “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim”, dememiş miydi? Aynen öyle yapıyor, ülkeyi satıyor.
Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğünün (MAPEG) yeni yayımlanan 2023 Faaliyet Raporu’na göre “2017 yılında 184 olan düzenlenen işletme ruhsatı, 2023’te 1330’a yükseldi. 348 olan işletme izni de geçen yıl sonu itibarıyla 1104’e çıktı. 2017’de 1900 olan arama ve işletme ruhsatı sayısı geçen yıl 2 bin 895 olarak gerçekleşti. 2022’de 3 bin 276’ydı. 2017’den bu yana düzenlenen ruhsat sayısı ise (arama ve işletme ruhsatı) 20 bin 250 oldu.” (https://www.turkhabergazetesi.com/haber/maden_ruhsatinda_6_yilda_7_kat_artis_var-45474.html).
Demek ki, sömürge madenciliğinde de “durmak yok, yola devam”!
Özetle, işçilerimizin kaybının, çevrenin kirlenmesinin sorumlusu açgözlü Tayyip Diktatörlüğüdür. Çözümü halk iktidarıdır. Halk iktidarında madenler kamulaştırılacak ve halkımızın özgücüyle devlet tarafından işletilecektir.
Halk iktidarında Tayyip ve yardakçılarından bu acıların hesabı da sorulacaktır.
Yazımızı, Nazım Hikmet’in 1939 Erzincan Depremi için yazdığı şiirle bitirelim. Bugünkü maden faciasına da uyan bir şiir.
Kara Haber
Erzincan’da bir kuş var
kanadında gümüş yok.
Gitti yârim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy, dağlar, dağlar, dağlar…
Aldı ellerine kanlı başını
karın ortasında Erzincan ağlar.
O ağlamasın da kimler ağlasın…
Kar yağar lapa lapa
tipidir gelir geçer…
Yan yana sırtüstü yatan ölüler
akşam olur tandıramaz
ateşini yandıramaz…
Gün ağarır, şafak söker,
kimsecikler gitmez suya.
Ezilmiş başlarıyla ölüler
vardılar uyanılmaz uykuya.
Ses edip geceye beyaz taşından
kışlanın saati çaldı ikiyi.
Ne çabuk, lahzada bitti yaşamak.
kimisi altı aylık,
Kiminin sakalı ak,
kimi on üç, on dört yaşında,
kimi yola gidecek,
kimisi mektup bekler
yan yana sırtüstü yatan ölüler…
Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
ak peynir torbaya koyulamadı,
hasret gitti ölüler
dünyaya doyulamadı…
Uyanıp kaçamadılar,
kuş olup uçamadılar,
açıldı kuyular kimse inemez.
Erzincan beygiri rahvandır amma
ölüler ata binemez,
Yan yana sırtüstü yatan ölüler…
Nazım Hikmet