Site rengi

Tasarım

Watson Nobel Madalyasını Neden Sattı?

09.01.2015
1.110
A+
A-

 

Kapitalizm Her Şeyi Metalaştırıyor!

Yakın zamanda ölüm yıldönümü nedeniyle andığımız ünlü ozanımız Neşet Ertaş, bir türküsünde şöyle der:

İnsan doğan gene insan ölseydi

Belki de dünyada hayvan kalmazdı

Geçtiğimiz hafta basından Nobel Ödülü sahibi James Watson’ın, ödül olarak kendisine verilen altın madalyayı, Nobel Ödülü töreninde yaptığı konuşmanın notlarını ve elyazmasını satılığa çıkardığını öğrendik. Ve madalya, hemen, bir hafta içinde, beklentinin üzerinde “iyi bir paraya”, 4.1 milyon dolara satıldı.

James Watson, 1953’te DNA’nın yapısını bulan üç bilimciden birisi. (Diğerleri Francis Crick ve Maurice Wilkins. Aslında bu keşifte çok önemli katkı sağlayan  Rosalind Franklin’i de saymak gerek.) Bu bilimcilerden Watson, Crick ve Wilkins, 1962’de, DNA yapısını oluşturan “nükleik asitlerin moleküler yapısını ve canlı materyalde bilgi transferinin önemini keşfetmeleri” nedeniyle Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü ile ödüllendirildiler. Bu keşif, bilim tarihinde dönüm noktalarından birisidir. Yirminci Yüzyılın belki de en önemli keşfidir, denebilir. Bugün yaşadığımız ve gördüğümüz, birbiriyle ilişkili üç büyük teknolojik gelişmenin (iletişim-bilişim – moleküler biyoloji) birisidir ve insan sağlığı ile doğrudan ilişkisi nedeniyle en önemlisidir.

Watson, bugün artık yaşamının sonlarına gelmiş, 86 yaşında birisi. Ödül madalyasını neden satılığa çıkardığı konusunda gerekçe olarak “paraya ihtiyacı olduğunu, ödülün bir bölümünü üniversitelere bağışlayacağını ve David Hockney adlı ressamın resimlerini alacağını” gösteriyor. Sağken Nobel madalyasını satan ilk bilimci Watson. DNA yapısını keşfeden Nobel ödüllü bilimcilerden Francis Crick’in madalyası da 2004’te ölümünden sonra satılığa çıkarılmış ve geçen yıl 2.27 milyon dolara, yenileyici tıp alanında faaliyet gösteren Çinli bir girişimci tarafından satın alınmıştı. Watson’ın madalyasını alansa henüz bilinmiyor. Ama büyük olasılıkla ticari dürtülerle alındı ve bu amaçla kullanılacak.

Kapitalist düzen böyledir. Her şeyi, ödülleri bile metalaştırır. Para (veya sermaye diyebiliriz) başlıca çekim gücü haline gelir kapitalist sistemde. İnsan yaşamı para çevresinde döner, insan düşüncesi paraya odaklanır. Bilimciler de paranın bu çekim gücüne kaptırırlar kendilerini. Watson’ın durumu da bundan ibarettir.

Watson, vaktiyle emperyalist-kapitalist sistemin kirliliklerine karşı mücadele etmiş birisi aslında. ABD’nin Vietnam Savaşı’nda gösterdiği vahşete karşı çıkan, savaşın sonlandırılması için ABD askerlerinin Vietnam’dan çekilmesini isteyen az sayıdaki bilimciden birisi. Gene radyaoktif kirliliğin önlenmesi için, Hiroşima saldırısının 30’uncu yıldönümünde (1975), nükleer enerjiye karşı çıkan bilimadamları arasında yer alıyor. Ne var ki, 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan gerici süreç Watson’ı da etkilemiş olsa gerek ki, 2007’de “Artık solu bıraktım. Çünkü genetiğe değer vermiyorlar. Çünkü genetiğe göre, yaşamdaki başarısızlıklarımızın nedeni kötü genlere sahip olmamızdır. Sol ise yaşamdaki başarısızlıkları bozuk düzene bağlar”, diyor. Böylece düzenin pisliklerini veya toplumsal adaletsizlikleri genetik yapıya bağlıyor. Bu gerici yaklaşıma Sosyal Darvinizm diyebiliriz ancak.

Watson, aynı yıl, bu gerici yaklaşımını daha da geliştirerek ırkçılığa vardırır. Londra’da yayımlanan Sunday Times adlı gazeteye verdiği bir söyleşide şunları söyler:

“Afrika’nın geleceği konusunda doğal olarak kötümserim. Çünkü bizim tüm sosyal politikamız Afrikalıların zekalarının bizimkiyle aynı olduğuna dayanıyor. Oysa tüm testler bunun gerçek olmadığını söylüyor.”

Watson bu yaklaşımını “Bazıları, tüm insanlar eşit zekayla doğar düşüncesindeyse de, siyahi işçilerle çalışanlar bunun doğru olmadığını görür”, diyerek açıktan ırkçılık yapar.

Watson’ın saçmalamaları bu kadarla da kalmaz. Güneşe daha fazla maruz kalanlarda veya siyahilerde cinsel dürtülerin (libido) daha yüksek olduğunu, şişman biriyle karşılaşıldığında insanın kendini kötü hissedeceğini, bilimde kadınlarla çalışmanın erkekler için eğlenceli olduğunu ama aynı ölçüde verimli olmadığını belirtir. Bütün bunlar Watson’ın ırkçı sözlerinin pek de dil sürçmesi olmadığını göstermektedir.

Pozitif bilim alanında Nobel almış bir bilimcinin, özellikle de genetik biliminin temelini oluşturan DNA’nın yapısını keşfeden bir bilimcinin,  bu yaklaşımını görmek gerçekten çok üzücü. (Ödülün satış işlemlerinin ABD’de tam da siyahlara saldırıların arttığı ve buna karşı şiddetli gösterilerin yapıldığı bir zamana denk gelmesi de ilginç.) Oysa, toplumsal sorunların nedeni genetik yapımız değildir. Düzenin ekonomik altyapısıdır. Bu düzenin üstyapıdaki (eğitim, kültür, hukuk, sağlık, refah durumu, bilim) hep bu altyapının yansımasıdır. Emperyalist-kapitalist sistem, dünya halklarını kandırmak için, ne yazık ki, genetik bilimini de kullanıyor. Ve ne yazık ki, Watson da bu kandırmacaya alet oluyor. Kaçınılmaz olarak gerici gidişten bilim ve bilimadamları da nasibini alıyor. Bilim genel olarak hep ileri gitse de, zaman zaman gericileşebiliyor da… Tıpkı Watson’ın 1967’de yayımladığı “İkili Sarmal” adlı kitabın önsözünde yazdıkları gibi:

“… Bilim, dışarıdan insanların sandığı şekilde doğrudan, mantıklı bir şekilde ilerlemez. Tam tersine, bilimin ileriye (bazen de geriye) doğru olan adımları çoğunlukla kişiliklerin ve kültürel geleneklerin büyük rol oynadığı son derece insani olaylardır.” (James D. Watson, İkili Sarmal, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 1994)

Watson’ın göremediği, her şeyi paraya “tahvil eden” kapitalizmin, insanları bireyciliğe çektiği, insancıl değerleri törpülediği, manevi değerleri bile yozlaştırabildiğidir.

Sonuçta bilim de bu rüzgârdan etkileniyor!

 

Doğan Yücel

(26.12.2014 tarihli Cumhuriyet Bilim ve Teknik Eki’nden)