“Ben insanım ve hukukçuyum”, diyen tüm savcı, yargıç, akademisyen ve avukatları, sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye çağırıyoruz!
“Ben insanım ve hukukçuyum”, diyen tüm savcı, yargıç, akademisyen ve avukatları, sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye çağırıyoruz!
Herhalde, şu konuda herkes hemfikirdir:
Pensilvanyalı İmam’ın tarikatı, Ortaçağcı Faşist bir Din Devleti kurmayı amaçlayan, Amerikancı bir suç örgütüdür.
Peki; bu illegal suç örgütüne bugüne kadar en büyük desteği kim vermiştir?
Onun devlet içinde böylesine yerleşip güçlenmesine kim vesile olmuştur?
Sanırız, bu sorunun cevabı da artık apaçık ortadadır:
Kaçak ve de Haram Saray’da mukim Reis ve onun AKP’giller’i…
Bunlar, etle tırnak gibi kaynaşıktırlar, Pensilvanyalı İmam’ın avanesiyle. Çünkü, ikisinin de fikri ve zikri birdir. Kaçak Saraylı Reis de Ortaçağcı Faşist bir Din Devleti kurma peşindeydi, Pensilvanyalı da. Üstelik, Kaçak Saraylı’nın da projecisi, ABD Emperyalistleriydi. Aynı öbürünün olduğu gibi…
Bu karanlık, halk düşmanı, hainane hedeflerine ulaşmak için de, alt etmeleri gereken en büyük düşman olarak Mustafa Kemal Gelenekli Laik Cumhuriyet’i görüyorlardı. İşte buna karşı savaştılar, on yıllar boyunca. Ve sonunda, ne yazık ki alt ettiler onu. Yıkıp parçaladılar. Bir enkaz yığınına döndürdüler.
İş, ganimetin paylaşımına geldi. İşte orada, genelde bütün suç örgütlerinin yaptığı gibi, birbirlerine düştüler. Kanlı bıçaklı düşman oldular.
17-25 Aralık geriz patlaması sonrasında ortalığa saçılan pislikler, milletin midelerini alt üst ederken bunlar, birbirleriyle amansız bir kavganın içine girmişlerdi.
Pensilvanyalı İmam, çiftliğinden “evlerine ateşler düşsün”, diyerek beddualar yağdırıyordu.
Kaçak Saraylı İmam’sa, “bunlar Haşhaşi. İnlerine gireceğiz inlerine…”, diyerek öfke ve hırsla nutuklar atıyordu, ekranlarda, meydanlarda.
15 Temmuz’da ise Pensilvanyalı, “Sen benim inime girmeden ben seninkine gireyim.”, diyerek harekete geçti. Fakat, kendisine o konuda hayırhah davranmış olan efendisi, son anda akıl almaz, çocukların bile düşmeyeceği hatalar yaptırdı, Pensilvanyalı’nın ordusuna. Çelmeledi onu. Düşürdü ve yendirdi.
ABD Haydut Devletinin bundaki amacı, hem Türk Ordusu’nu, ortada ne kadarı kalmışsa artık, onu da darmadağın edip, yıkıp parçalamak; galip getirdiği Kaçak Saraylı Reis’i ise; “Bak seni ben kurtardım. İpin elimde. Bundan sonra bir dediğimi iki etmeyeceksin.”, diyerek gönlünce kullanmayı, böylece de Türkiye’nin “Yeni Sevr”e, kendi ifadesiyle “BOP”a götürülüşünü garantilemek ve çabuklaştırmaktı.
Nitekim, ABD haydutları bu hedeflerine ulaştılar. 15 Temmuz sonrası, onuru, saygınlığı, özgüveni, caydırıcılığı ve savaşma gücü ikinci kez büyük ölçüde hırpalanmış, darbelenmiş olan Türk Ordusu’nun geriye kalanını ise Kaçak Saraylı, un ufak etti. Okullarını kapattı, kışlalarını şehirlerden, kasabalardan sürüp çıkardı. Parça parça böldü, her bir parçasını da doğrudan, bir polis karakolunu bağlar gibi, kendisine bağladı.
Üstelik de, artık Orduyu, İmam Hatip mezunları ve benzer anlayıştaki-dünya görüşündeki dincilerden oluşturmayı önüne hedef olarak koydu. Artık faşist, dinci bir ordu inşa etmiş olacak, Kaçak Saraylı, bu amacını gerçekleştirince.
Tabiî böyle bir ordunun savaşma gücü de çok etkisiz olacaktır. Modern ordularla böyle bir ordunun yarışmasına imkân ve ihtimal olmaz.
Siz bakmayın, Kaçak Saraylı’nın Rusya’ya gidip Putin’le görüşmesine, İran’la Bakanlar düzeyinde görüşmeler yapmasına. O, asla Amerika’dan kopamaz. Çünkü, ekonomisinden siyasetine, kültürüne, dişinden tırnağına dek ABD’ye bağımlıdır şu an Türkiye. ABD, gerçekten götürmek istediği anda, en geç birkaç haftada işini bitiriverir, Kaçak Saraylı’nın. O da bilir bunu. İşte bu sebepten, yıllar önce Cüneyt Zapsu’yla Şaban Dişli’yi ABD’ye gönderip onlar aracılığıyla, “Beni deliğe süpürmeyin, kullanın.”, diye yakarış mesajları göndermişti.
Türkiye şu anda, fiilen zaten parçalanmış durumda. Kürt illerinde fiili hakimiyet PKK’nin elindedir artık. Irak’ta ve Suriye’de bir devlet yapısına büründürülen Amerikancı Kürt Devleti parçacıklarının üçüncüsü de Türkiye’de kuruluyor artık. Sonunda, İran’da da kurulacak ve bu dört parça bir araya getirilerek, Ortadoğu’da yeni bir İsrail, ABD’nin yeni bir petrol bekçisi devlet oluşturulacaktır. BOP Haritası’nda ortaya konan da budur zaten.
Ne diyor Kaçak Saraylı İmam, 2013 paylaşım savaşı öncesinde?
“Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne istediler de vermedik…”
Suç ortaklığını açık ve kesin biçimde ortaya koyan başka ne tür bir itiraf olabilir?
Adam, her türden yasayı hiçe saymış. Cahil, bilinçsiz insanlarımızı Allah’la aldatarak tepesine kurulduğu devleti, bir illegal Ortaçağ tarikatıyla paylaşmış.
Nedir bu suçun karşılığı, müeyyidesi?
Eski haliyle, 146’ya 1. Yani idam… Bugünkü haline göreyse, “Ağırlaştırılmış Müebbet”. Yani siz, Anayasa ve ondan kaynaklanan yasa, tüzük ve yönetmeliklerle kurulmuş devleti ortadan kaldırıyorsunuz, onu parçalıyorsunuz, bir bölümünü Pensilvanyalı’nın tarikatına ikram ediyorsunuz. Yeni din devletinin bir bölümünü o oluşturuyor.
Meclise milletvekilleri sokuyor. Birkaç gün önce gazeteci Can Ataklı yazdı. Meclis AKP Kulisinden edindiği bilgilere göre, en az 30’muş, Feto’nun milletvekili sayısı şu an. Üstelik de sadece AKP içinde olanının.
Bizce Diğer Amerikancı partiler içinde de var Feto’nun milletvekilleri.
Hatta bir AKP milletvekili kesin rakam vermiş; 82 diye. Daha önceki yazılarımızda Asiye Güldoğan’dan bir aktarım yapmıştık. O, 10-15 arası demişti, hatırlayacağımız gibi.
Yine geçenki yazılarımızda konu ettiğimiz Cemil Çiçek, “40 yıldır bu suçun hepimiz içindeydik.”, demişti.
Şu an, Pensilvanyalı’nın tarikatına bulaşmış öğretmenler, sıradan memurlar bile ev baskınlarıyla gözaltına alınıp işkencelerden geçiriliyor, tutuklanıyor. Ve ağır cezalar istemiyle davalara muhatap oluyor.
Geçen bir yoldaşımız anlattı: Yakını, Pensilvanyalı’nın tarikatındanmış. Üstelik de işçiymiş sadece. Sivil. Şu an, korkusundan dengesini yitirmiş durumdaymış. Korku paranoyasına tutulmuş. Perdeleri kapalı evinden dışarı hiç adım atamıyor, üstelik ağlama krizlerine giriyormuş. Acıdık biz, tabiî. Acı çeken her canlıya acırız biz.
Tahmin ediyoruz ki, bu konumda şu an binlerce, belki de on binlerce insan var. Hayatları karartılmış, gelecekleri bitirilmiş… Günleri kâbusa dönmüş.
Peki, Pensilvanyalı’nın Meclisteki vekillerine niye kimse tık demiyor? Üstelik de onlar, tarikatın en tepelerindeki kişiler, tuttukları yer nazarı itibara alınırsa.
Nerede savcılar, yargıçlar, barolar, hukukçular, Hukuk Fakültelerinin hocaları?
Bu nasıl adalet böyle?
Nasıl bir ülke durumuna düşürüldü Türkiye?
Haa, şu an, ABD’nin galip getirdiği Kaçak Saraylı Reis, fetva vermiş ki; şu ortamda parti içinde bir dağınıklık görünümü sergilemeyelim. Sonra bakarız o işe. Kaldı ki, şu an bu milletvekillerini tasfiye etmemiz, Mecliste bizi AKP Grubu olarak azınlığa düşürebilir. Bu da tehlikeli olur, bizim için. Bir erken seçimle kurtuluruz bunlardan. Gerekirse hesap da sorulur.
Bütün bu bilgiler, AKP kulislerinden medyaya sızdırılanlardır. Bizce de, gerçek olma olasılığı yüksektir.
İşte bu sebepten de, yargı artık doğrudan Saray’a bağımlı hale getirildiği için, AKP’giller’in hukuk bürosuna dönüştürüldüğü için, hiçbir savcı cesaret edememiştir, Pensilvanyalı’nın Meclisteki milletvekillerine uzanmaya.
Yani Anayasa, kanun manun yok memlekette. Bunların hiçbiri bırakılmamış. Her şey Kaçak Saraylı’nın iki dudağı arasından çıkacak fetvaya bağlı.
Yine birkaç gün önce, Tayyip’in eski Diyarbakır Valisi ve Danışmanı ve de kaç dönemdir İçişleri Bakanı Efkan Ala açıklıyor:
“Ben Bakanlığa geldiğimde 81 ilin 74’ünün İl Emniyet Müdürü Cemaat mensubuydu.”, diye.
Peki sen Bakanlığa gelmeden önce Tayyip’in Danışmanı değil miydin?
Polis böylesine bir yoğunlukta Pensilvanyalı’nın tarikatına teslim edilirken sen neredeydin?
Tıpkı Tayyip gibi ellerini ovuşturuyordun, değil mi?
Biz bunlarla kardeşiz. İşte ne güzel devleti tümüyle ele geçiriyoruz, diye.
2013’teki paylaşım savaşına girişmeseniz hiçbir sorun yoktu. Pensilvanyalı için de, sizin için de durum; “işler ayna, çal çal oyna” idi. Hiç beklemediğiniz bir şeydi, paylaşım savaşına tutuşabileceğiniz, değil mi?
İşte, 15 Temmuz sonrası görüldü ki Ordu da, Polis Teşkilatı gibi Pensilvanyalı’nın tarikatınca çok önemli oranda ele geçirilmiş. Mustafa Kemal’in Ordusu bitirilmiş çoktan. O ordunun son kalıntıları Ergenekon, Balyoz, vb. adlı CIA Operasyonlarıyla tesfiye edilmiş zaten öncesinde. Geriyeyse, Pensilvanyalı’nın ordusu, Amerikancı NATO ordusu ve Özel Kuvvetler Komutanlığı gibi Kaçak Saraylı Reis’in ordusu kalmış.
Mustafa Kemal Ordusu’ndan kıyıda köşede kalmış kıran artıkları ise, hiçbir etkinlik gösteremeyecek oranda halsiz bırakılmış. Neredeyse can çekişir duruma düşürülmüş.
Kaçak Saraylı da bunu itiraf etti, geçende bir kez daha, değil mi? Hem de çok net biçimde…
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Olağanüstü Din Şurası’nın açılışında yaptığı konuşmada Fethullah Gülen Cemaati ile mücadelede geç kalındığını belirterek özeleştiri yaptı.
“Erdoğan; Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Başbakan Bülent Ecevit gibi farklı görüşten siyasetçiler ve devlet adamlarının yanı sıra kendilerinin de geçmişte iyi niyet ile bu yapıya destek olduklarını söyledi.
“Bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökmemiş olmanın üzüntüsü içindeyim” diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin.”
“Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında Fethullah Gülen’i “şarlatan ve teröristbaşı”, onun darbe girişimi sonrasındaki sözlerini ise “hezeyan” olarak nitelendirdi.
“Bu hezeyanlara kulak vermeye devam eden herkes, başına gelecekleri peşinen kabul etmiş demektir” diye konuşan Erdoğan, artık şüphe döneminin bittiğini, mücadele döneminin başladığını vurguladı.” (http://www.bbc.com/turkce/36963616)
Bir illegal suç örgütüyle yapılan ortaklık, işbirliği, bundan daha açık biçimde itiraf edilebilir mi?
Hayır.
Adamlar, orduyu, polisi, yargıyı, Milli Eğitimi, medyayı, Diyanet’i paylaşmışlar yarı yarıya…
Şimdi çıkıyor biri; “Bunu anlamakta geç kaldık. Milletimize ve Rabbimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum.”, diyor.
Rabbine verilecek hesabın çok. Sadece bu suç değil. Daha binlerce suçun var senin. O, Rabbinle senin aranda görülecek bir hesap.
Fakat, millete hesap öyle kuru lafla verilmiş olmaz. Bu milletin, kâğıt üzerinde de kalmış olsa, bir devleti var. O devletin Anayasası, kanunları ve onlara uygun çalışması gereken mahkemeleri ve cezaevleri var.
İşte orada hesaba çekilmeden millete hesap verilmiş olunmaz. Devleti ortadan neredeyse yarı yarıya ele geçirerek kaldırmış bulunan bir illegal Amerikancı suç örgütüyle böylesine kaynaşık bir şekilde suç ortaklığı etmek, onunla aynı anda, aynı mahkemelerde, yan yana, sanık sıfatıyla yer almanla mümkündür.
İşte biz, bu işi gerçekleştirmesi için göreve çağırıyoruz, “Ben hem insanım, hem Cumhuriyet Yargıcıyım.”, diyen savcı ve yargıçları. Bunlar, oturdukları makamın kendilerine yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getirmelidirler, derhal. Devleti ortadan kaldırarak vatana ihanet etmiş olmak suçuyla kovuşturma açıp, derdest edip Adalet önüne çıkarılmalıdır, Kaçak Saraylı ve onun AKP’giller’i.
Hem biz savcıyız, yargıcız, diye Adliyelerde oturacaksınız, hem de bu ivedi ve yakıcı görevinizi yapmaktan kaçınacaksınız. İşte bu olmaz… Biliyorsunuz ki, bunu yapmadığınız anda siz de suç işlemiş olursunuz. Suçlu olursunuz açıkça.
Size okuttular, Hukuk Fakültelerinde. Suç Dersinde, Ceza Hukuku Dersinde…
Suçlar, bir eylemli olur, yani kişi, fiziki bir fiille, bir işle, bir eylemle suç işler. Mesela, adam öldürür, yaralar, ırza geçer, hırsızlık, gasp yapar, soygun yapar, yangın çıkarır, hakaret ve tehditte bulunur, iftira atar; bir de ihmalkârlık ederek, yani yapmakla yükümlü olduğu bir işi yapmayarak suç işlemiş bulunur.
Örnekleyelim:
Mesela bir anne, gayrimeşru çocuğunu boğarak öldürürse, bu, icra suçunu oluşturur. Fakat, aynı anne, annelik sorumluluğu gereği bakması, beslemesi, büyütmesi gereken bebeğini aç susuz bırakarak ölümüne sebep olursa bu, ihmal suçunu oluşturur. Ve her ikisi de cinayettir, bunların. Annenin cinayetten yargılanması, üstelik de aile bireyine yönelik cinayetten, “Ağırlaştırılmış Müeyyide”yle yargılanması, cezalandırılması gerekir.
Başka bir örnek verelim:
Bir kimse düşmanını, suya batırarak ölmesine sebep olabilir. Bu, icra suçu olur.
Bir plajda cankurtaran olarak görev yapan biri, yüzme bilmediğinden ya da başka bir sebepten suya batıp çıkan ve boğulmak üzere olan bir insanı kurtarmaz ise, bu da ihmal suçu oluşturur ve bu görevlinin yargılanıp “ölüme sebebiyet”ten cezalandırılmasını gerektirir.
Bu örnekleri, ünlü Ceza Hukuku Profesörü Uğur Alacakaptan, “Suçun Unsurları” adlı eserinde vererek konuyu ayrıntılı şekilde anlatır.
Eğer siz de Kaçak Saraylı Reis’i ve onun AKP’giller’ini hesaba çekip hak ettikleri kanun maddeleri doğrultusunda yargılayıp cezalandırmazsanız, ağır bir ihmal suçu işlemiş olursunuz.
Kaçak Saraylı ve onun AKP’giller’i de aslında Pensilvanyalı’nın tarikatının devlet içine yerleştirilmesinde aktif olarak görev üstlendikleri için, doğrudan icra suçu işlemişlerdir. Yani, Pensilvanyalı’yla aynı suçu işlemişlerdir.
Kaçak Saraylı ve adamları diyor ki; “Bunlar devlete sızmış.”
İş öyle değil ya; hadi varsayalım ki sızmış.
Peki sen ne yapıyordun?
Sen devletin tepesinde değil miydin?
Devleti sen yönetmiyor muydun?
Durum böyle olmuş olsa bile, Kaçak Saraylı Reis ve onun AKP’giller’i, “ağır ihmal” suçu işlemiş olurlar. Hesaba çekilmeleri, yargılanmaları ve hak ettikleri cezaya çarptırılmaları gerekir. Bunu yapmayan, suç işler.
Haa, biz eninde sonunda yapacağız bunu. Bunları Laik Cumhuriyet yıkıcılığından başlamak üzere, işledikleri binlerce suçtan dolayı, gerçek hukukçulardan oluşmuş bağımsız bir mahkemenin huzuruna çıkaracağız. Verecekler her yapıp ettikleri kanunsuzlukların, ihanetlerin hesabını. Bunu da bir kez daha belirtmiş olalım burada, altını kalın çizgilerle çizerek.
Buradan; “Ben filan Hukuk Fakültesinin hocasıyım. Hukuk öğretiyorum.”, diyen her kişiye ve her Baroya, her avukata da sesleniyoruz:
Siz de adınız gibi biliyorsunuz ki, bizim bu söylediklerimiz gerçeğin tâ kendisidir. Öyleyse, sesinizi çıkarın. Ölü numarası yapmayın. Vatan elden gidiyor. Memleket elden gidiyor.
Hiç vicdanınız sızlamıyor mu?
Ayıptır ya, ayıptır…
Korka korka yaşamak yakışmaz, “insanım”, diyene.
Siz böyle sessiz kaldıkça, tavırsız kaldıkça, adam durup dinlenmeden höykürüyor meydanlarda, ekranlarda, Kaçak Saray’ın salonlarında. Sanki bunca suçu işlemiş olanlar başkaları… Bunlar hep “kandırılmış”, hep “mağdur”.
Siz böyle yaparsanız, Meclisteki Amerikancı diğer üç burjuva partisi de aynı sizin gibi, yalandan, sahte muhalefet yaparsa, höykürür tabiî adam.
Üstelik bununla da yetinmiyor. İstanbul gibi bir şehrin caddelerini dolduruyor:
“Ne yapsalar boş. Göklerden gelen bir karar vardır.” yazan, kendi resminin bulunduğu devasa afişlerle.
Yani adam, “Ben Tanrı’nın yeryüzündeki halifesiyim.”, demiş oluyor. “Onun kararı doğrultusunda bu makama getirildim ve orada korunuyorum, kalıyorum.”, demiş oluyor.
Tarih bilenler çok iyi hatırlar:
Firavun da aynı iddiadaydı, değil mi?
“Ben Tanrı adına sizi yönetiyorum. Onun tarafından seçildim.”, iddiasındaydı.
O geleneği sahipleniyor adam.
Oysa, İslam’da böyle bir anlayış zinhar yoktur. İslam’a göre hiç kimse, Tanrı tarafından yönetici tayin edilemez.
Hz. Muhammed bile ne diyordu?
“Ben de sizin gibi bir insanım. Sadece Allah’ın elçisiyim. Cebrail vasıtasıyla Allah’ın bana ilettiğini ben de size bildiriyorum.”
Gösterelim:
“Yahut altundan bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Ama, sen üzerimize, okuyacağımız bir Kitap indirmedikçe senin sadece göğe çıkmana da inanmayız!” De ki: “Rabbimin şânı yücedir. (Böyle şeyleri yapmak benim işim değildir). Ben, sadece elçi ol(arak gönderil)en bir insan değil miyim?” (İsrâ Suresi, 93. Ayet, Süleyman Ateş Meali)
“De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım. İlahınızın bir tek ilah olduğu bana vahyediliyor. O halde şaşıp sendelemeden O’na yönelin ve O’ndan af dileyin. Vay haline ortak koşanların!” (Fussilet Suresi, 6’ncı Ayet, Yaşar Nuri Öztürk Meali)
Gördüğümüz gibi, Hz. Muhammed, “Ben sizin yöneticiniz olarak görevlendim.”, demiyor. Diyemez de zaten. Çünkü İslam’a göre toplumların yöneticisini belirlemek Allah’ın işi değildir. Toplumların kendi akıllarıyla, iradeleriyle belirlenmelidir, kendilerini yönetecek Şûra. İslam, bunu söyler.
Hz. Muhammed ne diyor?
“Ben sadece bir elçiyim. Bunun dışında neyim ki?”, diyor.
Biz hep diyoruz ya; AKP’giller’in savunduğu din, Kur’an, Hz. Muhammed ve Dört Halife İslamı değildir, diye. Bunlarınki Muaviye-Yezid İslamı’dır, CIA-Pentagon-Washington İslamı’dır, diye.
İşte bu son afiş örneğinde de gördük ki bunların dini, aynı zamanda Firavun’un dinidir.
Biz de bunlara diyoruz ki;
Ne yaparsanız yapın boş!
Sonunda mutlaka bu halkın önünde, bağımsız mahkemeler karşısında yapıp ettiklerinizin hesabını, bir teki eksik kalmamacasına vereceksiniz. Bundan kurtuluşunuz yok.
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
23 Ağustos 2016
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı