“AKP=RTE, Kovit-19 Salgınını Neden Yönet(E)miyor?”
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: İyi akşamlar sevgili bizi izleyenler. Bu gün Prof. Dr. Ahmet Saltık Hocamla birlikteyiz, bu bizim Halkçı Doktorlar olarak dördüncü programımız olacak.
Salgının, yani Koronavirüs pandemisinin birinci yılını geçirdiğimiz bugünlerde, ülkemiz yeniden üçüncü tepeyi yaşıyor, şu anda birinci dalga hâlâ bitmiş değil, fakat üçüncü kez tepe noktasına ulaşmak üzereyiz.
İyi akşamlar Ahmet Hocam, merhabalar.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Ercan hocam size de iyi akşamlar, teşekkür ederim fırsat verdiğiniz için bana.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Evet, bu gün pek çok programınızın arasında bizlere de yer verdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten, işte bu günkü programımızın başlığını da sizlerle birlikte belirledik. İşte “AKP=RTE, Kovit-19 Salgınını Neden Yönet(E)miyor?” diyoruz. Gerçekten de bizim ülkemiz gibi böyle koronavirüs salgınında bu denli başarısız olan ya da vurdumduymazlık içinde olan çok ülke yok. Belki ABD, belki işte Brezilya’nın arkasından Türkiye geliyor gibi duruyor tüm dünya ülkelerine baktığımızda. Bu açıdan çok sıkıntılı bir süreç yaşıyoruz. Sizler ne diyorsunuz bu genel olarak birinci yılın sonunda Ahmet Hocam?
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Evet, Ercan Hocam tablo hiç hoş değil. Sizin de belirttiğiniz gibi. Sayıları artık herkes biliyor, örneğin Mili Eğitim Bakanlığı 29 Mart’ta yapacağı yüz yüze sınavları Mayıs başına erteledi. Yaklaşık bir ay ötelemiş oldu salgın nedeniyle. “Söylemiştik” demek pek hoşuma gitmiyor, üzülüyorum öngörülerimizin tümüyle doğru çıkmasından, keşke yanılsak. Bize “felaket tellalı” diyenler oluyor Ercan Hocam, ama çok üzgünüm, bizim aldığımız bilim terbiyesi buna izin vermez, biz öyle davranamayız. Kendimi uzun uzun “felaket tellalı değilim, felaket tellalı gibi davranmıyorum” biçiminde savunma konumunda görmek istemiyorum, görmüyorum da. Ayrıca, naçizane sizin, benim yapmaya çalıştığımız bilimsel öngörülerdir.
Sayısal karar verme teknikleri diye bir süreç vardır Ercan Hocam, “Quantitative Decision Making” diye, bağışlayın beni “Gâvurcasını”(!) söyledim, ukalalık aklımızdan geçmez, bize yakışmaz; bunu ben uydurmadım, “sayısal karar verme teknikleri” Matematik temelli ciddi bilimsel yaklaşımlardır. Bizde de Epidemiyolojide, salgınların yönetiminde, sağlık hizmetlerinin yönetiminde, tıp ve sağlık bilimleri araştırma yöntembiliminde, -ki bunlar Epidemiyolojinin tanımı ve işlevleridir, Epidemiyoloji salt salgınlarla uğraşan bir bilim dalı değildir- stratejik önemde bir bilim dalıdır bildiğiniz gibi; bütün tıp dallarının yeterince kullanması gerekir Matematiksel karar verme-öngörme süreçlerini.
Sayısal temelli öngörülerde bulunmaya çalışıyoruz… Şimdi bakınız; Genel Korona tablosuna (Turkuvaz tablo dedikleri!) baktığımızda, Türkiye 28 Şubat 2021’de 66 ölüm bildirmişti değerli meslektaşım, Profesör Küçükosmanoğlu, 66 ölüm bildirmişti; bu gün duyurulan ölüm sayısı 146! Neyle çarptık? 2’nin üstünde bir katsayıyla çarptık. Ne denli sürede, 24 günde, 3 haftada yaklaşık olarak, 66’dan 146’ya. Toplam olgu sayıları 8400’lerden geldi 29762’ye. Bu veri kaçla çarpıldı? Neredeyse 4’le. Ölüm sayıları 2’nin üstünde, olgu sayıları 4’ün üstünde bir çarpanla büyüdü 3 hafta içinde. Yineliyorum hoşgörünüzle bunlar “resmi” rakamlar üstelik. Gerçek veriler bunun birkaç katı değerli Küçükosmanoğlu. İzin verirseniz küçük adınızla sesleneyim size, ön adınızla Ercan Hocam.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Evet Hocam, Tabiî Hocam, buyurun Hocam.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Öyle söyleyeyim Ercan Hocam, soyadınız epey uzun.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Ya Hocam sorun değil. Evet buyurun.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Telaffuzu da zaman zaman zor oluyor.
Acı içinde gülümsüyorum bu rakamları konuşurken bir yandan da bana “Sardonik” geliyor. Siz çocuk hekimisiniz, o tetanus olgularının yüzünde oluşan “Rhisus sardonicus” o acılı gülümseme değil mi? “Rhisus sardonicus” Latince, insanların, bebeklerin, çocukların yüzünde donar kalır, acı bir gülümseme, kaskatı ölürler tetanustan.
Neyse, ağır hasta sayısı, bir başka boyut Ercan Hocam, 1197 iken 28 Şubat’ta, bu gün 1720. O da % 50 dolayında artmış neredeyse. Ayrıca ölüm sayılarının burada kalmayacağını siz de çok iyi biliyorsunuz. Önce olgu sayıları, yani morbidite (hastalık) eğrisi yükselir, arkasından o hastalananlar hastalığın 2-4 haftalık gidişi (kursu) içinde ya iyileşir ya ölürler; % 3’ü ölür aşağı yukarı. Dünya ortalaması %3. Dolayısıyla ölümlerdeki artış, hasta eğrisini 2-4 haftalık bir aralıkla, zaman (faz) farkıyla izler. Kuşkusuz bunları siz en az benim ölçümde biliyorsunuz, sizin üzerinizden halkımıza, izleyicilere aktarmış oluyoruz, sizin aracılığınızla, siz öyle kabul edin lütfen.
Dolayısıyla ölüm sayıları daha da artacaktır. Ve biz Şubat içinde 1 Mart’ta açılmayı tasarlayan iktidara, kezlerce yazdık, çizdik, söyledik. Sağlık Bakanlığındaki arkadaşlarımıza aktardık dilimizin döndüğünce, “sakın ha, yapmayın, bu bir kumar olur!” dedik, kumar! İnsan yaşamıyla kumar oynanır mı değerli Ercan Hocam, insan yaşamıyla!? Bu kumarı AKP iktidarı oynamıştır, oynamaktadır.
AKP iktidarı salgını yönet(e)memektedir!
Sizin de az önce belirttiğiniz gibi ABD’yi ve Brezilya’yı bir yana bırakırsak, Türkiye şu anda Fransa, İtalya …. Zaman zaman bizden daha kötü olabiliyorlar, 4’üncü diyelim. ABD, Brezilya, Fransa işte biraz İtalya… 4’üncü, 5’inci sırada. Tabiî burada nüfusa orantılı hesaplamak gerektiğinde Türkiye daha da yukarı çıkabilir. Yalnızca ne derler, nominal olarak sayılara bakmak yeterli değil. Milyon nüfusta ne denli ölüm, milyon nüfusta ne denli olgu (hasta, vaka) biçiminde. Biliyorsunuz o sayıları biz Epidemiyolojik “hız”lara dönüştürürüz. Dolayısıyla Türkiye dünyada 4’üncü-5’inci sırada şu anda.
Eee, peki şimdi Erdoğan’a sormak gerek, sormak gerek: 11 Mart’ta (2021) salgının 1’inci yılında çıktınız, bir açıklama yaptınız, “destan yazdık” dediniz salgında. Ne destanı kardeşim ya, ne destanı kardeşim ya!? Mestan oldu ülke mestan, mest oldu, mort oldu Türkiye. 30.462 ölüm, bugün sizin saklamayıp ilan ettiğiniz, 1 yılda. Ercan Hocam, şimdi bu ölümler gerçekte olanın 3’te biri! Bunun nedenlerini siz de biliyorsunuz. Dünya ortalaması %3, Türkiye’de %1 gibi, 1.1 gibi ilan ediliyor. Ama bu %1’i açıklayacak hiçbir Epidemiyolojik gerekçe yok. Neden Türkiye’de ölümler, dünya ortalamasının 3’te 1’i olsun?? Ve giderek yeni tıp yazınında (literatürde), Pediatri (Çocuk hekimliği) yazınında, çocuk yazınını siz benden daha çok okuyorsunuzdur; aşağı yaş dilimlerine enfeksiyon (Kovit-19) kaymaya başladı. Çocuk yaş dilimine kaymaya başladı, dünyada benim okuduğum makaleler bu yönde ve onlarda, çocuk yaş dilimine kayarken hem bulaştırıcılığın daha çok arttığı hem de daha ağır geçirme ve fatalitenin (ölüm hızı), ölümlerin de çocuk yaş dilimlerinde tırmandığını görüyoruz. Özellikle 12- 18 yaş dilimi riskli gözüküyor, 12 yaşın altı halâ biraz daha az riskli erişkinlere göre.
Bunda mutant tiplerin de payı var bildiğiniz gibi, mutant tiplerle bulaş (enfeksiyon) çocukluk çağındaki hastalarda da hem bulaştırıcılığın artmasına hem de hastalığın klinik gidişinin ağırlaşmasına neden olmakta. Şimdi ilk dalgayı anımsayalım değerli meslektaşım, ilk dalga Nisan 2020’deydi, anımsayacaksınız. Nisan ortalarında 5500 dolayında en yüksek gördüğünüz olgu sayısı, 5538’di aklımda kaldığına göre, en yüksek ölüm rakamı da 125 olmuştu değerli dostum, size böyle de sesleneyim izin verin.
Değerli dostum, Nisan, yaklaşık bir yıl önce yani Nisan 2020’de Türkiye’de, ilk dalgada 5500’dü en yüksek yakalanan olgu sayısı, 125 de en yüksek ölüm sayısı. Şimdi 5500’ün 5 katından çok günlük yeni tanı alan hasta sayısı; 29762! Ve ölümler de 125’in çok üzerinde 146! Üstelik başlangıçta bu ölümleri az göstermek gibi bir çaba yoktu, henüz verilerle oynamıyordu (manüplasyon) Sağlık Bakanlığı, başlangıçta. Sonra vakalar hızla artınca, ölümler, olgu sayıları bunları “biraz” (yeterince!?) makyajlamak gerektiğini düşündüler. Ve halktan saklamaya başladılar. Bütün bu yalanlar daha sonra ortaya çıktı biliyorsunuz ve açıklamak zorunda kaldılar. Bir günde 1,7 milyona varan sakladıkları eski olguyu, bu turkuaz dedikleri tabloya eklemek zorunda kaldılar. 1 günde 1,7 milyon saklanan, birikmiş olguyu! Eee, ne zamandı o?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: 26 Kasım Hocam.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Kaç?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: 26 Kasım.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: 29 Eylül – Ekim filan gibiydi ben öyle anımsıyorum. Neyse, birikmiş ve saklanan bir milyon yedi yüz bin olguyu tabloya yansıtmak zorunda kaldılar. Ölüm sayılarını halâ büyük bir ısrarla ve inatla saklamaktalar. Şimdi, Mayıs başında TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) her yıl olduğu gibi, doğum ve ölüm verilerini yayınlayacak. Nüfusu Şubat’ın başında yayınladı biliyorsunuz. Yaklaşık 600 bin dolayında nüfusumuz attı bu yıl, 2020’de yani. Salgın nedeniyle insanlar doğallıkla, doğurganlıklarını biraz frenlediler, daha az çocuk yaptılar filan. Yoksa 1,2 milyonun üstünde artış bekliyor idik. Mayıs’ta doğum ve ölüm rakamlarını göreceğiz, her yıl TÜİK bunları açıklar. Biliyorsunuz Ercan Hocam, 436 bin dolayında idi 2019 sonunda Türkiye’deki toplam ölümler, resmi ölümler TÜİK’e bildirilen. Bütün ölümlerin ilgili yasaya göre on gün içinde İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne bildirilmesi zorunlu, yani ölüm kayıtlarının gerçeği temsil ettiğini söyleyebiliriz. Yani nasıl kaçacaksınız ölüm verilerinden, insan ölmüştür, Sağlık kuruluşunda, hastanede şu veya bu biçimde gömmek için izin almıştır zaten, gömme izni almak içinde bildirim yapılmıştır.
Özetle, 436 bin 2019 sonu ölüm, nüfus artışı nedeniyle diyelim ki 3-4 bin dolayında bir artışla, 2020’de salgın çıkmasaydı 440 bin dolayında ölüm beklerdik. Mayıs ayında göreceğiz, ben hesabını az önce söyledim size 30.462 X 3… yaklaşık 90 binin üstünde ölüm var 1 yılda. Dolayısıyla 440 bin + yaklaşık 90 bin = 530 bin dolayında ölüm Türkiye’de kayıtlara girmiş olmak gerekir, nedenleri Korona olmasa bile. Yaklaşık 30.462’si Korona ölümü ama bunun iki katı kadar 60 bin dolayında da, nedeni Korona denmeyen alt solunum yolu enfeksiyonu, solunum yolları enfeksiyonları, zatürre, akciğer enfeksiyonu, bulaşıcı hastalık, doğal ölüm gibi dünya yazınında olmayan nedenler görülecek. “Doğal ölüm” diye bir şey var mı, böyle bir “doğal ölüm” nedeni diye bir şey Ercan Hocam? Yok değil mi?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Yok öyle bir şey.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Dünya Sağlık Örgütü’nün kodlarında ICD-10 denilen uluslararası kodlama sisteminde yok böyle bir ölüm nedeni.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: “Doğal ölüm” diye bir ölüm nedeni yok.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Bir de değerli meslektaşım, bir de ikincil ölümler var bildiğiniz gibi. İkincil ölümler nedir?
Korona hastalarının çokluğu nedeniyle hemen hemen Pandemi hastanelerinin ayrılmayışı nedeniyle, bütün hastanelerde Korona hastalarının kabul edilmesi nedeniyle, insanlar korkuyorlar sağlık hizmeti almaya, hastaneye gitmeye, hekimler de korkuyorlar. 400’ün üzerinde sağlık emekçisini şehit verdik biliyorsunuz bu salgında. Efendim, ve erteliyorlar sağlık hizmeti gereksinimlerini, birçoğumuz öyle, birçoğumuz bu durumdayız. Ertelenen-ötelenen sağlık hizmeti gereksinimi erken tanıyı olumsuz etkiliyor bildiğiniz gibi. Süregen (kronik) hastalığı, süregelen hastalığı olan insanların da diyelim ki diyabeti olan, hipertansiyonu olan, Alzheimer’ı olan, şu-bu, psikiyatrik hastaların özellikle düzenli, dönemsel denetimleri (periyodik kontrol muayeneleri) yapılamadığı için, hastanın hastalıkları yönetilemiyor. Evde sessiz sessiz ölümler, ani ölümler artmaya başladı. Aldığımız informal (resmi olmayan) duyumlara göre.
Çocuklar da sizin için son derece önemli, çocukların belli aralıklarla bırakalım süreğen hastalığı olan çocukları, sağlıklı çocukların da büyüme, gelişme bakımından belli aralıklarla mutlaka hekim tarafından görülmesi, gerek bedensel, gerek mental gelişimi, ruhsal gelişimi yerinde mi, değil mi, aşılarının yapılması, gerekli girişimlerin yapılması zorunlu. Bunlar da yapılamıyor. Söyler misiniz, sağlam çocuk polikliniğiniz yeterli çalışıyor mu Ercan Hocam sizin hastanenizde?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Hayır, çalışmıyor maalesef, işte bazen de büyüme-gelişme veya öbür hastalıkları yeterince izleyemediğimiz için, çocukların hastalıkları gecikmiş oluyor yani, bazen de işte aslında kanser gibi bazı hastalıklar da tanısı gecikiyor; bu anlamda da çocuklarda bile gecikmeler söz konusu olabiliyor.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Evet, yani bütün gözlemler bu yönde meslektaşlarımızla konuştuğumuz. Şimdi öte yandan, AKP iktidarı son zamanlarda bildiğiniz gibi yordamını (stratejisini) bir parça değiştirerek “tedbir, tedbir, tedbir” diye Sağlık Bakanı ağzına sakız yaptı Kardeşim, tamam tedbir, vatandaş tedbir alsın da vatandaşın yapabileceği şeyler belli. Maske takacak öyle fiziksel uzaklığını korumaya çalışacak, bir de hijyen… başka bir seçeneği yok.
Peki, sen devlet ne yapıyorsun? Sen yurttaşa “tedbir, tedbir” diyorsun da senin tedbirin nerede? Örneğin toplu taşımayı, bu ülkede 19 yıldır iktidardasın yeterince yaygınlaştırabildin mi toplu taşımayı? Özel otomobillere yönlendirdiniz insanları. Kaldı ki toplu taşımacılık iyileştirilse idi, “leb a leb” diyelim tırnak içinde, belediye otobüslerinde, halk otobüslerinde, metrolarda… insanlar böylesine kalabalık olurlar mıydı? Bunu geliştirmediniz, siz tedbir olarak üstünüze düşenleri yapmadınız.
Artı, bu salgın döneminde kısa süreli çalışma, ücretsiz izine ayırma veya kısmen ücretli izine ayrılma zorunda bırakılan yoksul ve az gelirli insanları ayda 1140 lira dolayında bir yoksulluk ücretine mahkûm ettiniz. “5’li çete” denen yandaşlara aktardığınız rantları hiç azaltmadınız. O “5’li Çete”ye ve sermaye gruplarına aktardıklarınızın yanında devede kulak bile kalmadı sosyal destekler. Siz sosyal devlet olarak gerekli desteği, çalışmak zorunda olan emekçileri çalışma yaşamından çekerek, çalışmayı yeterince seyrelterek gereğince uygulamadınız. Gaziantep çok ciddi bir sanayi bölgesi, Siz oradasınız.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Evet Organize Sanayi Bölgesinde sürekli üretim devam etti Hocam, yani bir kısıtlama olmadı pek fazla.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Evet ben onun için topu size attım, Siz orada gözlediniz rahatlıkla. Ciddi bir sanayi bölgesi ve belirttiğiniz gibi üretim gevşemedi, üretim sürdü, emekçiler kalabalık servis araçlarında değil mi? Toplu taşıma araçlarında yan yana, omuz omuza “leb a leb” gidip geldiler, çalışmak zorunda bırakıldılar.
Şimdi AKP iktidarı, üzerine düşeni yapmadığı gibi, hasta ve ölüm verilerini kararttığı gibi, elindeki verilerin kritik Epidemiyolojik yanlarını da açıklamıyor Ercan Hocam. Söz gelimi bu 30.462 ölümün, ben kimler olduğunu çok merak ediyorum. Hem bir insan olarak hem bir hekim, Halk Sağlığı Uzmanı bir hekim olarak merak ediyorum.
Bilirsiniz Epidemiyolojide 3 tane soru vardır: Kişi, yer, zaman! Kim ölüyor, bunlar kim kardeşim? Bunlar dolar milyarderleri mi, bunlar yoksul köylüler mi, bunlar işsizler mi, bunlar yoksullar mı, kadın mı, erkek mi, şişman mı, zayıf mı, hipertansiyonlu mu, beyin tümörlü mü, çocuk mu, kim? Acı ironi katıyorum araya, kimler ölüyor?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Bunların bile yani bir bilimsel çalışma olarak yayımlanmasına izin vermediler, Hocam doğru dürüst bir bilimsel yayın yapılmadı Türkiye’de. Onun için biz doktorlar olarak da salgını tüm boyutlarıyla tanımlamakta çok güçlük çekiyoruz. Daha illerle ilgili veriler, Şubat’tan beri yayımlanmaya başladı; yani hangi ilde kaç vaka sayısı var diye. Bunlar bizim açmazlarımız. Evet Hocam.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Çok doğru söylediniz. Dolayısıyla ölenlerin yaşlarını, cinsiyetlerini, mesleklerini, kişi özelliklerini, ayrıca ülke genelinde dağılımlarını bilmiyoruz. Günlük veriler dışında, günlük nominal veriler yani sayısal veriler, 146 ölü ama, belirttiğim gibi bunlar karartma içinde, bilimsel araştırmaya da izin verilmiyor. Daha acısı Bilim Kurulu üyeleri de birkaç kez “Biz de o turkuaz tablo dışında bilgiye sahip değiliz” dediler! Dehşet verici bir durum bu. Şimdi benim gördüğüm, karşımda sözde turkuaz, aslında kapkara, aslında utandırıcı, kıpkızıl bu tablodaki o sınırlı verilerle nasıl Epidemiyolojik yordam (strateji) geliştiriyorlar salgın yönetimi için oradaki Bilim Kurulu üyeleri, nasıl yetinebiliyorlar bu verilerle; benim aklım, fikrim almıyor.
Şimdi illere geçmeden, yoksulluk konusuna değinmek isterim. Bilirsiniz, hiç değişmez kuraldır; Yoksullar daha çok hasta olurlar, hastalandıklarında daha çok yoksullaşırlar. Eğer ölmez sağ kalırlarsa daha da kırılgan bir duruma geldikleri için bu kısır döngü böyle sürer gider. Cehennemî bir kısır döngüdür bu; yoksul daha çok hastalanır, hastalandığında daha çok yoksullaşır, bu şekilde telef olur gider. Yani, aslında veriye de –ironik olarak söylüyorum– gerek yok; Türkiye’de de bu hastalıktan daha çok yoksullar, işsizler, garibanlar, emekçiler ölmekte! Bu evrensel ve tartışılması bile yersiz bir gerçek. ABD New York’ta ölümler 100 bine dayandığında, New York Times’da sayfalarca, simsiyah sayfalarda, bu insanların adları yayımlandı.
Bakar mısınız elin “kefere”sine tırnak içinde! ABD’de bile ölen 100 bin insanın anısına saygıyla siyah sayfalarda New York Times adlarını yayınladı. Biz bu bilgilere bile erişemiyoruz. Gün olur erişildiğinde bir kez daha göreceğiz ki, hepimiz aynı gemide değiliz Ercan Hocam. Yoksullar, garipler, işsizler, garibanlar ölüyor, villalarında yaşayanlar değil! kentlerin, büyük kentlerin gettolarında, varoşlarında kalabalık, Kovit hijyeni olmayan, yeterli beslenemeyen, kendine yeterince maske, dezenfektan bile alamayan, toplu taşımayı kullanan, çalışmak zorunda olan, insanlar ölenler. Onun için Türkiye Halkı bu gerçeği görsün kardeşim. Biz hepimiz aynı gemide değiliz bu bağlamda.
Aşı skandallarının arkası gelmiyor gördüğünüz gibi. Kimi milletvekilleri soruyorlar, 1.5 milyon doz aşıyı ne yaptınız, yandaşlara mı yaptınız? Nerde bunlar, neden AŞI YOK, filan.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Ülker ÖNEŞ Hocam da bunu sormuş. Bizim Hocamız, Ülker Hocam da bunu sormuş Hocam, evet.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Ne gibi efendim, soru nasıl?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Ha, Ülker Hocam da bu 1.5 milyon BioNTech&Pfizer aşısı ne oldu? diye soruyor, Ülker Öneş Hocam. Çapa Tıp Fakültesinden.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Ülker Hocama çok saygılarımı sunarım, çok değerli bir Hocamızdır, büyüğümüzdür kendisi. Haklıdır, çok yerindedir soruları.
Şimdi her şeyi karartmada İktidar Ercan Hocam, aşılarla ilgili az önce Sağlık Bakanlığı’nın bir demeci düştü ortama, bana da geldi, baktım ekranımda, ne diyor Sağlık Bakanı, diyor ki: 5800 doz diyor Ercan Hocam, önceden test için geldi diyor. Arkasından da işte ne denli gelecekse 1.5 milyon, 3 milyon, 5 milyon neyse, geldi/gelecek lafları. Aynı yinelemeler (teraneler)..
Şimdi bakın; siz de Çocuk Alerjisi İmmünolojisi uzmanısınız, hekim oldunuz arkasından, çocuk hekimi oldunuz, arkasından çocuk hekimliğinin bir yan dalında ileri uzman oldunuz. Yanlışım varsa siz beni düzeltin; az önceki bir konuşmamda da Lale Ozan Arslan ile görüşmemizde Bizim TV’de de söyledim: Türkiye’ye dışalımı (ithali) beklenen, gönderilmesi beklenen BioNTech&Pfizer aşısından bir miktarı ön test için yolladık biçimindeki uygulama, bilimsel olarak yanlıştır. Stratejik olarak yanlıştır, niçin? Bu aşılar, her parti geldiğinde, uluslararası kurallar böyledir Ercan Hocam, siz de bilirsiniz; her parti o ülkeye geldiğinde kaç dozsa, yarım milyon-bir milyon-3 yüz bin… gelen her partiden belli oranda örneklem çekilir, gerekirse basın önünde, yansız uzmanlar önünde, o aşıyı üreten firmanın uzmanlarının da gözetiminde uygun örneklem çekilir. Örneklem (Sampling) tekniklerine uygun olarak ve o örneklem üzerinde kapsamlı Biyogüvenlik testleri, uluslararası yetkili (akredite) referans laboratuvarlarında yapılır.
Şimdi, bu 5800 örnek test için gönderildi ise, bir kez kaç milyon doz için örneklemdir? Gelen partinin büyüklüğüne göre belli oranda örneklem büyüklüğünün hesaplanması gerekir. Bir; burada yanlış var. İkincisi; en kritik olanı yine söylüyorum, 5800 dozu çalışabilirsiniz, bunların biyogüvenlik testleri sağlıklı – güvenli çıkabilir, ama ardından gelecek partinin, biyogüvenliğini güvencelemez. Burası çok kritik, çok stratejik Ercan Hocam. Bir kez daha söyleyeyim; gelen partinin büyüklüğü ne olursa olsun, her partiden ayrıca örneklem çekmek gerekir. Önden bunu gönderdim, sen bunun testlerini yap, asıl parti arkadan geliyor, yok böyle bir şey. Önden gelen parti 5800 dozda testler normal çıkabilir, ama arkasından gelecek partide 3 milyon – 5 milyon neyse, bir biyolojik hata olabilir, bir kimyasal hata olabilir, bir formülasyon hatası olabilir, soğuk zinciri kırılmış olabilir… efendim, beklenen etkinliği dolayısıyla elde edemeyebilirsiniz. Hatta komplikasyonlar çıkabilir, soğuk zincirin kırılmasına bağlı, pirojeniteye bağlı, steriliteye bağlı sorunlar çıkabilir. O bakımdan bu yanlış, buradan sizin aracılığınızla da düzeltelim, Sağlık Bakanlığı bu yanlışından vazgeçsin, her gelen aşı partisinden ayrıca örnekleme alınacak, 14 gün en az çalışılacak, ondan sonra o parti halka uygulanacak, vurgulayarak söylemiş olalım.
Bu arada Milli Eğitim Bakanlığının sadede geldiğini ve 29 Mart’ta yapmayı planladığı yüz yüze sınavları 3 Mayıs’a ertelediğini de söylemiş olalım. Ee, ne oldu?
Biz size demiştik ki; yapmayın kardeşim bu bir kumardır, ilk salgının ilk tepesinde Nisan ayından sonra 11 Mayıs’ta ölçüsüz bir açılım-saçılıma giderken, okullarımız kapalı tutup AVM’leri açarken, yaptığınız hata sırasında da uyarmıştık, yaz geçtikten sonra bunun bedeli ağır olur, bir kasırga ile öderiz demiştik. Bu kasırgayı Kasım-Aralık’ta (2020) yaşadık değil mi Ercan Hocam.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Evet Hocam, çok haklısınız. Ben bu noktada sizin okullar konusundaki duyarlığınızdan söz etmek istiyorum. Hocam siz Haziran, Temmuz aylarında okullar konusunda çok konuşmalar yaptınız, özellikle okulların bahçesine prefabrik yeni derslikler yapılmasını önerdiniz, bunlar hiç dikkate alınmadı. Yani, şimdi bizim çocuklarımızın yılları gidiyor Ahmet Hocam yani, çok önemli yani, özellikle bugün pek çok Avrupa ülkesi, işte okulları açık tutmaya çalışıyorlar özellikle.
Biz pek böyle yani eski bir Milli Eğitim Bakanı’nın dediği gibi, şu okullar açık olmasa demiş Emrullah Efendi, şu maarif mektepleri açık olmasa maarifi ne güzel idare ederim demiş. Bizimkilerinki biraz buna benziyor. Eğitim sorununu hiç önemsemediklerini ve eğitimde biliyorsunuz 4+4+4 ile Peşaver medreseleri haline getirdiklerini, Ortaçağcı bir eğitim düzeni yaptıklarını biliyoruz. Bu da toplumumuzda bilimden uzak bir düşünceyi yaratıyor. İnsanlarımız da aslında sonuç olarak bu salgına bakışında pek çok sıkıntı var. İnsanların kimisi hala ben virüse inanmıyorum demekte, ondan sonra işte ne olacak diyenler var, yani ondan sonra ölümü çok hızlı bir şekilde kanıksayanlar var. İnsanlar salt ateş düştüğü yeri yakar gibi yalnızca kendi ailesindeki ölümleri görüyor, öbür ölümleri kendisine uzak algılıyor ama, bu salgın çok uzun sürecek gibi duruyor bu gidişle. Çünkü ülkemizde şu anda bile, işte diyelim ki resmi rakamlara göre %3-4 arasında, biz de diyelim bunun 3 katı, diyelim %10 dolayında halâ bir toplumda bu virüsü taşıyan ama bir yandan da üstüne üstlük dediğimiz gibi artı bir de şey var; yani virüsün mutasyon geçirme durumu var. Yani grip hastalığı gibi yeni mutant virüsler yeniden hastalık yaratabilir. Bu gidişle salgın, ülkemizde daha da büyük boyutlara ulaşacak gibi duruyor, daha da ciddi sorunlara ulaşacak gibi duruyor Ahmet Hocam. Bu noktada özellikle bunları söylemek istedim.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Evet, Tabiî sizin katkılarınız çok değerli. Eksik olmayın, bana söz veriyorsunuz ve sabırla dinliyorsunuz. En az benim ölçümde siz de biliyorsunuz bu konuları.
Ercan Hocam, şu havuzda biriken hasta sayılarına dikkat çekmek gerekiyor. Bakınız bir salgının yönetiminde, dikkate alacağımız Epidemiyolojik ölçütlerden biri prevalans düzeyidir. Yani ne denli hastamız var havuzda? Bu hastalık süreğen (kronik) bir hastalık olmadığı için Kovit-19, akut bir hastalık olarak bilindiği gibi, birkaç hafta içinde iyileşiyor veya ölüyorsunuz %3 oranında. Ama birtakım sekeller de kalıyor ciddi oranlarda geriye, onu da biliyoruz. Havuzdaki olgu derken önümdeki turkuaz tablodan bakıyorum Ercan Hocam, 3 milyon 91 bin küsur, bugünkü toplam olgu sayısı. 1 yılda 3 milyonu hastayı geçtik, 2 milyon 881’i bin iyileşmiş, farkını aldığımda 210 bin görüyorum. 30 bin de ölen var, bunları çıktığımda 180 bin… bunu nasıl yaptığımı insanlar görsün diye söyledim. Havuzdaki olgu/hasta / vaka sayısı 180 bin yuvarlak hesap Ercan Hocam. Şu anda Türkiye’de resmen 180 bin insan PCR testi pozitif olarak kayıt altında, gerçek bundan çok fazla, yakalanamıyor. Bu gün 221 bini aşan test yapılmış, iyi haber. Gerçekte Dünya Sağlık Örgütü 400 bin dolayında günlük test istiyor Türkiye nüfusuna göre, ama biz 200 bini birkaç kez geçebildik. Şimdi 221.738 testte, 29.762, (yaklaşık 30 bin) olgu demek, yaklaşık olarak % 13.4 dolayında pozitiflik demek Ercan Hocam.
Bu korkunç bir oran. Test yaptığınız 100 insandan 13-14’ünü pozitif yakalıyorsunuz. Veya daha sadeleştireyim, test yaptığınız 7 insandan 1’i pozitif çıkıyor. Bu toplumdaki hastalık yükünün ne denli ağır, kapsamlı, yaygın olduğunu bize gösterir. Anımsayın lütfen, bir ara %1-1,5 çıkıyordu test pozitifliği, 100 testte 1-1,5 olgu yakalıyor idik ve ben o zaman demiştim ki; testin geçerliği, kalitesi, duyarlığı Epidemiyolojik bağlamda sensitivitesini (duyarlığını) değerlendirmek gerekir yeniden. Ya toplumda biz bu hastalığı çözdük, gerçekten % 1-1,5’a indi ya da yakalayamıyoruz diye testi gözden geçirmek gerekir biçiminde.
Şimdi günümüzde bir de mutant tiplerle karşı karşıyayız sizin de belirttiğiniz gibi, bütün dünyada yayıldı. Mutant tipleri yakalayabilmek için PCR testi ile -ki bu yapılıyor Türkiye’de tanı için, virüs antijenleri değil de doğrudan doğruya virüsün RNA’sını ortaya koymak, bu da polimeraz zincir tepkimesi (reaksiyonu) açılımıyla PCR denilen bir test biliyorsunuz- ama virüsün RNA’sında çok ciddi değişiklikler oldu, mutant tipler bunlar işte. On binin çok üstünde sayıda ve kritik yerlerde, örneğin o S proteini (Spike proteini) denilen proteini kodlayan RNA genomik bölgesinde de, örneğin 501’inci aminoasitte de mutasyon var. Bu mutasyonlar eldeki aşıların etkinliğini büyük ölçüde kırabileceği, kırdığı gibi, yeni aşıların güncellenmesi (modifiye edilmesi) mutant tiplerin RNA genomik dizilimlerine uygun bir biçimde -özellikle mRNA aşılarının ve vektör aşılarının- üretilmesi zorunluğunu getiriyor. Dolayısıyla bu modifikasyon yani güncelleme, mRNA aşılarında, vektör aşılarında da aynı şey geçerli, bir adenovirüsle, bir plazmidle aktarıyorsunuz virüsün RNA parçasını aşı içine; dolayısıyla bunlar büyük ölçüde zedelendi, “aşıya direnç” diyelim halkın anlayacağı biçimde, mutant virüslerle birlikte bir aşı direnciyle karşı karşıyayız. Kullanılan anti-viral antibiyotiklere karşı da bir direnç geliştiği söyleniyor benim okuduğum makalelerde yer yer. Zaten kullandığımız o anti-viral antibiyotikler gerçekte hastalığı sağaltmıyor, bir destek sağaltımı bilindiği gibi. Özgül ve etkili bir Korona sağaltımı, Kovid-19 sağaltımı yok, dünyada da yok, Türkiye’de de yok. Gelişen belirtilere (semptomlara) dönük olarak onları düzeltme amaçlı ilaçlar kullanıyoruz. Pıhtılaşma eğilimi artıyor diyelim hastalarda, bunu geriye döndürecek anti-koagülanlar kullanıyoruz filan.
Şimdi bu tablo, salgınla başetmemizi iyice güçleştiriyor, mutasyon biliyorsunuz, zamanın bir fonksiyonu. Matematiksel olarak, salgın uzadıkça mutasyon (Evrim!) artacaktır ve bu mutasyonların ne yönde olacağını kestirmek kolay değil. Şimdiye dek beklediğimiz yönde bir mutasyon olmadı virüste tersi oldu. Evrim/Mutasyon dediğimiz bu bildiğiniz gibi. Biz antibiyotik kullandıkça, biz dezenfektan kullandıkça, biz antiseptik kullandıkça, biz virüse yakalanan insanların yaşamasını sağladıkça, virüs o insanlarda kalamayıp çekip gitmek zorunda kaldıkça, virüs de evrim genetiğinin deterministik kuralları çerçevesinde yaşamda kalabilmek için, RNA yani genetik materyali, -bu virüs için RNA, başkaları için DNA da olabilir- değiştiriyor. Onun için insanlığın elini çabuk tutması zorunlu, Türkiye’nin de öyle. Şimdi Türkiye’de son verilerle 14 milyona yakın aşılanan insan var. Bunların yaklaşık 5 milyonu 2. dozu alan, 9 milyonu ilk dozda kalmış durumda. Dolayısıyla 2 doz almış 5 milyon insanınız var, 5 milyon. Hedef kitle 18+ yaş 70 milyon, 70 milyonda 5 milyon; her 14 kişiden 1’i, % 7’den az! 20 milyon 0-18 yaş çocukları aşılayamıyoruz şimdilik.
Bu halde, bir yandan da mutant virüsler kol gezerken, siz tuttunuz Türkiye’de bu 2. açılım – saçılımı getirdiniz, halkın sağlığı-yaşam hakkı ile kumar oynadınız! Çünkü halkta çok basınç birikti, insanlar işsiz kaldı, gelirsiz kaldı, kiralarını ödeyemedi, senetlerini, kredilerini ödeyemedi ve toplumda biriken tepkiyi azaltmak için 1 Mart’ta Erdoğan, böylesi bir gevşemeye izin verdi. Yani tümüyle popülist, tümüyle politik, Epidemiyolojik mantığı (rasyoneli), gerekçeleri olmayan bir açılımdı. Bu, 2. dalgadan, Kasım-Aralık 2020’de yaşadığımızdan, daha ağır bir kasırga olur… diye çok uyardık. Öngörülerimiz ne yazık ki gene gerçekleşti.
Şimdi, bu salgını ya da bu yangını nasıl söndüreceğiz?
İktidar, bir türlü Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, 3 kez, 4 kez çok kapsamlı, çok sıkı, çok katı kapatmalara yanaşamıyor. Bugünkü AKP kongresinin heyecanı geçtikten sonra MYK, AKP’nin belli oldu 75 kişi. Bakanlar Kurulunda belki birtakım değişiklikler olacak. Yarın kimi sıkılaştırmalara gitmek zorundalar. Bu yangın böyle göz göre göre seyredilemez. Fakat tükürdüğünü yalamak gibi bir konumda da Erdoğan iktidarı kalmak istemiyor. O bakımdan dolaylı yollar izleyerek, sorumluluğu illere bırakacaklar, valilere bırakacaklar gibi geliyor bana Ercan Hocam. El altından genelgelerle yönetmeye çalışacaklar ama, işte iller kendi durumlarına göre… Zaten Erdoğan da söyledi 1 Mart’ta, eğer veriler bozulursa, tekrar sıkılaştırırız… gibi. Yani insanlarımızı ölümle terbiye etme, ölüm korkusuyla terbiye etme… Bak işte, üstüne düşeni yap, yapmazsan hasta olursun, ölürsün… gibi.
Peki, sen devlet olarak neredesin? Devlet olarak sen üstüne düşeni yapmıyorsun, insanların, yoksul insanların da yapabilecekleri sınırlı ve bıçak kemiğe dayandı. O bakımdan, illerdeki kırmızılıkları da biliyorsunuz. 35’in üstünde il kıpkırmızı oldu. Gaziantep de öyle değil mi? Kilis özellikle perişan.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Kilis özellikle Hocam, toplam 39 il olmuş.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Evet, 250’nin üstünde Kilis’te 100 binde 250’nin üstünde haftalık insidens hızı (yüz bin kişideki olgu sayısı).
Şimdi demiştik ki; 1- havuzdaki hastalara bakarız, 2- ne denli birikmiş, yukardan gelen, havuza dolan, yani her gün yeni tanı konan hasta sayılarına bakarız. 3- havuzdan eksilen iyileşerek ya da ölerek havuzu terk eden insanlara, hastalara bakarız dedik.
Bütün bu veriler bakımından tablo hiç iç açıcı gözükmüyor. 180 bin hasta insan var havuzda demiştim az önceki hesabımda Ercan Hocam, %3 dünya genelinde bir olgu ölüm hızı (Case Fatality Rate), biliyorsunuz söz konusu. Bu Türkiye’de de geçerli olmak zorunda ama resmen % 1 gibi gözüküyor Bakanlık verilerinden. Yani dünyada 100 insandan 3’ü ölüyor Koronaya yakalanan, Türkiye’de 1’i ölüyor ne hikmetse. Okuyup üflüyorlar herhalde. % 3 dersek, bu 180 bin hastadan, önümüzdeki 4 hafta içinde 5400 ölüm beklenir Ercan Hocam.
Ne diyeyim, yani Tanrı ağzımdan alsın mı, yel alsın mı diyeyim? Anlamı olmayan cümleler bunlar. Biyolojik, Epidemiyolojik, deterministik yani kaçınılmaz öngörüler bunlar; sayıların, matematiğin dili.
Duydun mu Erdoğan?
Duydun mu Doktor Koca, Sağlık Bakanı?
Duydun mu AKP İktidarı?
Duydun mu bilmem dötünün kılı olayım diyen AKP’li müritler, kullar?
Duydun mu Türkiye insanı, Allah’tan diyenler, bu işte Allah’tan geliyor, kader, kısmet ölüyoruz diyenler?
Duydun mu Diyanet işleri Başkanı, duydun mu sen de Korona oldun, Azrail ziyaretine geliyordu belki de değil mi bir gece yarısı, neyse paçayı sıyırdın, kurtuldun.
İnsanlara diyorsunuz ki; yoksullukta, hastalıkta, işsizlikte… tahammül etmek gerekir. Yoksulluğu, hastalığı, işsizliği siz yaratacaksınız iktidar olarak, yani salgından çok izlediğiniz iğrenç ve bilim dışı, akıl dışı, insanlık dışı politikalarla, insanların ölümünden doğrudan sorumlu olacaksınz, bir de kalkıp diyeceksiniz ki; tahammül etmek, şükür gerekir salgında, hastalıkta, yoksullukta… Haydi oradan!
Değerli meslektaşım, Karl Marks bir metninde şunu yazmıştı: Kapitalizm, sanırım Kapital’deydi;
Kapitalizm dini bir afyon gibi kullanır diye yazıyor. Kapital’de veya Komünist Manifesto’da mıydı hangisindeydi?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Komünist Manifesto’da Hocam evet. İkisinde de yazmış olabilir tabiî Hocam.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Evet, Kapitalizm dini afyon gibi kullanır. Bizim dinciler, Marks’a karşı olanlar dediler ki; bak işte Marks dinimize afyon dedi. Yok böyle bir şey kardeşim, senin dinine afyon falan demedi Marks. Ben Marks’ı savunacak durumda değilim. Şu veya bu ideolojiyi savunarak veya eleştirerek değil, onun üzerinden örnek vermeye çalışıyorum. Sen Türkiye’deki İslamcı Kapitalizmin müritleri, kulları, klasik Adam Smith Kapitalizminden daha vahşisin.
Bir de İslami sosla Kapitalizmi buluyorsun. Acımasız bir biçimde din sömürüsü ile damardan vererek adeta dini, dinsel inançları; insanları uyuşturuyorsun. Ve fitre-zekâttan başka da yoksulluğu yok edecek bir çözümü, bir önerisi yok İslamiyet’in, 1300 yıl sonra bile… Yoksulluğu yok etmek gibi.
Yani gelir dağılımının bozukluğunu, yoksulluğu, eşitsizliği, peşinen kabul ediyor. Verili bir gerçek olarak kabul ediyor İslam Dini. Merhem-pansuman olmak üzere de fitreymiş, zekâtmış diye…
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Şimdi Hocam, bu noktada belki şunu söylemek lazım Hocam, yani İslam Dininde bizim de bildiğimiz gibi “İnfak” denilen bir müessese var. Yani hep söyleriz, Hz. Muhammed vefat ettiğinde yalnızca bir lokma – bir hırkası vardı, diye. Yani öbür tarafa bir şey götürmemiştir. Ama İnfak denilen bir müessese de var. Sen yalnızca kendine yeteni kullanacaksın, fazlasını dağıtacaksın, denir hep Kur’an’da.
Ama gerçekten de zekât ve fitre bile gerektiği gibi uygulanmaz. Çünkü bu Ortaçağcı düşünce, bunu istismar eder, gerçek anlamda bunu kullanmaz. Bu anlamda işte biz diyoruz ki; aynı zamanda Dr. Hikmet Kıvılcımlı çok iyi bir şekilde açıklamıştır, yani bu Ortaçağcılar İslamiyet’i istismar ederek kullanırlar. Onlar Gerçek İslam’ı da savunmazlar Hocam. Yani gerçekten de Gerçek İslam’ı savunmazlar, Muaviye – Yezid İslamı diye belirtiliyor bunlar. Ben de bunu vurgulamak istedim özellikle, Hocam.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Çok haklısınız, çok haklısınız. Yani Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün bir söylemi var. Ben buradan ekran paylaşamıyorum sizinle ama…
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Paylaşabilirsiniz Hocam. “Share” var, oradan paylaşabilirsiniz.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Açayım dinleteyim, geliyor mu sesi?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Evet, geliyor Hocam.
***
Prof. Dr. Ahmet Saltık Hoca, Yaşar Nuri Öztürk’ün ses kaydını dinletiyor:
Dünyada bir tane Müslüman yok ki, “Nerede yaşamak istersin?” sorusuna bir Müslüman ülkenin ismini versin. Bunları görün bari. Ya İsveç, ya İsviçre, ya İngiltere, ya Amerika, ya Fransa, ya Almanya, ya İskandinav ülkelerinden biri. Bir tane Müslüman ülke yok. Fırsatını bulan, kapağı cehenneme postaladığı ülkelerden birine atıyor.
Şuurlu ve vicdanlı halk lazım. “Ben bilmem kimin neyinin kılı olurum”, diyen bir kitleden bu benim sözlerime yankı bekleyemezsiniz. O bugün onun bilmem neyinin kılı olacak, yarın falancanın kılı olacak, gelen ağam giden paşam… O şey kılı olmaktan bir türlü kurtulamayacak.
Yeter ki bana biraz kömür, biraz makarna falan ver bitti. “Kömürümü veriyor”, diyor.
Zaten onun başka bir meselesi, başka bir beklentisi yok. “Kömür…” O “kömür”ler sana verilsin diye, işte 300 küsur kişi gitti orada.
“Aşîrateke-l-akrabîn!” En yakınında olanları uyar! Dağın arkasına ahkâm postalama. Afrika’ya, Uganda’ya ahkâm postalama. Şeytanın çocuğu. Karşındaki kitleyi aptal zannediyorsun değil mi? Bu nasılsa aptal. Felsefede bunlara “a priori” denir.
Milyon dolarlar konuşuluyor. Diyor ki “Bu milletin “a… koyacağız” diyor. Milletin… Şimdi bilmem neyin kılı olacak adama müstahak olabilir ama ben bu milletin bir ferdi olarak birkaç misliyle iade ediyorum size. “…… koyacağız” aynen.
Öyle yağma yok. Ahlaksız, izansız, ciğersiz; RTÜK’ü çok sevdiğim için daha fazla sayamam, hadi şerefsiz de diyelim o kadarla yetinelim.
Yani sen bana ana avrat söveceksin ve ben sana şerefsiz demeyecek miyim? Alçak, alçak seni, hayvanların yüzkarası…
Kur’an’ın tek düşmanı zulümdür ve zalimdir. Sen zalimi bu şekilde aklayıp, himaye edip, temize çıkarıp, korumaya alırsan, senin bu kitabın anladığı manada bir dinin, Allah’ın olabilir mi?
Ulan, ulan siz buna din mi diyorsunuz?
Sonra da insanlığa diyorsunuz ki Cennetin yolu buradan geçiyor.
Nereden geçiyor ulan, nereden geçiyor?
17 Aralık hırsızlarının Türkiye’sinden mi geçiyor? Nereden geçiyor?
***
Prof. Dr. Ahmet Saltık Hoca: Evet.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Evet, Hocam. Yaşar Nuri Hocamızı da anmış olduk.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Merhum Yaşar Nuri Öztürk bunları söylüyor.
Şimdi ne demiştik, havuzdaki hastalara bakarız demiştik, bir.
Havuzda yeni katılan hastalara bakarız demiştik, iki.
Ölümlere bakarız demiştik, üç.
Yeni katılanların korkunç bir sayıya ulaştığını her gün 30 bin resmi, belki de daha fazla informal (resmi olmayan) olarak acıyla görmekteyiz.
Bir de ağır hastalara bakmak gerekiyor, Ercan Hocam. Siz klinisyensiniz bakın, ağır hastaların sayısı 1197 idi 28 Şubat’ta, bu gün 1720 olmuş Ercan Hocam. Ağır hasta yani bunlar yoğun bakım gereksinimi duyan insanlar. Belki de ventilatöre (solunum makinesı) bağlanacak, solunum yetmezliği gelişecek. Öte yandan yoğun bakım yataklarındaki doluluk oranının, % 65 olduğunu görüyorum. Burada Tabiî neye göre % 65, bakmak gerekiyor. Türkiye genelinin toplamı içinde diyorsanız % 65, bu yanıltıcı olur. Çünkü, 45 bin dolayında yoğun bakım yatağımız var. Siz çocuk hekimisiniz, daha iyi bilirsiniz. Yaklaşık 10 bini çocuk yoğun bakım yatakları. Yenidoğan yoğun bakım yatakları da var. Ve bu 45 binin 15 bini özel sektörün elinde. Özel sektörde Pandemi Hastalarının kabulü çok az oluyor sizin de bildiğiniz gibi. 30 bin kalıyor gerçekte Sağlık Bakanlığı’nın, kamu üniversitelerinin elindeki yoğun bakım yatakları. Bunların da bir bölümü yenidoğan ve çocuk yoğun bakım yatakları olmak üzere. Onun için, o % 65 yanıltıcı olabilir. Hekim arkadaşlarla konuştuklarımızda ciddi bir yığılma olduğu yoğun bakımda, hatta normal servis yataklarında zorlanmaya başladıklarını ifade ediyorlar. Sizin gözleminiz ne yönde?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Hocam, şöyle söyleyebilirim; şimdi Eylül – Kasım aylarında özellikle Kasım-Aralık aylarında Gaziantep’te bile yoğun bakımlarda yatamayıp acilde izlenmek zorunda kalan hastalar olmuştu. Çok ciddi yani. Ankara’da, Konya’da, İstanbul’da her tarafta oldu. Yine benzer bir durum meydana gelecek diye korkuyorum. Yani hastalara gerekli yoğun bakım hizmeti verememek, ciddi bir sorun. Bu da tam olarak paylaşılmıyor gerçekte. Yani hastalar bu şekilde idare edilemeye çalışılıyor ama biz de biliyoruz ki, koronavirüs enfeksiyonu özellikle akciğerleri vuruyor ve akciğerlerde solunum yetmezliğine neden oluyor. Bu açıdan, bu insanların oksijen gereksinmesi oluyor. Sonuçta bu sağlanamazsa, ya da yetersiz verildiği zaman hastalık daha öldürücü oluyor, açıkça bu böyle; 2, 2 daha 4! Bu açıdan da bu sıkıntıları yeniden yaşamak istemiyoruz. Yani doktorlar olarak bizler hiç yaşamak istemiyoruz. Ben arkadaşlarımla konuşuyorum, özellikle biz çocuk bölümünde çok görmüyoruz ama göğüs hastalıkları ve enfeksiyon hastalıklarında ve anestezi yoğun bakımcı arkadaşlarım özellikle bu sorunu dile getiriyorlar. Ciddi bir durum. Artı ben şunu da söylüyorum: Git gide post-kovit dediğimiz yani Kovit-19 enfeksiyonu sonrasında, koronavirüs enfeksiyonu geçiren pek çok insanda sağlık sorunları gelişiyor, onu da belirtmek gerekir Hocam özellikle. Yani hastalığa yakalanmamak en iyisi, en iyisi geçirmemek aslında hastalığı. Geçiren kişilerde hem işte koroner hastalıklar hem de beyinde infarkt dediğimiz inmeler söz konusu olabiliyor. Bu açıdan da bu belki yeni mutant virüslerle bu sorunlar da artacak. Biz de çocuklarda MIS-C dediğimiz bir hastalığı görüyoruz ki, şu anda servisimizde yatıyor bizim… Yani Ciddi oranda MIS-C dediğimiz tablolar. Bunun açılımı da çoklu organ, çoklu sistem tutulumu hastalığı demek İngilizceden aktardığımızda. Çocuklarda da bu hastalık artıyor. Yani bu açıdan sizlerin de hep önerdiğiniz gibi sanırım şu anda bizim kapanmadan başka çıkarı yolumuz yok gibi duruyor Ahmet Hocam. Sanırım o gerekiyor diye düşünüyorum, ben.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Oraya doğru gidiyor, oraya doğru gidiyor değerli Hocam. Şimdi 35 ilin 100 binde 100’ün çok üstünde haftalık insidens hızlarına eriştiğini gördük ve hızla bu kızarma Türkiye genelinde artıyor. Ayrıca bir bakıyorsunuz, kızarması gereken iller, olgu sayısı bakımından kırmızı olması gereken iller kırmızı yapılmamış gibi. Uluslararası standartlara orada da uyulmuyor. Onu da söylemiş olalım. Türkiye genelinde gerçeği temsil eden bir Epidemiyolojik haritayla karşı karşıya değiliz. Başlangıçta il insidens hızlarını ilk verdiklerinde, Şubat’ın başında, illerde renklendirme de yapmışlardı. İki hafta sonra sayısal güncellediklerinde, Türkiye haritasını gri tonlama ile verdiler Ercan Hocam. Her ili hasta yoğunluğuna göre renklendirmeden, gri tonlarla verdiler. Üçüncü güncellemede hiç gri tonlama bile yapmadan, salt illerdeki haftalık insidens hızlarını (yüz binde) verdiler. Yani boyayacak olsanız ülke kıpkızıl!. Peki o silme kırmızı sayılabilecek haritalar nerden çıktı? Bakanlığın sayısal verilerine göre boyadığımızda Türkiye’nin gerçeği böyle çıkıyor. O bakımdan gerçekten,
Salgın denetimden çıkma eşiğine geldi…
Göz göre göre bunca ölüm seyredilemez!
Ben ağır hastaları söyleyecektim… Öylesine çelişki ki Ercan Hocam, sayıyı verdim yukarıda; 1197’den 1720’ye % 50 artmış 3 haftada. Ama bakıyorum % 99,9 görünüyor filyasyon oranı. Yani bu hastalığa yakalanan her 100 insanının 99,9’unda filyasyon yapılıyor ve kişinin bu enfeksiyonu nerden aldığı bulunuyor. 1000 hastada 999 diyelim. 1000’de 1 kişinin filyasyonu başarılı olmuyor ve üstelik bunu ortalama 9 saatte yapıyorsunuz. Bu inanılmaz bir başarı(!) Ercan Hocam, Dünya rekoru(!)
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Burada bir saçmalık var. Bu anlamda ben şeyi sormak istiyorum Hocam, burada Nakliyat-İş’te sendika uzmanı arkadaşımız şunu sormuş; tam da bu konuyla ilgili belki.
“Koronavirüs artık İşçi Sınıfı hastalığına dönüşmüş durumda ve İşçi Sınıfımız 3. tepeyi konuştuğumuz şu günlerde salt maske ile korunmaya çalışıyor. İşçiler çalışırken sosyal mesafeye uyması zordur. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? İşçiler koronavirüsten kendini nasıl korur?”
Yani bir işçide koronavirüs saptandığı zaman Hocam, yalnızca ailesine bakılıyor diye görüyorum. Oradaki öbür işçilerde çok bir araştırma yapılmıyor ve zaten bu durum yüzünden Gaziantep, koronavirüsün Haziran-Temmuz ve Ağustos aylarında Türkiye’de neredeyse biz birinciydik. Filyasyon yapılıyor ama, işte insanlara gerekli izin verilmeden, oradaki tüm işçiler karantinaya alınmadan… bu nedenle neredeyse bütün işçilerin Kovit-19 geçirmesine neden olundu. Bu anlamda böylesine bir durum var. Arkadaşımız da “İşçiler koronavirüse karşı nasıl kendini korur?” demiş. Herhalde bunun yanıtı da yok.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: İşçinin tek başına yapabileceği bir şey yok. Ayrıca işçi koronaya yakalansa bile korona testinin pozitif çıkmasından kaçınıyor, korkuyor. İşinden uzaklaştırılacak, damgalanacak neredeyse. Şimdi HES kodu istenmeye başlandı birçok yerde. İnsanlar korkuyorlar test yaptırmaya. Pozitif çıkarsa, bir 10-14 gün Karantinada kalacak, HES kodu alamayacak, birçok işini yapamayacak, birçok yere giremeyecek gibi… Bunlar da temaslıların, hafif hastaların toplumun içinde gizli kalmasına yol açıyor.
Dolayısıyla bireysel çözüm yok Ercan Hocam.
Sağlık Bakanı ha bire “tedbir tedbir” diyor ama yeter artık! Bu olacak şey değil. İllerdeki sorumlulukların da bir sınırı var. Diyelim ki Samsun rekor kırıyor. Yüz binde 500’ün üstünde haftalık insidens hızı. Göz göre göre bu ilde uçtu geldi rakamlar yüz binde 500’ün üstüne. Samsun’daki bir Halk Sağlığı Hocası arkadaşımı aradım, konuştum, nedir bunun nedeni, dedim. “Samsun’da hiçbir şey yokmuş gibi, salgın yokmuş gibi normal yaşam sürüyor…” dedi. Bana yanıtı bu oldu. Şimdi Samsun valisinin acaba, herkesin önünde soruyorum; “Komşu illerinden doğudan, batıdan, güneyden Samsun’a giriş – çıkışları yasaklama yetkisi var mı? Bunu İçişleri Bakanına danışmadan, Sağlık Bakanına danışmadan yapabilir mi? Yapamaz. Hele hele yurt dışından Samsun’a turist gelmesini, “Rusya’dan turisti yasakladım” diyebilir mi, diyemez. Bu ancak hükümet yetkisiyle, Erdoğan’ın yetkisiyle olabilecek bir şey. O bakımdan tavşana kaç, tazıya tut politikası bu. Ben yapamayacağım merkezi iktidar olarak, yıpranıyorum ama sen vali olarak ne yapabilirsen yap, ama sınırı da aşma… anlamında. Bu politikalarla bu sorun çözülemez, üstadım.
Bir yandan yineleyelim, yeterince aşı yok. 14 Ocak’ta başlamıştık aşılamaya Türkiye’de, anımsayalım. 70 günde 12.5 milyon doz aşı yapmışsınız. 200 binin altında Ercan Hocam. Günlük 200 bin dozun altında. 70 günde 12.5 milyon doz aşı yapmışsınız. 14 milyon doz yapmış olsaydınız 200 bin doz / gün olacaktı ortalama. Biz 200 bin doz / gün varsayalım, günlük 200 bin doz ancak yapıyorsanız, hiç aksamazsa 5 günde 1 milyonu aşılarsınız. Hedef kitleniz 70 milyon olduğuna göre size 350 gün gerekli. Bu 1 yıl demektir, 1 yıl! İki doz gerektiğine göre 2 yıl demektir! Demek ki böyle kaplumbağa hızıyla giderseniz ve aşı sağlanması aksamazsa hedef kitle 70 milyonu ancak 2 yılda aşılayacaksınız. Ama biliyorsunuz aşıdan sonra 6-8 ay içinde negatif sero-konversiyon gelişiyor.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Yeniden aşı olmak gerekiyor
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Yani bağışık yanıt çok zayıflıyor 6-8 ay içinde, bir daha aşılamak gerekecek. Bu arada mutasyonlar kaçınılmaz olarak sürecek bildiğiniz gibi. Mutasyon sürdükçe aşılara direnç gelişecek, bu bir kısır döngü.
* Gerek Türkiye’nin gerek küresel toplumun aklını başına alması, aşı adaletini sağlaması, bütün dünyada etkin, yaygın, hızlı aşıya erişim hakkını sağlayarak dünya nüfusunun aşılanması gibi bir zorunluluk var.
Onun için Türkiye’de de bunun çaresi artık “tam kapatmak” (lock down) gibi görünüyor. Nasıl bir manevrayla bu kapatmaya gidecekler? Nasıl bir gerekçeyle? Eğer gideceklerse, hayal bile edemiyorum, hayal edemiyorum… Ama kezlerce “tam kapanma” istedik, ağzımız dilimiz kurudu.
İdeal olanı Ercan Hocam, ne yapıp edip, aşı bulmak.
Yeterince aşıyı Türkiye’ye getirmek, biyogüvenlik testlerini yapmak ve 4 hafta kapatmak Türkiye’yi, %95’e varan düzeyde.
Ama bu arada sosyal devlet sorumluluklarınızı eksiksiz yerine getireceksiniz, hiç kaçarı yok.
O 4 hafta içinde olağanüstü bir seferberlikle aşı ekipleri, aşı istasyonları kurarak, bütün yedeklerinizi toplum olarak kullanarak, örneğin tıp öğrencilerini, emekli sağlık çalışanlarını gerektiğinde sahaya sürerek ilk 2 hafta içinde 12.5 milyon aşılanmış diyelim, 70 milyon hedef nüfustan 60 milyon kalıyor. O 60 milyon insanı iki hafta içinde aşılayacaksınız. İzleyen 3. ve 4. haftada 2. dozu yapacaksınız. 4 haftanın bitiminde de gıdım gıdım gevşeyeceksiniz.
Salgını başka türlü sönümlendirme olanağı yok!
Turizm sezonu geliyor… Geçen yıl % 20 dolayında gerçekleşti beklenti turizm gelirlerinde. Bu yıl da böyle olursa, zaten 1 Dolara takla atıyoruz biliyorsunuz, iyice perişan oluruz.
Okullar konusunda… Açılmamalıydı söyledik onu. Nitekim bakın yüz yüze sınavları yapamıyorlar, az önce belittim. Değerli Milli Eğitim Bakanı erteledi onu 1 ay. Evet farkındayız, yüz yüze eğitim son derece yaşamsal bir konu ancak salgın var bir yandan, öldürüyor insanları! Yangın sürüyor toplum içinde. Telafi edilebilir eğitimdeki açıklar. Bir yıl diyelim okulların, çocukların eğitimi uzar. Ne yapalım, bu salgın geldi başımıza kapitalizmin vahşeti nedeniyle. Dolayısıyla Ercan Hocam,
* Şu çıplak gerçeği herkes görsün:
* Bu salgının kök nedeni, ana nedeni, temel nedeni vahşi kapitalizmdir.
Ne ilgisi var diyeceksiniz? Doğayı ölçüsüz kar hırsıyla yıkıma uğratan, sömürülecek sınırsız kaynak olarak gören, Mısırlı bir filozofun deyimiyle, affedin beni “fahişe” gibi gören küresel emperyalizm, yabanıl (vahşi) kapitalizm, Adam Smith’in torunları çevreyi öylesine yıkıma uğrattılar ki; işte Çin’de Wuhan’daki bilmem yarasalarla pangolinlerden kaynaklanan bir virüs, evrim (mutasyon) geçirerek insanlara bulaşma özelliği kazandı. Yani bu hastalık çevre kökenli bir hastalık. Gökten inmedi ey Türkiye İnsanı, kendine gel! Kader değil! Yazgı değil! Allah’ın bir gazabı değil! Senin yaptığın, insanoğlunun doğaya ölçüsüz saygısızlığı nedeniyle ortaya çıkan çevresel kökenli bir zoonoz, bir zoonotik hastalık, hayvanlardan insanlara geçen.
Bununla da bitmeyecek, çünkü çevreye korkunç yüklenmemiz sürüyor. Aşırı nüfus artışı başta. Bunlara önlem almak, aşırı nüfus artışını durdurmak, “her aileye 1 çocuk”ta kalmak, çevreyle barışık yaşamak yani “sürdürülebilir kalkınma” masalını unutup, “sürdürülebilir yaşam” felsefesini benimsemek! “Homo sapiens” beka sorunuyla karşı karşıya yeryüzünde insanlık olarak. Bir sağkalım (survival) sorunumuz var. Ona tutunmamız gerekiyor. IMF’nin Dünya Ticaret Örgütü’nün gelişmekte olan ülkelerin borçlarına bir çözüm üretmesi gerekiyor ertelemek, silmek gibi. Aşıya erişmelerini mutlaka sağlamak zorunlu. Aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü’nün BM’ye (Birleşmiş Milletler) bir çağrı yaparak bu aşıyı geliştiren firmaların “patent hakları”nı diyelim, tırnak içinde “haklarını” askıya almaları ya da simgesel düzeye indirmelerini sağlamak… Çünkü patent vb. fikri mülkiyet hakları aşı fiyatını çok yükseltiyor. Biliyorsunuz bu aşıların geliştirilmesi milyarlarca dolarlık kamusal AR-GE desteğiyle yani bizim vergilerimizle sağlandı. AR-GE finansmanını kamu – devlet yaptı Ercan Hocam, milyarlarca Dolar. Biz vergilerimizle o aşıları sizin geliştirmenizi sağladık. Ama siz şimdi diyorsunuz ki; benim patent vb. hakkım, kârım… Peki, kâr et, et de kardeşim şu küresel yangın nasıl sönecek?
Bunun yarısını et, dörtte birini et, üç yıl, iki yıl sonra verelim, beş yıl sonra verelim, verelim… Ama önce şu aşı fiyatları bir düşsün, bütün dünya insanları hızlı üretimle aşıya adil kotalarla erişsin, yani küresel dayanışma… Ve insanlığın bu salgından ciddi dersler çıkarması gerek.
KüreselleşTİRmeyi sorup sorgulaması gerek…
KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm demektir!
* Artık Küreselleşme, yaşam hakkımızı da göz göre göre, doğrudan neden olduğu
bulaşıcı hastalık (Kovit-19) yüzünden elimizden almakta.
Her türlü maddi – manevi sömürü yetmediği gibi, yaşam hakkımızı da küresel emperyalizm adına Küreselleşme dedikleri yeni emperyalizm elimizden almakta!
Türkiye’de ve dünyada yineliyorum; salgının temel nedeni kapitalizmdir kök neden olarak!
Wuhan’da bir virüs filan, o araya giren (intermediate) nedendir, ara nedendir kök neden değil, temel neden değildir.
Ve salgının çözümünde temel engel yine kapitalizm, insanlık düşmanı ideoloji!
Türkiye’de de bu temel sorunun yansımasını görüyoruz, ayrıca İslami Kapitalizm nedeniyle Adam Smith’in torunlarından daha vahşi bir biçimde, günümüz neo-liberallerinden daha hoyrat bir biçimde, acımasız biçimde Türkiye’de insanlara bu zulüm yapılmaktadır.
Türkiye’de AKP iktidarı salgını bilimle değil, acımasız siyasal tercihleriyle yönetmeye çalışmakta, dolayısıyla çuvallamaktadır, yönetmemektedir, yönetememektedir, ama kullanmaktadır!
AKP yönetimi, salgında masum ölümlerden sorumludur
Halk uyanmadıkça, bu acı gerçekleri görmedikçe, muhalefet de gerçekten muhalefet gibi Erdoğan’ın karşısına dikilip, bütün gündem oyunlarını bir yana itip oyuna gelmeyerek direnmedikçe çözüm yok!
Nerede aşı Erdoğan?
Hani sen dünya lideriydin, niye yeterli aşı getiremiyorsun Erdoğan?
Nerde kaldı aşı Erdoğan?
Parasını mı ödeyemiyorsun Erdoğan?
Çin’e kaç milyon Dolar gönderdin, gönderdiğin para kadar mı aşı geliyor Erdoğan?
Hani sen dünya lideriydin, hadi Reiz, şu salgını çözsene!
Bak yüzüne gözüne bulaştırdın, ikide bir gündem oyunu yapıyorsun, bilmem HDP’nin kapatılması milletvekilliğinin düşürülmesi Gergerlioğlu’nun, efendim anayasa değişikliği gibi acımasız gündem oyunlarıyla gerçek gündem salgın iken onu gözden kaçırıyorsun…
Bu bir insanlık suçudur!
Türkiye’nin gerçek ve öncelikli gündemi salgındır!
Bu salgınla baş etmedikçe ekonomiyi de ayağa kaldırma olanağı yoktur, ikisi birbirine bağlı gördüğünüz gibi.
* Ülkeyi talan ettiniz, salgın yönetimi için para bulamıyorsunuz!
* Ülkeyi içine düşürdüğünüz felaket nedeniyle salgını yönetemiyorsunuz.
Ben size birkaç acımasız veri vereyim, AKP iktidar olduğunda ne oldu diye çok kısaca değerli meslektaşım, bakın; benzin 1,48 liraydı 2002’de AKP iktidar olduğunda, 19 yıldır baştayız diyorlar ya, bu gün 7+ lira,
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: 7 lira 40 kuruş
Prof. Dr. Ahmet Saltık: 1 Doları söyleyeyim, 1 Dolar 1,5 liraydı, bugün 8 lira Ercan Hocam. 1 Sterlin 2,2 liraydı, bu gün 11 lira. Altının gramını söyleyeyim Ercan Hocam, sıkı durun küçük dilinizi filan yutmayın, şaka ile karışık söylüyorum; 17 liraydı 1 gram altın, bu gün 444 lira! Efendim çeyrek altın 32 liraydı, geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer derler ya; bu gün 724 lira!! Yani AKP iktidarının yaptığı bu. Korkunç bir yoksunlaştırma! Onun için, çare halkın bilinçlenmesi, neler oluyor bitiyor, sorgulaması… namuslu insanlarının önderliğinde, onlarla birlikte yaşam hakkına sahip çıkması, bunu yapacak bir muhalefet! Parlamento’da bunu göremiyoruz, ana muhalefet de dahil olmak üzere. Dolayısıyla muhalefet, iktidarın özellikle bu gündem oyunlarına oltalanarak suça ortak oluyor.
İş başa düşmüştür Ercan Hocam, ülkenin namuslu aydınları işte haykırıyorlar sizin-benim gibi, yapabildiği ölçüde böylesi programlarla. Eh… insanlar da artık ne olur biraz sorgulasınlar, yaşam haklarına örgütlü bir biçimde sahip çıksınlar diyeyim bu günkü konuşma için, burada noktalayalım.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Tacettin Çolak arkadaşım şunu sormuş: “Sayın hocalarım bu AKP kongreleri salgını körüklediği besbelli, akşam saatlerinde Sağlık Bakanı sosyal medyadan geri dönüş yolumuz tedbir diye halka çağrı yapıyor. Bu Bakan mesleksel anlamda disiplin suçu işlemiyor mu?” demiş Av. Tacettin Çolak arkadaşımız…
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Çok haklı avukat arkadaşımız, Bakan Koca’nın az önceki demecini ben iliklerime dek utanarak okudum, dedi ki:
“Karanlıkları aydınlığa çıkaracak olan sevgi, merhamet ve ilimdir…” dedi Dr. Koca. Diyanet İşleri Başkanı gibi konuştu; sevgi, merhamet ve ilim… Ben de sorayım:
Sizin bu günkü (24 Mart 2021) AKP kongrenizin neresinde sevgi vardı, neresinde insan sevgisi, neresinde merhamet vardı insana? Ve neresinde ilim vardı? Bilim demiyor “ilim” diyorsunuz, ilimden de Bilimi kastetmiyorsunuz, aslında maneviyatı-inancı kastediyorsunuz. Neresinde Doktor Koca?! Sen tıp eğitimi gördün, İstanbul Tıp Fakültesi mezunusun, çocuk hekimisin değil mi? Söyle bana neresinde merhamet, ilim, sevgi bu AKP kongresindeki aşırı kalabalığın?
Ercan Hocam eğer adam gibi bir filyasyon çalışması yapılsa, o avukat arkadaşımıza da yanıt olsun, bu kongrede kaç kişinin bulaşı (enfeksiyonu) aldığı, kaç kişinin bu yüzden öldüğü ortaya çıkartılabilir. Filyasyon böylesine böylesine önemli ve hünerli bir çalışmadır. Tıpkı Rize’de yaptığı gibi Erdoğan’ın, Giresun’da yaptığı gibi, Urfa’yı uzaktan yaptı biliyorsunuz ama Urfa kongresine de katılıp hastalığı alan ve kongre nedeniyle ölen insanların sayısı filyasyon çalışmasıyla çıkartılabilir ortaya. Ama salgın veri tabanı bize kapalı, dolayısıyla o kongrelerde kaç kişi hastalandı, kaç kişi öldü şimdilik belirsiz. Doğrudan sorumlu olanlar o kongreyi yapanlar, o insanları oraya ücretsiz ve komanyalı – cep harçlıklı olarak otobüslerle “leb a leb” taşıyanlardır! Yapılanlar teknik anlamda, Türk Ceza Yasasının 195. maddesine göre de suç. İnsan sağlığını tehlikeye atan davranışlar ama hangi babayiğit ya da anayiğit Cumhuriyet Savcısı çıkacak da bu kongrelerle ilgili soruşturma başlatacak önce, ardından dava açarak kovuşturma başlatacak? Hangi anayiğit, babayiğit yargıç burada, evet bu kongrede Erdoğan efendim, TCK 195. maddeye göre suç işlemiştir, insan yaşamını tehlikeye atan eylemler içindedir… diye karar verecek?? Hukuksal yollar tıkalı. TBMM eliyle siyasal denetim, basın eliyle kamuoyu denetimi de öyle. Dolayısıyla yaşam hakkına sahip çıkma, meşru bir direniş hakkı halkımız için doğmuştur kanısındayım.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Evet, çok teşekkür ediyorum Hocam.
Sevgili izleyenler, bu gün gerçekten salgının 1. yılını geçtiğimiz bugünlerde salgını değerlendirdik.
AKP = RTE, Kovit salgınını neden yön(e)temiyor?
Sorunsalını ayrıntılı olarak Ahmet Hocamızla, Prof. Dr. Ahmet Saltık Hocamızla birlikte irdeledik.
Çok teşekkür ediyorum Ahmet Saltık Hocam çok sağ olun, sağlıklı ve koranasız günler diliyorum, çok teşekkürler…
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Ben hoşgörünüzle şunu da ekleyeyim: Bakın Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü açın diyoruz 1 yıldır, açmıyorlar. Bu salgın sizin de belirttiğiniz gibi daha birkaç yıl sürebilir, dünyanın ve Türkiye’nin başında mutasyonlar arttıkça da çetrefilleşecek bildiğiniz gibi. Daha acısı bunun da kalmayacak, 2000’lerin ilk 20 yılında bu 6. Salgın! Görülmemiş bir şey, arkası gelecek. Başka çevresel afetler izleyecek, onun için bir ulusal kuruma gereksinim var. Dr. Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü açmak, özerk – bilimsel bir biçimde, yönetim bakımından, akçalı (mali) bakımdan ve oraya stratejik yatırım yapmak. İnsan gücü, teknoloji bakımından… Yaşamsal tıbbi ürünleri, aşıları orada geliştirmek, dışa bağımlılığı azaltmak gerekliliği var. Bunu söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Ama açmıyorlar bu Cumhuriyet kurumunu, altyapısal yatırım yapmadılar bu bir yılda. Sağlık hizmetlerinde Birinci Basamağı güçlendirmediler, okul sağlığı birimleri kurmadılar, yeni sağlık insangücü yeterince almadılar, okullarda yeterince derslik yaratmadılar… Göstermelik önlemlerle sözüm ona salgın yönetmeye çalışıyorlar, altında kalırsınız, çoluk çocuğunuz yarın size sorar, aynaya bakamazsınız vicdanınız kaldıysa, o da sizi dilerim rahat bırakmaz.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Evet Hocam, şimdi siz öyle deyince ben de şunu eklemek istedim özellikle: Biz özellikle kendine bilim insanı diyen arkadaşlarımızın da, hocalarımızın da bilim insanlarının da bu soruna ben daha çok sahip çıkmalarını bekliyorum Ahmet Hocam, öyle değil mi? Yani bir özeleştiri yapmaları gerekir, yani eleştirebilmek gerekiyor, yani eğer biz kendimize bilim insanı diyorsak, bu süreci doğru eleştirmemiz gerekiyor. Bu noktada da ciddi eksiklikler var çünkü bizlerin bu memlekete sahip çıkmamız gerekiyor bilim insanları olarak. Bu memleket bizi yetiştirmiş, bu açıdan da ülkemizin sağlığına, geleceğine sahip çıkmamız gerekiyor. Zaten bir yandan da bu süreçte hekimler olarak biz en önde mücadele ediyoruz. Bu açıdan da mesleksel dayanışma içinde ve bu mücadelenin içinde olmalıyız diyorum ben Hocam.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Peki ben size son olarak küçük bir video daha izleteyim izin verirseniz.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Buyurun Hocam.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Paylaşayım ekranı, şuradan ekran paylaşması, “share screen”, nerede o dosya, hemen buluyorum, evet, şurada.
***
Prof. Dr. Ahmet Saltık Hoca bir ses kaydı daha dinletiyor:
Recep Tayyip Erdoğan: “Doğu, Güney Doğu’nun Kürdistan Eyaleti olduğunu görecekler, Doğu Karadeniz’in Lazistan Eyaleti olduğunu görecekler bunlar bizim tarihimizin bize devrettiği mirastır. Bunları görmemezlikten gelemezsiniz, kullanamayacaksınız artık ne Türk kavramını ne de Türkiye ismini kullanamayacaksınız.”
Mustafa Balbay: Türkiye’deki kurumların başından Türk ve Türkiye kavramları attırmak, ancak ve ancak Türkiye’yi işgal eden bir gücün işi olabilir.
***
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Evet, görüntülü oldu mu ekranda Ercan Hocam?
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Görüntü olmadı ama sadece sesler paylaşıldı, o anlaşıldı yalnız.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Tamam, Mustafa Balbay’ın Meclisteki itirazı:
“Ancak işgal altındaki bir ülkede olabilir” dedi.
Biz de söyleyelim, Türkiye işgal altında! AKP’yi kuran – kurduran güçler Rand Corporation eliyle programını yazdıran güçler, Morton Abramovitz eliyle yıllar önce keşfedip özel olarak yetiştirip AKP’yi ve Erdoğan’ı başımıza musallat eden güçler… Şimdi Türkiye’de Andımızı kaldırdılar.
Türk ve Türkiye’yi… çok açık söyledi R.T. Erdoğan, işte duydunuz; Türk ve Türkiye kavramını kullanamayacaksınız, Lazistan olacak, Kürdistan olacak, bunlar tarihimizden gelen gerçekler… dedi yani Sevr’in rövanşı apaçık!
Şimdi böyle bir kadrodan yani Türkiye’de Sevr’i uygulamak isteyen bir siyasal kadrodan, bu misyonun kendine yüklendiği bir kadrodan bu halkı esirgemesi koruması, salgını yönetmesi, insanların ölmesini engellemesi beklenebilir mi? Nokta!
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Evet, teşekkür ediyoruz Hocam, görüşlerinizi bizlerle paylaştınız. Epeyce bir zaman da geçti, çok teşekkür ediyoruz ve dileriz ki tüm halkımız olarak bu sorunlara doğru yaklaşır ve gerçekleri görürüz. Sağlık hakkımıza da sahip çıkarız diye düşünüyorum ben. Önümüzde Koronavirüssüz günler diliyorum.
Çok sağ olun Ahmet Hocam, sağ olun.
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Siz de sağ olun fırsat verdiğiniz. Sevgi ve saygıyla. Evet, ayrılıyorum izninizle.
Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu: Tamam. Teşekkürler Hocam
Prof. Dr. Ahmet Saltık: Hoşça kalın, görüşmek üzere. (24 Mart 2021, sanal ortamda söyleşi)