Bütün Savcı ve Yargıçları bir kez daha uyarıyoruz: Şu an yaptığınızın FETO’nun Savcı ve Yargıçlarından zerrece farkı yoktur! Bu yolda devam ederseniz, er ya da geç Kaçak Saraylı Reis’le birlikte siz de Bağımsız Mahkemeler karşısına çıkarılacaksınız! Aklınızda mıh gibi tutun bunu!
Bütün Savcı ve Yargıçları bir kez daha uyarıyoruz:
Şu an yaptığınızın FETO’nun Savcı ve Yargıçlarından zerrece farkı yoktur!
Bu yolda devam ederseniz, er ya da geç Kaçak Saraylı Reis’le birlikte siz de Bağımsız Mahkemeler karşısına çıkarılacaksınız! Aklınızda mıh gibi tutun bunu!
Adam, Mustafa Kemal’in ve silah arkadaşlarının kurduğu Laik Cumhuriyet’i yıkıp enkaza döndürdü.
Ne dedi, eşi bile?
“Artık yeni bir kavşaktayız. Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık. Fakat enkazın altından büyük meseleler çıktı. Nitekim, bugün bu sorunlarla yüzleşiyoruz.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/488214/Emine_Erdogan_90_yillik_Cumhuriyet_e__enkaz__dedi.html)
Şuraya bakın. Kadın “enkaz haline getirdik, Laik Cumhuriyet’i”, diyor.
Kendisi farklı mı konuşuyor sanki?
“İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevesinin anayasal olarak kesinleştirilmesidir.” (http://kurtuluspartisi.org/hkp-yasalari-mahkeme-kararlarini-tanimayan-tayyip-erdoganin-yuce-divanda-yargilanmasi-icin-basvuruda-bulundu/)
İşte bu da aynısını diyor. “Cumhuriyet’in işini bitirdik. Yeni bir fiili durum oluşturduk.”, diyor. Ve devam ediyor:
“Şu an yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki” kılıf içine sokulmasıdır. İşte bu sebepten “Yeni Anayasa”, diye tutturuyor. Şu anki kanunsuz durumuna Anayasal, kanuncul kılıf geçirmeye çabalıyor. Bütün derdi bu.
2002’de bunlar ilk ortaya çıktığında, zaten gayrimeşru durumdaydılar. Çünkü, hepsi de, Laik Cumhuriyet’e karşı işlemiş oldukları mükerrer suçlardan dolayı birçok kez kapatılmış partinin mensuplarıydılar. Bu sebepten, bunların yeni bir partiyle sanki suçsuzlarmış gibi ortaya çıkmaları tamamen kanunsuzdu gerçek anlamda. Ama bunlar hep yaptıkları gibi, kanunları arkadan dolaşarak aşarlar.
Şimdi burada, şu saygın hukukçuya, bilim insanına kulak verelim:
“VII. Haydut Çetesi Kuralları Üzerine Bir Not
“Beşeri davranış kuralları hukuk, din, ahlâk, görgü, örf ve adet kurallarından ibaret değildir. Haydut çetesi kuralları gibi, toplumsal düzeni “bozan” kurallar da vardır. Bunlar da bir beşeri davranış kurallarıdılar, dolayısıyla burada incelenmeleri gerekir. Bu bölümün başında belirtildiği gibi, aslında toplumsal düzenin sağlanması bakımından, beşeri davranış kurallarının hangisinin iyi hangisinin kötü sorunu bizi ilgilendirmez. Beşeri davranış kurallarının iyi veya kötü şeklindeki değerlendirilmesi, değer yargıları alanına girer. Bu alanda ise “görecelilik” ilkesi geçerlidir. Bu ilkenin geçerli olduğu yerde bilim yapılamaz. O halde bazı insanların “kötü” olarak nitelendirdiği beşeri davranış kuralları da olabilir. Dahası, bazı insanlara göre, belirli beşeri davranış kuralları iyi, diğerlerine göre ise aynı davranış kuralları kötüdür. Örneğin Türkiye’de din kuralları, bazılarına göre iyi, bazılarına göre ise kötüdür. Keza bazı yörelerimizde kan davasına ilişkin örf kurallarının toplumumuzun çoğunluğu tarafından kötü karşılandığı söylenebilir. Ancak bu örfü, yüzyıllardır sürdüren o yörelerdeki insanlar için herhalde bu kural, “iyi” bir kuraldır ki, yüzyıllardır sürmektedir. İşte bu nedenlerle, bize göre beşeri davranış kurallarının iyi mi, kötü mü olduğunu incelemek bilimin görevi değildir. Bilim beşeri davranış kurallarının hepsini incelemekle görevlidir.
“Özetle, beşeri davranış kurallarından bazıları, haydut çetesi kuralları gibi, bazılarına göre, toplumsal düzeni sağlamaz, bozar. Ama bunlar da toplumsal düzenin parçasıdırlar. Bunlar da beşeri davranışları yönlendirirler; dolayısıyla burada incelenmeleri gerekir.
“Biz burada “haydut çetesi kuralları” dedik. Aslında bu tip kurallar çok çeşitlidir. Bu ifadeyi geniş anlamda kullanıyoruz. “Haydut çetesi” ifadesi, yol kesenleri, deniz korsanlarını, banka soyguncularını, mafya tipi suç organizasyonlarını, şantajcıları, gaspçıları, terörist örgütleri vs. içerir. Bununla birlikte, alelade hırsızlar, yani bir malı gizlice çalanlar, buraya girmez. Çünkü burada bir emir yoktur, dolayısıyla normatiflik unsuru eksiktir. Ama size silahını dayayıp cüzdanınızı vermenizi isteyen tek bir gaspçıyı dahi bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Burada gaspçı bir kural koymakta, size cüzdanınızı ona vermenizi emretmektedir. Bu emri yerine getirmezseniz, sizi yaralayacak, yahut öldürecektir.
“Haydut çetesinin kuralları ile hukuk kuralları arasında büyük benzerlik vardır. Hukuk kurallarının bütün özellikleri haydut çetesinin kurallarında da vardır. Bir kere haydut çetesi kuralları normatif niteliktedir. Yani bir şey emreder veya yasaklarlar. İkinci olarak bu kuralların konusu bu haydut çetesinin mensubu olan ve olmayan insanların davranışlarıdır. Üçüncü olarak, bu kurallar haydut çetesinin lideri durumunda olan kişi tarafından konulur. Yani kuralların kaynağı beşeridir. Nihayet haydut çetesi kurallarının ihlali halinde uygulanan müeyyide hukuk kuralının müeyyidesi gibi cebri niteliktedir. Yani kişinin hayatına (örneğin adam öldürme), maddi ve manevi varlığına (örneğin dövme, bacağa kurşun sıkma), özgürlüğüne (adam kaçırma), ekonomik varlığına (gasp) zarar verilmektedir. O halde hukuk kuralları ile bu kurallara bunca benzeyen haydut çetesi düzeni kuralları arasında fark nedir?
“Benzer bir soru öğrencilere sorulduğunda, öğrenciler genellikle, hukuk düzeninin cebrinin meşru olduğunu, çete düzeninin cebrinin ise gayri-meşru olduğunu, hukuk düzeninin adaletli, çete düzeninin ise adaletsiz olduğu, hukuk düzeninin toplumsal yarara, çete düzeninin ise çete liderinin kişisel çıkarına hizmet ettiği, hukuk düzeninin kurallarının kanunlara ve anayasaya dayandığı, çete düzeninin kurallarının ise keyfi olduğu gibi cevaplar vermektedirler.
“Şüphesiz hukuk düzeni ile çete düzeni arasında bu gibi ve bunlara benzer farklar olduğu düşünülebilir. Bu düşüncelerde haklılık payı da vardır. Ancak bu farkların hepsi içeriksel farklardır. Dolayısıyla değer yargıları arasına girer. Göreceliliğin hakim olduğu bu alana giren cevapların bilimsel bakımdan kabulü mümkün değildir.
“Kanımızca hukuk kuralları ile haydut çetesi kuralları arasındaki fark yine uyguladıkları müeyyidede bulunmaktadır. Hukuk düzeni de çete düzeni de müeyyide olarak cebir uygulamaktadırlar. Uyguladıkları cebrin niteliği bakımından aralarında bir fark yoktur. Fark uygulanan cebrin niceliği bakımındandır. Nihai tahlilde, hukuk düzeninin cebri çete düzeninin cebrinden daha büyüktür. Hukuk düzeni, sahip olduğu polis ve ordu teşkilatı ile çete düzenlerinden daha büyük bir cebir uygulama imkanına sahiptir. Kısa vadede belki çete düzeninin uyguladığı cebir hukuk düzenin cebrinden daha şiddetli ve etkili olabilir. Hukuk düzeninin belirli bir zaman içinde çete düzeniyle baş edememiş olması mümkündür. Ama eğer hukuk düzeni, hukuk düzeni olarak kalıyorsa, çete düzeninin cebrini bertaraf etmiş demektir. Ama eğer çete düzeni, hukuk düzeninin kendisi üzerinde uyguladığı cebre karşılık verebilmiş ve hukuk düzeninin cebrini yenmiş ise, artık çete düzenini hukuk düzeni, yeterli cebri uygulamamış eski hukuk düzenini de çete düzeni olarak kabul etmek gerekir.” (Kemal Gözler, Hukuka Giriş, Birinci Baskı, Ekin Kitabevi Yayınları-Bursa, 1998, s. 60-62)
Zaten bu AKP’giller’in başı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde, zimmet, görevi kötüye kullanma, evrakta sahtecilik gibi yüz kızartıcı suçlardan altı tane mahkeme dosyasına sahipti. Bunlardan birinden, şu anki Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, hukuk dışı bir karar vererek kurtarmıştı Tayyip’i. O zamanlar bu Cirit, Üsküdar 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi Yargıcıydı. Tâ o zamanlardan aynı yolun yolcusuymuş, bu vatandaşlar.
Yani demek istediğimiz, bunlar, her türden suça batmıştı zaten, AKP’yi kurduklarında.
Ne demiştir Tayyip, AKP öncesinde, Belediye Başkanlığı döneminde?
“Demokrasi bizim için bir amaç değil araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız.
“Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz.” (R. Tayyip Erdoğan, 05.02.1996, http://hackhell.org/konu/haddini-a%C5%9Fan-%C4%B0fadeler.241933/)
Ve bir de ne diyordu?
“Hem laik hem Müslüman olunmaz!.. Ya Müslüman olacaksın ya Laik! İkisi bir arada olduğu zaman, adeta ters mıknatıslanma yapar, mümkün değil ikisinin bir arada olması.” (R. Tayyip Erdoğan, 1994, https://www.youtube.com/watch?v=zJC-nUV4WrQ)
İşte, gerçek düşünceleri budur, Kaçak Saraylı Reis’in. Adamın demokrasiyle de, laiklikle de zerre ilgisi yoktur.
Peki, AKP sürecinde niye bunları tekrarlamadı Tayyip?
Şundan:
“Birbirimizi aldatmayalım. Biz gerekiyorsa, şu mücadeleyi verirken, eğer benim emir komuta merkezim bana ‘Papaz elbisesi giyeceksin.’, diyorsa, Papaz elbisesini giyer, bu şekilde gider görevimi yaparım.
“Niye?
“Çünkü bizim mücadelemiz sıradan bir mücadele değil.” (R. Tayyip Erdoğan, 1995, https://www.youtube.com/watch?v=5wdSmQWi4BY)
Adam, kendi deyişiyle “Papaz elbisesi”yle dolaşıyordu, yakın zamana kadar. Görünüşte demokrasiyi, laikliği savunan lideri oynuyordu.
Artık bunlara gerek duymaz oldu, yine bildiğimiz gibi. Ne dedi, Laik Cumhuriyet’in kurucuları Mustafa Kemal ve İsmet İnönü için?
“İki Ayyaş”.
Adam, Laik Cumhuriyet’in temeline yerleştirip patlattı, tonlarca TNT’yi.
Sıradan çete mensupları ne yapar?
Genelde, yukarıda hukukçumuzun anlattığını yapar. Bulabildiği silahlarla, meşru hukuk düzenine karşı mücadeleye, kavgaya, savaşa girişir. Onların bu mücadelesi bile, AKP’giller’in yaptığının yanında namuslu kalır. Neyseler öylece davranırlar.
Fakat, AKP’giller, bu sıradan mafya ya da terör çetelerinden bir milyon defa daha sinsi, daha riyakâr oynadılar.
Siyasi parti mücadelesi veriyormuş görünümü altında yürüttüler, hainane kavgalarını. Kerte kerte, dirhem dirhem aşındırdılar, Laik Cumhuriyet’i. O an aşamayacakları bir zorlukla karşılaşınca geri çekildiler, bir süreliğine. Niyetlerinden vazgeçmiş göründüler. Ama, ortamı uygun buldukları anda, aynı hızla saldırıya geçtiler. Tabiî arkalarında ABD ve AB Emperyalist Haydut Devletleri vardı. Bu haydut devletlerse, Türkiye’yi zaten, 1950’den beri uydulaştırmışlardı. Böyle olunca, AKP’giller’in önüne çıkan her engeli, ABD Emperyalistleri ortadan kaldırdı. Böylece de, onlar, ihanet yolunda yürümeye devam ettiler ve bu günlere geldiler.
Şu anda, artık “Tayyibistan Faşist Din Devleti”ni kuruyorlar. Harıl harıl onun inşasını yapıyorlar.
Laik Cumhuriyet’in tüm mirasını, geleneklerini, kültürünü, anlayışını ortadan kaldırdılar. Ordusunu dağıttılar. Kışlalarını boşalttılar. O arazileri peşkeş çekecekler, yandaş müteahhitlerine.
Laik Eğitimi bitirdiler. İmam Hatipleştirdiler, bütün Ortaöğretim kurumlarını, neredeyse.
Yargıyı da bitirdiler. Artık Savcılar, Yargıçlar, Anayasaya ve Cumhuriyet Kanunlarına göre iş yapmıyor.
Kimisi yandaşlıktan, kimisi korkaklıktan, Kaçak Saraylı Reis’in emirlerini uyguluyor, kanun yerine. Anayasaymış, kanunmuş, hepsi hikaye…
Ne diyordu, hukukçu bilim insanımız yukarıda?
“Hukuk düzeninde buyrukları, Anayasa ve kanunlar verir. Beşeri davranışlar, onlar uyarınca şekillenir.
“Çete düzenindeyse, buyruğu çetenin reisi verir. Çete düzeninin kanunu odur.”
Şu anda tam da bu yapılmaktadır Türkiye’de. Her konuda, tek karar mercii Kaçak Saraylı Reis’tir.
Dünün televizyon haberleriydi. Fox TV’nin akşam haberleri sunucusu Fatih Portakal, aynen şöyle diyordu:
“Başbakan Binalı Yıldırım, sevgili izleyenler, ‘OHAL uzatılabilir’, dedi. Geçtiğimiz, çok değil, iki gün önce Cumhurbaşkanı bunun sinyalini vermişti. OHAL’in uzatılabileceği, ikinci kez uzatılabileceği yönündeydi ve sayın Başbakan da, ‘OHAL gerekirse uzatılabilir”, açıklaması yaptı.” (https://www.youtube.com/watch?v=gOp6kdkP8CU)
İşte gördük: OHAL’in uzatılıp uzatılmaması konusunda bile tek yetkili Tayyip. Onun her dediği, artık AKP’giller için ve ne yazık ki şu anki devlet için, kurumlar için, tartışmasız kanun. Hem de, neredeyse Tanrı buyruğu mertebesinde, tartışmasız…
15 Temmuz Ganimet Paylaşım Hesaplaşması sonrasında ne demişti Binali?
“Başbakan Binali Yıldırım, Fethullah Gülen ve Türkiye’deki yapılanmasına karşı yürütülen süreçte milat olarak 17-25 Aralık 2013 tarihlerini aldıklarını söyledi.
“Medya kuruluşlarının temsilcilerini kabul eden Yıldırım, “Bizim için ölçü 17-25 aralıktan sonra FETÖ ile ilişkinin sürdürülmesidir” dedi.” (http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-37069292)
Tabiî bu fermanın da gerçek sahibi Tayyip’tir. Binali, onun dediğini tekrarlıyor. Ya da onun düşüncesini savunuyor.
Çünkü 17-25 Aralık 2013’te, FETO’nun Savcıları, Tayyip ve AKP’giller’in, miktarı trilyon dolarları bulan, kamu malı hırsızlığının matematiksel kesinlikteki belgelerini ortaya serivermişlerdi.
İşte, FETO’yla AKP’giller arasındaki savaş da o tarihte en şiddetli bir biçimde başlamıştı.
Aslında Tayyip ve Binali ve AKP’giller, bu buyruğu kime veriyorlar?
Şu an Adliyeleri dolduran savcı ve yargıçlara…
Ne diyorlar bunlara?
“17-25 Aralık 2013 öncesi FETO’yla iş tutmuş olmak, suç oluşturmaz. O yüzden, o tarihe kadar iş tutanlarla ilgili herhangi bir adli işlem yapmayacaksınız. Ancak, o tarihten sonra da ilişkisini sürdürenleri hedef alacaksınız. Onları atacaksınız, devlet kurumlarından. Ve alacaksınız gece baskınlarıyla evlerinden. Tıkacaksınız zindanlara, ağır ceza talepleriyle.”
İşte şu an, yapılan da budur.
Neden bu buyruğu veriyor, Tayyip ve AKP’giller?
Çünkü, 17-25 Aralık 2013 tarihine kadar FETO’ya en büyük desteği vermiş olan, onunla en önde gelen suç ortaklığı etmiş olan, kendileridir, AKP’giller’dir. Böyle ferman buyurmakla kendilerini otomatikman temize çıkarmış oluyorlar.
Soralım burada:
İyi de Hafız, niye 17-25 Aralık 2013?
Niye, mesela, 2010 değil, 2012 değil, ille de 17-25 Aralık 2013?
Çünkü, 2013 öncesi “kanki”ydiniz, değil mi?
Neredeyse yiyip içtiğiniz ayrı gitmiyordu.
Ve ne diyordu o günlerde Tayyip?
“Cemaatçi kardeşlerimiz bugüne kadar bizden ne istediler de vermedik…” (http://kurtuluspartisi.org/ben-insanim-ve-hukukcuyum-diyen-tum-savci-yargic-akademisyen-ve-avukatlari-sorumluluklarinin-geregini-yerine-getirmeye-cagiriyoruz/)
Evet, ne istedilerse verdi, Tayyipgiller. Ordunun yarısını verdi. Hem de tamı tamına. Generaller de dahil olmak üzere. 350 general ve amiralin yarısı FETÖ’cü çıkıyor. Adliye öyle, Milli Eğitim öyle, Polis öyle, MİT öyle, İdare öyle, Mülkiye öyle, Üniversiteler öyle; velhasıl devlet tümden paylaşılmış yarı yarıya.
Ve bunlara ilaveten, Siyaset paylaşılmış. AKP’giller’den milletvekilleri, Bakanları var, FETÖ’nün.
İşte böylesine hainane bir suç ortaklığından kendilerini temize çıkarabilmek için, 17-25 Aralık 2013’ü “milat” olarak belirliyor, Kaçak Saraylı Reis ve avanesi.
Soralım burada, savcı, yargıç, akademisyen, avukat; ne kadar hukukçu varsa hepsine:
Anayasada, TCK’de ve diğer kanunlarda var mı bu belirlemeye bir yer?
Daha doğrusu, meşru hukuk düzeninde böyle bir milat belirlenebilir mi?
Hayır, zinhar!
Böylesine suçluların yarısı suçsuz sayılıp temize çıkarılabilir mi?
Bu ne biçim adalettir yahu!
Adalet mi denir buna şimdi?
Hayır, adalet madalet, hukuk düzeni filan denmez. “Çete Düzeni”, denir buna. Çünkü orada kanun demek, çete reisinin ağzından çıkan ferman demektir. İşte Türkiye ne yazık ki bugün böylesine ağır felaketler ortamında yaşıyor.
Ve şu içler acısı duruma bakın ki, mevcut savcılar ve yargıçlar da Kaçak Saraylı Çete Reisi’nin bu buyruğuna aynen uyuyor. Onu kanun sayıyor. Ve onu uyguluyor.
Şimdi yeniden, saygıdeğer hukuk bilimi insanı Kemal Gözler’e dönelim:
“1. Hukuk Kurallarının Normatifliği: Emir, Yasak veya İzin
“Hukuk kuralları anlam olarak her zaman bir “olması lazım gelen şeyi” ifade ederler. Hukuk kuralları, ya belirli bir şeyin yapılmasını emreder, ya belirli bir şeyin yapılmasını yasaklar, ya da belirli bir şeyin yapılmasına izin ya da yetki verir. Diğer bir ifadeyle hukuk kuralları daima, emir, yasak, izin veya yetki içeren kurallardır. Bu emre, yasağa, izne, yetkiye, hukuk dilinde “olması gereken (Sollen)” denir. Hukuk kurallarının bu özelliğine “normatiflik” denir. Bu anlamda bir “olması gereken (Sollen)” içermeyen, yani emir vermeyen, yasak koymayan, izin veya yetki vermeyen bir önerme, normatif nitelikte değildir, dolayısıyla hukuk kuralı olamaz.” (Kemal Gözler, Hukuka Giriş, s. 29)
Ey, şu an Adalet Saraylarında oturan ve Mahkeme ve Savcılık kapılarının üzerinde “Cumhuriyet” ibaresi bulunan sureta hakim ve savcılar!
İşte, Kaçak Saraylı Reis’in ve onun AKP’gilleri’nin adaletle, hakkaniyetle, hukukla zerre ilgisi bulunmayan çete fermanlarını hukuk kuralı yerine koyuyorsunuz. Ve onları uyguluyorsunuz. Onların emir, yasak ve izinlerini benimseyip ve onlara tabi oluyorsunuz. Ona göre iş tutuyorsunuz. Yaptığınız adli yargı işlemi filan değil.
Laik Cumhuriyet’in kurumlarında oturanlarla hiçbir ilginiz kalmamış artık sizin. Hiç değilse, kaldırın kapılarınızın üzerinde yazan “Cumhuriyet Savcısı”, “Cumhuriyet Mahkemesi” tabelalarını. Onların yerine “Tayyibistan Din Devleti’nin Kadı Divanı” tabelasını asın. Bu ibare, gerçek kimliğinize daha uygun olur.
Kaçak Saraylı ve AKP’giller, Pensilvanyalı İmam ve onun cemaati başta gelmek üzere tüm Ortaçağcı Şeriat özlemcisi tarikat ve cemaatlerle el ele vererek yıktılar Laik Cumhuriyet’i. Siz seyrettiniz sadece. Yine kiminiz yandaşlıktan, kiminizse korkaklıktan.
Sadece bir yiğit Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı çıktı: Abdurrahman Yalçınkaya. Ve dava açtı “Yüce Divan”da: “AKP, Laik Cumhuriyet düşmanıdır ve laikliğe karşı sürdürülen mücadelenin odağı durumundadır.”, diyerek. Ve bu ihanet sürecinin somut, kesin belgelerini koydu, hazırladığı iddianameye. Ama, ABD’nin yardımı ve bazı hukukçu görünümündeki dincilerin, yandaşların sayesinde, kurtarıldı AKP’giller. Sadece, devletten kendilerine tahsis edilen büyük meblağın bir süreliğine kesilmesi cezasıyla kurtarıldılar. Oysa o mahkeme bile, AKP’nin “Laikliğe karşı mücadelenin odağı durumundaki bir parti olduğunu” kabul etmişti.
Peki nasıl kurtuldu, madem böyleydi de?
İşte ABD işin içine girince kurtulur. Çünkü, AKP’ye büyük bir görev vermişti, yapımcısı ve efendisi ABD Emperyalist Haydut Devleti: AKP’giller, Türkiye’yi “Yeni Sevr”e götürecekti. Yani, “BOP”u hayata geçirecekti. İsrail’in düşmanlarının ortadan kaldırılmasında, ABD ile ve İsrail’le işbirliği edecekti. Ve de, İslam’ın içini hepten boşaltacaktı. Bu görevleri yapıyor AKP, kurulduğu günden bu yana. Bunda da çok başarılı oldu, bildiğimiz gibi. Türkiye artık parçalanmanın eşiğinde. Suriyeleştirilmiştir gayrı. İsrail’in Suriye ve Libya gibi düşmanları da bertaraf edilmiştir. İsrail, Tarihinin en güvenli günlerini yaşamaktadır artık. Malum ya; İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki bekçi köpeğidir. Jandarmasıdır. Petrol bekçisidir. Ve, bölgedeki tek stratejik müttefikidir. İsrail demek, ABD demektir.
İşte bu sebepten kurtarıldı, AKP’giller hep. 15 Temmuz Ganimet Paylaşım Savaşında da, yine aynı sebepten dolayı galip getirilmiştir, ABD tarafından.
Burada çağrışım oldu: Adlarını anmazsak haksızlık etmiş oluruz. AKP’giller’e karşı cesurca mücadeleye giren, bir de, Deniz Feneri Savcısı Abdülvahap Yaren ve iki arkadaşı, Cumhuriyet Savcıları Nadi Türkaslan ve Mehmet Tamöz oldu.
Hatırlayacağımız gibi, bu namuslu savcılar, Türkiye’yi, çok yerinde bir tespitle, AKP’giller’in “Hırsızlar İmparatorluğu”na çevirdiğini belirtmişlerdi.
Tayyip ve avanesi hemen saldırıya geçti, bildiğimiz gibi. Önce görevden el çektirdi bu savcılara, sonra da “görevi kötüye kullandıkları” şeklindeki İblisçe iftirayla yargılattı… Bereket ki, sonunda bu namuslu insanlar beraat ettiler. O zamanlar Yargı, henüz bugünkü denli kuşatılmış değildi.
Bunların dışında kalan tüm savcı ve yargıçlar sadece seyrettiler, Laik Cumhuriyet’in yıkılışını. Kimisi sevindi, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç gibi. Ve şimdiki Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit gibi.
Kimisi de korkaklığından sindi, pustu, “Aman ses çıkarırsam başıma bir şey gelir, mağdur olurum. Üstelik çoluğum çocuğum da mağdur olur.”, diyerek.
Böylece de, kimisi bilerek, isteyerek; kimisi de korkusundan görevini yapmayarak suç işledi. Oysa istifa edebilirlerdi. Onu da etmediler. Dolayısıyla da, boylu boyunca suça battılar.
Burada çağrışım oldu: Tarih 2003 Nisanı…
ABD ve AB Emperyalist haydutlarının Irak’ı işgal günleri…
Bilindiği gibi, Saddam’ın generalleri savaşmadan teslim oldular, işgalci ABD’ye. İşte o günlerde, içtenlikli bir gazeteci kadın soruyor, bu onursuz generallerden birine:
“Niye hiç savaşmadan Bağdat’ı teslim ettiniz?”
Şerefsizin verdiği yanıt aynen şu:
“Şehirde eşimiz, çocuklarımız vardı. Savaşsaydık, şehir bombalanır, ailemiz zarar görür, hayatını kaybedebilirdi. Bu sebepten, savaşmadan teslim ettik şehri.”
İçtenlikli kadın gazetecinin bu alçakça gerekçe üzerine dediği, aynen şu olmuştu:
“İyi de, öyleyse neden askerlik mesleğini seçtiniz?”
Tabiî, Onursuz, hiçbir yanıt verememiş, pis pis sırıtmıştı sadece, kadıncağızın aşağılayıcı bakışları karşısında.
Evet, eğer yapman gerekeni yapamıyorsan, görevinin emrettiğini yerine getiremiyorsan, ona cesaretin yok ise, bırakacaksın o işi. Çekileceksin. Hiç değilse bunu yapacaksın. Ama, hem çekilmez, hem de sorumluluğunun gereğini yapmaktan korkar kaçarsan, o zaman suça batarsın. Suça ortaklık etmiş olursun. Ve kurtuluşun olmaz. Seni korkutan çete reisiyle birlikte, onun avanesiyle birlikte, ona yardım ve yataklıktan yargılanırsın.
15 Temmuz sonrasındaydı; sordular Kaçak Saraylı Reis’e: “Bu FETO Soruşturması, AKP içindeki FETÖ’cüleri de kapsayacak mı, onlara da uzanacak mı?”, diye.
Yanıtı ne olmuştu?
Aynen şu:
“Dereyi geçerken at değiştirilmez.”
Çete reisinin bu kanunsuz emri de bir hukuk kuralıymış gibi muamele görüyor şu günlerde, değil mi?
AKP’giller’in Meclisteki ve Parti yönetimindeki FETO mensuplarına hiç dokunulmuyor. Onlar, yok sayılıyor. Tabiî, dokunulduğu anda işe, Tayyip’ten, Binali’den, Davutoğlu’ndan, Gül’den, Bülent Arınç’tan vb. başlamak gerekecek, değil mi?
Bu sebeple de hiç dokunulmuyor onlara. Onlar, yasalar üstü. Çete düzeninin kanunu bu. Hukuk kuralı bu. İşte kendilerine savcı, yargıç diyenler bu kurala da aynen uyuyor. “Bekleyelim bakalım”, diyorlar. “Kaçak Saraylı ve avanesi dereyi bir geçsin. Eğer ondan sonra yeni bir buyruk verir, bunlara da dokunun derse ve kimlere dokunacağımızı da bir liste halinde verirse, o zaman biz de dokunuruz…”
Bu, akıl, vicdan ve hukuk dışı anlayışı açık açık savunuyor, AKP’giller. İşte onların damardan savunucusu, Yeni Akit’in yazarı, köşesinde şunları yazıyor:
“Paralelle mücadele siyasilere uzansın mı?
“(…)
“Ak Parti içerisinde birlik ve bütünlüğü bozmak isteyenler ikide bir bu işin siyasi ayağı nerede diyorlar. Peşinen söyledim bu sorular dibine kadar doğru sorular. Ancak konjonktürel gerçekler, davanın bütünlüğü bu soruları şimdilik ertelemeyi zaruri kılıyor.
“Gazete ve televizyonlarda Ak Parti yöneticilerinin isimleri veriliyor. Cumhurbaşkanımızın yakın dostları hedef gösteriliyor. Bu hedef göstermeler partinin birlik ve bütünlüğünü bozuyor. Eğer Ak Parti çatısında bir çatlak meydana gelirse Fetö ile kim mücadele edecek. PKK ile DEAŞ’la kim mücadele edecek. Bir insan vücudunu düşünün o insanın kafasını kopartırsanız, o insan yaşayabilir mi?
“Filanca belediye başkanı, filanca bakan, filanca vekil paralele destek verdi” deniliyor. Bu insanlar ile Cumhurbaşkanımızın arası açılmak isteniyor. Kardeşim bu partide geçmişte Gülen ile ilişkisi olmayan kimse var mı? Bakanlar belediye başkanları Gülen’e destek olmadılar mı?
“Cumhurbaşkanımız demedi mi “Allahım bizi affetsin milletim bizi affetsin” diye. Önemli olan bu mücadelede kim samimi, kim değil ona bakmak lazım. Cumhurbaşkanımız samimiyetle ve cesurca bu Fetö terör örgütüne direndi. Tek başına direndi. Onun dışında bütün belediye başkanları ve bakanlar aynı tutum içinde yer aldı. Biri diğerinde tercih edilemez. O nedenle partinin huzurunu bozacak, fesata neden olacak tutumlardan kaçınmak lazım.” (Sinan Burhan, Yeni Akit, 20 Eylül 2016, http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/sinan-burhan/paralelle-mucadele-siyasilere-uzansin-mi-16513.html)
İşte gördük. Adam açıkça, çete kanununu savunuyor, hiç çekinmeden. Şimdi bırakalım bu işi, diyor. Reisimiz uygun gördüğü tarihte yaptıracağı seçimde bunları aday yapmaz, böylece de partiden uzaklaştırmış olur. Şimdi, eğer bunlara karşı adli bir harekat başlarsa, parti sarsılır. Yara alır. Bu bizim için iyi olmaz. O sebepten, bekleyelim, diyor. Reisimiz uygun gördüğü anda halleder bu işi…
Tabiî böyle sözde yazarların işi bu. Bunlar, sureta gazeteci. Bunlar AKP’giller’in şürekasına girerler. Bunların işi de medyadan halkımızı afyonlamaktır.
Ve içler acısı durum, şu anki Yargı da, aynen bu buyruklara uyuyor, değil mi?
O da Kaçak Saraylı’dan gelecek yeni bir emre kadar AKP’giller bünyesindeki FETÖ’cülere dokunmuyor.
Yahu hiç değilse, adınıza “yargı” filan demeyin. “Biz savcıyız, yargıcız” filan demeyin. Milleti de bu kadar ahmak yerine koymayın be.
Sizler, Laik Cumhuriyet’in hukuk düzeninin savcıları, yargıçları filan değilsiniz. Sadece, “Tayyibistan Faşist Din Devleti”nin “Kadı Divanı”nı oluşturan kişilersiniz. Şu anda yaptığınız işlem, tıpatıp buna uyar.
Bizden uyarması…
Açıkça suç işliyorsunuz. Kaçak Saraylı’nın ve AKP’nin suçlarına birebir ortaklık ediyorsunuz. Bunun hesabı sorulur ve sorulacaktır da.
AKP’giller’in çete düzenini, Laik Cumhuriyet’in hukuk düzeni yerine geçirmiş durumdasınız. Ve onun hizmetindesiniz, onun emrettiği görevleri yapıyorsunuz.
Partimizin hukukçuları bir kafa yorsunlar bakalım bu işe:
Şu anda Kaçak Saraylı’ya, onun AKP’giller’ine ve görevlerini yapmayan, daha doğrusu, tersinden yapan bu savcı ve yargıçlar hakkında hukuki yoldan bir girişimde bulunabilir miyiz?
Mesela, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Ankara-İstanbul Cumhuriyet Başsavcıları başta gelmek üzere, bu görev kaçkını kişiler hakkında Türkiye’de suç duyurusunda bulunabileceğimiz bir adli merci var mıdır?
Yoksa o da mı hiç kalmamıştır?
Fakat unutulmasın ki, Laik Cumhuriyet’e karşı işlenen bu hainane suç ve onun failleri cezasız kalmaz. Mutlaka hesabı sorulur ve sorulacaktır da.
Bu da sözümüzdür bizim…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
22 Eylül 2016
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı