Türkiye’de Beslenme Sorunu
Yurtsever Veteriner Hekim Osman Nuri Koçtürk’ün “Gıda Emperyalizmi” adlı kitabından yararlanarak hazırladığımız yazının ikinci bölümü ülkemizdeki beslenme sorunu üzerine.
“Türkiye’de yiyecek üretimi ve ters gelişmeler:
“Türkiye ürettiği yiyecek maddelerinin cins ve miktarını gerçeğe yaklaşık bir şekilde bilse bile, halkının hangi cins yiyeceklerin ne miktarına muhtaç olduğunu iyi bilememektedir. Çünkü Türkiye’de henüz milli bir beslenme politikası ile bunu planlama ve yönetmekle görevli ve aynı zamanda sorumlu organizasyonlar kurulamamış bulunuyor.”
(O. Nuri Koçtürk, Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, 1966)
Bugün de 54 yıl sonra hâlâ bir beslenme politikamız ve planlamamız yok.
Koçtürk, 1963 yılında BM Gıda ve Tarım Örgütü tarafından hazırlanan “Statistics of Hunger” başlıklı araştırmanın, 20’nci Yüzyıl’da bütün ileri toplumların az tahıl ve çok et, geri kalmış toplumların da çok tahıl ve az etle beslenmekte olduklarını ortaya çıkardığını söylüyor.
1938 yılında Türkiye’de insan başına bir yılda 22 kilo et ve 151 kilo süt düşerken, bu miktarlar 1962 yılında et için 12 kiloya, süt için 103 kiloya kadar düşmüş. Buna karşılık tüketilen yıllık tahıl miktarının 150-180 kilodan 248 kiloya kadar yükseldiğini belirtiyor, Koçtürk. Yani Cumhuriyet’in ilk yıllarında 1950’den sonraki döneme göre halkımızın beslenme açısından daha iyi bir durumda olduğunu ortaya koyuyor.
Bunun da nedeni, önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, 1950’den sonra Türkiye’de Finans-Kapitalin iktidarı tamamen ele geçirmiş olmasıdır. Yüzünü ABD-AB Emperyalistlerine dönen Türkiye Finans-Kapitalistlerinin ve onların iktidardaki temsilcilerinin, artık kendi ülkesinin ve halkının çıkarlarını değil, emperyalistlerin ve kendi kişisel çıkarlarının savunucusu-bekçisi olmasıdır. Bugün de AKP’giller İktidarı ülkemizin gelmiş geçmiş en hain, en vatan ve insanlık düşmanı iktidarıdır. Ülkemiz ve halkımız bir yandan pandemi belasıyla, bir yandan da bunların yarattığı işsizlik, pahalılık, yoksulluk düzeniyle uğraşmaktadır.
Et, süt, yumurta ve balık gibi hayvansal yiyeceklerin beslenmedeki avantajlı yerini bilen emperyalist ülkeler, ürettikleri tahılın bir kısmını hayvanlarına yem olarak yedirmekte ve küçük kayıplarla ete, süte, yumurtaya çevirmektedirler. Yem olarak da kullanamadıkları veya teknik güçlükler dolayısıyla yem olarak kullanılamayan üretim fazlalarının satılacağı ve insan yiyeceği olarak değerlendireceği yer ise, geri kalmış memleketlerin pazarlarıdır.
Osman Nur Koçtürk kitabında, Türkiye’nin 1953 yılına kadar buğday stoklarına sahip ve tahıl ihraç eden bir memleket olduğunu söylüyor. Ancak, 1953 yılından sonra Amerika’nın PL 480 yardım programlarından faydalanarak sağlanan çeşitli yiyecek maddeleri ve bu arada buğday, yurdumuzdaki buğday ekim sahalarının daralmasına sebep oluyor. Ayrıca insan başına hesaplandığı zaman dünyanın en çok buğday ithal eden ve en çok tahıl tüketen memleketlerinden biri haline gelmiş bulunduğunu da ilave ediyor. Bugün de tarımsal girdilerde dışa bağımlı hale getirildiğimizi, buğdaydan samana kadar en temel tarım ürünlerini bile ithal eder duruma getirildiğimizi hatırlatalım.
“Gıda Emperyalizmi” kitabının yazılmasından bu yana geçen 60 yıla rağmen ülkemizdeki beslenme durumu da ileriye değil, daha da geriye gitti… Doğu Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halit Tanju Besler, Türkiye’de sıklıkla obezitenin tartışıldığını ancak beslenmeye bağlı bir başka ciddi sorun olan bodurluk ve kısa boyluluğun yeterince üzerinde durulmadığını açıkladı. Türk toplumunun vitamin fakiri olduğunu ve vitamin açısından eksik beslenmenin, bodurluğun (malnütrisyon) en temel nedeni olduğunu belirtti.
Prof. Dr. Tanju Besler, 2010 yılında yaptıkları araştırmanın verilerinde; “çocuklarda şişmanlık yanında zayıflık sorununun da gözlendiğini vurguladı. 6-18 yaş grubunda çocukların yüzde 15 dolayında zayıf ve yüzde 3,9 dolayında çok zayıf olarak gözlendiğini belirten Prof. Dr. Besler; ‘Çok net olarak beden kitle indeksi mortalite ile ilişkili. Yani kötü beslenme, malnutrisyon, enerji ve besin öğesi yetersizlikleri, enerji ve protein yetersizlikleri olduğu gibi diğer vitamin ve mineral yetersizlikleri de aslında bizim kötü beslenme dediğimiz ve mortaliteyi de etkileyen önemli unsurlar’, dedi.
“Prof. Dr. Besler, mineral alımının önemli bir unsur olduğunu, Türkiye’de (beslenmede) çinko yetersizliği sorunu olduğunu da söyledi.
“D vitamini zenginleştirmesi
“Vitamin alım eksikliklerine ilişkin bilgi veren Prof. Dr. Tanju Besler, bunlar içinde 99.1 oranında olan gereksinimin karşılanamadığını belirtti. D vitamininin besinle tek başına alımının tıbben mümkün olmadığını hatırlatan Prof. Dr. Besler, ‘Güneş, D vitamini için temel kaynak. Türkiye genelinde ve tüm yaş gruplarında tüketim açığı en yüksek olan besin öğesi D vitaminidir. Ülkemizde besinlerin D vitamini ile zenginleştirilmesi konusunda herhangi bir yasal düzenleme yoktur.’ diye konuştu.
“Kalsiyum eksikliğinin de önemli sorunlardan biri olduğunu belirten Prof. Dr. Besler, kalsiyum alımının tahmini ortalama gereksinimin yüzde 70,2’si altında olduğunu belirtti. Besler, B1 vitamininin yüzde 55,4, çinkonun yüzde 45, C vitamininin ise yüzde 35,4 oranında gereksinimin altında alındığını kaydetti.” (https://www.medikalakademi.com.tr/prof-dr-tanju-besler-tuerk-toplumu-kotue-beslendigi-icin-vitamin-fakiri/)
Kısacası Toplumlarda görülen bodurluk yani çok kısa boyluluk beslenme yetersizliğinden kaynaklanıyor.
Geri kalmış memleketlerin çoğu geçimini tarım sektöründen sağlamaya çalışır. Türkiye’miz de bu memleketlerden biridir. Köyde yaşayan halkımızın büyük çoğunluğu çok ilkel usullerle ve çok emek sarf ederek tarımdan geçinmeye çalışır.
Özellikle pandemi sürecinde, tüm zorluklara rağmen çalışmaya devam eden, işten çıkarılan, zorunlu ücretsiz izne ayrılan, kısa çalışma ödeneğiyle gelir kaybına uğrayan İşçi Sınıfımız iyi beslenebiliyor mu?
“İşçilerini iyi besleyemeyen, makinelerini harekete getirecek petrolü kendi memleketinde üretemeyen ve üstün fiyatlarla dışarıdan ithal durumunda bulunan bir toplumun mensucat sanayinde belirli bir artış sağlaması ve parçaları dışardan gelen traktörleri monte ederek daha çok sayıda traktörü işe sevk etmesi gerçek bir başarı ve sevinilecek bir olay olarak kabul edilemez”, diyor Koçtürk Hoca.
Özellikle tarım işçilerinin, inşaat işçilerinin beslenme durumu, içinde bulundukları fiziki şartların, daha çok kâr için işveren tarafından ısrarla iyileştirilmemesi sonucu ve bu rutin ve genel bir uygulamaya dönüştüğü için kötü durumdadır. İşçi Sınıfımız hem kötü çalışma koşulları hem yetersiz beslenme ve hem de AKP’giller İktidarında daha da artan iş cinayetlerinin kıskacında her gün evine sağ salim dönüp dönemeyeceğinin derdindedir.
Ülkemizde yiyecek üretimi planlı bir şekilde yönetilmediği gibi, yukarıda belirttiğimiz gibi yiyecek tüketiminde de gereği gibi bir planlama yoktur. Emekçi Halkımız ne bulursa onunla beslenmeye çalışmakta, aslında gerçek anlamda dengeli ve sağlıklı beslenmemekte, sadece karnını şişirip kendini doymuş kabul etmektedir.
Son söz olarak, üretim, tüketim, ithal ve ihraç bakımından Türkiye’mizin besin ve beslenme ile ilgili bir milli politikasının olmasına büyük ihtiyaç vardır. Böyle bir politikanın ana hatları ile bilinmesi ve uygulanması, muhakkak ki mevcut şartların ve kaynakların daha iyi kullanılmasını ve halkın daha olumlu kalıplara göre beslenmesini sağlayacak, bu mümkün olunca da sağlık düzelecek ve kalkınma için kullanılacak olan insan gücü artacaktır.