Bu karar bizim için şereftir! Gelecek kuşaklara bırakacağımız mirasımızdır!
1 Nisan tarihindeki MİT TIR’ları Davası’nın karar duruşmasından sonra Parti Genel Merkezimizde
Genel Başkan’ımız Nurullah Ankut’un yaptığı değerlendirmeyi aynen yayımlıyoruz.
Av. Sait Kıran Yoldaş: Yoldaşlar, yargılama maratonunun ilk etabı bitti, bundan sonrası Yargıtay aşaması. Bütün eylemlerimizden sonra yaptığımız gibi bir genel değerlendirme yapacağız. Önce sözü Genel Başkan’ımıza vereceğiz, ondan sonra konuklarımızdan, arkadaşlarımızdan söz almak isteyen olursa onlara da söz vereceğiz.
Nurullah Ankut Yoldaş:
Sevgi ve Saygıdeğer Yoldaşlar,
Geçen konuşmamızda da belirttiğimiz gibi ülkemizin, halklarımızın ve Ortadoğu kardeş halklarımızın içinde bulunduğu durumu gözönüne alınca bizim yargılanmamızın, bize ceza vermelerinin hiçbir önem taşımadığı apaçık ortada.
Maalesef Ortadoğu ve ülkemiz ölüm tarlalarına dönüşmüş durumda. Sabah haberlerini izledik, 12 günde 43 şehit verildi deniyor Doğu’da, Güneydoğu’da, arkadaşlar. Tabiî bu arada hayatını kaybeden Kürt gençlerin sayısı da bunun birkaç katı, belki on katı.
Bu süreç nereye gidiyor, yani Türkiye nereye götürülüyor?
İşte Suriyeleştirildi, parçalanmaya gidiyor ne yazık ki ülkemiz. Ve öyle görülüyor ki, bunu engellemeye bizim de gücümüz yetmeyecek ve ABD, BOP çerçevesinde Türkiye’yi parçalayacak. İşte Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı parçaladığı gibi, Yugoslavya’yı parçaladığı gibi bu haydut, insan soyunun başdüşmanı, Türkiye’yi de parçalayacak.
Karayılan’ın Kandil’den, aşağı yukarı bir hafta önce, bir açıklaması oldu: “Ya masaya oturursunuz ya da Kürtler ayrılacak.”
Yani bunu genel çerçeve içinde değerlendirdiğimiz zaman, biz ayrılacağız; ya masada usturuplu şekilde bunu hallederiz ya da biz başımızın çaresine Amerika’yla birlikte, yeni müttefikleri olan Rusya’yla birlikte bakarız mesajı veriyordu ki öyle de gidiyorlar.
Ve halklarımızı birbirine bağlayan gönül bağları, her gün bu toprağa düşen canlarla birlikte birer, beşer, onar koparılıp götürülüp gidiyor ve bir ayrışma süreci giderek hız kazanıyor yani aradaki çatlak gittikçe büyüyor ve süreç boyutlanarak ilerliyor ne yazık ki.
Fakat hep söylediğimiz gibi, biz maratoncuyuz, arkadaşlar. Bizim hesabımız Tarihe bakarak yapılır ve sonunda Tarih bizi mutlaka haklı çıkaracak. Yani mutlaka olumlu yönde gelişme gösterecek Tarih. Genel boyutuyla baktığımız zaman, böyle geriye gidişler, Ortaçağlarda, burjuva toplumunda, emperyalizm döneminde çok görülmüştür insanlığın geriye gittiği ama genel doğrultu hep ileriye doğrudur.
Yani bu diktatörlükler yıkılacak, AKP’giller yıkılacak, dünyanın başhaydut devleti ABD Emperyalistleri yıkılacak ve biz de 1933 yılında Önderimiz Kıvılcımlı’nın Elazığ zindanında ortaya koyduğu çözümlemeyi bugünün şartlarındaki formülasyonuyla eninde sonunda hayata geçireceğiz. Yani iki milliyetten oluşan halkımızı, Türk ve Kürt milliyetinden oluşan halkımızı eninde sonunda yine kardeşleştireceğiz. Bin yıldır nasıl bir arada kardeşçe yaşamışsak, iç içe geçmişsek, yine onu sağlayacağız, yoldaşlar.
Bunun yolu ne?
İki milliyetin yani iki milletin gerçek anlamda eşit, özgür ve kardeşliğe dayanan bir çerçevede yan yana gelmesi ve birlik oluşturulması. Bunu da önderimiz koymuş biz de formüle ettik. Edirne’den Çin sınırına kadar Kürt Türk Halk Cumhuriyeti’ni, Sosyalist Cumhuriyeti mutlaka kuracağız, bunun önünde hiçbir şey duramaz. Ve bu öyle bir güç oluşturacak ki, eski Sovyetler Birliği bunun yanında daha zayıf kalacak. Çünkü o doğal coğrafyaya dayanmıyordu Mustafa Kemal’in dediği gibi. Bir anlamda zora dayanıyordu. Stalin’in milliyet meselesindeki şoven tutumuna dayanıyordu. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, yani Türkistan o zamanki adıyla, gönüllü olarak Sovyetler içinde yer almamıştı. Stalin’in zorlaması ve Kızıl Ordu’nun o bölgeleri zoraki olarak işgal etmesiyle o birlik içinde yer almışlardı ve bu doğal bir coğrafya değildi. Ama bizim kuracağımız birlik, doğal coğrafyaya dayanacak.
Türklerle Kürtler bin yıldır birlikteler hep söylediğimiz gibi. Malazgirt’te de bu ülkenin kapısını birlikte açtılar. 60 bin kişilik Alpaslan Ordusu’nun 10 bin kişisi Kürt savaşçılardan oluşuyordu. Ondan sonra hep beraber yan yana oldular bugüne kadar. Tarih boyunca yine beraber olacaklar.
Diğer Müslüman halklar Osmanlı’yı tek tek terk etti Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda biliyorsunuz ve Osmanlı’nın en güvendiği Arap Halkları sırtından vurmakla kalmadı, terk ettiler. En ağır ihaneti yaptılar yani emperyalistlerle yan yana oldular. Yani çöllerde İngiliz Emperyalizmine karşı, Fransız, İtalyan Emperyalistlerine karşı savaşan Osmanlı Ordusu’nu bile geceleri baskınlar yaparak arkadan vurdular ve çengel denilen eğri Arap bıçağıyla Mehmetçiklerin boğazlarını keserek bugün IŞİD’in yaptığı gibi katlettiler.
Ama Kürtler asla bu ihaneti yapmadı. Hem İngiliz Emperyalizminin bütün zorlamalarına rağmen, İngiliz ajanı Yüzbaşı Noel’in Kürt illerinde yaptığı bütün çalışmalarına rağmen, tek, iki küçük aşiret düzeyinden başka hiç kimseyi elde edemedi İngiliz Emperyalizmi ve diğer onların müttefiki emperyalistler. Ve Kürtler yan yana Kurtuluş Savaşı’mızda da, Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızda da bizimle birlikte savaştılar. Bu ülkeyi birlikte bağımsızlığına kavuşturduk, emperyalistleri birlikte kovduk. En sonunda yine biz kazanacağız ama ne yazık ki acılar çekilecek. Yani on binler, belki de yüz binler hayatını kaybedecek bu süreçte.
Emperyalistler için insan canının, insan kanının hiçbir önemi yok. Onlar için, onların gözünde, onların nezdinde bizim gibi mazlum ülkelerin halkları itlaf edilmesi gereken haşereler gibi görülür. Onların demokratlığı da, hukuku tanımaları da, insan haklarını savunuyor görülmeleri de büyük bir kandırmacadan ibaret. Hiçbir içtenliği yok. Adamlar sahte kanıtlarla gelip Irak’ı işgal ediyorlar, milyonlarca insan katlediyorlar, sonunda iddiaları boş çıkıyor. Hiçbir kitle imha silahı bulunmuyor.
Ne dedi başkanları, arkadaşlar, CIA başkanları, Genelkurmay başkanları?
Evet, kitle imha savaşı yokmuş ama olsun, Saddam diktatördü, onun diktatörlüğünü yıktık.
Yani hiçbir utanma yok, suçluluk duygusuna kapılma yok. İyi de milyonlarca insanı öldürdünüz… Yok, onun sorumluluğunu duymaları yok.
İşte Yugoslavya’da, hep söylemişizdir size, Yugoslavya Dışişleri Bakanıydı o zamanlar; “Amerika’nın bizi yönetmesine izin vermeyeceğiz” dedi. Ama yenildi. Çünkü onların askeri gücü karşısında duramadı Yugoslavya ve birlikte yüzlerce yıldır kardeşçe yaşayan halklar birbirine düşürüldü. En canlı kanıtı, daha önce de söyledim, eski Fenerbahçe Başkanı Ali Şen. Kardeşçe yaşıyorduk, diyor, biz. Sırplar, Hırvatlar, Arnavutlar, Türkler aramızda hiçbir sorun yoktu, diyor. Birlikte okullara gidiyorduk, mahallelerde, sokaklarda yan yana oyunlar oynuyorduk, diyor, çocukluğumuzda. Onların Hristiyan olması, bizim Müslüman olmamız hiçbir sorun teşkil etmiyordu, diyor. Ama ne zaman ki NATO geldi, Amerika geldi… Almanya başlattı (ilk başlatan tabiî Avrupa Emperyalistlerinin temsilcisi olarak Almanya’ydı oradaki iç karışıklıkları) ve onun sonucunda birbirimize düştük. Bugün artık hepimiz birbirimizi düşman gözüyle görüyoruz, diyor. Yani bu, Yugoslavya’nın, onun sosyalist sisteminin bir sonucu değil, diyor. Tersine o günlerde iyiydik, kardeştik ve Yugoslavya’nın parçalanmasında en büyük zararı biz Türkler gördük, diyor. Ve kökeni oralı olan bir Parababası söylüyor bunu. Türkiye’nin en önde gelen üç futbol kulübünden birinin başkanı söylüyor. En büyük zararı biz gördük, Türkler gördü, diyor. Çünkü Türklere hepsi düşman, şu anda diyor. Yani Arnavut’u da, Hırvat’ı da, Sırp’ı da Türklere düşman, diyor.
Niye?
Çünkü siz gidip NATO’yla birlikte uçaklarınızla bu ülkenin, Yugoslavya’nın topraklarını bombaladınız o halklar öldü.
Şu anda da ne yazık ki Arap Halkları da bize düşman oldu bu iktidar döneminde özellikle. Libya’da yüz bini geçti hayatını kaybeden Müslüman insan sayısı. Yine Suriye’de yarım milyona geliyor. Irak’ta milyonları geçti, toplam on milyon masum insan hayatını kaybetti. Ve bu Arap Halkları da bize, Türkiye’ye düşman.
Ama ne yazık ki bu olumsuz tablonun bir parça olumlu tarafı, Beşşar Esad Yönetiminin sağduyulu davranmasıdır. Türk Halkını asla düşman görmüyoruz, Türk Halkını dost görüyoruz. Bizim düşmanımız Tayyip Erdoğan iktidarıdır. Bize düşmanlık eden odur. Bize gerçekten de Türk Halkı çok dostane davrandı.
İşte Suriye olayları ilk başladığı gün ve sanıyorum iddialı olmaz Sait Yoldaş, Suriye Büyükelçiliğini ilk ziyaret eden bizim ekibimizdi. Partimizin yöneticileriydi.
Av. Sait Kıran Yoldaş: Gitmeden önce de Hoca’m. En son görüşen biziz. Yani Bizimle vedalaşıp ondan sonra gitti.
Nurullah Ankut Yoldaş: Büyükelçiyle, Büyükelçiliğin önünde birlikte açıklama yaptık. Sait Yoldaş, Metin Yoldaş, Adnan Yoldaş, değil mi?
Av. Sait Kıran Yoldaş: Evet.
Nurullah Ankut Yoldaş: Gitmeden önce de beraber görüştük. Sonraki süreçte de ilişkilerimiz devam etti. Ali Başkan, Nakliyat-İş Genel Başkanı Yoldaş’ımız, Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) Uluslararası Taşımacılık İşçileri Sendikası Enternasyonali’nin (TUİ’nin) Genel Başkanı. Bizim Yoldaş’ımız olduğu için Parababalarının satılmışlar medyası öne çıkarmıyor. Ama gerçek anlamda devrimci olan uluslararası bir sendikanın Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu Yoldaş’ımız. Başka bir sendikacı böyle bir genel başkanlığa ulaşamamıştır Türkiye’de. Hepsi yok sayıyor, görmezlikten geliyor.
Niye?
Çünkü Ali Başkan bizim Yoldaş’ımız ve ABD Emperyalistlerine, Avrupa Birliği Emperyalistlerine en cepheden karşı çıkıyor ve mücadele ediyor, savaşıyor onlarla ve onların Türkiye’deki yerli müttefikleriyle. O yüzden tıpkı Partimizi, mücadelemizi yok sayıp bizi susuş suikastıyla katletmek istemeleri gibi, Nakliyat-İş’in mücadelesini de yok sayıyorlar.
Bu Ali Başkan, Suriye’deki yurtsever, antiemperyalist, BAAS çizgisindeki işçi sendikacılarıyla ilişki içinde olduğu için davet edildi Suriye’ye bu olaylar sürecinde. Şam’da görüşmeler yaptı sendikacılarla ve devlet yöneticileriyle. Onlara da bizim Beşşar Esad yönetimini haklı ve meşru gördüğümüzü, antiemperyalist, antifeodal mücadelelerinde onların yanında olduğumuzu iletti. Suriye Halkını sonuna kadar emperyalist saldırganlara karşı savunacağımızı bildirdi. İşte bugün yargılandığımız dava da o sözümüzün ve anlayışımızın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Tabiî bundan da memnunuz. Asla şikâyetçi değiliz.
İşte şu anda İstanbul Çağlayan Adliyesinde de bir dava görülüyor, değil mi arkadaşlar?
Ama göreceksiniz medyada… O davada yargılanan Amerikan uşakları, bizzat Joe Biden’in kahramanı değil mi? Kahraman ilan etti… Mark Toner’ın kahramanı, Avrupa Birliği Emperyalist devletlerinin kahramanları. Yine övgüler düzülerek göklere çıkarılacak, ama bizim davamızdan asla tek satırla olsa söz edilmeyecek.
Çünkü ABD Emperyalistleri ne diyor?
Biz iktidarı da, muhalefeti de kendi içimizde yaparız. Ama siz bizim sistemimize, düzenimize karşı çıkıyorsunuz. Yani onları kahraman ilan ediyorlar, bizi de Joe Biden geldiğinde ne yaptı?
En büyük düşman ilan etti, değil mi?
ABD Büyükelçiliği böyle bir açıklama yayımladı Halkın Kurtuluş Partisi’ne karşı uzak durun.
Av. Sait Kıran Yoldaş: Eylem yapacaklar uzak durun
Nurullah Ankut Yoldaş: Eylem yapacaklar, elçilik görevlileri uzak dursun, diye. Yani ben onlara ABD Emperyalistlerinin Gusanoları, diyorum arkadaşlar. Ne yazık ki bizim sözde demokrat medya da onların gerçek kimliklerini göremiyor. Yazarlar, aydınlar da göremiyorlar onları içtenlikli sanıyorlar. Yoksa bunlar, “Ergenekon Davası” denen CIA operasyonunda, Pensilvanyalı İblis’in sözde hukukçularıyla beraber el ele verdiler, yazarçizerleriyle beraber el ele verip Ergenekon avcılığı yaptılar, Ergenekoncu avcılığı yaptılar, arkadaşlar değil mi?
Biri zaten Taraf’ın yani Yasemin Çongar, Ahmet Altan yönetimindeki Taraf’ın çalışanıydı. Öbürü de meşrebi gereğince ikili oynayarak (belirleyici karakteristiği ikili oynamak) yandan çarklı sinsice, bu CIA operasyonuna destek veriyordu. “Eskiden darbeciler bunları içeri atıyordu, şimdi darbeciler içeride.”, bugünkü gibi hatırlarım, bir yazısında “O gün içeri atılanlar bunları yargılıyor.” diye yazılar yazıyordu.
O zaman bunların Mehmet Baransu’lardan, Ekrem Dumanlı’lardan ne farkı var?
Başka bir kulvarda bunlar da CIA’ya, ABD’ye aynı şekilde hizmet ediyorlar. Ama işte bu özelliği, işin bu yönünü görmek için devrimci siyasi bilinç gerekir. Biz bunların sisteminin tümüne karşıyız. Bugün Cumhuriyet, eski Taraf’ın, Radikal İki’nin aynı yerini almıştır. Hiçbir farkı yoktur. Onların ipliği pazara çıkmıştır, görevlerini tamamlamışlardır. Ki zaten öyle diyorlar; bir misyonu vardı onu tamamladı, diyorlar. Şimdi yeni misyon bunlara verildi, Cumhuriyet’e verildi. Bunlar da misyon gazetecisi…
Ama biz bundan da şikâyetçi değiliz. Amerikancı satılmışlar medyasının ekranları, sayfaları bizi vermesin, o ekranlarda, o sayfalarda bizim suretlerimiz görünerek, adlarımız yazılarak kirletilmesin, yoldaşlar. Önderimize de 50 sene böyle davranıldı. Ne büyük onur ki, bize de aynı şekilde davranılıyor.
Çünkü bir düşmana karşı siz gerçek anlamda savaşıyorsanız, mücadele ediyorsanız o size düşmanlığını gösterecek. Bütün imkânlarıyla gösterecek, gösteriyor.
İşte biz gerçek anlamda amacımıza ulaştığımız zaman; ülkemizden de, Ortadoğu’dan da emperyalistleri söküp atacağız. Asya’dan da söküp atacağız. Ve dünya halklarının, bu insan soyunun başdüşmanı emperyalist iki bloku yenmelerinde çok önemli rol oynayacağız, büyük katkı sunacağız bu haklı mücadeleye, bu devrimci mücadeleye. Emperyalist Tarihçiler teslim ediyorlar ya; iki bin yıldır Tarihin her yerinde Türkler vardı, onları görmezlikten gelemeyiz, diyorlar. Bundan sonraki Tarihte de; insanlığın bu sosyal, en son sosyal hayvanlık konağından kurtulup gerçek insanlık konağına sıçrayacağı süreci oluşturan Tarih bölümünde de Türkler ve Kürtler, Tarihin belirleyici unsurları olacaklar, aktörleri olacaklar, Tarih yapıcıları olacaklar. Bundan adımız gibi eminiz.
Davamıza gelirsek… Bu önemsiz, yani bizim için çerez, arkadaşlar. Daha önce de söyledik, bizi cezalandırabilirler, içeri atabilirler. İşkence ettiler bize, sayısız işkencelere uğrattılar. İşte söyledik bıyıklarımızı demetiyle söküp, yolup önümüze attılar. Ama bizi asla ne korkutabilirler, ne sindirebilirler, ne geri adım attırabilirler. Sonunda mutlaka başaracağız. Bu dava süreci hareketimiz açısından büyük kazanımlar getirdi bize. Ve biz onları yargıladık dikkat ederseniz. Yoldaşlarımız zaten yargılamanın tüm aşamalarını kitaplaştırmak için çalışıyorlar ve kararı bekliyorlardı, kısa süre sonra yazılı, sözlü savunmalarımızın tamamı da yayımlanmış olacak. Ve orada gerçekten insan vicdanı ve insani, siyasi ahlâk taşıyan herkes, bizim onları kesinkes yargılayıp mahkûm ettiğimizi, matematiksel bir kesinlikle onları mahkûm ettiğimizi görecek.
Yoksa onların cezasının ne önemi var bizim için… Orada da söyledik; bu bizim için şereftir.
Hani ozanlarımız, şairlerimiz der ya:
“Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
“Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir” (Edip Cansever)
Herkes insan doğar ama herkes insan olarak ölemez.
Bir hayatı insan olarak tamamlamak kolay değil. İnsan olabilmek için her aşamasında insanlığın hakkını vereceksin, her yönde, her olayda aslında, arkadaşlar.
Che nasıl tanımlıyordu bunu?
Hani biri kendisine yazıyor İspanya’dan, bir kadın mektup yazıyor. Guevara soyadlı bir kadın, diyor ki Che’ye, daha önce de anlatmıştım size, hatırlatma babında söylüyorum:
“Atalarınız acaba İspanya’nın hangi bölgesinden geldiler. Benim soyadım da Guevara da yani bir akrabalığımız olabilir mi kökenlerimizde?” diye.
Che’nin verdiği yanıt aynen şu:
“Atalarımın İspanya’nın hangi bölgesinden geldiklerini bilmiyorum ama dünyanın herhangi bir bölgesinde emperyalistlerin yaptığı bir haksızlık karşısında öfkeden tir tir titreyebiliyorsanız o zaman yoldaşız demektir ki, bu hepsinden önemlidir”, diyor. Her şeyden önemlidir, diyor.
İşte insan olabilmek bu, arkadaşlar. Öncelikle ülkemizde ve sonra da dünyanın herhangi bir bölgesinde bu insan soyunun başdüşmanlarının yaptığı bir haksızlığa karşı öfkeden tir tir titreyebiliyorsak o oranda insanlığımızın hakkını veriyoruzdur. İşte biz bugün yargıca da bunu söyledik kararından sonra:
Bu bizim için onurdur, dedik. Bu arkadaşlarımıza, bizden sonra evlatlarımıza ve torunlarımıza ve sonra manevi oğullarımıza ve kızlarımıza bırakabileceğimiz şerefli bir mirastır bu, dedik. Bu verdiğiniz karar, bu aldığımız ceza, dedik. Gerçekten de öyle. Çünkü en sonunda mutlaka biz kazanacağız. Doğru, haklı ve meşru biziz çünkü, yoldaşlar.
Halkız Haklıyız Yeneceğiz!
(Alkışlar…)
Av. Sait Kıran Yoldaş: Evet Hoca’mıza teşekkür ederiz biz de.
Nurullah Ankut Yoldaş: Bilmukabele.
Av. Sait Kıran Yoldaş: Söz almak isteyen. Soru ya da duygularını, paylaşmak isteyen, düşüncelerini paylaşmak isteyen?..
Bir dinleyici: Ben bir şey sorabilir miyim?
Av. Sait Kıran Yoldaş: Buyurun.
Dinleyici: Şimdi bu İstanbul’da yargılanan iki tane gazeteci, bir taraftan Amerika onları destekliyor, bir taraftan Tayyip onlara düşman. Burada ben bir çelişki görüyorum. Nasıl yorumlarsınız? Ben bunu anlamakta zorlanıyorum. Acaba?..
Nurullah Ankut Yoldaş: Şimdi biraz önce de kısaca söyledim ya, Amerika hem iktidarı, hem muhalefeti kendisi yapmak istiyor. Yani oynanan bir tiyatro bu, bir oyun yani. Bir oyunda hani iyiler olur, kötüler olur ve bunlar birbiriyle mücadele eder ve sonunda oyun oluşur, bir sonuca varılır. ABD de böyle bir oyun içinde, oyun oynuyor yani. Mesela Mehmet Baransu da bunlara karşı mücadele ediyor. Ekrem Dumanlı da… Yani Fethullah’ın medyası da bunlara karşı mücadele ediyor, değil mi?
Ama o da Amerika’da, o da Amerikancı. Tayyip’de Amerikancı. Yani oyunun gereği böyle. Hep iyiler olursa bir oyun olmaz, hep kötüler olursa yine oyun olmaz.
Bir dinleyici: Boşluğunu dolduruyor yani.
Nurullah Ankut Yoldaş: Boşluğunu dolduruyor. Hani, İlhami Yoldaş daha iyi hatırlarsın, ne diyordu bir CIA ajanı? Türkiye’ye daha çok (Graham Fuller mi diyordu?), daha çok sol lazım, sol gerek, diyordu. İşte bunlar, daha önce söylemiştim de, yaşlılık…
İlhami Yoldaş: Graham Fuller.
Nurullah Ankut Yoldaş: Graham Fuller, evet. Türkiye’ye daha çok sol gerekir, diyordu. Aktardık. İşte bunlar, o gereğin icabı ortaya çıkan misyon gazetecileridir, yoldaşlar. Amerika, solculuğu da kendisi oynamak ister. Gerçek solu gölgede bırakmak, maskelemek için, onun önüne engeller çıkarmak, set oluşturabilmek için solu da kendi imkânlarıyla, kendi adamlarının oynamasını ister. Hani bunlar bir zaman, bizim Sevrci Soytarı Sahte Sol dediğimiz solu “özgürlük savaşçıları” olarak ilan etmişti.
İlhami Danacı: “Umut kaynağı”.
Nurullah Ankut: “Umut Kaynağı” olarak ilan etmişti hatırlarsınız.
Av. Pınar Akbina Yoldaş: Hrant Dink cenazesinde.
Nurullah Ankut Yoldaş: Yani şimdi bunlar da “umut kaynağı” ABD’nin. Güya birbirleriyle mücadele ediyorlar. Bu göstermelik tabiî… Yoksa Cumhuriyet, Cumhuriyet olmaktan çoktan çıktı. Mesele bu, arkadaşlar.
Av. Sait Kıran Yoldaş: Evet, arkadaşlar. Var mı başka? Yoksa sizi fazla yormayalım.
Av. Ali Serdar Çıngı Yoldaş: Ben bir bilgiyi paylaşayım yoldaşlarla. Hani Genel Başkan’ımızın, Hoca’mızın çok net söylediği gibi, halkımız nezdinde bu dava kazanılmış davadır, beraat çoktan verilmiştir. Tayyipgiller’e de hüküm kesilmiştir.
Şimdi düz baktığımız zaman, polis bu düzenin koruyucu güçlerinden biridir. Ben, Hakim karar verebilmek için bizi salondan 10 dakikalığına çıkardığında, oradaki resmi devlet görevlisi var biliyorsunuz, dedim ki; “Sen bilirsin, sence karar nedir?” Bir tereddüt etti o memur, ben Avukatım tabiî. Ya bilirsin, senin deneyimin çok fazla, çekinme, dedim. “Suç ve suçlu yok ki.”, dedi. “Suç ve suçlu yok.”, dedi.
Bunu kim dedi?
Bunu adliyede görevli bir devlet memuru dedi. Yani aslında başka bir şey anlatmaya hiç gerek kalmadı, arkadaşlar. Yani asıl beraat, bu düzenin bir anlamda görevlisi, ama yüreğinde sevgi taşıdığı belli, doğruları tarafsızca gördüğü belli olan biri bunu söyleyebildi. İşte bizim için en büyük kanıtlardan bir tanesi de budur. Paylaşmak istedim.
Av. Sait Kıran Yoldaş: Hâkim de sözde solcu biliniyor.
Bir Dinleyici: Yani yargı, sistemin kolluk kuvvetine soyunmuş durumda. Yargı o görevi yapıyor.
Av. Sait Kıran Yoldaş: Bu yargıç da solcu biliniyor. YARSAV’ın kurucularından değil mi Ömer Bey?
Ömer Faruk Eminağaoğlu: Maalesef geldiğimiz nokta…
Av. Sait Kıran Yoldaş: Dost görünüp düşmanlık yapan…
Av. Ali Serdar Çıngı Yoldaş: Hani Gezi İsyanı’mızdaki slogan devam ediyor:
Bu daha başlangıç mücadeleye devam!
Nurullah Ankut Yoldaş: Bu vesileyle… Biraz önce de Ömer Faruk Bey’le konuşurken söylemiştim. Sizlere daha önce hep, bizim üç vatanımız var, diyoruz değil mi yoldaşlar? Tek vatan değil.
Birincisi; bize kan veren, kas veren, beden veren bu coğrafya bizim vatanımız.
İkincisi; bizim düşünce dünyamızın içinde yaşadığı dilimiz, dil olmadan düşünce olmaz. İkinci vatanımızda dilimiz, ana dilimiz, arkadaşlar.
Üçüncü vatanımız ne demiştik?
Cesaretimiz. Çünkü bu cesaret vatanına sahip değilsek, diğer iki vatanı da koruyamayız. Onurumuzu da koruyamayız, insan onurumuzu da koruyamayız. O yüzden cesaret de bir vatandır bizim için demiştik.
İşte Ömer Faruk Bey de tekrar tekrar belirtti, güya sosyal demokrat geçinir dedi bu yargıç da. Ama cesaret vatanına sahip olamadığı için hem insani onurunu koruyamadı, hem de mesleki onurunu koruyamadı.
Bilmiyor mu?
Adı gibi biliyor bu da.
Polisin bildiğini bu 40 senelik yargıç bilmiyor mu?
Adı gibi biliyor. Ama o vatana sahip olmadığı için onurunu koruyamadı. Yani aslında onun adına üzülmek lazım. İnsan olarak onun adına üzülmek lazım.
Halil Arabulan Yoldaş: Acımak lazım.
Nurullah Ankut: Acımak lazım…
Ömer Faruk Eminağaoğlu: Sistem, yargı kendini mahkûm ediyor. Sistem ne olduğunu ortaya koyuyor. İşte gerçekten faşizm olduğunu gösteriyor, yargı kararını böyle yorumlamak lazım. Yaşananın bir faşizm olduğuna delildir. Yargının verdiği hüküm budur. Aslında mücadelenin ne derece haklı olduğunu ortaya koyan, ne derece gerekli olduğunu ortaya koyan bir karar. Başka türlü okumak mümkün değil.
Bir Dinleyici: Çok iyi bir kopuş savunması oldu değil mi Hoca’m?
Av. Pınar Akbina Yoldaş: Evet.
(Gülüşmeler…)
Nurullah Ankut Yoldaş: Ona, hukuku meslek edinmiş ve o konuda akademik eğitim almış deneyimli yoldaşlar karar verir.
Aynı Dinleyici: Yine de teşekkür etmeliyiz aslında. Ömer Faruk Bey’e de teşekkür etmeliyiz. Gösterdiği emeğine, yüreğine, cesaretine…
Nurullah Ankut Yoldaş: Bilmukabele. Ben de sizlere, hepinize teşekkür ederim. Ömer Faruk Bey’e de gösterdiği ilgiden, yakınlıktan, dayanışmadan ve çok değerli savunmalarından dolayı teşekkür ettik tekrar tekrar. Bir kez daha teşekkür ederiz. Sağ olsun.
Ömer Faruk Eminağaoğlu: Estağfurullah. Hepimizin topyekûn mücadelesi. Aynı şeyi amaçlıyoruz ve bu yolda yürüyoruz.
Nurullah Ankut Yoldaş: Tabiî, tabiî.
(Alkışlar…)
Nurullah Ankut Yoldaş: Siz yoldaşlarıma da emeğinize, yüreğinize sağlık diyorum, en içten sevgi ve selamlarımı iletiyorum, gösterdiğiniz bu çabadan, harcadığınız emeğinizden dolayı, yoldaşlar.
Av. Pınar Akbina Yoldaş: Bizim için bir onurdu.
(Alkışlar…)
Halil Arabulan: Sait Başkan, sonuç olarak: Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
Ömer Faruk Eminağaoğlu: Halkın kendi hukukuna sahip çıkma mücadelesi, diyoruz. Başka bir anlamı yoktur.