Site rengi

Tasarım

10 Ekim Katliamı’nın hesabını soracağız!

02.02.2016
607
A+
A-

HKP, 10 Ekim Ankara Katliamı Üzerine Yaptığı Suç Duyurusunu İşleme Koymama Kararı Veren Memur Suçları Bürosu Savcılığı’nın Kararına Karşı Danıştay’da Dava Açtı

Ankara Katliamı, 102 insanımızın canice, hunharca katledildiği, nicesinin de sakat kaldığı, yaralandığı Türkiye’nin en büyük sivil katliamı olarak tarihe geçti. BOP’un hayata geçmesi uğruna halklar arasında onanmaz kin ve düşmanlık tohumları ekmeyi amaçlayan bu katliamın görünürdeki failleri olan IŞİD’in yanı sıra, onun arkasında/yanında yer alan Emperyalistlerden ve Yerli Uşaklarından hukuksal ve siyasal hesap sormak için partili hukukçularımız aktif mücadele vermektedir.

Katliamla ilgili, Anayasal Düzene Karşı Suçlar Savcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma mevcuttur. Ancak bu dosya, yalnızca IŞİD militanlarıyla sınırlı soruşturma yürütmektedir.

Oysa; devletin gerekli istihbaratı yapmaması, elindeki istihbaratı değerlendirmemesi ve/veya sessiz kalması, Başbakanın “canlı bomba listesini biliyoruz” beyanı, Ankara ve Suruç canlı bombacılarının “El Kaide üyeliği” suçundan soruşturulurken serbest bırakılmaları, “IŞİD’in Ankara başta olmak üzere bazı büyük şehirlerde canlı bomba eylemi yapabileceği” yönünde MİT’in ve Emniyetin elinde istihbaratlar bulunduğu, saldırganların telefon görüşmeleri dinlenirken sınırı geçip Türkiye’ye giriş yapabildikleri, saldırganların istihbarat birimlerindeki canlı bombacı listesinde olduklarının ortaya çıkması, saldırganlar hakkında “yakalama kararı” olduğu, ailelerinin saldırganları Başbakanlıka ve Cumhurbaşkanlığına ihbar ettikleri, 17 Eylül 2015 tarihli Tunceli Emniyet Müdürlüğü yazısında, IŞİD’in mitinglerde çok sayıda canlı bomba eylemi gerçekleştirebileceği istihbaratının mevcut olduğu ve bu istihbaratın diğer emniyet birimlerine bildirildiği, saldırganların istihbarat birimlerince 4 aydır “arandıkları”, 10 Ağustos 2015’te Emniyetin, her iki saldırganın da içinde bulunduğu 16 kişilik IŞİD bombacısı resimli listesini tüm illere gönderdiği, saldırıdan 3 gün önce mitinge yönelik canlı bomba veya bombalı saldırı olabileceği istihbaratının geldiği, keza saldırganların arandıklarına dair, UYAP kayıtlarının mevcut olduğu bilgileri birlikte değerlendirildiğinde; Devletin siyasi, adli ve idari birimlerinin ve kimi kamu görevlilerinin kusur ve hatta kasti sorumluluğunun olduğu anlaşılmaktadır.

Çok açık bir belirginlikte AKP’nin tümüyle ele geçirdiği devlet ve istihbarat aygıtlarınca, en iyimser tabirle saldırının göz göre engellenmemesi ile karşı karşıyayız.

Diğer yandan, patlamanın hemen sonrasında, olay yerindeki ağır yaralıların bulunduğu kitleye polisin biber gazlı ve tazyikli su ile müdahalesi tespit edilmiştir. Polisin biber gazı ile müdahalesinin, “yaralıların durumunu ağırlaştırdığı” ve “olay yerinde bulunan ve bir kısmı sağlık personeli olan diğer katılımcıların yaralılara müdahalesine engel olduğu” tanık beyanlarından anlaşılmıştır. Polisin bu müdahalesi sebebi ile tıkanan ve işlemez hale gelen trafik akışı nedeniyle,”ambulansların olay yerine intikalinin geciktiği” ve “ilk hayati müdahalenin etkin ve zamanında yapılmasının engellendiği” de tanık ve mağdur anlatımlarından yapılan tespitler arasındadır. Hatta bu müdahalelerin ölü sayısının artmasına etkide bulunduğu, olay yerinde bulunan avukat meslektaşlarımızın yazılı anlatımlarıyla ortaya çıkmaktadır.

Partimizin bu her iki minvalde, başbakan, MİT Müsteşarı ve sıralı emniyet amirleri aleyhinde yaptığı suç duyurusu, Ankara Barosu, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin yaptığı başvuruyla birleştirilmiş, birleşen başvurular hakkında Ankara Memur Suçları Savcılığınca hiçbir araştırma yapılmaksızın “işleme koymama” kararı verilmiştir.

Oysa, CMK Madde 160/1 uyarınca “Cumhuriyet savcısı, kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen İŞİN GERÇEĞİNİ araştırmaya başlar”.

Yine Ceza Muhakemesi Kanununun 161/1 fıkrası uyarınca “Cumhuriyet Savcısı her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir.”

Aynı kanunun 161/4 emredici hükmü çerçevesinde “Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür.”

Özetle, savcı tüm bu araştırmaları yapmak, bilgi ve belgeleri toplamak zorundadır. Dahası, suçlananların ya da suçlananlarla bağlantılı olanların kamu görevlisi olması, suçlamalardan bağışık olmak bir yana; Cumhuriyet savcılarına suçlamayla ilgili bilgi ve belgeleri temin etmek görevi yüklemektedir.

Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatına göre, “Yetkililerin yaşama hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülüklerini ihlal ettikleri iddiası söz konusu ise (…) yetkililerin belirli bir birey ya da bireylerin yaşamına karşı üçüncü kişinin suç oluşturan eylemlerinden kaynaklanan gerçek ve yakın risk bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve makul bir şekilde değerlendirildiğinde bu riski önleyebilecek önlemleri almadıkları [Mahkeme’yi] tatmin edici şekilde ortaya konulmalıdır.” (Osman v. Birleşik Krallık, par. 116)

Karar gerekçesinde beyanlarımızın “müştekilerin kişisel kanaatleri” olduğunu söyleyen savcı, yukarıdaki verilerin hangisini incelemiş, hangi araştırmayı hayata geçirmiş, hangi tatmin edici soruşturmayı yürütmüştür? Hiçbirini…

Dilekçeyi işleme koymama kararı veren savcı, tüm bunları yapmadan, maddi gerçeği (suçu) araştırmadan, hukuksuz bir karar vermiştir. Bu kararı ile savcı, görevini de kötüye kullanmış olmaktadır.

Müştekisi, failleri ve toplayabildiğimiz kadarıyla delilleri ortada olan bu başvuruya, “işleme koymama” kararı vermek gibi bir yetkisi de yoktur savcının. Anılan karara itirazın yolunu da kapatmaya çalışan böylesine tarafgir bir karara karşı Partili Avukatlarımız, DANIŞTAY’DA DAVA AÇMIŞLARDIR.

Davadan çıkan sonuç ne olursa olsun Partimiz, Halkların Kardeşliğine karşı yapılan bu katliamı hukuken ve siyaseten hesabını sormaya devam edecektir. Uyarıyoruz: Halkın vereceği hükmün temyizi olmayacaktır! 25.01.2016

 

Kurtuluş Partili Hukukçular