Taşeron İşçilerine Kadro mu verildi? Kazık mı atıldı?
Bir AKP klasiği haline gelen “Torba KHK”lerin sonuncusu 696 sayılı KHK oldu.
696 sayılı KHK ile birçok yasada yapılan değişikliğin yanı sıra taşeron işçilerinin “kadro”ya geçirileceğine dair düzenlemeler yaptılar.
Bu düzenleme ile; kamu idareleri ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar ile İl Özel İdareleri, Belediyeler ve bağlı kuruluşlarında ve bunların üyesi olduğu mahalli idare birliklerinde, “4734 sayılı Kamu İhale Kanunu uyarınca personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım sözleşmeleri kapsamında personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım sözleşmeleri kapsamında” 04 Aralık 2017 tarihi itibarıyla çalışmakta olan işçilere, bazı koşulları taşımaları kaydıyla, hizmet alım sözleşmesinin yapıldığı birimde “sürekli işçi kadrosunda istihdam edilme” hakkı tanındı.
696 sayılı KHK ile Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT)’lerde çalışanlar “kadro” kapsamına alınmamışlardı. Gelişen tepkiler üzerine AKP’giller’in “büyük Reisi” tarafından buralarda çalışanların da “kadro” alınacakları yönünde açıklama yaptı.
Yıllardır taşeron zulmünden bıkmış, büyük çoğunluğu güvencesiz-örgütsüz çalışan işçiler için bir anda umut kaynağı olan “kadro”nun bir hak mı kazık mı olduğu önümüzdeki günlerde daha iyi anlaşılacak.
Ancak biz, kararnamenin düzenleniş biçiminden anlaşılan hak kayıplarının bazılarına değineceğiz.
Öncelikle belirtelim ki; kamuda ve özel sektörde ya da tüm mal ve hizmet üretiminde alt işveren işçisi çalıştırılmasına bugüne kadar hep karşı çıktık. Bundan sonra da karşı çıkıyoruz.
Emek-Sermaye çelişkisindeki artıdeğer sömürüsünün bir de taşeronlar eliyle derinleştirilerek İşçi Sınıfının işgücünün bu aracılar eliyle çifte sömürüye uğratılmasına elbette karşı çıkıyoruz. Kaldı ki, geçmişte (Sermayenin has adamı Özal’ın ANAP iktidarına kadar) bu mal ve hizmetler hep kadrolu işçiler eliyle üretilmekteydi.
12 Eylül Faşizminden sonra kamuculuğa, planlı ekonomiye yönelik yoğun saldırıların devamı taşeron işçiliğin yaygınlaştırılmasını da beraberinde getirdi. Daha doğrusu taşeron sistemi; patronlara sunulan bir olanak olarak karşımıza çıktı. Öyle ki, özel sektörde bile, bir zamanlar kadrolu, sendikalı, sözleşmeli işçiler eliyle yapılan (yemekhane, güvenlik, temizlik vb.) işler hep taşeronlara havale edilmeye başlandı. Böylece, fabrikalardaki hizmet işi yapan işçi kitlesi asıl işçilerden ayrılarak, Sendikal Örgütlenme ve Toplu Sözleşme dışına çıkartıldılar.
Tabiî, taşeronların İşçi Sınıfı üzerindeki yoğun sömürüsü ve birikmiş işçi alacaklarının gaspına varan uygulamaları, savunulamayacak noktaya geldi.
İşte bu nedenle Meclisteki siyasi partiler, biraz da seçim yatırımı yapmak için taşeron işçilerine umut vermeye başladılar. Oysa bu partilerin elinde bulunan Belediyelerin tamamında onlarca taşeron firma çalıştırıldığı da ayrı bir gerçektir.
Şimdi gelelim “kadro”ya geçirilen işçilerin olası hak kayıplarına…
696 sayılı KHK ile getirilen; işçilerin en son çalıştığı idare veya şirket ile daha önce kamu kurum ve kuruluşlarında alt işveren işçisi olarak çalıştığı iş sözleşmelerinden dolayı herhangi bir hak ve alacak talebinde bulunmayacağı ve bu haklarından feragat ettiğine dair yazılı bir sulh sözleşmesi yapmalarına yönelik koşul, işçi aleyhine bir düzenleme olmakla birlikte, ileride çok daha ciddi hak kayıplarına neden olma tehlikesini de barındırmaktadır.
Her ne kadar 6098 sayılı Borçlar Yasasının 429’uncu maddesinde; “işçinin hizmet süresine bağlı hakları bakımından, devreden işveren yanında işe başladığı tarih esas alınır” denilmekte ise de; işçilere imzalatılan feragat ve sulh sözleşmeleri ile geçmişteki iş sözleşmelerinden doğan asıl işveren sorumluluğunun ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır.
Bunu yapan da devlettir…
Kaldı ki, bu tür düzenlemelerle 4857 sayılı iş sözleşmesinin 2’nci maddesi de hükümsüz bırakılmaktadır.
Başvuru yapan işçiler Devlet Memurluğuna girişte olduğu gibi, ailesini de kapsayan güvenlik soruşturmasından geçirilecekler. Güvenlik soruşturmasına takılan ve bir yıldan fazla hapis cezası almış olan işçilerin “kadro”ya geçirilmesi mümkün olmayacak.
Oysa bu işçiler, alt işveren işçisi olsalar da zaten bu kurum ve kuruluşların bünyesinde çalışan işçilerdir. Büyük çoğunluğunun on yılları bulan emekleri vardır. Bu durumdaki bir işçiyi ilk defa işe giriyormuş gibi, güvenlik soruşturmasına, yazılı-sözlü ya da uygulamalı sınava tabi tutmak iyiniyetli bir girişim değildir. Bu sınavların yandaşı kayırma mantığıyla yapılacağı neredeyse kesin olduğundan bu yolla birçok işçi işsiz bırakılacaktır.
Taşeron işçileri gerçek anlamda kadroya geçirilmemekteler. KHK’nin lafzına göre; bu işçiler “sürekli işçi statüsüne” geçirilmekteler. Bu nedenle de kamu kurumlarındaki (kadrolu) işçilerin dâhil oldukları Toplu İş Sözleşmesi kapsamına da alınmamaktalar.
Bu statüdeki işçilerin ücretlerinin, geçişten önce alt işveren işçilerini kapsayan ve Yüksek Hakem Kurulu (YHK) tarafından bağıtlanan ve yürürlülük süresi en son sona erecek Toplu İş Sözleşmelerinden doğan ücret ve sosyal haklardan fazla olamayacaktır. Yani bu işçiler, önceden YHK tarafından bağıtlanmış sözleşmelerin süresi bitmeden ne TİS düzenine kavuşabilecekler ne de ücretlerine başka bir zam alabileceklerdir. Bu sürelerin bitimi ise en erken 2019-2020’dir.
696 KHK ile; herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik, yaşlılık veya malullük aylığı almaya hak kazanmış olanlar, yani emekli olup da çalışmakta olan işçiler kapsama alınmamıştır. Dahası “kadro”ya alınanların istihdam süreleri de hiçbir şekilde emeklilik, yaşlılık veya malullük aylığı almaya hak kazandıkları tarihi geçemeyecektir. Yani taşeron işçileri arasında ayrımcılık yapılmaktadır. İşsizler ordusuna yeni elemanlar katacaklar.
Sermayenin yaratmış olduğu İşsizlik-Pahalılık Cehenneminde İşçi Sınıfımız emekli maaşı ile geçinemiyor ve emeklilikten sonra da çalışmak zorunda bırakılıyor. Bu durumdaki işçilerimizin uzun vadede çalışma yaşamından tasfiyesini amaçlayan bu düzenlemeler de hak kaybına neden olacaktır.
Danışmanlık hizmetleri, hastane bilgi yönetim sistemi hizmetleri ve çağrı merkezi hizmetlerinde çalışan işçilerin kapsam dışında bırakılmaları da ayrımcılığın bir başka örneğidir.
Sonuç olarak; 696 sayılı KHK ile taşeron işçilerine kalıcı bir kadro güvencesi getirilmemiştir. Dahası taşeron işçileri “sürekli işçi kadrosunda” istihdam edilirken, kazanılmış haklarından vazgeçmeye zorlanmıştır. İşçilerin büyük çoğunluğu, birikmiş işçilik alacaklarını tartışmaya sokacak olan “feragatname”lere imza atmışlardır. İleride yine aynı hak gasplarını içeren “sulh sözleşmeleri”ni de imzalamak zorunda bırakılmaktadırlar. Geçmişte işlediği suçtan dolayı cezasını çekmiş ve kendine (taşeronda da olsa) bir iş bulmuş ve yaşamını devam ettiren insanlar işsiz bırakılacaktır. “Kadro”ya geçen işçiler yine mevcut ücretleriyle çalışacaklar. Kamu işyerinde yürürlükte bulunan Toplu İş Sözleşmesinden bile yararlanamayacaklar. Ücretleri de taşeron işyerlerinde yürürlükte olan ve Yüksek Hakem Kurulu tarafından bağıtlanan TİS’lerle sağlanandan fazla olamayacak. Bütün bunların üstüne bir de işçinin kendisinin dışında yedi sülalesi hakkında yürütülecek “Güvenlik Soruşturmaları” ile eleme yapılacak ki, bu da tamamen yandaşların buralara doldurulması demektir.
Bunun örnekleri yaşanmaya başladı bile…
“Kadro”ya geçirilmek için belge hazırlayan işçilerin bazılarına AKP’ye üye koşulu dayatıldığı gibi, bazıları da iktidar yanlısı Hak-İş’e geçmeye zorlanmaktalar.
Sadece bir kaçını yazabildiğimiz bu hak kayıplarının; İş Hukukunun temel felsefesi olan “işçinin korunması ilkesi”ni bizzat devlet eliyle ortadan kaldırılması anlamına geldiği açıktır.
Bu durumda biz de; taşeron işçilerine kadro mu verildi? Yoksa kazık mı atıldı? diye sormadan edemiyoruz. 25 Ocak 2018
Av. Tacettin Çolak