Site rengi

Tasarım

Fidel’in de Küba’da başlatılan bayır aşağı gidiş sürecini biz gerçek devrimcileri derinden üzen ıskalayışı

29.03.2016
577
A+
A-

Fidel’in Küba’da başlatılan bayır aşağı gidiş sürecini ıskalayışı

Fidel’in, ömrümde ilk kez beğenmediğim ve benimsemediğim bir yazısıyla karşılaştım. Ne acıdır ki Fidel de Emperyalist Haydut Obama çakalının ve Rolling Stones adlı, emperyalist kültürün, çürümüş, insani değerlerden yoksun, rezil kültürün yayıcısı olan grubun, Küba toprağını kirletmesinin siyasi içeriğini ve kapsamını kavrayamamış görünmektedir.

Israrla ve altını çizerek bir anlamda çığlık çığlığa feryat ederek söylediğimiz gibi Küba, bu son “Amerikan açılımı”yla birlikte bir ölüm yolculuğuna çıkarılmıştır. Eğer bu gidişten dönülmezse varılacak nokta Sovyetler Birliği’nin ve Avrupa sosyalist ülkelerinin, Çin’in bugün gelmiş oldukları utanç verici durumdan asla başka bir yer olmayacaktır.

Fidel’in büyük bir düş kırıklığı yaratan makalesini aynen yayınlamalarını rica ettim yoldaşlarımdan. 29.03.2016

Nurullah Ankut

HKP Genel Başkanı

Söz konusu makale aşağıdadır:

Kardeş Obama

İspanya kralları bize, parmak izleri toprak genelgesi destelerinin üzerinde olan istilacılar, efendiler getirdiler. Bu genelgelerle maden avcıları, nehir kumlarının içinde altın aramak gibi sömürünün aşağılayıcı ve utanç verici biçimiyle görevlendirildiler. Bunun izleri ülkenin birçok bölgesinde havadan görülebilir.

Bugün turizm büyük oranda bizim manzaralarımızın hazzını yaşamaktan ve denizlerimizin eşsiz zerafetinin tadını çıkarmaktan ibarettir ve her zaman büyük yabancı şirketlerin özel sermayesiyle paylaşılmıştır. Eğer bunlardan elde edilen kârlar milyar dolarları bulmasa bu şirketler tarafından hiçbir şekilde dikkate değer bulunmazlar.

Konuyla ilgili konuşmam gerektiğini düşündüğüm için, özellikle gençler için vurgulamam gerekir ki çok az kişi insanlık tarihinin bu eşsiz momentinde böylesine bir durumun öneminin farkındadır. Zamanın kaybolduğunu söylemeyeceğim ama şunu tereddütsüzce söyleyebilirim ki ne siz ne de biz, bize meydan okuyan realitelere karşı göğüs germek zorunda olduğumuz gerçekliği konusunda yeterince bilgilendirilmiyoruz, bilinçlendirilmiyoruz. İlk dikkate almamız gereken şey yaşamımızın bir saniyelik bir tarihsel kesitten başka bir şey olmadığı ve bunun da bir kısmının, her insanın gereksinimlerine adanması gerektiğidir. Bu durumun bir özelliği de hayatı olduğundan daha değerli görme eğilimidir. Fakat en yüce rüyalara dalan sayısız insan da vardır.

Yine de, hiçbir insan tek başına tamamen iyi ya da tamamen kötü değildir. Küba’nın, Jose Marti örneğine sahip olma ayrıcalığına rağmen hiçbirimiz devrimci bir toplumda üstlenmek zorunda olduğumuz rol için tasarlanmıyoruz. Ben bile Jose Marti’nin, Dos Rios’ta “zamanım geldi” deyip siperde katı bir ateş düzeni içinde tahkim edilmiş İspanyol güçlerine yüklenerek ölmesi gerekir miydi, diye kendime soruyorum. O, ABD’ye dönmek istemedi ve onu döndürecek hiç kimse yoktu. Birileri onun günlüğünden birkaç sayfa kopardı. Şüphesiz biçimde ahlaksız bir ajan işi olan bu alçakça sorumluluğu kim üstlenebilir? Liderler arasındaki farklılıklar iyi biliniyordu ancak bu asla itaatsizlik anlamına gelmiyordu. Yüce siyahî lider Antonio Maceo “Küba’ya el koymaya kim kalkışırsa kalkışsın eğer savaşta mahvolmazsa Küba’nın kanla sulanmış toprağının sadece tozunu alır”, demiştir. Máximo Gómez de aynı şekilde tarihimizin en disiplinli ve ihtiyatlı askeri önderi olarak kabul edilir.

Bir diğer açıdan bakıldığında, kendisini Küba’ya getiren bottan uzak mesafedeki aynı tek yıldızlı bayrağı görüp “O, benim hiçbir zaman satılık olmayan bayrağım” dedikten sonra hayatım boyunca duyduğum en güzel sözlerle devam ederek “bayrağım parçalansa bile bir gün yine benim bayrağım olacak… silahını doğrultmuş olan ölülerimiz onu savunmaya devam edecek” diyen Bonifacio Byrne’nin öfkesine nasıl hayranlık duymayız? Sadece birkaç on metre uzaklıkta karşıdevrimcilerin, ellerindeki ABD yapımı bazukaları ve makineli tüfekleri bizim bulunduğumuz alana doğrulttuğu gece Camilo Cienfuegos’un söylediği öfkeli sözleri unutamam.

Kendisinin de açıkladığı gibi Obama 1961’in Ağustosunda doğdu. O zamanın üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçti.

Fakat, şöhretli konuğumuzun bugün nasıl düşündüğünü görelim:

“Buraya soğuk savaşın Amerika’daki son kalıntılarını gömmek için geldim. Buraya Küba Halkına dostluk eli uzatmak için geldim.”, dedi ve bizi çoğumuz için tamamen yeni olan bir kavram yağmuruna tuttu.

“Hem siz hem biz Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmiş yeni bir dünyada yaşıyoruz.”, dedi ve devam etti; “Küba da ABD gibi kısmen Afrika’dan buraya getirilmiş olan köleler tarafından kuruldu. Amerika gibi Küba Halkı da kendi mirasının izini hem kölelere hem de köle sahiplerine götürebilir.”

Obama’nın kafasında yerli halk diye bir şey hiç bulunmamaktadır. Ya da Bay Barack Obama daha on yaşında bile değilken Devrimin, yerli halka yönelik uygulanan ırk ayrımcılığını tamamen ortadan kaldırdığını, çalışan ya da emekli maaşlarının tüm Kübalılar için hükme bağlandığını söylememektedir. Siyahî vatandaşları dinlenme-eğlence mekânlarından uzaklaştırmak için çam yarması gibi adamlar görevlendirme şeklindeki aşağılık ırkçı burjuva geleneği Küba Devrimi tarafından ortadan kaldırılmıştır. Küba Devrimi, 1 milyardan fazla insanın yaşadığı bir kıtada nükleer silahların varlığına son vererek Angola’yı özgürleştirmiş olan apartheid karşıtı mücadele açısından da tarihe geçmiştir. Dayanışmamızın tek amacı bu değildi, bundan da ziyade; amacımız Angola, Mozambik, Guinea Bissau ve Portekiz’in faşist sömürü tahakkümü altındaki diğer ülkelerin halklarına yardım etmekti.

1961’de, Devrimin zaferinden sadece bir yıl üç ay sonra ağır silahlarla ve piyadelerle donanmış, uçaklarla desteklenen, ABD savaş gemisi ve uçak şirketleri tarafından eğitilmiş, onların eşlik ettiği bir paralı asker gücü ülkemize aniden saldırdı. Hiçbir şey yüzlerce insanımızın ölmesine ve yaralanmasına yol açan bu kahpe saldırıyı haklı gösteremez. Yanki taraftarı saldırı birliğine gelince; tek bir malzemenin dahi tahliye edilebildiğini gösteren bir kanıt bulunmamaktadır. Yanki savaş uçakları Birleşmiş Milletler önünde Küba Başkaldırısının malzemeleri olarak sunulmuştur.

Bu ülkenin askeri deneyimi ve gücü çok iyi bilinmektedir. Afrika’da aynı şekilde, Devrimci Küba’nın kolayca mücadelenin dışına itilebileceğine inandılar. Güney Afrika’nın motorize birlikleri tarafından Güney Angola’da gerçekleştirilen işgal Luanda’ya, ülkenin doğu bölgesindeki başkente kadar yaklaştı. Orada, en az 15 yıl süren bir mücadele başladı. Obama’nın Havana’daki Gran Teatro de La Habana Alicia Alonso’daki konuşmasına cevap vermek gibi önemli bir görevim olmasaydı bu konuyu da dile getirmeyecektim.

Daha fazla detay verme niyetinde değilim, sadece orada, insanlığın özgürlüğü için yürütülen savaşta onurlu bir sayfanın açıldığını vurguluyorum. Yine de Obama’nın davranışının doğru olmasını umardım. Onun gösterişsiz orijini ve doğal zekası belliydi. Mandela ömür boyu hapse mahkum edildi ve insan onuru için yürütülen mücadelede devleşti. Bir gün, Mandela’nın hayatından bir kesitin anlatıldığı bir kitap geçti elime. Ve sürpriz… Önsöz Obama tarafından yazılmıştı. Sayfaları hızlıca çevirdim. Mandela’nın olguları not ettiği el yazısının küçüklüğü inanılmazdı. Böyle bir insan tanınmaya değerdi.

Güney Afrika’daki hikayeyle ilgili bir başka deneyimi de vurgulamam gerekiyor. Güney Afrikalıların nükleer silahları nasıl edindiği ile ilgili daha fazla şey öğrenmek istiyordum. Sadece 10 ya da 12’den fazla bomba olmadığına dair kesin bilgiye sahiptim. Araştırmacı profesör, “Çatışma Misyonu: Havana, Washington ve Afrika, 1959-1976” isimli mükemmel metnin yazarı Piero Gleijeses güvenilir bir kaynaktı. Biliyordum ki neler olup bittiğiyle ilgili en güvenilir kaynak oydu ve bunu ona da söyledim. Bana, yazıdaki şeylerden daha fazlasını konuşmayacağını, yazıda çok iyi arkadaşı olan, Angola’daki Küba Büyükelçisi ve partneri Jorge Risquet yoldaşın sorularını cevaplandırdığını söyledi. Risquet’yi buldum; bir görevi bitirmiş birkaç hafta sürecek yeni önemli görevler üstleniyordu. Bu görevler Piero’nun tam ülkemizi ziyaret ettiği zamana denk gelmişti ve onu Risquet’nin son yıllarını yaşadığını ve sağlığının çok iyi olmadığı konusunda uyardım. Birkaç gün sonra korktuğum başıma geldi. Risquet’in durumu gittikçe kötüleşti ve hayatını kaybetti. Piero geldiğinde verilen sözlerden başka yapacak bir şey yoktu fakat ben ırkçı Güney Afrika’nın Reagan’dan ve İsrail’den aldığı silahlar ve yardımlara ilişkin bilgiye ulaşmıştım.

Obama’nın bu hikaye hakkında şimdi ne söylemesi gerektiğini bilmiyorum. Hiçbir şey bilmeme ihtimali çok düşük olmasına rağmen onun neyi bilip bilmediği konusunda bir fikrim yok. Benim ona mütevazi önerim; düşünsün ve şimdi Küba politikaları üzerine teoriler geliştirmeye girişmesin.

Önemli bir konu var:

Obama, içinde en şirin sözleri kullandığı bir konuşma yaptı: “Şimdi geçmişi unutma, geçmişi geride bırakma zamanı. Birlikte geleceğe, umudun geleceğine bakalım. Ve bu kolay olmayacak, zorluklar karşımıza çıkacak ve biz bu zorlukları zamana bırakmalıyız; fakat benim bu ziyaretim dost olarak, aile olarak, komşu olarak birlikte yapabileceklerimize ilişkin beni daha da umutlandırdı.”

Sanırım Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’ndan bu sözleri dinlerken hepimiz kalp krizi geçirme tehlikesi yaşadık. Neredeyse 60 yıllık acımasız bir ablukadan sonra, Küba gemilerine ve limanlarına yapılan paralı asker saldırılarında hayatını kaybedenler ne olacak? İçi yolcu dolu olan uçağın havada patlatılması ne olacak? Paralı asker işgalleri, sayısız şiddet ve baskı eylemleri ne olacak?

Bu onurlu ve fedakar ülkenin halkının; eğitim, bilim ve kültürdeki gelişmeyle birlikte elde ettiği şerefinden, haklarından ve ruhsal zenginliğinden vazgeçeceği gibi bir ilüzyona kimse kapılmasın.

Ayrıca; gıda ve madde zenginliklerini halkımızın çabaları ve zekâsıyla üretebileceğimiz konusunda uyarıyorum. İmparatorluğun bize hiçbir hediye vermesine ihtiyacımız yok. Çabalarımız hukuka uygun ve barışçıl olacaktır, çünkü bu bizim bu gezegende yaşayan tüm insanlar arasındaki barış ve kardeşliğe duyduğumuz sadakatimizdir.