Site rengi

Tasarım

Denizden mikroplastik çıkıyor, onu da yiyoruz

09.11.2022
467
A+
A-

1 Eylül’de balık avı sezonu açıldı. Havaların da soğumasıyla başta palamut olmak üzere balıklar sofralardaki yerini almaya başladı. Gıda fiyatlarındaki durmak bilmeyen artış yüzünden palamut balığının en bol olduğu dönemde dahi tane fiyatı 40 TL’nin altında değil. Yani sofralardaki yerini aldı, diyoruz ama bu fiyatlarla halkımızın sofralarını süslemesi zor.

Gazetemizin bu sayısındaki yazımızın konusu, özellikle deniz canlılarında korkutan boyutlara ulaşan mikroplastikler. Ama gıda fiyatlarındaki artıştan söz etmeden geçmek ne mümkün…

Birkaç gün öncenin Cumhuriyet Gazetesi’nde bir haber yayımlandı. Karadeniz’de yapılan bir çalışmada 2 milimetreden küçük deniz canlısında mikroplastik tespit edilmiş. 5 mm’den daha küçük olan ve çoğunlukla petrol türevli olup suda çözünmeyen, düzgün şekilli veya şekilsiz parçacıklar “mikroplastik” olarak adlandırılıyor.

Mikroplastik kirliliği üzerine yapılan araştırmada; Karadeniz’de kilometrekarede 1 milyonun üzerinde mikroplastik olduğu ve aralarında hamsi, palamut, mezgit, barbun ve istavrit gibi 12 balık türünde mikroplastik bulunduğu tespit edildi. Asıl şaşırtıcı olansa, mikroplastiklerin 2 milimetreden küçük zooplankton türü ‘kopepod’ isimli deniz canlısında da görülmesi oldu. Bu durum mikroplastiklerin besin zincirinin son halkasına kadar ulaştığını gösterdi.

Araştırma grubunun ekip lideri ve Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ülgen Aytan, Türkiye denizlerinde hamsinin beslendiği milimetrik boyutlardaki ‘kopepod’ isimli zooplanktonların da mikroplastik tükettiğini ilk kez tespit ettiklerini söyledi. Aytan, “Hem hamsiyi hem de beslendiği avını araştırdık ve sonucu bilim dünyasıyla paylaştık. Benzer çalışmalar şu ana kadar sadece Pasifik Okyanusu’nda yapılmıştı. Karadeniz’deki çalışmayla plastik kirliliğinin başka bir boyutunu da gözler önüne serdik. Düşündüğümüzün çok daha ötesinde sonuçlar ortaya çıktı. Bu durum, mikroplastik kirliliğinin vardığı korkutucu boyutları ortaya koyuyor. Boyutları küçüldükçe bunları yememe şansı kalmayacak, hamsinin maalesef mikroplastiklerden kaçışı yok. Hamsi, Karadeniz’deki yüksek mikroplastiğe hem suyu filtre etme yoluyla hem de mikroplastik tüketen avı yoluyla maruz kalıyor. Bu da besin zinciri içerisinde insana kadar ulaşıyor. Karadeniz’e yolladığımız plastikler bu canlılar aracılığıyla tekrar soframıza ulaşıyorlar” diyor.” (Cumhuriyet, 01.11.2022)

Plastikler hayatımızın her alanında var. Cam, çelik vb. daha sağlıklı ürünlerin yerini, hafifliği ve sağlamlığı dolayısıyla plastik ürünler almış durumda. Hele bir de tek kullanımlık çatal, kaşık, pipet vb. plastikleri düşündüğümüzde müthiş bir plastik üretimi ve tüketimi var.

Dünyada yıllık 380-400 milyon ton civarında plastik üretimi yapılıyor, bunların yaklaşık beşte biri geri dönüştürülüyor. Geri kalanı atılıyor. Bu yüzden dünyada sürekli plastik kirliliği söz konusu.

Atılan plastikler özellikle deniz ve okyanuslarda biriktiği için balıklar ve diğer deniz canlıları bunları besin sanıp yutuyorlar. Bu plastikler de deniz canlılarının ve balıkların vücudunda birikiyor. Buradan da onları tüketen insanların vücuduna giriyor.

Mikroplastikler sadece denizde ve deniz canlılarında bulunmuyor. Yine 28 Ekim tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan bir başka araştırmaya bakalım.

“Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Kimya Metalurji Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatih Törnük, kağıt bardaklardaki mikroplastik varlığı üzerine yaptıkları araştırma sonucunda, 350 mililitre bir kağıt bardaktan yaklaşık 850 mikroplastik parçacığının içeceğe geçtiğini tespit ettiklerini bildirdi.”

Kâğıt sandığımız bardaklarda genellikle yüzde 90 kağıt, yüzde 10 oranında plastik kullanılıyor. Kâğıt sıvıyı geçirdiği için bardağın iç kısmı çok ince bir plastikle kaplanıyor.

Daha önce Hollanda’da yapılan ve sonucu 2022 Mart ayında açıklanan bir başka araştırmada, ilk kez insan kanında mikroplastik tespit edildi.

Bir başka çarpıcı araştırma anne sütünde mikroplastik tespit edildiğini ortaya koydu. İtalya’nın başkenti Roma’da doğum yaptıktan bir hafta sonra 34 sağlıklı anneden alınan anne sütü örneklerinin yüzde 75’inde mikroplastik bulunduğu aktarıldı.

Fransa’da yapılan bir araştırmaya göre, şişelenmiş suların yüzde 78’inin mikroplastik içerdiği belirlendi. Fransa’da her bir çocuğun yılda ortalama 131 litre su tükettiği bildirilmiş. Bu sulardan içen her bir çocuğun yılda ortalama 16 bin mikroplastik yuttuğu sonucuna varılmış. Üstelik bu şişeler güneş altında beklediğinde yani sıcağa maruz kaldığında mikroplastik ortaya çıkma oranının artacağı bildiriliyor. Bu şişelerin tekrar tekrar kullanılması da bu oranı arttırıyor.

Doç. Dr. Törnük, mikroplastiklerin solunum, derideki gözenekler veya tüketilen gıdalar aracılığıyla insan vücuduna girebildiğine dikkat çekiyor. Ayrıca mikroplastiklerle birlikte özellikle kurşun, kadmiyum gibi ağır metallerin ve plastik üretiminde kullanılan monomerler ve diğer katkı maddelerinin de vücudumuza girebileceğini vurguluyor.

Yukarıda sıraladığımız araştırma sonuçlarından da gördüğümüz gibi, mikroplastikler her yerde; denizde, yiyeceklerimizde, suyumuzda, kanımızda hatta anne sütünde ve gözümüzden sakındığımız bebeklerimizde.

İşte bu yüzden plastik şişelerin de, hijyenik olsun diye özellikle pandemi döneminde daha da artan ve ayrı ayrı paketlenmiş tek kullanımlık tüm plastiklerin de, plastik poşetlerin de yasaklanması gerekiyor.

Elbette kişicil olarak daha çok cam, çelik vb. malzemeler kullanarak vücudumuza alacağımız mikroplastik miktarını azaltabiliriz.

Ama yukarıda da söylediğimiz gibi, solunum yoluyla, derimizdeki gözeneklerle, deniz ürünleriyle vb. sürekli bir risk altındayız. Bunun için gerçek çözüm ancak kamusal, toplumsal bir çözümle mümkün olabilir. Yani plastik kullanımının bilinçli olarak ülke ve dünya genelinde azaltılması, sonunda mümkün olan en az miktara düşürülmesi sağlanmalı.

Plastik kirliliğinin önüne geçilmeli. Avrupa’nın çöpünü ithal ederek, toprağımızın, havamızın, suyumuzun kirletilmesine izin verilmemeli. Plastik şişe vb. ambalajlarda depozito uygulamasına geçilerek bu malzemelerin çöpe, doğaya atılmak yerine geri dönüştürülmesi sağlanmalı. Halkımıza anaokulundan başlayarak, okullarda, işyerlerinde doğaya karşı sorumluluklarımızla, çevre bilinci vb. konularda eğitimler verilmeli.

Ancak ne yazık ki, ülkemizin başına bela olan AKP’giller gibi gelmiş geçmiş en hain iktidar döneminde bunların olması ne mümkün. Bu yüzden önce çok derdin yaratıcısı AKP’giller’den kurtulmak, ardından bunların doğamıza, denizlerimize yaptığı tahribatı onarmak gerekiyor.

Dünyamızın, denizlerimizin, göllerimizin, nehirlerimizin, havamızın, toprağımızın asıl kirleticileri, AKP’giller’i iktidara taşıyan ve orada tutmaya devam eden, dünya halklarının başdüşmanı ABD Emperyalistleri ve AB Emperyalistlerdir.

Hayata gözlerini yeni açmış bebeklerimizin ana sütüne bile plastik karıştıran bu emperyalistler hem dünya halklarına hem de bu güzel dünyamıza yaptıkları ihanetlerin hesabını verecek. Bunların Nürnberg benzeri mahkemelerde yargılanması gerekir, elbet o günler de gelecek.