Laik Cumhuriyet düşmanlığı ve kamu malı aşırıcılığı bunların ruh dünyasını oluşturan iki belirleyici kimliktir
Laik Cumhuriyet düşmanlığı ve kamu malı aşırıcılığı bunların ruh dünyasını oluşturan iki belirleyici kimliktir
Önceki yazılarımızda da göstermiştik; Tayyip Erdoğan, Pensilvanyalı’yla 15 Temmuz’daki kapışmasının sorumluluğunu bile 1950 öncesinin Tek Parti Dönemine yüklemeye kalkmıştı, hiç yüzü kızarmadan. Ve dili dolanmadan…
Yine hatırlanacaktır, onun Ankara Milletvekili Aydın Ünal da aynı şekilde, patronundan aldığı emir doğrultusunda ve ona yaranma yarışından dolayı, aynı akla ziyan yalanı savunmuştu.
Ne demişti?
“Yaşadığımız dehşet, Cumhuriyet tarihi boyunca, laik eğitim adı altında zorbaca, zalimce, ceberutça sergilenen ayrıştırma ve aşağılamanın neticesi değil de nedir?” (http://www.yenisafak.com/yazarlar/aydinunal/laik-egitim-olsaymis-darbe-olmazmis-2031188)
O zaman da söylediğimiz gibi, bunlarla, karşınızda normal insanlar varmış gibi oturup konuşamazsınız, tartışamazsınız. Çünkü bunların derdi, durup dinlenmeden yalanlar, iftiralar üreterek insanlarımızı “Allah’la aldatarak” peşlerine takmaktır, oylarını kapmaktır.
Şeytan’la bile tartışmaya girseniz, belki, zayıf bir olasılık da olsa, makul bir sonuca ulaşabilirsiniz. Ama bunlarla asla… Şeytan-İblis bile, bunların yanında okulöncesi bebeler kadar saf kalır. Bunlar, akılları ermeye başladığı andan itibaren, hep buna yönlendirilmişlerdir. Bu konuda eğitilmişlerdir. Bu sebeple de, binbir tecrübeye sahiptir bunlar, kolayca yalan söyleme, iftira atabilme, gerçekleri tersyüz ederek gösterebilme ve bilinçsiz, cahil, saf bırakılmış insanlarımızı kolayca kandırabilme konusunda.
Ne demişti Tayyip, Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın Önderleri hakkında?
“İki ayyaş.”
Tayyip’in kadim dostu, Meclis Başkanları İsmail Kahraman ne demişti?
“Cumhuriyet’i kuranlar dinsizdi.” Ve, “Laikliğin yeni Anayasada yer almasına gerek yoktur.”
Ağabeyim bana, “Başını örteceksin, dediğinde intiharı düşündüm.”, diyen, Tayyip’in eşi Emine Erdoğan bile ne diyor şimdi?
“Emine Erdoğan, Ataşehir’deki Sheraton Otel’de, Ensar Vakfı tarafından düzenlenen “Ensar Gönüllüleri Buluşması’nda konuştu.
“ARTIK YENİ BİR KAVŞAKTAYIZ’
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, bugünlere gelinmesinde sivil toplum kuruluşlarının dayanışmasının büyük katkısı olduğunu ifade ederek, şunları söyledi: “Artık yeni bir kavşaktayız. Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık. Fakat enkazın altından büyük meseleler çıktı. Nitekim, bugün bu sorunlarla yüzleşiyoruz.” (26 Şubat 2016,http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/488214/Emine_Erdogan_90_yillik_Cumhuriyet_e__enkaz__dedi.html)
Kadıncağızı nereden alıp nereye getirmişler, değil mi?..
Laik, modern bir kızcağızken, işte böyle konuşturulabilir hale getirmişler.
Şimdi özgür mü bu kadıncağız?
Hayır, kesinlikle… Tutsak ve kurban…
İnsan burada, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Rum Yazar Mihail Vasiliadis’ın şu tespitine hak vermemezlik edemiyor:
“Kadınlara oy hakkı verdik” diyorlar; ben de soruyorum: Sen kadınlara bir oy hakkı mı verdin; yoksa sen o kadının kocasına mı ikinci oy hakkını verdin?” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/588966/_Bu_ulke_bizim_kaderimiz_.html)
Kadınlara oy hakkı vermek çok doğru bir karardı tabiî ki. Fakat, kadının o hakkını özgürce ve bilinçlice kullanabilmesi için ekonomik planda da kadını Ortaçağ prangalarından kurtarıp özgür kılmak gerekirdi. Yani ekonomik temeldeki, 6 bin yıllık gericiliğin, sömürücülüğün ve vurgunculuğun temsilcisi olan Antika Tefeci-Bezirgân Sınıfı tasfiye edip, toplumu burjuva anlamda bile olsa modernleştirmek gerekirdi. Öyle olmayınca, işte sonuç bu oluyor.
Bu ekonomik altyapıyı değiştirememek, Laik Cumhuriyet döneminin yapamadığı en önemli işlerden biri oldu. Bu gerici sınıf, modern gericiliğin temsilcisi Finans-Kapital’le ittifaka girip tahakkümünü sürdürünce, onun dünya görüşü olan Ortaçağcı Gericilik, Muaviye-Yezid Şeriatçılığı, giderek, kerte kerte toplumun tamamını işte böyle ya da bugünlerde olduğu gibi esir alacaktı. Özellikle de tabiî, kadınları… Dikkat ederseniz, AKP’giller’in oy oranı, kadınlarda hep beş puan erkeklerden öndedir. Çünkü onlar, ekonomik ve sosyal hayatın dışında tutulmaktadırlar büyük ölçüde. Böyle olunca da tarikatların, Kur’an Kurslarının, İmam Hatip Okullarının etkisine daha açık hale gelmektedirler.
Emine Erdoğan’ın nereden nereye getirilmiş olduğu, aslında, bu gerçekliğin tipik bir göstergesidir, kanıtıdır.
Nerede konuşuyor bu kadıncağız?
Ensar Vakfı’nın toplantısında, değil mi?..
Bunların tamamı Ensarcı işte…
Ne diyor Kadın Ve Aileden Sorumlu Bakanları kadıncağız?
“Bir kerecik tecavüzden bir şeycik olmaz.”
Ne hazin, ne içler acısı bir durum, değil mi, bir kadının ağzından bu sözlerin çıkması…
Karaman benim memleketimin de yanı başındadır. Bilirim orayı da. Bu şehirde Ramazanda açıktan bir şey yiyip içemezsiniz. İçerseniz, saldırıya uğrarsınız. Fakat, Ensarcı insan sefaleti hoca, bu ilin 54 çocuğuna tecavüz ediyor, bir tek Karamanlıdan tık çıkmıyor. Hepsi ölü numarasına yatıyor. Yazıklar olsun diyelim…
Çünkü, tecavüzcü alçak Ensarcı. Öyle olunca da, o alçaklığı hiç olmamış saymak, onlarca en iyisi. Ensar için 54 çocuğun lafı mı olur?.. Yeter ki, kötü bir söz söylenmesin Ensar hakkında.
Sadece Karaman’ın değil, Türkiye’nin içine düşürüldüğü cehennemde yaşayan insanlarımızın yüzde ellisinin anlayışıdır bu.
İşte, AKP’giller’in “enkaz” diyerek yıktıkları, gerçekten de bir enkaz yığınına çevirdikleri Laik Cumhuriyet sonrası Türkiye, bir yönüyle de “Ensar Cumhuriyeti” olmuştur artık. Ne diyelim, övünsünler bakalım Ensarcılıklarıyla…
Bir de ne diyor, Emine Erdoğan yukarıda?
Şunu:
“Bugünlere gelinmesinde sivil toplum kuruluşlarının dayanışmasının büyük katkısı olduğu”nu ifade ediyor. İşte bu doğru tespit.
Peki, kim bu “sivil toplum kuruluşları”?
Pensilvanyalı İmam’ın tarikatı başta gelmek üzere tüm tarikat ve cemaatler… Onların yönetim ve denetimindeki Kur’an Kursları, İmam Hatip Okulları, İlim Yayma Cemiyetleri, Komünizmle Mücadele Dernekleri vb. vb…
Tabiî bütün bunların tepesinde, bunları projelendiren, yapılandıran, yöneten de ABD Emperyalistleridir. Türkiye’yi bugünkü Ortaçağ karanlığına, cehennemine getirip saplamışlardır. Ve de, parçalanmanın eşiğine getirip dayamışlardır. “Yeni Sevr” ya da “BOP”, artık günün meseleleri haline gelmiştir. Türkiye bu uçuruma düştü düşecek haldedir. Sevinsinler, “Laik Cumhuriyet’i yıktık. Onu enkaz hlaine getirdik ve ülkeyi bu cehenneme sürükledik”, diye. Fakat uzun sürmeyecek sevinçleri. Bunu da adları gibi bilsinler.
Bu günlerin bizce en önemli olaylarından, haberlerinden biridir şu:
“Erdoğan’dan AYM’ye sürpriz atama!
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi üyeliklerine Recai Akyel ve Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez’i seçti.
“Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Sayın Cumhurbaşkanımız, Anayasa Mahkemesi Üyeliklerine, Recai Akyel ile Yükseköğretim Genel Kurulunca gösterilen üç aday arasından Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez’i seçmişlerdir” denildi.
“Ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6741 sayılı Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderdi.
“Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, “6741 sayılı Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Anayasanın 89’uncu maddesinin birinci fıkrası ile 104 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir” denildi. İHA” (http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/erdogandan-aymye-surpriz-atama-1365541/)
Peki arkadaşlar, kimmiş Tayyip’in “Fethullahçı” diye görevden aldığı iki Anayasa Mahkemesi Üyesinin yerine atadığı bu kişiler? Bu yeni üyeler?
Onları görelim şimdi de:
“Eski Sayıştay Başkanı olan Akyel, Erdoğan’ın başdanışmanlığı görevini yürütüyordu. Akyel, Sayıştay Başkanı’yken, Yargıtay ve Danıştay başkanları ile birlikte Erdoğan ile Rize’de çay toplamış, bu da tepkilere neden olmuştu. Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretim üyesi olan Hakyemez ise Akil İnsanlar heyetinde görev yapmıştı. Hakyemez, Türkiye’de yaşanan sistem sorununun başkanlık ile çözülebileceğini iddia etmişti.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/590829/Erdogan_la_birlikte_cay_toplayan_Akyel_AYM_nin_yeni_uyesi_oldu.html)
Şimdi, bu yeni AYM üyelerinin, AKP’giller’den zerre farkı var mı?
Hayır. Hatta, bunlar da AKP’giller’e dahil. Aynı avaneden. Aynı yolun yolcusu. Fikri ve zikri aynı olan Müslüman Kardeşlerden. Yani İhvan’dan.
Giderek artık, devletin kadrolarının tamamı bu kimlikteki kişiler tarafından oluşturulacaktır. Bunların başka türlü davranmasına imkân yok. Bunların Laik Cumhuriyet’e, Birinci Kuvayimilliye ve Mustafa Kemal’e sıcak bakmasına asla imkân ve ihtimal yoktur. Çünkü öyle yetiştirildi bunlar. Zihin kodlarına işlendi, Laik Cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanlığı. O düşmanlığı oradan ancak toprak çıkarabilir. Başka da hiçbir şey çıkaramaz.
Sözcü’den aktardığımız haberde, bir de ne geçiyordu?
Şu:
“Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, “6741 sayılı Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Anayasanın 89’uncu maddesinin birinci fıkrası ile 104 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir” denildi.
Gördüğümüz gibi, adamlar alelacele bir de böyle bir vurgun alanı, kamu malı hırsızlığı yapılabilecek alan yaratmış oluyorlar. Ve de ona güya yasal kılıf giydiriyorlar. Yani her istedikleri, o kılıfın içine sokuluveriyor.
Engel olabilecek olan mı var?…
Katolik inancına göre Papa’nın ağzından çıkan her sözün Tanrı tarafından bildirildiği, dolayısıyla da Tanrı sözü olduğu gibi, Tayyip’in ağzından çıkan, Ortaçağcılığa, laiklik düşmanlığına ve kamu malı aşırıcılığına ilişkin her buyruk da anında, otomatik olarak kanun kılıfına bürünür. Tayyip konuşmaz aslında. Sürekli “kanun”lar bildirir…
Nedir bu “Varlık Fonu”?
Hazineden ayrı, ona paralel, her türlü denetimden uzak, yeni bir hazine yaratmak. Bu hazinenin miktarı da şudur:
“TVF’ye yönelik hedeflerini açıklayan Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, “Her alanda etkinlik gösterebilecek bir fondan bahsediyoruz. Hedefimiz 200 milyar dolarların konuşulduğu bir fon” dedi.”
Yani, başta Kaçak Saraylı Reis olmak üzere, AKP’giller, hiç kimseye hesap vermeksizin, kamudan aşırılmış bu büyüklükteki bir parayı gönüllerince kullanabilecekler, harcayabilecekler. Ve hiçkimse de bu harcamalara ilişkin herhangi bir soru bile soramayacak.
Evet, Türkiye’nin getirildiği vahim durumun işte yürek parçalayıcı bir yönü de budur, arkadaşlar.
Hep diyoruz ya; bunlar, aynı zamanda da ıslah olmaz ve gözleri doymaz bir kamu malı aşırıcısıdır, diye. Bir kanıtı da bu. Gördüğümüz “Fon”…
Bu konuya ilişkin, yaşadığımız günlerin çok önemli haberi de şudur:
Bunlar, Meclisten işte birkaç gün önce bir “Torba Yasa” geçirdiler ya; o torbanın 75 Nolu Yasası da şunu içeriyormuş. Bu konuya ilişkin namuslu Araştırmacı Yazar Yusuf Yavuz, çok aydınlatıcı bir makale yazmıştır. Biraz uzunca olmasını göze alarak burada tamamını aktarmayı yararlı gördük, konunun önemi ve vahametini gözler önüne serdiği için.
“OHAL karanlığında bu yasa da geçti
“15 yıldır adım adım yıkılan, coğrafyası tarumar edilen Türkiye’yi bundan böyle görülmemiş bir yıkım bekliyor. Bugüne kadar yaşanan yıkımlar ülke coğrafyasında büyük yaralar açmıştı ancak bundan sonra olacaklar öldürecek!
“15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından alınan OHAL kararıyla Türkiye birçok yönden olağanüstü günler yaşamaya başladı. Siyasi ve sosyal yapıdaki savrulmalar ve altüst oluşlar birbirini izledi. Son bir ayda Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı dönüşümünü yaşayan Türkiye’nin yakın geleceğinin nasıl olacağı sorusu toplumun büyük bir kesiminin aklını kurcalamayı sürdürüyor. Belirsizlik ülke insanının zihnini esir almış durumda…
“Bütün bunların ortasında yeterince tartışılamadan, üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmadan Meclis’ten geçirilen yasalar, bu belirsizliği daha da derinleştiren düzenlemeler içeriyor…
“Kısacası son 15 yıldır adım adım yıkılan, coğrafyası tarumar edilen Türkiye’yi bundan böyle görülmemiş bir yıkım bekliyor. Bugüne kadar yaşanan yıkımlar ülke coğrafyasında büyük yaralar açmıştı ancak bundan sonra olacaklar öldürecek!
“Nasıl mı?
“SABAHA KARŞI MECLİSTEN GEÇEN YIKIM TORBASI
“Torba yasa olarak bilinen ve günlerdir darbe tartışmalarının toz dumanı arasında yeterince tartışılmadan Meclis’e sunulan “Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi, İki İl Merkezinin Değiştirilmesi ve Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı” TBMM Genel Kurulunda görüşülerek 19 Ağustos’ta sabaha karşı kabul edildi.
“Tasarının kabul edilen 80 maddesi arasında, Türkiye’nin doğasını hiçbir yaptırım olmadan sermayeye koşulsuzca peşkeş çekecek olan düzenlemeler de yer alıyor.
“Torba yasanın maddeleri arasında yer alan ve ülke coğrafyasının gerçekliğini yok edecek olan 75. Maddenin ayrıntılarına geçmeden önce bu konuda doğrudan ilgili olan iki ayrı bakanın son açıklamalarına bir göz atalım:
“BAKAN ÖZHASEKİ: ‘ELBETE OTEL DENİZ KENARINA YAPILACAK’
“Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, geçtiğimiz hafta Hürriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte, ‘Çevreyi put yapmışız. ÇED’de (Çevresel Etki Değerlendirme) milletin canına okumuşlar” dedi ve bundan sonra olacakları şöyle sıraladı:
“ÇED kuralları deyip, zulme dönüştürmüşler. Dünyanın her yerinde çevre korunarak yatırıma izin verilir. Biz put haline getirmişiz çevreyi. Bu taşkınlık da yatırımları engellemiş. Çevre yatırım dengesi lazım. Deniz kenarlarında 100 metre plan yapma yetkisi bize, Tabiat Varlıklarına ait. Elbette otel, deniz kenarına yapılacak. Tatile giden nereyi tercih ediyor, deniz kenarındaki oteli. Ama adamın burnundan getirirseniz kimse yatırım yapmaz. Arkadaşların kayalık yerlere de izin vermedikleri olmuş. Şimdi önünü açacaklarım var, dosyalarına epeyce baktım. İmzalayacağım. Halkın gitmediği, dağların arasından ulaşılabilen yerler var. Gidip yerlerine bakıyorum, helikopterle havadan bakıyorum. Önünün biraz açılması lazım. Ruhsatlarını vereceğim, gidip yapsınlar. Bazen de enerji santrali, kömürden nükleer santral deniz kenarına muhtaç. İstediğiniz kadar kızın ama elektrik üretmek zorundasınız. Bin, bin 300 mw santral projeleri var; köylü teyzeleri dizip bağırtıyorlar. O teyzeler masum ama arkasında başka planlar var. Kömür santrallarının önü açılmalı, ÇED’de sıkıntıları giderip rahatlatmak lazım. İşadamları en çok ÇED sürecinin uzunluğundan şikâyetçi. Önlem alıyoruz. 15 gün içinde yanıt gelmez ise ‘olumlu’ sayılacak. Bunun için yönetmelik ve tüzük değişikliği yeterli. Kapıda süründürmeyeceğiz yatırımcıyı.” (Hürriyet, 17 Ağustos 2016)
“ÇEVRE BAKANI ÇED KONUSUNDA YALAN MI SÖYLÜYOR?
“Türkiye’nin çevresinin emanet edildiği bir kurumun başında olan Bakan Özhaseki’nin yatırımcının önünde ‘engel’ olarak gördüğü ÇED uygulamasının geçmişine bakıldığında durumun hiç de öyle olmadığı ortaya çıkıyor.
“ÇED sürecinin bırakın yatırımcıya engel olmayı, bilakis önüne gelen her projeye “ÇED olumlu” kararı vererek yıkımın önünü açan bir bakanlıkla karşı karşıyayız…
“Türkiye’de 1993 yılından beri uygulanan ÇED süreci, 23 yıldır yalnızca ‘göstermelik’ olmaktan öteye gidemedi.
“40 BİN PROJEDEN SADECE 32’SİNE ÇED OLUMSUZ VERİLMİŞ
“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğünün verilerine göre son 20 yılda ÇED Olumlu kararı verilen proje sayısı 2797. ÇED süreci gerekli görülmeyen projelerin sayısı ise 39 bin 649. 2013 tarihine ait olan bu rakamlara yüzlercesini daha ekleyebiliriz.
“Buna karşın Bakanlığın son 20 yılda ‘ÇED olumsuz’ kararı verdiği proje sayısı ise yalnızca 32!
“Yani 40 bine yakın projenin yalnızca 32 tanesi, onlar da büyük olasılıkla evrak eksiklikleri ve başvuru sürelerindeki aksaklıktan dolayı ÇED başvurusu “olumsuz” bulunmuş…
“516 projeye ise “ÇED gereklidir” kararını veren bakanlık, her türlü tahribata karşın bu projeler için de gereğini yerine getirerek onay üretme yoluna gitmiş…
“Yıkımları “büyüme” ve “kalkınma” yalanıyla meşrulaştıran projelerin doğaya ve yaşam alanlarına verdiği telafisi olanaksız zararlar bir yana, kamu kaynaklarının akılsızca heba edilmesi de cabası…
“Bakanlığın verilerine bakıldığında, Bakan Özhaseki ya doğrudan yalan söylüyor, ya da olanları çarpıtıyor diyebiliriz…
“ORMAN BAKANLIĞININ YABAN HAYATI KÖPRÜSÜ
“Bakan Özhaseki’nin bu sözlerinin hemen ardından bir gün sonra bu kez de Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun açıklamaları geldi.
“Bakan Eroğlu, yargı kararlarına rağmen büyük bir orman kıyımına neden olarak yapımı sürdürülen İstanbul’daki üçüncü köprünün bağlantı yollarıyla ilgili yaptığı açıklamada, Kuzey Marmara Otoyolu’nda inşa edilen ‘yaban hayatı köprüsü’nün, Türkiye’de ilk olduğunu belirterek, “Köprünün tamamlanması ile Rumelifeneri Yaban Hayatı Geliştirme Sahasını ikiye bölen otoyoldan kaynaklanan habitat bölünmesinin önüne geçilecek” açıklamasında bulundu.
“DOĞALMIŞ GİBİ YAPILARAK HAYVANLARIN EŞ BULMASI SAĞLANACAK
“44 metre genişliğinde olacağı belirtilen ‘yaban hayatı köprüsü’nden, yaşam alanları yok edilen, habitatları parçalanan yaban hayvanlarının geçmesi bekleniyor. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, proje hakkında “22 metre genişliğinde 2 adet tüpten oluşan ve yaklaşık 12 milyon lira maliyetle inşa edilen ekolojik köprü sayesinde tel örgülerle yörede bulunan karaca, domuz, çakal, tilki gibi daha bir çok yaban hayvanı yönlendirilecek ve otoyolu karşıdan karşıya rahatlıkla geçebilmeleri sağlanacak” açıklaması yaparken, Bakan Eroğlu ise köprüde bitkilendirme çalışmaları yapılarak yaban hayvanlarının beslenme, barınma, eş tutma ve üreme gibi problemlerinin ortadan kalkacağını belirterek, “Ekolojik köprüde bitkilendirme çalışmaları yapılarak hem tabii ortam görüntüsü oluşturulacak hem de gürültü önlenecek. Bunun yanında yaban hayvanlarının yaşam alanlarından geçen yollar trafik kazalarını artırıyor, can ve mal kayıplarına sebep oluyor. Proje ile yaban hayvanlarının sebep olduğu trafik kazalarının da önüne geçilmiş olacak. Ekolojik köprü projelerini diğer otoyol projelerinde de uygulamayı planlanıyoruz” dedi.
“DEFNENİN, KEKİĞİN KOKUSUNU UNUTUN, KOLONYA İLE İDARE EDİN
“Çevrenin, ormanın, suyun, kısacası bir ülkenin geleceğinin emanet edildiği iki kurumun başındaki isimlerin açıklamaları gelecek açısından dehşet verici…
“Son 20 yıldır “Tabii ortam görüntüsü verilmiş” mekânlara tıkıştırılan insanların trajedisini bundan böyle yaban hayvanları da paylaşacak.
“Bu, insanlığın binlerce yıldır üzerinde yaşadığı coğrafya ile kurduğu bağın çözülmesi, gerçekliğe dokunmanın sonu demek.
“Bu, defnenin, kekiğin, karaçamın, ardıcın, sedirin kokusunun yerine yalnızca kolonyasıyla yetinmek demek…
“Bu, dünyanın en güzel alabalığının yaşadığı derelere, yeşil derili kurbağalara, yaşam dolu kuşlara veda etmek demek…
“Bu, allı turnaları, yeşilbaşlı gövel ördekleri, kınalı keklikleri, bülbülleri, türküleri, masalları sonsuza kadar unutmak demek…
“Bu, koca bir kültürün yaratıcısı, yaşamı gerçek kılan coğrafyaya, ülkeye, vatana, memlekete veda etmek demek…
“Peki, gerçek hayata tümüyle veda etmeye hazır mısınız?
“Gelelim Meclis’ten geçirilen Torba Yasa’da yer alan yıkım maddesinin ayrıntılarına…
“Kabul edilen tasarının 75. Maddesi, Ekonomi Bakanlığı’nın ‘uygun’ gördüğü yatırım projelerine sınırsız teşvik ve birçok alanda denetimsizlik getiriyor.
“YIKIMA GÖRÜLMEMİŞ DESTEK
“Meclis’i işlevsiz kılacak olan düzenlemeyle, uygun görülen projelere kurumlar vergisi, gümrük vergisi muafiyeti, gelir vergisi stopajı teşviki,hazine arazilerinin 49 yıllığına bedelsiz tahsisi, yatırımın tamamlanması ve 5 yıllık istihdamın sağlanması halinde bedelsiz devri, proje çalışanlarının 10 yıla kadar sigorta primi işveren hissesinin ve 10 yıla kadar tüketilen enerjinin yüzde 50’sinin kamu bütçesinden karşılanması, sabit yatırım tutarının finansmanında kullanılacak krediler için 10 yıla kadar faiz veya kâr payı desteği ya da hibe desteği sağlanması,nitelikli personel için 5 yıla kadar asgari ücretin aylık brüt tutarının 20 katına kadar ücret desteği,yatırım tutarının yüzde 49’una kadar edinilen payların 10 yıl içerisinde halka arzı veya yatırımcıya satış şartıyla yatırıma ortak alınması ve devletin alım garantisi vermesi mümkün olacak.
“GERÇEK HAYATLA VEDALAŞMAYA HAZIR MISINIZ
“Yine ‘uygun’ görülen, ‘stratejik gerekliliği ve aciliyeti’ bulunan yatırımlar, hukuki prosedürler, ruhsat, idari izin ve ÇED raporlarından muaf tutulacak.
“Bu da bugüne kadar ülkenin dört bir yanında yaşam alanlarını koruma çabası veren insanların bu mücadelesinin önünü kesmeye yarayacak…
“Toparlamak gerekirse, dünyanın en güzel coğrafyasının üzerinde binlerce yılda benzersiz bir kültür yaratan Anadolu, bu kültürü yaratan değerlerini sonsuza kadar yitirecek. Yaşamın sınırlı kaynağı, paranın süreli gücüne tahvil edilecek.
“Bir zamanlar dağa taşa, suya ırmağa, kısacası yaşamın bereketine tapınan insanların yaşadığı bu güzel coğrafya yerlebir edildikçe,’Çevreyi put yapmışız’ diyenlerin kendi putları birer dikilecek.
“Tamamı bir açık hava tapınağı olan Anadolu coğrafyası, yalnızca paraya tapınanların eliyle yıkılacak…
“Bu coğrafyanın insanı, belki de ilk defa elma kokusuna, çam kokusuna, cam gibi koylara, zümrüt yeşili yaylalara; kısacası gerçekliğe veda edecek.
“Buna hazır mısınız?
“Yusuf Yavuz
“Odatv.com” (http://odatv.com/ohal-karanliginda-bu-yasa-da-gecti-2408161200.html)
Yaşanacak vahameti görüyorsunuz, arkadaşlar. Yedikleri yetmiyormuş gibi, daha da azgınlaşmış, dizginlenemez bir hırsla saldırıyorlar, kamu mallarına. Kuvayimilliye yadigârı kuruluşları yemeleri yetmemiş. Şehirlerimizi, “Kentsel Dönüşüm” paravanı altında yağmalamaları yetmemiş. “Kupon Arsaları” “Tayyip’e haber vererek” midelerine indirmeleri yetmemiş. Şehirlerimizdeki tarihsel dokuyu berhava etmeleri yetmemiş. Ki ömrümün 40 yılını geçirdiğim şehrim Konya’daki Tarih katliamını yapmaları ve tarihsel dokusunu hiçe indirgemeleri yetmemiş. Şimdi de, dağlarımızı, nehirlerimizi, limanlarımızı olduğu gibi, tüm kıyılarımızı da yağmalamak istiyorlar. Bu ne gözü doymazlık, bu ne çılgınlık, bu ne çıldırmışlık böyle…
Ama, işte böyle bunlar, arkadaşlar. Kişilikleri bu. Onların kumaşı bu, yoğruldukları çamur bu, yapıları bu, ruhları bu. Bunlar değişmez, ıslah olmaz, iflah olmaz. Ne ihanetten, ABD işbirlikçiliğinden vazgeçebilirler, ne Laik Cumhuriyet düşmanlığından, ne kamu malı vurgunculuğundan…
Hep söylediğimiz gibi bunları ancak toprak ıslah eder. Gözlerini ancak o doyurur, hırslarını ancak o dindirir. Kinlerini ancak o bitirir, ihanetlerini ancak o sonlandırır.
Ama, adları gibi emin olsunlar ki bu dünyada da yapıp ettiklerinin hesabını vermekten kurtulamayacaklar. Yalnızca Mahşere kalmayacak iş…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
26 Ağustos 2016
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı