AKP’nin son vurgunu: “ Kanal İstanbul” İstanbul’a kıymayın efendiler!
…
Ve uzaklardan ve uzaklardan
Seni düşündüğüm bugünlerde,
Sen şimdi haramilerin elindesin
İstanbul…
Vedat TÜRKALİ
Varlıklarının temelini talan ve soygun ekonomisine dayandıran rantçı AKP’giller’in vatanımıza son darbesi de “Kanal İstanbul” projesi oldu.
Deprem gibi önceliğimiz, enkaz haline dönmüş ekonomimizle ilgili yakıcı sorunlarımız varken, işsizlik ve yoksulluğun insanları intihara sürüklediği bir ortamda hiçbir ekonomik ve sosyal gerçekliğe uygun olmayan bu projenin altında yine yandaşlara sağlanacak yüksek çıkarlar yatıyor. 25 yıldır şehrin dokusunu altüst ederek sayısız defa ihanet ettikleri İstanbul için geri dönüşü olmayan bir tehlike söz konusu. Bilim insanlarının hazırladığı raporlara göre coğrafyasından ekolojik sistemine kadar büyük zararlar oluşması kaçınılmaz olan proje bittiğinde, İstanbul artık eski İstanbul olmayacak. Bölgenin hassas ve doğal dengesi bozulacağı için üstüne bir de var olan deprem riskinin katlanarak artma ihtimali, projenin ne kadar ürkütücü olduğunu gözler önüne seriyor. Tehlikenin boyutu o denli büyük ki AKP eliyle bugüne kadar İstanbul’a yapılan tecavüzlerden katbekat fazla.
Hangi açıdan ele alınırsa alınsın İstanbul’a ölçülemeyecek oranda zarar vereceği bu denli ortadayken, AKP patronunun dayattığı bu proje neden bu kadar önem taşıyor? Yapılması ne anlama geliyor? Onu vazgeçilmez kılan değer nereden geliyor?
Yanıtı çok basit. Habis bir tümör gibi Türkiye’nin kılcal damarlarına kadar yayılmış AKP’nin kan emici politikalarla ayakta kalması ve bununla beslenmesi.
Bugün için ülkemizin tek derdi; dağlarından denizlerine ülkeyi parça parça yok eden, bu doymak nedir bilmeyen açgözlüler çetesinden kurtulmak olmalı.
Taşıdıkları öyle büyük bir hırs ki, dünyada eşi benzeri olmayan bitki örtüsüne sahip Kaz Dağları’nı bir avuç altın uğruna Kanadalı Şirkete delik deşik kazdırabiliyor. Karadeniz sahil bandına yaptıkları otoyolla, bölgeyi her türlü sel ve heyelan türü doğal felaketlere açık hale getirebiliyor. Ya da nerede bir tatlı su kaynağı varsa üzerine HES yapılarak hem doğanın ekolojik dengesi bozuluyor hem de o çevrede yaşayan insanlar susuz bırakılarak cezalandırılmış oluyor.
İşte AKP’nin gerçek yüzü. Dün ülkemizin altını üstünü oyanlar, bugün de İstanbul’a aynı ihaneti yapmak üzere düğmeye bastılar. İstanbul Boğazı’na paralel yapılacak bir kanalın yapım aşaması da, bittikten sonra yol açacağı çevresel ve ekonomik felaketler de, projenin facia boyutunun anlatılmayacak derecedeki büyüklüğünü gösteriyor.
Peki bu kadar ısrar niye?
Bilim ve hukuk kurallarını sayısız kere hiçe sayıp çiğneyen ve bunu “Çatlasanız da patlasanız da biz bunu yaparız” diyen Tek Adam rejiminin yansımalarını daha önce de defatle yaşamıştık.
Soruların yanıtlarını hepimiz az çok biliyoruz. Söz konusu AKP ve tayfası olunca doğal olmayan “gayri milli felaketler” birden normalleşiyor ve “Saray ve Şürekâsının Bekasına” indirgeniyor. Bundan sonrası gelsin “yerli ve milli yalanlar!”
Sayısız medeniyetlere ev sahipliği yapmış, nice acılar yaşamış büyük bir tarihe tanıklık eden İstanbul, bugün nefessiz kalarak boğulmak üzere. Coğrafyası, iklimi, doğası, kültürüyle eşsiz bir şehir olan İstanbul’a yapılacak kanalla, kentin kalbine son hançer sokulacak ve bu da tarihinde gördüğü en büyük yıkıma neden olacak ne yazık ki.
Özgürlük, eşitlik, adalet, barış ve demokrasi mücadelemiz hep sürecek!
Yeni yıla girmeye şunun şurasında 5-6 gün ya var ya yok. Ancak hiçbirimiz yeni bir yılın sevinci ve gönencini hissedemiyoruz. Çünkü uğurladığımız 2019 yılının bizlere bıraktığı miras hiç de iç açıcı değil. 2020’nin anlamı da, dünden kalanların yükü ile ödeyeceğimiz faturaların bir hayli kabarık olması.
Tüm bu soygun ve talan düzenini, yurdumuzun her köşesini bilfiil işgal edip örümcek ağı gibi saranlara karşı; “Ben halkım, devlet kimdir?”, sorusunu, dağlarını koruma pahasına polisin gazına rağmen savunan Havva Ana’nın Cengiz İnşaat’a karşı verdiği onurlu mücadeleyle aşabiliriz.
Yeni yılı hesaplaşma olarak görürsek, ki öyle görmeliyiz; Vatanı üç beş kuruşa pazarlayanların karşısında Havva Ana gibi dimdik durma zamanı olduğunu her an hatırlamalıyız. Neresinden tutarsanız tutun lime lime dökülen bir ülkeyi çocuklarımıza bırakmak üzereyiz. Yaşanılan o ki, ihanetin adı yok. Geçen yıl da vardı bu yıl da katmerlenerek artacak.
AB-D Emperyalist Haydutlarına göbekten bağlı Tefeci-Bezirgân Sınıfının günümüzdeki temsilcisi AKP’giller’in diplomasız reisi, dün olduğu gibi bugün de yurdumuzun en kıymetli varlıklarını yerli ve yabancı Parababalarına peşkeş çekmeye devam ediyor çünkü. Son ihaneti de İstanbul’u geri dönülemez bir şekilde hasara uğratacak Kanal İstanbul Projesini tüm olmazlıklarına rağmen inatla savunmasında.
Oysa vatanı parsel parsel satanların halkı temsil yetkileri olamaz. Onlar ancak ve ancak yüksek çıkarları uğruna ülkemizi pazarlamakla görevli satış elemanlarıdır.
Basına yansıyan haberler tüylerimizi diken diken edecek cinsten. Tayyip’in sonsuz Arap Şeyhleri sevdasının rantiyesi ortaya saçıldıkça Katarlı, Kuveytli ve daha birçok Arap Şeyhinin İstanbul’dan ucuza arsa kapattığını öğreniyoruz.
Topraklarımızın yeni sahipleri Arap Şeyhleri-Parababaları olunca yine de bizim için oralar vatan olur mu?
Vatan nedir? Uğrunda ölünecek toprak parçası mı? Nedir?
Yoksa gelecek korkusu yaşamadan, özgürce nefes aldığımız, ortak tarih ve anılarımıza ev sahipliği yapan, kendi toprağımızda kiracı durumuna düşmediğimiz yer midir vatan?
Bol sıfırlı kâğıt parçaları için satılan yerlere hâlâ vatanımız diyebilir miyiz?
Atalarımızdan miras alıp çocuklarımıza emanet edeceğimiz topraklar birer birer AKP eliyle satılıyor. Bunun en son örneği de İstanbul’da yaşanıyor. Bu baştan sona bir satış sözleşmesi değil de nedir?
Saraylarda oturup halkını canından ve toprağından edenlerin ülkesinde insanlar artık kocaman bir hapishaneye mahkûm edilmiş durumda.
Gelecek hayali kuramadığımız, çocuklarımızı güvenle yetiştiremediğimiz, barış ve özgürlük türküleri söyleyemediğimiz yere vatan denir mi?
Asfalt ve betona buladıkları topraklarımız bize bereketini sunar mı o zaman?
Milyonlarca yoksulun süründüğü duble yollar mı vatan?
Korkmadan yarınların hayalini kuruyor ve halkın güçlü öfkesini saraylarını başlarına yıkmak için ilmek ilmek örüyorsak, o zaman bir vatanımız var diyebiliriz ancak. Devlet saraylarda değil halkın ellerinde yükselmeli. İtibarlarını korumak adına daha çok zenginleşip bizi sömürmelerini, beka masallarına sığdıranlara karşı “Devlet de biziz, Halk da biziz” deme cesaretini gösterdiğimiz ölçüde vatan da bizim olur, gelecek de…
Yeni yılın ilk günlerinde güçlü bir hafıza tazelemesi yaşıyoruz. AKP, bu ülkenin başına bela oldu olalı her yeni yılı, bir öncekini aratan şiddet ve kötülük sarmalıyla karşılar olduk.
Paramızın değeri pul olmuşken, son açıklanan asgari ücret zammıyla haramiler düzeninde milyonlarca emekçi yoksulluk ve sefalete bir kez daha terk edildi. Sahibinin sesi minvalinde asgari ücreti 2324,70 lira olarak açıklayarak; “Enflasyon yüzde 12. Biz daha fazlasını zam olarak verdik. İşçimize verdiğimiz sözü tuttuk. İşçilerimizi enflasyon karşısında ezdirmedik!” diyen bir Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanının yanında poz veren sendika ağalarını da unutmadık.
Evet, Bakan Hanım işçiyi ezdirmediklerini söylüyor ama siyanür içerek intihar eden 4 kardeşin hatırası bize başka bir şey anlatıyor. Borç batağında yaşamaya isyan edenlerin sesi onlarınki. Antalya’da iki çocuğu ile el ele canına kıyan baba ile annenin de bilincimize nakşettiği, bu iktidarın işçilere cehennem yaşattığı gerçeği.
İş cinayetlerine iş kazası denilerek kadere havale edilip hiçbir sorumlunun ceza almadığı bir düzende yaşanıyor tüm bunlar. Sanki ölüm yoksul işçinin erken kaderiymiş gibi gösterilip, bir de buna şükretmesi isteniyor utanmadan.
Evet, ölüm bu topraklarda işçi, kadın ve çocuklara daha çok uğradı geçen yıllara göre. Katiller, Parababaları ve onların düzeni olunca her bir cinayetin üstü fıtrat ya da kader süsü verilerek örtbas edildi birer birer. “Kadın Cinayetleri’ni Durduracağız Platformu”nun verilerine göre 2013 yılında 237, 2014’de 294, 2015 yılında 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018 yılında 440, 2019 yılında ise en az 430 kadın, çeşitli bahanelerle erkek arkadaşları, eşleri, eski kocaları, babaları, oğulları ya da hiç tanımadığı erkekler tarafından öldürüldü.
Kadın cinayetlerindeki bu artış devlet marifetiyle sürekli yasalarla korunan erkek şiddetinin gözle görülür, elle tutulur sonucu hiç kuşkusuz.
Bu ülkede AKP’nin sorumlu olmadığı tek bir cinayet yok. Her trajedinin altından onların pis, insana uzak öldürücü nefesleri ve kana bulanmış elleri çıkıyor.
“Kanal İstanbul” deyip yere göğe sığdıramadıkları rant tezgahında yok edilecek doğa ve orada yaşayan birçok canlı türünün de katili yine kendilerinden başkası olmayacak. Tıpkı 3. Havalimanı inşaatında ölen isimsiz işçiler gibi. Soma’da yüzlerce metre yeraltında cinayete kurban giden işçilerimizin ardından asıl sorumluların nasıl AK’lanıp PAK’landığına hepimiz tanık olduk.
En çok övündükleri hızlı trenlerde meydana gelen facialara ne demeli? Bir değil, iki değil tüm kazalar göz göre göre gelmesine rağmen bir tek sorumlu da çıkıp ne istifa etti, ne de ceza aldı. Çocuklar öldü. Anaların çığlığı zamansız ve mekânsız havada öylece asılı kaldı adaletin olmadığı ülkemde.
Öyleyse umut yine sende İstanbul. Gezi’yi doğuran senin kocaman kalbin değil mi ki ülkede deprem etkisi yaratan? Yaşamak ağrısını derinden hisseden bir kentin çağlaması an meselesidir, kim bilir?
Sığ sularda değil enginlerde kulaç atmak senin işin. Hiç kolay olmayacak bilsinler İstanbul’u ikiye bölmek. Küllerinden yeniden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka kuşusun sen. Her ne kadar haramiler saltanat sürse de, bugün milyonlarca emekçiye ev sahipliği yapan İstanbul sokağa dökülürse kimin büyük olduğu görülecektir o an.
Kavgada yitirdiğimiz onca yoldaşımızı bağrına basan, direnenleri ise demir parmaklıklarının ardına yolladığımız, şarkılarımıza denizindeki martıların eşlik ettiği, hatıralarımızı köşe başındaki çiçekçi kızla paylaştığımız sevdalarımızın kenti sen hiç pes eder misin?
Salkım salkım tan yelleri estiğinde,
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle,
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniye’nde güneş
Hey sen ne güzelsin kavgamızın şehri
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
…
Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok
…
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi.
Büyük ve sakin Süleymaniye’nle bekle
Parklarınla, köprülerinle, kulelerinle, meydanlarınla,
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyun koyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi.
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın
Vedat Türkali
Ankara’dan Bir Yoldaş