Bir itiraf
ABD Başkanı B. Obama, geçtiğimiz günlerde bir itirafta bulundu ve casus örgütü CIA’nın işkenceli sorgular yaptığını söyledi. Üstelik Obama, CIA’nın yaptığı işkenceleri de savundu:
“Amerikalı istihbaratçıların 11 Eylül sonrasında ‘Amerikan değerlerine ters düşen birtakım şeyler’ yaptıklarını ve ‘bazı kişilere işkence edildiğini’ doğrulayan Obama,
“11 Eylül’ün hemen ardından bazı şeyleri yanlış yaptığımız doğru ancak doğru şeyler de yaptık. Değerlerimize aykırı bir şekilde bazı insanlara işkence yaptık.”
“Biz çizgiyi aştık ve bunu da kabul etmek gerekir. Ve bizim yapmamız gereken bir ülke olarak bu sorumluluğu gelecek adına üstlenmek zorundayız.” dedi.
“Obama ‘ancak ülkeyi hedef alabilecek yeni saldırıların olabileceği endişesiyle hareket eden güvenlik kuvvetlerinin, o zamanın koşullarında çok büyük baskı altında olduklarının altını çizdi’ ve Amerikalılardan, 2001 yılını izleyen zorlu koşullar altında görev yapan ve ‘gerçek yurtseverler’ diye tanımladığı bu kişilere önyargıyla bakmamasını istedi.” (www.amerikaninsesi.com, http://www.dw.de, www.zaman.com.tr, vb. internet siteleri)
Peki Obama bu itirafta neden bulundu?
ABD Kongresinin üst kanadı olan Senato’da, CIA tarafından 11 Eylül sanıklarına işkence yapıldığı yönünde hazırlanan ve 6 bin 300 sayfayı bulan raporun açıklanacak olması nedeniyle!
Yani durup dururken değil. Rapor açıklanmadan önce raporda yazılanların önemini azaltmak, dikkat dağıtmak ve raporda ayrıntılıca anlatılan ve “ileri sorgulama teknikleri”, “genişletilmiş sorgu yöntemleri” (siz bunları işkence diye okuyun), diye adlandırılan ve Adalet Bakanlığının da onay verdiği “aşırı derecede kanlı” “acımasız teknikleri (işkenceleri)” hafifletmek, gözden kaçırmak için…
Ve dikkat ettiğimiz gibi bir yandan “işkence yaptık ve değerlerimize aykırı hareket ettik, diyerek sözde özeleştiri yapıyor.
Bir yandan da “zorunluyduk” diyerek işkenceleri ve işkencecileri aklıyor. Ve “aşırı derecede kanlı” “acımasız teknikleri” uygulayan işkencecileri, “gerçek yurtseverler” diyerek yüceltiyor.
Söz ettiği “değerler” olan ve ABD’nin “Kuruluş Bildirgesi”nde yazılanlar, sadece İngiliz İmparatorluğundan ayrılma sürecinde kendileri için gerekli olan ve sonrasında hiçbir zaman uygulanmayan, aksine sürekli olarak o Bildirge’de yazılanların tam tersi uygulamaların hayata geçirildiği değerlerdir. Bunun en somut, en canlı, en kanlı örneğini şu anda bizzat kendi ülkesinde bir kez daha göstermektedir ABD Emperyalistleri. Mazlum siyahilere ikinci ırk muamelesi yapmakta, onların en asgari insancıl taleplerine boş vermekte ve onları hep ezmekte, sömürmekte, okutmamakta, işsiz bırakmakta ve acımasızca, soğukkanlıca öldürmektedir. Onların (ABD Emperyalistlerinin) “değerleri” bunlardır. O bakımdan, “değerleri”ne aykırı bir durum söz konusu değildir.
Hikmet Kıvılcımlı’nın dediği gibi, yalanı yanlışa katıp kuru kalabalığı kandırmak olan demagojinin ustasıdır bunlar!
Obama, 2009 yılı Haziranı’nda (4 Haziran’da) Mısır El-Ezher Üniversitesinde yaptığı bir konuşmada da şöyle diyordu:
“11 Eylül, bizim ülkemiz açısından korkunç bir travmaydı
“(…) Bazı durumlarda ideallerimize aykırı düşen hareketlere yol açtı. (…) Ben Amerika Birleşik Devletleri’nde işkence yapılmasını kesinkes yasakladım ve Guantanamo Koyu’ndaki hapishanenin gelecek yılın başlarında kapatılmış olması emrini verdim.” (Aktaran: Fidel Castro, Obama ve İmparatorluk, Agorakitaplığı, Haziran 2011, s. 90)
Bu konuşmadan bu yana 5 yılı aşkın bir zaman geçti. O günden bu yana ne değişti?
Hiçbir şey!
5 yıl sonra Obama aynı teraneleri gevelemeye devam ediyor. Yok, ideallerine aykırı davranmışlar, yok çizgiyi aşmışlar, yok sorumluluğu gelecek adına üstlenmek zorundalarmış, vb. vb…
İşkence devam etmiş mi?
Etmiş.
Guantanamo kapatılmış mı?
Kapatılmamış.
Ee, daha ne o zaman? Senin verdiğin emirler hikâye… Sen, sadece halkları kandırmak için yalan söylüyorsun. Hem de göz göre göre. Hem de hiç utanmadan.
Obama’nın 2009 yılında “kapatılması emrini verdim” dediği ama aslında vermediği ve halen de işkenceevi olmaya devam eden Guantanamo Üssü’nü, Guantanamo işkencehanesini Küba lideri Fidel bundan 10 yıl önce, 2004 1 Mayısı’ndaki konuşmasında şöyle anlatıyor:
“(…) ABD yönetimi ve Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkeler, Küba’nın en doğu bölgesinde zorla işgal edilmiş olan -bizzat bu durumun kendisi ülkemizin egemenlik haklarının ve uluslararası hukukun ihlalidir- ve üzerinde Guantánamo deniz üssünün yer aldığı 117.6 kilometre karelik alanda halihazırda işlenmekte olan dünyanın en dehşetli insan hakları ihlallerini unutma hatasına düştü.
“(…)
“Bu üssün kullanılması öncesinde bize hiçbir şey danışılmadı. Bize sadece ABD hükümetinin tutukluları bu üsse nakletme kararını bildirmekle yetindiler.
“(…)
“Fakat dünyanın en güçlü ulusunun hükümeti, dünyanın insan haklarının temel ilkeleri saydığı tüm normları bir kenara iterek, aralarında ABD’nin müttefiklerinin de bulunduğu pek çok ülkeden yüzlerce yurttaşın kilit altında tutulduğu bu korkunç hapishaneyi yarattı. Bu tutuklular orada kimlikleri açıklanmadan, yargılanmaksızın, yasal bir savunma yapamadan, bedensel olarak tehdit altında, hiçbir ceza hukukuna tabi tutulmaksızın ve belirsiz bir süreliğine tecrit edilmiş bir şekilde tutulmaktadırlar. ABD, uygarlığa yaptıkları bu son derece garip katkı için kendi topraklarını kullanabilirdi ama o bunu başka bir ülkeye, her yıl Cenova’da insan hakları ihlalleri konusunda suçladığı Küba’ya ait olan ve yasadışı bir şekilde, zorla işgal altında tuttuğu bir toprak parçasında yapıyor.”
Üstelik ABD Emperyalistleri aşağılık insanlık dışı işkencelerini sadece Guantanamo’da yapmadılar bildiğimiz gibi. Afganistan’da; özellikle Kabil’deki Bağram, Kandahar’daki, Gardez’deki vd. üslerinde, Irak’ta başta Ebu Garip Cezaevi’nde ve diğer cezaevlerinde ve askeri üslerinde, Fas’ta, Polonya’daki, İtalya’daki vb. yerlerdeki gizli CIA evlerinde de acımasızca gerçekleştirdiler.
Afgan Halkı için özellikle Bağram’da yapılan işkenceler unutulmayacak düzeydedir. Ha keza Irak’taki Ebu Garip’in unutulmayacağı gibi. Sapık, esrarkeş, insanlıktan çıkartılmış paralı ABD askerleri, buralardaki tutsaklara insanın aklına hayaline gelmeyecek işkence metotları uygulamışlardır. Üstelik de kimi zaman bunu Kadın askerlerine yaptırtmışlardır bilerek ve isteyerek. Böylece Müslüman erkekleri aşağılamışlardır. Dinleriyle, İslamiyetle dalga geçmişler ve Kur’an’ı yakmış, parçalamış, tuvalete atmışlardır inançlarıyla oynayarak tutsaklara diz çöktürmek, teslim almak için…
Şimdi bir aktarma yapacağız ve Fidel’in söylediklerinin nasıl kanıtlandığını göstereceğiz. ABD Adalet Bakanlığının bile “aşırı derecede kanlı” ve “acımasız teknikleri” içerdiğini söylediği işkenceleri somutlayacağız. Hem de ABD yetkililerinin denetiminden, kontrolünden geçmiş bir kitaptan. Adı geçen kitaptan bölümler aktarmak istiyoruz ama sayfalarca aktarma yapmamız gerekiyor. O yüzden bir aktarmayla yetiniyoruz. Bu kitabın bütün okurlar tarafından da okunmasını öneriyoruz. Çok çarpıcı bilgilerin olduğu, ABD’nin iğrenç içyüzünü bütün çıplaklığıyla gösteren bir kitap. Üstelik de ABD yetkilileri tarafından görülmüş ve yayımlanmasına izin verilmiş bir kitap. Yazarı Guantanamo’daki tutsakları savunan bir kadın avukat. Ailesi yıllar önce ABD’ye göçmüş, ABD’de doğmuş birisi. Kendisini Amerikalı olarak görüyor ve bu kitapta anlatılan şeylerin Amerikan idealleriyle uyuşmadığını düşünüyor.)
“Bazı hikâyeleri gülümseyerek hatırlıyorum; bazılarıysa beni kedere ve kızgınlığa sürüklüyor. Gözaltında tutulmakta olan Etiyopyalı Benyam Muhammed el-Habeşi ile hiç tanışmadım, ama Gitmo’ya (Guantanamo’nun kısaltılmış adı. – Kurtuluş Yolu) getirilmeden önce tutulduğu CIA’in hayalet hapishanesinde geçirdiği dönemde tuttuğu ve gizliliği kaldırılmış günlüklerde yazılanlar hâlâ tüylerimi ürpertiyor. Pakistan’da tutuklandıktan sonra Nisan 2002’de Fas’taki bir cezaevine gönderilmiş.”
Yazar bundan sonra el-Habeşi’nin kitabından aktarma yapıyor:
“Üzerimdekileri doktorların kullandıkları neşter gibi bir şeyle kesip çıkardılar. Tamamen çıplaktım. Cesaretimi toplamaya çalıştım. Acaba ırzıma mı geçeceklerdi. Belki elektrik vereceklerdi. Belki de iğdiş edeceklerdi.
“Sağ göğsümün üzerine neşterle vurdular. Küçük bir kesikti. İki-iki buçuk santim kadar. Bir çığlık attım… Şok geçirdim, hiç beklemiyordum… Sonra sol göğsüme geldi sıra. Bir kesik daha. Bu kez çığlık atmamaya çalıştım, çünkü biliyordum kendimi tutmasam bağırırdım.
“Bir tanesi penisimi eline aldı ve kesikler atmaya başladı. Her kesikten sonra bir dakika kadar durup benim tepkilerimi izliyordu. Acı içindeydim. Bunu iki saat kadar bir süre içinde belki 20-30 kez tekrarlamış olmalılar. Her taraf kan içindeydi. İçlerinden biri sonunda “Kimin erkek olduğunu öğreteceğimi söylemiştim sana” dedi.
“Cinsel organlarımın her tarafını kesik içinde bıraktılar. Biri benim ancak terörist dölü üretebileceğimi bu yüzden tümünü kesip atmanın en iyisi olacağını söyledi. Doktor getirmelerini söyledim.
“(…)
“18 ay boyunca Fas’ta kaldım. Bir kere başladılar mı aynı şeyi hemen hemen her ay tekrarlarlardı. Bir keresinde gardiyana “Nedir benden istedikleri? Onlara söyleyecek bir şeyim yok ki. Söyleyebileceklerimin hepsini zaten anlattım” dedim.
“Bildiğim kadarıyla bunu seni aşağılamak için yapıyorlar. Daha sonra buradan ayrıldığında yara izleri kalacak ve hiç unutmayacaksın. Böylece Birleşik Devletlerin isteği dışında şeyler yapmaktan her zaman korkacaksın” dile cevap verdi.” (Mahvish Rukhsana Khan, Guantanamo Günlüğüm-Tutsaklar ve Bana Anlattıkları, Literatür Yayınları, İstanbul, 2009, s. 192-193)
İşte gerçek bu!
İşte insanlık dışılık bu!
İşte işkence bu!
İşte canavarlık bu!
İşte “Amerikan değerleri” bu!
Bundan ötesi değil!
***
Fidel, aynı konuşmasında işkence konusunda da şunları söylüyordu:
“Bizi insan haklarını ihlal etmekle suçlayan eşkıyaların, Küba’nın tek bir kişinin bile kaybolmadığı dünyadaki tek ülke olduğunu -halkımızın ne büyük başarılar elde ettiğine bakın-, 45 yıllık Devrim boyunca tek bir kişinin bile işkence görmediğini söylemeye cesaretleri yoktur (Alkış).
“Bizler, tek bir hükümlünün bile vurulmadığı ya da bilgi almak için dövülmediği Sierra Maestra’da verdiğimiz savaşım kadar temiz bir Devrim gerçekleştirdik. Burası ölüm mangalarının hiçbir zaman var olmadığı, yargısız infazın gerçekleşmediği yegane Latin Amerika ülkesidir ve bu 45 senedir böyledir. Eğer imparatorluğun ve onun destekçilerinin engerek dilleri bizi itham edecek tek bir vaka bulabilirse, yalnızca tek bir vaka bulabilirse, onlara Küba Cumhuriyeti’ni hediye olarak sunmaya hazırız (Alkış).
“Gerçek budur; abartmıyorum, bilakis. Bu 45 sene boyunca ne yaptığımızı, savaşı kazanmamızı ve 45 senedir savunduğumuz bir devrimi hayata geçirmemizi sağlayan ilkelerimiz sayesinde koruduğumuz tereddütsüz çizgiyi biliyoruz biz. (…) Bizim halkımızdan daha yüksek bir kültür düzeyine, daha yüksek bir siyasi bilince sahip bir halk bulunmamaktadır. Ve bu sadece başlangıçtır (Alkış).”
Fidel ve Obama arasındaki farkı görüyor musunuz?
Küba ve ABD arasındaki farkı görüyor musunuz?
İşte devrim ve devrimcilik bu!
İşte Marksist-Leninist ideoloji bu!