Ahlâka, vicdana, namusa, hukuka uygun tek bir icraatlarını aramayın, bulamazsınız…
Kamu malı hırsızlığıyla din alıp satmayı birbiriyle yarıştıran ey Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz Amerikan devşirmesi mücrimler!
Hiç mi sizin bir tek kanuna, ahlâka, vicdana, dine imana uygun işiniz olmayacak yahu…
Derde derman bir tek dürüst, namuslu işiniz olmayacak mı sizin?
Besbelli ki olmayacak. 20 yıldan bu yana hiç olmadı, bundan sonra da olmasını beklemek gafilliktir, cahilliktir, saflıktır vb…
Şu haberlere bir bakın yahu…
“Halk Bankası’nın desteklileriyle AKP’li Tokat Belediyesi ve Valilik tarafında organize edilen 1. Tokat Gastronomi Festivali skandal ile başladı. Festivale onur konuğu olarak katılacak olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın katıldığı programda muhalif basın veto yerken yerel basını da istemediler.
“Festival kapsamında Endiz köyünde gerçekleşen “Bereket Hasadı” programına Emine Erdoğan’ın yanı sıra Tarım ve Orman Bakanı Prof. Dr. Vahit Kirişçi, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Mahmut Özer de katıldı.
“1 SAATLİK ZİYARET İÇİN 3 MİLYON LİRAYA YAKIN MASRAF”
“AKP’li Tokat Belediyesi tarafından düzenlenen Tokat Gastronomi Festivali kapsamında Küçükbağlar köyünde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın katılımıyla düzenlenen “Bereket Hasadı” Programı için AKP’li ilçe Başkanının akrabasının tarlası kiralanarak özel çiftlik konsepti hazırlandı.
“1 saatlik Emine Erdoğan ziyareti için özel olarak hazırlanan konsept yaklaşık 15 günde hazırlandı. Özel bir organizasyon firması tarafından yapılan konsept için tanesi 20 liradan on binlerce tuğlalar zemin taşları ile kaplanırken Emine Erdoğan’ın gezeceği yerlere özel İtalyan Ponza taşı döşendi.
“Tarla için özel yollar açıldı elektrik hattı çekildi, özel projektörler yerleştirildi. Yaklaşık maliyeti 3 milyon liraya mal olan konsept program sonrası sökülecek.” (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/muhalif-ve-yerel-basin-programa-alinmadi-emine-erdoganin-1-saatlik-ziyareti-icin-3-milyon-liralik-konsept-hazirlandi-573668h.htm)
Yahu bunların adım attığı her yer zarar, ziyan, yolsuzluk, düzenbazlık, kanunsuzluk, vicdansızlık…
Şuraya bakın; üç milyon lira uçup gidiyor Emine Erdoğan’ın 1 saatlik ziyaretinde şov yapmış olmak için. Her zaman ifade ettiğimiz gibi bunlar hırsızlık ve yolsuzlukta, hani halkımız der ya, Şeytan’a bile pabucu ters giydirirler. Halk Bankası’ndan ve Tokat Belediyesinden aşırdıkları paraları da boşa vermiyorlar ha… “AKP’li ilçe başkanının akrabası”na aktarıyorlar. Yani her zaman yaptıkları gibi; “Bul karayı al parayı”, oyunu…
Hatırlayacaksınızdır; önsözünü Emine Erdoğan’ın yazdığı iddia edilen, “Asırlık Tariflerle Türk Mutfağı” kitabının basımı ve tanıtımı için de Kültür ve Turizm Bakanlığı 2 milyon 148 bin TL para harcamıştı. Yani bu para da asgari ücretlinin, aşağı yukarı o düzeyde maaş alan memurlarımızın ve bunlardan çok daha aşağı maaş alan emeklimizin, esnafımızın, yoksul köylümüzün alınterinden gasp edilen paralardan oluşmuştu.
Bunlar, Yoldaşlar, tahıl ambarına dadanan ambar fareleri gibi durup dinlenmeden halkımızın alınterini, binbir çileyle yarattığı maddi değerleri işte böyle doymak bilmez bir iştiha ile yerler. Sadece yemekle de kalmazlar; har vurup harman savururlar.
İşte bu vurgunun, soygunun bir gün öncesinde yayımlanan bir kallavi soygun, vurgun ve kamu malı hırsızlığı haberi daha:
***
Dünyayı gezip devletten maaş alan çift… En yüksek devlet memuru baba
Fransız şair, yazar, ahlakçı Jean de La Bruyere şöyle diyordu:
“Bir insanı tanımak istiyorsanız onu büyük mevkiye geçiriniz”
Biz de bugün “En yüksek devlet memuru” statüsündeki Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Metin Kıratlı’nın hikayesinden bahsedeceğiz.
Twitter’daki biosunda tüm anlı şanlı unvanlarından vazgeçmişti.
Kendini tek bir kelime ile ifade ediyor: “İnsan”
Ne kadar da güzel…
“En yüksek devlet memuru” Metin Kıratlı, kendisini sadece ve sadece “insan” olarak tanımlıyordu.
İnsan olmanın sorumluluğu elbette çok büyük…
Hele ki, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı [gibi] bir görevi yürüten, “en yüksek devlet memuru” statüsünde bir insan olmanın sorumluluğu kim bilir nice…
“Bir insanı tanımak istiyorsanız onu büyük mevkiye geçiriniz”
Metin Kıratlı, hem insan hem de babaydı. Her baba gibi çocuklarının geleceğini düşünen, onların istikbali ile yakından ilgilenen babaydı.
Oğlu Hasan Celal, gönlünü yeni mezun bir avukat Gül Süslü’ye kaptırmıştı.
İki genç birlikte bir hayat kuracaktı. Bir baba olarak Metin Kıratlı evladını ve müstakbel eşinin geleceğini düşünmek zorundaydı.
O bir insan ve babaydı…
İlk iş henüz hukuk fakültesinden yeni mezun müstakbel gelinini Cumhurbaşkanlığı Hukuk departmanına sözleşmeli avukat olarak yerleştirmek oldu.
Açıl susam açıl…
Güzel bir gelecek için Gül Süslü’ye kapılar açılıyordu.
Cumhurbaşkanlığında sözleşmeli avukatlık elbette iyiydi güzeldi ama devir değişir değiştiğinde sözleşme iptal edilirdi. Müstakbel gelin için, garantili bir iş gerekliydi.
Tam da bu sırada Gül Süslü, Londra’da yüksek lisans yapmak için üniversiteden kabul aldı.
Yüksek lisansa gidecekti ama ücretsiz izne ayrılması gerekiyordu.
Kayınpederi Metin Kıratlı bu duruma kayıtsız kalamazdı.
Genç çift bu şekilde nasıl geçinecekti.
Gelinini istisnai memur kadrosu ile bir anda devlet memuru yaptı.
Açıl susam açıl…
Kapılar bu kez Gül Süslü için İletişim Daire Başkanlığı için açılmıştı.
Neden İletişim Başkanlığı diye soracak olursanız, orada çalıştığında dünyanın her yerinde görevlendirmesi yapılabilirdi.
Hem Londra’da okur, hem gezer, bir yandan da maaşını alabilirdi.
Zaten artık Hasan Celal Kıratlı ile Gül Süslü dünya evine girmişlerdi de…
Hasan Celal Kıratlı’da bu arada Yunus Emre Enstitüsünde işe yerleşmişti.
Baba Metin Kıratlı, oğlu ve gelini için her şeyi yapmıştı.
Genç çift mutlu ve mesuttu.
Metin Kıratlı’nın da baba olarak içi rahattı.
Gelini Gül Süslü Kıratlı, İletişim Başkanlığındaki görevi devam ettiği halde Londra’ya okumaya gitti. Hem eğitimini sürdürüyor hem de maaşını alıyordu.
Ancak bu kez de başka bir sorun oluşmuştu. Yeni evli çiftler birbirlerinden ayrı kalmıştı.
Metin Kıratlı, insan, baba, aynı zamanda da “en yüksek devlet memuruydu”
Çocuklarının geleceğini düşünmeliydi. Sevenler ayrı kalmamalıydı.
Gereğini yaptı.
Gelini Gül Süslü Kıratlı, İletişim Başkanlığından yapılan görevlendirme ile Londra’da hem eğitimini sürdürüp hem de “çalışırken” bu kez de Hasan Celal Kıratlı, Yunus Emre Enstitüsünden yapılan görevlendirme ile Londra’ya atandı.
Sevenler buluşmuştu.
Ancak bu kez de başka bir sorun oluştu.
Hasan Celal Kıratlı’nın, New York’ta yaşaması gerekiyordu.
Her ne kadar o şirketin Hasan Celal Kıratlı’ya ait olduğu ve kuruluş sermayesi olan milyon dolarların Almanya üzerinden aktarıldığı iddiası varsa da…
Elbette biz bunların hiçbirine inanmıyoruz.
Hasan Celal Kıratlı bir Türk genci olarak gurbet ellere New York’a çalışmaya gidecekti.
Gitti.
Yine sevenler ayrı kalmıştı.
Metin Kıratlı, insan, baba, aynı zamanda da “en yüksek devlet memuruydu”
Bu durumu çözmeliydi.
Çözdü.
Gelini Gül Süslü Kıratlı’ya New York’ta bir üniversite bulundu ve o da ABD’ye uçtu.
İletişim Başkanlığı’ndaki kadrosu mu?
Evet o halen devam ediyor.
Peri masalının sonuna gelirken.
Bu yazıyı atama için bekleyen öğretmenlere, iş bulmak için didinen üniversitelilere, evlatlarının geleceği için çabalayan emekçi babalara ithaf ediyoruz.
Son sözümüzü ise yine eskilerden gelsin…
“İnsan ile insan arasında fark vardır. Bir demirden hem nal hem de kılıç yaparlar”
Toygun Atilla
Odatv.com (https://www.odatv4.com/makale/dunyayi-gezip-devletten-maas-alan-cift-en-yuksek-devlet-memuru-baba-248688)
***
Şimdi Kaçak Saray’ın Despotu’nun en yüksek kademedeki bürokratı olan bu Hafız sadece oğlu ve gelini için mi yolsuzluk yapıyor dersiniz?
Hayır…
Belki anımsayacaksınız; kendisiyle ilgili de aynı şekilde içler acısı utanmazlık arlanmazlık dolu bir haber çıkmıştı 17 ay önce, Nisan 2021’de. Bir de onu görelim, arkadaşlar:
“CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte kamuda en yüksek devlet memuru haline gelen Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Metin Kıratlı’nın üç ayrı kurumdan aylık toplam 84 bin 702 lira maaş aldığını öne sürdü.
“Deniz Yavuzyılmaz, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlarla Metin Kıratlı’nın maaşını açıkladı. Yavuzyılmaz’ın mesajı şöyle:
“Kanunen ‘en yüksek Devlet memuru’ olan (AK Partili) Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanının aldığı aylık maaşları ortaya çıkardık.
“CB İdari İşler Başkanlığı’ndan: 22.906TL
“Borsa İstanbul YK Üyeliğinden: 24.000TL
“YÖK Üyeliğinden: 37.796TL
“Aylık net maaş toplamı: 84.702 TL” (https://www.gazeteduvar.com.tr/chpli-yavuzyilmaz-metin-kiratli-uc-ayri-kurumdan-84-bin-tl-aliyor-haber-1518576)
Bir de şu günlerde medyada bolca tartışılan Erzurumlu Taşkesenlioğlu Kardeşler var, Tayyipgiller’den, boylu boyunca yolsuzluğa, vurguna bulanmış tipler olarak, değil mi arkadaşlar?
Zehra ve Ali Fuat Taşkesenlioğlu Kardeşler…
Bunlar da dikkat ederseniz arkadaşlar; biri tamamı kamu malından oluşmak üzere 180 milyon dolar aşırıyor, öbürü on milyonlarca TL aşırıyor… Hani erkek egemen toplumdayız ya; erkek olanı vurgunda da başat rolde. Kız kardeşine on milyonlarca TL kalıyor sadece, aşırılmak üzere.
Bunların biricik Tanrısı vardır, o da Para Tanrısıdır, diye biz boşuna demiyoruz, arkadaşlar. Başka hiçbir Tanrıya inanmaz ve tapmaz bunlar…
Şu işsizler ülkesinde, üniversite mezunu her üç gencimizden birinin işsiz olduğu ülkede, asgari ücretin sıradan bir evin kirasına bile yetmediği ülkede, emeklilerin semt pazarları akşamı atılmış ezik, çürük meyve sebzeler topladığı ülkede, çöp konteynırlarının başında yaşlı bir iki insanın gıda maddeleri bulabilmek için çöp karıştırdığı bir ülkede bu insanlar hiç utanıp sıkılmadan 15-20 asgari ücretli işçimizin aldığı toplam maaşı bir başlarına alabiliyorlar ve bunda da hakka, hukuka, dine, imana aykırı hiçbir yön görmüyorlar.
Nasıl boğazınızdan geçiyor o haram kamu parası, diye sormak aklımızdan geçiyor ama bu gereksiz bir soru olur, diyoruz. Çünkü bunlarda empati yapma yeteneği yok. Bunlarda vicdan, merhamet diye bir şey hiç oluşmamış.
Bunlar camiye gidip Cuma Namazı kıldılar mıydı ve eşlerinin başını da bohçalattılar mıydı, “Biz mükemmel Müslüman olduk” diye meydanlarda dolaşıyorlar, kendilerini Müslüman diye satıyorlar. Üstelik de sıradan insanlarımıza dini fetvalar vermeye yelteniyorlar…
Bakın, arkadaşlar; ben de bir SSK emeklisiyim. En son aldığım emekli maaşı 4 bin 690 TL. Eşim de emekli öğretmen. İşte bununla geçiniyoruz ve yığınla da sokak hayvanına bakıyoruz. Ama bacağımdaki pantolon Üsküdar Çarşısından 4 yıl önce 30 liraya aldığım ve o günden bugüne yaz kış giydiğim pantolondur. Şu an üzerimdeki gömlek de 2 yıl önce Vezneciler’de, 4 yıl okuduğum Edebiyat Fakültesinin arka tarafındaki esnaflardan 20 liraya aldığım gömlektir.
Fakat mutluyuz. Çünkü bir Halk Önderi olarak hem inançlarımız doğrultusunda yani ömrümüzü verdiğimiz İnsanlığın Kurtuluş Davası yolunda mücadelemizi sürdürüyoruz hem de Halkımızın en yoksul kesimlerinden insanlar gibi yaşıyoruz.
Hz. Muhammed de böyle yaşamıştı. En sevdiği eşi Hz. Ayşe dahil eşleri, doyuncaya kadar hurmayı ancak Hayber Seferi sonrası Yahudilerden ele geçirilen hurmalıklar sayesinde yiyebilmişlerdi. Onun da kişicil hiçbir malı mülkü yoktu. Kendisini en iyi anlayan Yoldaşları Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali de onun düzeyinde bir geçim sürdürmüşlerdi.
Geçen ay benim ikinci büyük oğlum da evlendi. Gelinim iki ciddi devlet üniversitesini bitirdi. Hem Biyoloji hem de Matematik öğretmeni oldu. Fakat ataması yapılmadığı için şu an bir “Etüt Merkezi”nde çalışmak mecburiyetinde kalmıştır. İşte bu da onların hem nikâh hem de düğün resimleridir.
Resimler girecek!!!
Diyor ya Toygun Atilla da yukarıdaki vurgun ve soygun haberinde “Bu yazıyı atama için bekleyen öğretmenlere, iş bulmak için didinen üniversitelilere, evlatlarının geleceği için çabalayan emekçi babalara ithaf ediyoruz.”
Yine Marmara Üniversitesi Tarih Öğretmenliğinden iyi dereceyle mezun en küçük oğlum, ataması yapılmadığı için bugün bir lojistik firmasında işe başlamış oldu…
Halkımız bu durumda ama bunlar başka bir dünyada yaşıyorlar, görüldüğü gibi arkadaşlar.
İşte bunların çocuklarının nikâhları, düğünleri…
Resimler girecek!!!
Ve bunların Büyük Şefi, AKP’giller adlı mafyatik, çıkar amaçlı suç örgütünün bir numaralı mücrimi Tayyip ne yapıyor?
1165 odalı Kaçak Saray’ında yaşıyor. Ve bunların bir bölümünü de orada istihdam ediyor. Yani Tayyipgiller adlı suç örgütünün merkez üssü Kaçak Saray’dır, arkadaşlar…
Şimdi soralım Halkımıza:
Biz mi Hz. Muhammed’e ve onun yaşayışıyla örneklik ettiği İslam’a uygun yaşıyoruz; yoksa siyasi hayatlarına girişlerinden bu yana kursaklarına helal lokma düşmemiş olan bu Tayyipgiller avanesi mi?
O Kaçak Saray’ın mutfağında 35 usta aşçı ve 110 garson çalıştırılmaktadır. Kaçak Saray’ın yıllık masrafı 2 milyar 700 milyon TL’dir…
Bunlar çıldırmış, arkadaşlar. Sapıtmış bunlar. Bunlar zıvanadan çıkmış…
Hadi diyelim ki Tayyip Narsistik Kişilik Bozukluğu hastasıdır. Bu hastaların bütün görkemli görülme çabalarına rağmen ruhlarında korkunç bir delik vardır ve o delik asla kapanmaz.
Neye benzer bunlar?
Altında çatlaklar olan barajlara. Altında büyük bir delik olan havuzlara. Ne kadar su akıtırsanız akıtın buralara, dolduramazsınız bunları. İşte o yüzden AKP Kurucularından Ekonomi Profesörü Abdüllatif Şener’in tespitine göre sırf Tayyip ve ailesi-yakın çevresi, 300 milyar doları aşkın kamu malı aşırmışlardır ve bu paraları dünyanın değişik bölgelerindeki zulalarında istiflemişlerdir. 13 lüks uçağı vardır Tayyip’in. Ve Kaçak Saray’ın 268 lüks aracı vardır. Bunların 30 bin dolarlık saatleri, eşlerinin 50 bin dolarlık Hermes marka çantaları olur. Ama yine de doymaz gözleri bir türlü. Çünkü ruhlarında, dedik ya, büyük bir delik vardır ve ne kadar çalarlarsa soyarlarsa soysunlar bir türlü dolduramazlar ruhlarını ve mutlu olamazlar.
Bunların alayı Siyasal İslamcı, değil mi arkadaşlar?
Yani siyasette dini bir araç-sermaye olarak kullanır bunlar. Din alıp satarak insanları “Allah’la Aldatırlar” ve onları peşlerine takarlar, onların oylarını alırlar. Bunlarda vatan millet sevgisi bulamazsınız. Ulusa ve vatana değgin hiçbir değer taşımaz bunlar. Çünkü Ortaçağ’ın Ümmetçilik Konağının özlemi içindedirler hep. O yüzden de önlerini açması ve kendilerini iktidara taşıması için Uluslararası Emperyalizme kul köle olmaktan, onun emrine girmekten asla çekinmezler. Ve bu ihanetlerinden, bu satılmışlıklarından dolayı da herhangi bir rahatsızlık duymazlar. Kendilerince bu ihanetlerini “taktik kıvraklık” olarak yorumlarlar ve övünürler bununla.
Hani bir zamanlar Feto da açıkça ifade etmişti ya bunların bu konudaki ana düşüncelerini. Demişti ki: “Bugün dünya gemisinin kaptan köşkünde Amerika vardır. Onunla işbirliği yapmadan dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir başarı elde edemezsiniz.”
Hepsi aynı düşüncededir bunların.
Ve bunlar, arkadaşlar; hırsızlığı, yolsuzluğu, kandırmacayı, yalanı, dümeni, hileyi, hep kazanmak için, sonuca ulaşmak için gerektiğinde başvurulması mecburi yöntemler olarak görürler. Yani arkadaşlar, daha önce de dediğimiz gibi, Siyasal İslamcılarda ahlâk aramayacaksınız, çünkü bulamazsınız…
Daha önce de belirtmiştik ya arkadaşlar; Din üzerine ahlâk inşa edilemez, diye. Özellikle Ortadoğu Kitaplı Dinleri üzerine yani Semit Dinleri üzerine ahlâk hiç inşa edilemez. Çünkü bu dinlerin Tanrıları kan, ateş ve cehennem Tanrılarıdır. Bu dinlerin önerdiği ahlâk, o Tanrıların emir ve yasaklarından oluşur. Onlara uyarsanız size altından ırmaklar akan hurilerle dolu bir cennet vaat eder. Ama uymazsanız da yanan korkunç ateşlerin yakıcı alevi içinde yanıp kavrulacağınız ve orada ceza çekmeye mahkûm olacağınız Cehennem’le tehdit eder sizi. Yani bu dinlerin ahlâkı, ödüle ve cezaya endekslidir.
Bu sebeple sizin dışınızda oluşturulan bir ahlâktır bu. Sizin varoluşunuzun bilincinde olarak özgürce yarattığınız, oluşturduğunuz ve benimsediğiniz kendinize ait değerler-erdemler sisteminden oluşmaz bu ahlâk. Yani varoluşunuzun bilinç ve sorumluluğunu taşıyan, bütün ve söz ve eylemlerini o sorumluluk kapsamı içinde gerçekleştiren bir insan değilsiniz siz. Başka türlü söylersek; varoluşunuzun sorumluluğunu taşıyan bir insan olarak yoksunuz siz. Sadece sizi yaratan sonsuz güç sahibi Tanrıya kulluk etmek, onun emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak için yaşayan bir canlısınız. Dolayısıyla da kendinize ait bir varlığınız yok sizin. Kendi varoluşunuza yabancısınız. Sadece bir kuldan ibaretsiniz. Ve yaşamınız sizi var eden Tanrının sizi sınavdan geçirme sürecinden ibarettir. Yani her şey sizin dışınızdadır, size ait değildir, size yabancıdır.
O bakımdan size ait olmayan o ahlâkı hiçbir zaman benimseyip içselleştiremezsiniz. Çünkü o hep sizin dışınızdadır. Onun varlık alanı sizin varlık alanınızın dışındadır.
Dinsel Ahlâk tıpkı hukuk normları gibi sizin dışınızda oluşturulmuş, sizin dışınızda toplumda egemen güç olan sosyal sınıf tarafından oluşturulmuş hukuk kurallarının bir benzeridir. Nasıl ki o hukuk kuralları o egemen gücün, o egemen güç olan sosyal sömürücü sınıfın çıkarlarına hizmet ediyorsa ve size ait olmayan bir sistemi oluşturuyorsa, Dinsel Ahlâkı oluşturan kurallar da aynen bunun gibidir. Her şeye gücü yeten Tanrı adına oluşturulmuş, sizin dışınızda, size ait olmayan, emir ve yasaklardan mürekkep bir sistemdir. Ve o Tanrı da bütün Semit Dinlerinde ilk egemen sömürücü sosyal sınıf olan Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının kültürünü, gelenek ve göreneklerini, örfünü, mitolojilerini kurallaştırır, emirleştirir, sistemleştirir, size sunar.
Tabiî İlkel Komünal Toplumdan bu yana İnsanlığın gözünde ve gönlünde hep en yüce değerler olarak varlığını sürdüren dürüstlük, mertlik, fedakarlık, cesaret, sevgi, saygı, eşitlikçilik gibi değerleri de koymak isterler Peygamberler, yarattıkları dinin kapsamı içine. Fakat buna güçleri yetmez. İçinde doğdukları Antika tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının egemenliğindeki Antika Toplum buna izin vermez. Bu sebeple de sadece azıcık ılımlandırabilirler, egemen sınıfın sömürü ve zulmünden kaynaklanan baskıyı, şiddeti ve acıları. O da bir süreliğine. Mesela daha önce de söylediğimiz gibi Köleliği hiçbir Ortadoğu Kitaplı Dini yasaklayamamıştır.
Dinsel Ahlâka geri dönersek; insanlar maddi çıkarları gerektirdiğinde nasıl hukuk kurallarını açıktan ya da dolaylı, önünden ya da arkasından dolaşarak ihlal etmekte bir sakınca görmüyorlarsa Dinsel Ahlâkın kurallarını da aynı bu şekilde, çıkarları öyle icap ettiği anda çiğnemekte bir sakınca görmezler. Çünkü o ahlâksızlığı yaptıkları durumda kendilerini yargılayacak bir özsaygıları, bir kendilik değerleri hiç olmamıştır bu insanların.
Daha önce de belirttiğimiz gibi bu insanlar, üç yaşlarından itibaren hep bir kul olarak yetiştirilmek üzere cemaatlerde, tarikatlarda, Kur’an Kurslarında, sıbyan metkeplerinde eğitime alınmışlardır ve öyle yetiştirilmişlerdir. Hayatları hep öyle geçmiştir. Kendilerinde bir değer görmezler bunlar, baktıkları zaman aynaya. Çünkü hiçbir zaman varoluşlarına sahip çıkan, onun bilincinde olan özgür insanlar, sorumluluk sahibi insanlar olmamışlardır, olamamışlardır.
Yani bu insanlar, günlük yaşayışlarında, ekonomik, sosyal, siyasi davranışlarında kendi özgün kişiliklerini savunmazlar. Çünkü yoktur böyle bir varlıkları. Sadece menfaatlerini, çıkarlarını savunurlar. Daha iyi yaşamaya, daha konforlu yaşamaya odaklanmışlardır hep. Bedeli ne olursa olsun, yeter ki daha müreffeh bir hayat sürebilsinler. Sayısız taşınır-taşınmaz mülkleri olsun, paraları olsun sayılamayacak miktarda, makamları, koltukları olsun… Hep bu tür maddi varlıkların peşindedir bunlar.
İşte o yüzden de güvenilir insan olmak bunların hiç umurunda olmaz. Bunlar zenginlik ve güç peşindedirler sadece. Değeri orada ararlar.
İşte bu sebepten arkadaşlar, dikkat edersek bunların alayı her türlü ahlâksızlığı çekinmeden yaparlar. Ve işte bu sebepten arkadaşlar, böyle kamu malı aşırıcılar, pudra şekerciler, para spekülatörleri, tacizciler, tecavüzcüler, yüzde 90 oranında hep bu Siyasal Dincilerden çıkar…
Tarikatlarda, cemaatlerde, yatılı kurslarda neden bunların şeyhleri, hocaları körpecik çocuklarımıza tacizde, tecavüzde bulunurlar?
İşte gerçek anlamda bir vicdana ve ahlâki değerler sistemine sahip olmadıkları için…
Bilmezler mi yaptıkları işin ahlâksızlık, yolsuzluk olduğunu?
Bilirler…
Ama; “Tövbe ederiz, zikir çekeriz, namaz kılar hacca gideriz, Kadir Gecesi gibi gecelerde uykusuz kalır ibadet ederiz; böylece de işlemiş olduğumuz her türden bütün günahlarımız silinir gider”, derler. Bu yol da vardır ya bu Semit Dinlerinde. Bu da büyük ölçüde her türden ahlâksızlığın kolayca işlenmesinde önemli bir etken olarak rol oynar…
Saygıdeğer arkadaşlar;
Bunların yolsuzlukları, hırsızlıkları, yalanları, hileleri, dümenleri, hep söyleyegeldiğimiz gibi, saymakla bitmez. Bunlarda yok ki ahlâka, namusa, vicdana uygun bir hal ve davranış…
Ve yine hep söyleyegeldiğimiz gibi bunlar asla düzelmeyecek, arkadaşlar, düzelemezler. Böyle geldiler, böyle yaşadılar ve böyle yok olup gidecekler.
Ve bunları ancak toprak ıslah edecek…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
1 Eylül 2022
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı