Site rengi

Tasarım

Bir Kitap:Göğü Delen Adam

03.08.2015
1.290
A+
A-

 

İnsanlık sınıflı topluma geçeli şunun şurasında yaklaşık 6 bin 500 yıl oldu. Ondan öncesi 1 milyon 700 bin yıl, İlkel Komünal Toplum dediğimiz; özel mülkiyetin, sosyal sınıfların, sınıf çatışmalarının bilinmediği, eşitlikçi, kankardeşlik düzeni hakimdi.

Herkes, eşit, özgür, kardeş ve mutluydu.

Sosyal bilimin, insanlığın bu dönemine ALTIN ÇAĞ adını vereceği kadar güzel bir düzendi bu düzen…

Para, yazı, devlet üçüzü ile Medeniyete geçildi ve mertlik bozuldu. Sömürücü bir Sosyal Sınıf ortaya çıktı.  Aradan geçen bin yıllardan sonra Batılı sömürgeciler Amerika’nın, Avustralya’nın, Yeni Zelanda’nın ve Orta, Güney, Batı Afrika’nın cennetlerini sömürgeleştirdiler. Bu kıtaların ve bölgelerin halkları, Avrupalı sömürgeciler oralara geldiği zaman, İlkel Sosyalist Toplum düzeninde yaşıyordu. Yani bu halklar o zaman cennetlerinde yaşıyordu. Avrupalılar, buralardaki İlkel Sosyalist Düzenleri ya da Cennetleri yıkarak, yok ederek bu ülkeleri sömürgeleştirmişler, Yerli halkları da köleleştirmişlerdir.

İlkel Komünal Toplumlar, sınıflı toplumlardaki egemen sınıflar tarafından barbar, vahşi, görgüsüz vb. nitelendirmelerle kötülendi yıllar boyunca. Oysaki onların İlkel Komünal yaşamları, bizim kurmayı hayal ettiğimiz Modern Komünal Toplumlara ışık olmaya devam ediyor.

Yerli Halklar (İlkel Komünal Toplumlar) hakkındaki kitaplar genelde beyazlar (medeniler) tarafından ve onların bakış açısıyla yazılmıştır. Ama tanıtacağımız bu kitap farklı:

Adı: “Göğü Delen Adam”, Ayrıntı Yayınları’ndan çıkmış.

Acaba İlkel Kömünal Toplumların gözünden biz yani Medeniler nasıl görünüyorduk? İşte bu sorunun cevabı var bu kitapta.

“Papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse göğü delen anlamına gelir. Samoa’ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O, göğü delip geçmişti.”

Giriş bölümünde kitabın isminin nereden geldiği şöyle anlatılıyor.

Kendi yaşamı da fırtınalı olan kitabın yazarı (aslında derleyicisi) Alman Erich Scheurmann, önsözde kitabın nasıl ortaya çıktığını şöyle anlatıyor:

“Kendisini tanıdığında Samoa takımadalarından birindeki Tiavea köyünün büyük şefi olan Tuiavii’nin anlatımlarının” kitabı oluşturduğunu belirtiyor. Tuiavii, bir misyoner okulunda öğrenciyken içine doğan Avrupa’yı tanıma isteği ile bütün Kıta’yı dolaşan bir “halkları seyretme grubu”na katılarak bütün ülkeleri gezerek, bu ülkeler hakkında ayrıntılı bilgiler ediniyor. Kitabın yazarı ise 1 yılı aşkın bir süre Tuiavii’nin köy topluluğunun bir üyesi olarak yaşayıp onun aldığı notları kendisi ile paylaşmasını sağlıyor ve kitap 1920’de yayımlanıyor ilk kez. O dönem epeyce yankı uyandırıyor yayımlandığı ülkelerde.

Ayrılacakları zaman Tuiavii’nin “Bize, ışığı getireceğinize inandırmıştınız, oysa sizin niyetiniz bizi de kendi karanlığınıza çekmekti!” sözleri ise çok çarpıcı.

Şimdi yerlilerin gözü ile Papalagilerin yani bizlerin yaşamlarını bir görelim:

“Papalagi’nin işi gücü ha bire etini sıkıca örtmeye çalışmaktır. Bir kızı kendine eş olarak seçen delikanlı, aldanıp aldanmadığını hiçbir zaman bilemez. Çünkü kızın bedenini önceden görme olanağı yoktur. “Et günahtır!” İşte böyle söyler Papalagi

“Ve en sonunda ayaklara biri yumuşak biri çok sert iki ayrı kılıf giyilir. Bu ayak kanoları şeritler ve kancalarla ayak bileklerine öyle bir sıkı bağlanır ki, ayaklar kabuğunun içinde büzüşüp kalmış deniz salyangozunun gövdesi gibi sıkışır kalır. Papalagi bu derileri güneşin doğuşundan batışına kadar ayağından hiç çıkartmaz.

“Papalagi, tıpkı bir midye gibi, sert bir kabuğun içinde oturur. Bir çiyan gibi, taşların arasında lavların çatlaklarında yaşar. İşte,  bütün bunların hepsi; yani kalabalık taş kutular, taş yarıklar, oraya buraya uzanan binlerce ırmağın içindeki insanlar, gürültü, kargaşa; ağaçtan, gökyüzünün mavisinden, temiz havadan, bulutlardan yoksun kapkara kumlar ve dumanlarla kaplı yerler Papalagi’nin “kent” adını verdiği şeydir.

“(…) Çünkü beyaz adamın gerçek tanrısı, kendisinin “para” adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kağıttan başka bir şey değildir.  Bir Avrupalı’ya sevginin tanrısından söz edecek olsan yüzünü buruşturur ve güler (…) Ama pırıl pırıl bir yuvarlak metal ya da  bir kağıt uzatacak olursan, o an gözleri parıldar ve dudaklarının arasından salyalar akar. Onun sevgisi paradır, tanrısı paradır. Çoğu, sağlığını bile bunun uğruna feda eder. Yuvarlak metal ve ağır kağıt uğruna. Bunları giysilerinin içinde, ikiye katlanmış sert derilerin arasında taşırlar. Geceleyin, kimse almasın diye yastıklarının altına saklarlar. Her gün, her saat, her an onu düşünürler.

“(…) Avrupa’da para vermeden herkesin yararlanabileceği tek bir şey buldum: Hava. Havanın da yalnızca unutulduğu için parasız olduğunu sanıyorum.

“Papalagi yuvarlak metali ve ağır kağıdı sever. (…) Ama hepsinden çok sevdiği bir şey vardır ki, bunu elle tutmak mümkün değil: Zaman! Zaman, Papalagi’yi memnun edemez bir türlü…. Hiç zamanı olmadığını iddia eden papalagiler vardır.

“Her Papalaginin bir mesleği vardır. Bunun ne olduğunu anlatmak pek kolay değil.”

“Yalancı yaşamlar mekanı… Beyazların sinema dedikleri bu yeri sizin yalıngözle görüp tanıyacağınız şekilde tarif etmek pek o kadar kolay değil. Avrupa’nın her yerindeki köy cemaatlerinde bu esrarengiz yerlerden vardır. İnsanlar onu misyon evinden bile çok severler.

“Papalaginin son derece kendine has ve karışık bir düşünce tarzı vardır. Nasıl yaparım da bir şeyi kendim için kullanırım ve bu kullandığımın hakkı da benim olur diye düşünür. Bütün insanların yararını değil, bir tek kişinin yararını düşünür hep. Bu tek kişi de kendisidir.”

Ve bu bölümde Erich Scheurmann şunu belirtmeden geçemiyor:

“Samoa yerlilerinin özel mülkiyetin olmadığı bir toplumsal yapılanış içinde yaşadığını bilenler açısından, Tuiavii’nin bizim mülkiyet kavramımızı bu denli aşağılaması anlaşılabilir bir durumdur. Benim ve senin kavramları bizim kullandığımız anlamda yoktur. Gerçekten de bütün gezilerim sırasında yerliler, çatılarını, döşeklerini, yiyeceklerini, her şeylerini hiç düşünmeden paylaştılar benimle. Şefin ilk selam hitabı, “Benim olan senindir” sözleriydi. “Çalmak” kavramı, adalıların yabancısıdır. Çünkü her şey herkesindir. Her şey Tanrı’nındır.”

İşte böylesine samimi, sıcak ve güzel bir kitap, Göğü Delen Adam..

Modern Sosyalist Toplum Düzenimizi kuracağımız günlerin hayaliyle okunan bir kitap…