Efendilerinin emriyle Türkiye’yi felaketten felakete sürükleyen Büyük Taşeron
Evet, Kaçak Saraylı Binbir Surat Hafız…
Demek “merhum Kaddafi’nin ömrü vefa etmedi”, öyle mi?
Yazık ya…
Hiç utanıp sıkılmadan, hiç yüzün kızarmadan bu sözü söyleyebiliyorsun ya; işte biz de buna şaşıp kalıyoruz…
Ve utanıyoruz insanlığımızdan. Yani seninle aynı canlı türünü paylaşmamızdan.
Hain, niye demiyorsun, efendim olan ABD Emperyalist Haydut çakalı emir verdi, ben de taşeronluk görevimi yerine getirerek elbirliğiyle saldırdık, Şehit Kaddafi’nin Libya’sına?
Beş savaş gemisi gönderttim ben de oraya, ABD’li, AB’li sapık, sarhoş amirallerin emrine verdim o gemileri ve hep birden saldırdık Gerçek Müslüman, Türk ve Türkiye dostu Muammer Kaddafi’ye, onun ülkesine…
Cehenneme çevirdik Libya’yı. Kaddafi’yi katlettirdik, hem de ciğeri beş para etmez sokak çakallarına…
Önce aşiretinin ve doğum yerinin olduğu bölgeye giderken Fransız jetleri vurdu havadan konvoyunu. Kaddafi, canını kurtarmak için kaçıp oradaki bir köprü altına sığındı. Orada bulup yakaladık onu.
Sonra da meteliğe anasını satacak, kahpeleşmiş çakalları saldırttık üzerine. Linç ettiler Kaddafi’yi.
Üstelik de Kaddafi’ye ve ülkesine saldıran NATO Ordusu’nun genel karargâhını, efendimize hizmet aşkımızdan dolayı İzmir’e kurdurttuk. Oradan yönetildi, Kaddafi’yi ve 100 bin insanı katleden NATO saldırıları.
Oysa daha bir yıl önce Kaddafi’ye “kardeşim” diyerek sarılmıştım onun başkentinde. Kucaklaşmıştık ve o bana insan hakları ödülü vermişti.
İşte bu sebepten, o zamanki efendim ABD Başkanı Obama; “NATO Libya’yı vurmalıdır”, dediğinde ben boş bulunup; “Yahu ne işi var NATO’nun Libya’da?”, deyiverdim.
Bu densizliğim üzerine, Obama; “Gak guk etme. Ne emrediliyorsa onu yap.”, diye kesin buyruk verince, bir anda 180 derecelik bir dönüş yapıp; “Aman efendim, oldu işte bir hatamız, cehaletimize ver. Sizin yüksek bilgeliğinizi ve oradan kaynaklanan buyruklarınızın hikmetini gaflete düşüp bir anda kavrayamadım. Tabiî ki NATO Libya’yı vurmalı. Hem de o saldırgan NATO kuvvetlerinin karargâhı da İzmir olmalı. Lütfen kabul buyurunuz dileğimizi ve şehrimizi.”, deyip af diledin.
Sonra da olanlar oldu işte, bildiğiniz gibi…
Niye bu insanı insanlığından utandıran, her bir harfi, virgülü kallavi ihanet yüklü gerçeğin tâ kendisinin ifadelendirilmesi olan sözleri söylemiyorsun da, sanki Kaddafi’ye acıyormuşsun gibi; “Merhum Kaddafi’nin ömrü yetmedi”, numaralarına yatıyorsun?
Her zamanki dönekliğinden, ikili oynayışından, ikiyüzlülüğünden ve binbir suratlı oluşundan, değil mi?
“Nasıl olsa aradan sekiz yılı aşkın süre geçti. Yeni neslin bir kısmı zaten bilmez bu olanları. Eskiler de unutmuştur. Unutmayan da bizim korkumuzdan unutmuş gibi yapacak”, deyip gerçeğin tersyüz edilmiş hali olan böyle ifadeler edebiliyorsun.
Partinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında aynen şöyle yapmışsın bu ikiyüzlülüğü:
“Bundan yaklaşık 10 yıl önce başlattığımız, 2012’de ilk adımlarını attığımız çalışmaları nihayet 27 Kasım’da imzaladığımız bir mutabakatla neticelendirdik. Yani merhum Kaddafi’nin döneminde, başbakanlığımda da bu adımları atmıştık, ömrü vefa etmedi ve bu işi neticelendiremedik, bu işin mazisi oralara kadar dayanıyor ve çok daha kararlı, çok daha içi dolu bir anlaşmayı imzalamak üzereydik.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/son-dakika-haberi-cumhurbaskani-erdogan-boyle-bir-davet-olduguna-gore-icabet-ederiz-41406307)
İmzalamak üzereydiniz, öyle mi?
Peki niye imzalamadın?
“Çok daha kararlı, çok daha içi dolu bir anlaşma” hazırlanıp önüne gelmiş de neden imzalamadın?
Efendin ABD Çakalından korktuğundan, değil mi?
Acaba o çakalın hoşuna gitmez de beni deliğe süpürüverir mi, diye korktun.
Herkes demedi mi sana o zamanlar, imzala böyle anlaşmaları, diye? Üstelik sadece Libya’yla da değil; Mısır’la, Ürdün’le, Suriye’yle, İran’la da imzala diye?
Namuslu onlarca aydın dedi bunu size.
Ama sen ve avanen, efendilerinizden izinsiz parmağınızı bile kıpırdatamazsınız ki…
Acınacak hallerdesiniz be Hafız…
Geçenlerde bir de diyorsun ki; “Biz yaşayışımızı Kur’an’a uydurmalıyız.”
Yahu ABD’li ve AB’li efendilerinin buyruğu üzerine zinayı suç olmaktan çıkaran kim?
Sen değil misin? Siz değil misiniz?
Kur’an’ın ruhuna uygun tüm yasalarını çiğneyen kim?
Sizsiniz…
Halkına, vatanına, İslam Dünyasına ihanet eden sizsiniz. Trilyonlarca dolarlık kamu malını aşırıp iç eden sizsiniz. Vatan topraklarını ve Mavi Vatan’ı Yunanistan’a elinizle peşkeş çeken sizsiniz. Durup dinlenmeden yalan söyleyen, iftira atan, insanları Allah’la Aldatan sizsiniz. Din kisvesi altında dağlar büyüklüğünde ve ağırlığında dünya menfaati sağlayan sizsiniz.
Hangi yürekle Müslümanlıktan, Kur’an’dan, imandan, ahiret gününden söz edebiliyorsun sen?
İslam Dünyasına yaptığınız kötülüklerden dolayı, milyonlarca masum Müslümanın, efendileriniz ABD ve AB’nin taşeronluğunu ederek kanını içtiğinizden dolayı yatacak yeriniz yok sizin.
Eğer Cehennem var ise, onun en alt katında yani Yedinci Katında en uzun süre ne kadar kalınıyor ise o kadar süre kalacak olan sen ve avanendir, Hafız. Bunu adın gibi bil…
Dönelim yeniden Libya meselesine…
Senin Libya’da mutabakat imzaladığın yönetim yani Trablus Yönetimi, ülke topraklarının sadece yüzde 6,5’ine sahip. Türkiye’nin iki buçuk katı büyüklüğe sahip Libya’nın topraklarının yüzde 66’sına ise CIA yetiştirmesi General Halife Hafter ve onun avanesi hükmediyor.
Onun karargâhı neresi?
Tobruk…
Ülkenin güney kesimini ise, Araplaşmış bir barbar aşireti olan El Verfele Aşireti kontrol etmektedir. Ki onun hâkimiyetindeki topraklar da, ülke topraklarının yüzde 17,5’ine tekabul eder. Bunlar 1 milyon civarında bir nüfusa sahip olup ülke nüfusunun 6’da 1’ini oluşturmuş olmalarına rağmen savaşçılıklarıyla öne çıkmış insanlardır.
Bu insanlar da şu anda CIA’cı, dolayısıyla da Amerikancı Halife Hafter’le iyi ilişkiler içerisindedirler.
Demek ki Hafız, ABD, CIA’cı Halifesini destekliyor, her iki tarafı da elinde tutmaya gayret etmekle birlikte.
Rusya da Halife Hafter’ci.
Senin Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması yaptığın Trablus’taki İhvan’cı hükümet, öyle görülüyor ki, geleceği parlak olmayan bir gruptur.
Sen şimdi bunlara destek için Türk Ordusu’nu oraya göndereceksin, deniz yoluyla, hava yoluyla.
Peki, o hükümet kaybederse ne olacak?
Sen de onunla birlikte batacaksın…
O yaptığın anlaşma da hikâye olacak…
Şu da kesin bir gerçektir ki, Libya’yı BOP çerçevesinde böyle parça parça doğrayarak birbirleriyle kapıştırıp, ülkeyi ve insanlarını mahv-ı perişan etmek için Muammer Kaddafi’yi şehit ettirdi bu alçaklar.
Sen de piyon rolünde onlara hizmetkârlık ettin.
Savaştıracaklar daha bu parçaları birbirleriyle, iyice eriyip tükensin ülke diye. Ondan sonra da sinirleri alınmış lop et gibi yutacaklar Libya’nın petrolünü ve diğer doğal zenginliklerini.
İşte bu sebepten belki söz dinlersin diye bazı yurtsever aydınlar sana uyarı ve tavsiyelerde bulunuyorlar. Bak, Mehmet Ali Güller ne diyor konuya ilişkin makalesinde:
“Ne yapmalı?
“Türkiye’nin hızla “jeopolitikçi bakış”tan kurtulması gerekiyor. Bu bakışı şu sözlerle ifade ediyorlar: “Şam yönetimini devirmezsek, Ankara’yı koruyamayız; Libya’ya asker göndermezsek Suriye’deki kazanımlarımızı koruyamayız…”
“Bu bakışın sınırı yok: Yarın da “Libya’daki payımızı korumak için Tunus’a, Cezayir’e girmemiz gerekir” derler!
“Dolayısıyla bu bakıştan kurtulup Atatürk’ün, “ittifaklar kurarak Türkiye’nin etrafında bir güvenlik kuşağı oluşturma” anlayışına dönmemiz gerekiyor.
“Somut olarak:
“1. Libya’dan pay kapma anlayışı yerine Libya’nın birliği savunulmalı.
“2. İhvancı Trablus hükümetini askeri olarak destekleme ve Tobruk hükümetine düşman olma çizgisini bırakıp müzakere masasında Tobruk hükümetinin de olacağı gerçeğine göre hareket edilmeli; “esnek diplomasi” yapılmalı.
“3. ABD ve AB’ye karşı Libya’nın birliği için Rusya’yla işbirliği yapılmalı.
“4. Türk-Rus işbirliği Doğu Akdeniz’de Ankara’ya Şam ve Lübnan işbirliği sağlar. Hatta Kahire’ye bile içinde bulunduğu mevcut ittifakları sorgulatır!
“Özetle, Trablus’a asker değil, Şam’a ve Kahire’ye diplomat göndermek gerekir!” (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1711566/libyanin-birligi-savunulmali.html)
Tabiî bunları anlayabilecek bir zihin ve ruh yapısına sahip değilsin. Sen bugüne kadar hep efendilerin ne derse onları yaptın. Hâlâ da yapmaya devam ediyorsun. Bu sebeple de Türkiye’yi felaketten felakete atıyorsun. İktidarını bir gün bile fazla sürdürebilmek için yapmayacağın ihanet ve kötülük yok bu ülkeye.
Yurtsever bir diğer aydın olan, Deniz Harp Okulu Eski Komutanı Koramiral Türker Ertürk de Cumhuriyet’te yayımlanan bir röportajında bu konuda şöyle diyor:
“- Doğrusu ne?
“Münhasır ekonomik bölgeni ilan et. Bu konuda Suriye’yle masaya otur. Oturmamız lazım. Mısır ile masaya otur. Oturamıyor, çünkü ikisine karşı da İhvan problemi var. (…)
“Rusya başlığına dönmek istiyorum: Putin’le nasıl problemler yaşarız?
“Ruslar biliyorsunuz satrancın güçlü temsilcilerini yetiştirmiş bir ülke. Putin de akıllı birisi. Türkiye’yi fazla ürkütmek, kaybetmek istemeyecekler. Putin’in amacı, Türkiye’yi Batı’dan, NATO’dan koparabilmek. Bir anlamda bu konudaki rahatsızlığını belirtecek, ileri gidecek hamleler yapmayacak ama Türk askerini Libya’da başarısız kılabilmek için el altından işler yapacak. Hafter’e destek verecekler… İktidarın, kararlarının sorgulayıcı akıl, bilim süzgecinden geçmediği, tarihimizden ders almadığı ve Türkiye’nin çıkarları ve güvenliğini gözetmediği çok açık. Varsa yoksa kendi çıkarları, bekası, iktidarda devamlılığı ve çağdışı siyasal İslamcı ideolojisi. İktidarın bu politikasıyla Türkiye’ye Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da, Libya’da çıkış yok. Bir de şu problem var: Artık diplomatlarımız eskisi gibi ehil ve nitelikli değil. Diplomatlarımızın çok büyük bir bölümünü “Monşer” diyerek küstürdüler, tasfiye edildiler. Çapsız diplomasiyle olacaklar da ancak budur!
“- Libya’nın Türkiye’den istediği askeri güç TSK’yi zorlar mı?
“İç savaşa girdikçe ve savaşta tırmanma oldukça gönderdiğiniz kuvvetlerin sayısını artırmanız lazım. Savaşmak hem kan kaybı hem de ekonomik kayıptır. Ordu midesi üzerinde yürür ve lojistiğe ihtiyacı vardır. Zaten ekonomik zorluklarımız var. Sen ne yapıyorsun, dışarıya kuvvet göndererek harcamalarını artırıyorsun. Silah, araç gereçlerimizin çoğu dışarıdan geliyor, Türkiye’de ürettiklerimizin önemli ölçüde parçaları da dışarıdan. Dövize, paraya ihtiyacımız var, ama yok. Bu sefer Türkiye’nin geleceğini Araplara peşkeş çekerek para sağlayacak, bunu da Türkiye’nin refahı için kullanmayacak, Türkiye’yi enkaz haline getireceksiniz.
“- ÖSO’nun Suriye’den Libya’ya transfer edildiği iddiası var…
“ÖSO, Türkiye’nin vekâlet savaşçısı olmuş durumda. Onlara dolarla maaş veriyorlar. Suriye’de savaşırlar, gerekirse Türkiye’de operasyon yaparlar. Veya Libya’ya gönderirseniz orada savaşırlar… Peki, iktidar böyle bir şey yapar mı? İsmet Paşa’nın bir lafı var: Geçmişine bakacaksın: Yaptılar mı yaptılar! Yaparlar mı yaparlar!
“- Son olarak: Meclis oylamasında yeni bir 1 Mart tezkeresi yaşanabilir mi? Özellikle iktidardan kopup yeni partilere geçeceklerin bir tavır koyabileceği konuşuluyor…
“Umarım olur, ama sanmıyorum. Artık Türkiye’de tek adam yönetimi var. AKP milletvekillerinin liderlerinden bağımsız bir iradesi yok gibi gözüküyor. Ayrıca korku iklimi de var. Bunların altını çizdikten sonra inşallah olur diyelim.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/soylesi/1711563/ataturke-dusman-yapiya-asker-gonderiyoruz.html)
Bir de diyorsun ki burada, Kaçak Saraylı Hafız; “Biz BM’nin tanımış olduğu meşru Libya Hükümetiyle ilişki kurduk, onu destekliyoruz. Öbürleri isyancı.”
Bak, senin bu demagojine nasıl bir cevap veriyor Türker Ertürk:
“- ‘BM’nin tanıdığını destekliyoruz’ deniyor…
“Kuyruklu yalan. Eğer öyleyse Suriye’de BM’nin tanıdığı Beşşar Esad yönetimine karşı vekâlet savaşına niçin odun taşıdınız? Libya’da da İhvan’ı destekliyorlar. Suriye’de de İhvan’ı destekliyorlar. Mısır’la da İhvan yüzünden kavgalıyız.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/soylesi/1711563/ataturke-dusman-yapiya-asker-gonderiyoruz.html)
Tepeden tırnağa ihenete batmış durumdasınız Hafız, hep söyleyegeldiğimiz gibi.
İhanete de battınız, bataklığa da saplandınız…
Suriye’de hezimetten başka sizi bekleyen hiçbir şey yok. Sadece ABD’li efendine hizmetkârlık ediyorsun orada. Hani efendin der ya kendi lisanıyla “proxy war”, “vekalet savaşı” veriyorsun, piyon olarak…
Sizi ve Türkiye’yi yardan atabilmek için bir tutam ot uzattı önünüze: İhvancılık otu.
Bakın, dedi, siz bu savaşlara girin, sonunda İhvancı İslam Coğrafyasının lideri olacaksınız…
Siz de boylu boyunca girdiniz o işe…
Şu günlerde yeni bir partiyle karşına çıkarılan Davidson, sözde teorisini bile yaptı, yaptığınız bu taşeronluk işinin. Adını da “Stratejik Derinlik” koydu. Orada savunulan görüşlerin bilimin ışığında bir değerlendirmesini yaparsak, ona tamı tamına “Stratejik Delilik” demek gerekir, deriz.
Emekliler kahvesindeki sohbetlerde bile, ancak bir Ortaçağcı meczubun hayalhanesinde üretilebilecek o türden zırvalamalara yer verilmez, öyle akla ziyan saçmalamalar savunulmaz, hasbelkader savunan olursa da asla ciddiye alınmaz…
Ama sizler, Muaviye-Yezid Dini’nin afyonunun zehriyle beyniniz hasara uğratılmış ve meczuplaştırılmış olduğunuz için, böylesine bir gerçeklerden kopuk hayaller âlemine attınız kendinizi.
Davidson şu anda görünüşte karşında. Ama senin ve avanenin uyguladığı dış politika tümüyle Davidson’un bu deli saçması tezlerinin bire bir uygulanmasından ibarettir. İstersen sor Davidson’a. Hiçbirine yanlıştır ya da doğru değildir, demez. Doğrudur, aynen devam edin, der.
Amerika’nın zavallı meczuplaştırılmış piyonlarısınız be Hafız. FETÖ gibi bitireceksiniz sonunda kendinizi ve el içine çıkamayacaksınız da, Türkiye’yi de büyük felaketlere sürükleyip uçurumlardan savuracaksınız.
Sadece BOP çerçevesinde değil ABD’li yapımcın ve efendilerine hizmetiniz be Hafız.
Şimdi de onların donanmasını “Kanal İstanbul” ayağıyla, Montrö’yü yerle bir edip Karadeniz’e geçirme derdindesin.
ABD Emperyalist Çakalının güneyde ve doğumuzda ettiği kötülükler pek hoşumuza gitti de biraz da aynı şeyleri kuzeyimizden yapsın, diyorsun Hafız.
İşte onun için de tutturdun “Kanal İstanbul” diye…
Bu ne hizmet aşkıdır böyle yahu…
Tabiî karşılığında da iktidarda kalma yani koltuk ve bu arada da Karun’un hazinelerini yüze, bine, milyara katlayan küpler doldurma aşkı seninkisi ve sizinkisi.
Efendin; “Savun oğlum Tayyip bizi”, diyor; sen anında atılıyorsun öne ve giriyorsun söze. Aynen şunları söylüyorsun. Bu dediklerini de Türker Ertürk’ün yukarıda andığımız röportajından aktaralım yine:
“2016’da bir açıklama yapıyor Sayın Erdoğan, “NATO’nun Karadeniz’de aktiviteleri yetersizdir” diyor. Bir anlamda davet ediyor. Yetmiyor; 2016’da Varşova zirvesinde, sonra Brüksel’de NATO’nun Karadeniz’de askeri varlığını artırma kararı alınıyor. İtiraz etmiyorsun, belli ki Montrö’yü delme peşindesin. Bunun için de bir girişime ihtiyaç var, o da Kanal İstanbul…” (agy)
Anlaşıldı; efendinle birlikte ABD Donanmasını Karadeniz’e sokma derdindesiniz ama Boğazlar’da bir kilit var, Sinan Meydan’ın deyimiyle. O da Montrö Antlaşması’dır. Sen o kilidi pas geçebilmek için Türkiye’ye, Trakya’ya ve İstanbul’a binbir kötülüğü dokunacak olan Kanal İstanbul’u açma telaşına girdin şimdi. Eğer yapabilirsen bunu, efendine diyeceksin ki; “Bak, senin bu konudaki buyruğunu da yerine getirdim, donanmanı Karadeniz’e soktum. Sanki açık denizmiş gibi orada da serbestçe kullan donanmanı. Bak, gördüğün gibi senin için hizmette sınır yoktur bizde. Beni deliğe süpürme, kullanmaya devam et. Senin her türlü çıkarına hizmet ederim ben.”
Tabiî bu arada da vurguncu Arap dostlarınızla birlikte akla hayale gelmez vurgunlar vuracaksınız, Kanal İstanbul maskesi ardında. O da ikinci bir kazancınız olacak.
Bu kadar ihanet, bu kadar kötücüllük, bu kadar kin ve nefret nasıl sığmış o bedeninize be Hafız?.. Sadece senin değil tüm avanenin…
Neyse, sözü daha fazla uzatmayalım…
Bütün bu ihanetlerinizin, vurgunlarınızın hesabını vereceksiniz be Hafız!
Bugünkü yasalar sizin ihanetlerinizin ve kötülüklerinizin hesabını sormaya yeter de artar bile. Bütün mesele bağımsız yargıda yani kuvvetler ayrılığında, emri sadece yasalardan ve vicdanından alan savcı ve yargıçlardan oluşan gerçek mahkemelerin oluşturulabilmesinde.
O da olacak…
O gün de gelecek Hafız…
Hiç kaçışınız, uçuşunuz olmayacak…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
31 Aralık 2019