“Dünya İşçi Sınıfının ve Dünya İnsanlığının kurtuluşu da Yeni Ekim Devrimleri yaratmaktan geçiyor!”
Halkın Kurtuluş Partisi, İşçi düşmamı AKP’giller’in Kıdem Tazminatına yönelik saldırılarını teşhir etmek için Dünya Sendikalar Federasyonu Başkanlık Kurulu Üyesi, TUI Transport Genel Sekreteri ve DİSK/Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun konuk olduğu bir canlı yayın gerçekleştirdi. HKP MYK Üyesi Yusuf Gencer’in yönettiği programın metin çözümlemesini aynen yayımlıyoruz
Yusuf Gencer: Sevgi ve saygıdeğer izleyicilerimiz,
Halkın Kurtuluş Partisi adına hepinize iyi akşamlar diliyorum. Bu akşamki canlı yayınımızın konusu bildiğiniz gibi İşçi Sınıfını yakından ilgilendiren Kıdem Tazminatının ortadan kaldırılması.
Konuğumuz; DİSK Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı, aynı zamanda Dünya Sendikalar Federasyonu Başkanlık Kurulu Üyesi, Dünya Sendikalar Federasyonu’na bağlı Taşımacılık İşçileri Enternasyonali Genel Sekreteri ve bir zamanlar da DİSK’in Örgütlenme Daire Başkanlığını yapmış Ali Rıza Küçükosmanoğlu. Başkan hoş geldiniz programımıza.
Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Hoş bulduk.
Yusuf Gencer: Şimdi ben size söz vermeden önce, yine sizin sendikanızın önderliğinde yürütülen, 700 gündür süren Muğla Tüvtürk Direnişi’ni selamlıyorum. Yine Şanlıurfa Kolçak Tüvtürk Direnişi 602 gündür devam ediyor, Samsun Çorum Ambar Grevi 174 gündür devam ediyor. Uzel Makine İşçileri 12 buçuk yıldır, son bir buçuk yılı Nakliyat-İş Sendikası önderliğinde olmak üzere Kıdem Tazminatı mücadelesine devam ediyor. Real İşçileri 36 aydır mücadele ediyor, Makro İşçileri 18 aydır mücadele ediyor. Muğla Çınartaş İşçileri 57 gündür Direnişteler, Kastamonu Reysaş Tüvtürk İşçileri 229 gündür direniyor. Bunların hepsi Nakliyat-İş Sendikamızın önderliğinde yürütülen direnişler ve grevler. Buradan Halkın Kurtuluş Partisi adına bu Direnişleri ve Grevleri en içten dileklerimizle selamlıyoruz ve desteklediğimizi bir kez daha açıklıyoruz.
Evet, konumuz Kıdem Tazminatına yapılan saldırılar. İşçi Sınıfı mücadelesi açısından zaman zaman karşımıza getirilen bir uygulama bu. Kıdem Tazminatımız 84 yıl önce yani 1936’da elde edilen bir kazanım. O zamanlar 15 günlük uygulanıyormuş, 1936 yılında.
Daha sonra zaman zaman değişiklik olmuş yasalarda, beş yıl çalıştıktan sonra tam yıl ödenmeye başlamış 15 gün. Daha sonra 1967 yılında yeni çıkarılan 931 nolu yasayla, üç yıldan sonra 15 günlük ödenmeye, her tam bir yıl için 15 gün ödenmeye başlanmış.
Tabiî bir süre sonra, sınıf mücadelesi yükseldikçe de yasalar değişmiş. Bir dönem 30 gün olarak ödenmeye başlanmış. Ancak tabiî zaman zaman bunlarla ilgili kısıtlamalar gelmiş. Örneğin; 1974 yılında; “kıdem tazminat tavanı asgari ücretin yedi buçuk katını geçemez”, diye bir sınırlama getirilmek istenmiş. O zaman Anayasa Mahkemesi bunu reddetmiş. Yani sınırlama getirilemez demiş.
Tâ o zamanlarda bile böyle saldırılar başlamış.
Neden bu sınırlama getirilmek istenmiş?
Başkan siz daha iyi bilirsiniz. 1980 öncesi sendikal hareket yükseldiği zaman Kıdem Tazminatı tavanı olmadığı için toplusözleşmelerde işçilerin Kıdem Tazminatları yüksek olurdu. İkramiyeler de öyle. İkramiyeler de kısıtlandı, bunlara hep tavan getirildi. Tavan olmadan önce toplusözleşmeyle o yasal sınırlar asgari sınırlardı, onların üzerine çıkılabiliyordu.
Ve 12 Eylül Faşist Darbesi Kıdem Tazminatı tavanını getirdi. Bundan sonra en yüksek dereceden emekli olacak memurun emekli ikramiyesi neyse onun karşılığı olacak, dendi. O tavanı geçemez dendi, hatta ceza bile getirdiler bunu aşanlar için, öyle bir uygulama bile getirmişlerdi.
İktidarlar değiştikçe Kıdem Tazminatı her zaman gündeme gelir, kaldırılması için de Parababaları sürekli bastırırlar iktidarlara. Ama İşçi Sınıfının direngenliği, o anki mücadelesi zaman zaman geri adım attırdı. AKP iktidarında birkaç kere gündeme geldi, en son yeniden bunu gündeme getirdiler, bunun üzerine yeniden yükselmeye başladı sesler.
Evet, yani bu Kıdem Tazminatı nedir? Niye her zaman gündeme getiriliyor, Başkan? Buyurun söz sizde.
Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Ben bir kez daha bizi izleyen işçileri, emekçileri, Kurtuluş Partilileri sevgi ve saygıyla selamlamak istiyorum.
Bugün Kıdem Tazminatının gaspına yönelik yasa tasarıları tekrar gündemde, bunlar konuşuluyor, tartışılıyor. Öncelikli olarak Kıdem Tazminatı İşçi Sınıfı açısından ne anlam ifade ediyor? Kıdem Tazminatı nedir işçiler açısından? Onu bir değerlendirmekte yarar var.
1475 sayılı yasanın 14’üncü maddesi hâlâ yürürlükte. Yasanın diğer maddeleri kaldırıldı, 1475 sayılı yasa eski İş Kanunudur. Daha sonra 2003 yılında 4857 sayılı bir İş Kanunu çıktı ama Kıdem Tazminatı ili ilgili düzenleme eski iş kanunun 14’üncü maddesindeki şekliyle yürürlüğünü devam ettiriyor.
Biraz önce sizin de ifade ettiğiniz gibi, Türkiye’de Kıdem Tazminatının 1936 yılından beri gelişen bir süreci var, belli bir aşamaya gelmiş. Kıdem Tazminatı mevcut yasal düzenlemeye göre, en az, süresi belirli olmayan hizmet aktiyle çalışan işyerlerindeki işçilerin bir yıl çalışmalarının karşılığı olarak, 30 günlük ücreti tutarında, (sadece ücret değil, ücret artı sosyal haklar, ayni ve parayla ölçülebilen diğer giydirilmiş sosyal tüm haklarının dâhil olduğu bir hesaplama yöntemiyle) her yıl için 30 günlük ücret tutarında işçilere ödenen bir tazminat.
Bu tazminat hangi koşullarda alınıyor?
Mevcut yasada bu tanımlanmış:
İşçi emekli olduğunda alıyor bunu, vefat ettiğinde alıyor. Vefat ettiğinde eş ve çocukları, mirasçıları, varisleri alıyor. Kadın işçi evlendiğinde bir yıl içerisinde başvurmuşsa Kıdem Tazminatı alma hakkı var. Erkek işçiler askere giderken Kıdem Tazminatı alabiliyorlar. İşyeri kapandığında işçiler çalıştığı yıla göre Kıdem Tazminatı alabiliyorlar.
Yine işverenin haksız bir biçimde işçiyi işten çıkarması durumunda, tensikat durumunda (bu tür durumlarda da) işçiler Kıdem Tazminatı almaya hak kazanıyorlar. İşçiler sağlık nedeninden dolayı çalışamaz duruma geldiklerinde tek taraflı olarak fesih ettiklerinde yine Kıdem Tazminatı alabiliyorlar. İşverenin, işçiyi sağlık nedeniyle çıkarttığında, işçiye Kıdem Tazminatı ödeme sorumluluğu var.
En son çıkan bir yasal düzenlemeyle de 1999 Eylül ayında eğer sigortası devam ediyorsa ve 3600 gün prim ödenmesi şartını yerine getirebiliyorsa Kıdem Tazminatı alma hakkına kavuşuyorlar işçiler. Bu durumlarda Kıdem Tazminatı alma hakları var.
Her yıl için 30 gün üzerinden, giydirilmiş ücret üzerinden yapılıyor, biraz önce de ifade ettiğim gibi. En az bir yıldır çalışıyor olması gerekiyor. Geçmişte ilk 1936 yılında yapılan düzenlemede en az beş yıl çalışma şartı vardı ama süreç içerisinde bu, değişikliğe uğrayarak, gelişerek bu hak, günümüzde en az bir yıl çalışmış olma şartına dönüştü yasal düzenlemeyle. Bir yılı aşan süreler çalıştığı süreye göre, kıstelyevm esasına göre işçiler bunun üzerinden Kıdem Tazminatı alma hakkına sahipler.
Kıdem Tazminatı aslında şu değil. Kıdem Tazminatı işçilere işveren tarafından verilen fazladan bir para değil. Yani Kıdem Tazminatının o yönünü de görmek, değerlendirmek gerekiyor. İşçilere verilen bir avanta para da değil. İşçilere verilen, fazladan verilen bir ikramiye de değil.
Çünkü Kıdem Tazminatının esası, aslında ücretin bir parçası olması. Yani bu değişik şekillerde ifade edilebiliyor. İşte bir ifadeye göre her yıl sadece ücreti baz aldığımızda 13’üncü maaş olarak değerlendirilebilir. Yine her yıl 30 gün üzerinden verildiği için, yıllık toplam ücretin yüzde 8.3’üne denk geliyor. Ama sosyal haklarla beraber değerlendirdiğimizde bu oran daha da yüksek olarak karşımıza çıkıyor.
Zaten içinde yaşadığımız kapitalizm, hepimizin bildiği gibi artıdeğer sömürüsüne dayanıyor. Biraz önce de ifade ettim yani bir işverenin işçiye verdiği avantadan bir para değil bu para. Çünkü tersine tüm işverenler, içinde yaşadığımız bu kapitalist düzende, aslında işin esasında işçilere her zaman borçlular.
Çünkü işçi işverene neyini satıyor?
İşgücünü satıyor. İşgücünü satmasının karşılığı olarak bir ücret alıyor. Bu asgari ücret de olabilir, toplu iş sözleşmesiyle, sendikalıysa işçi, bu ücret biraz daha yüksek de olabiliyor. Vasıflıysa ona göre artabiliyor, işçinin çalıştığı yere göre. Artıdeğer dediğimiz de şey ödenmemiş emektir.
Bazı sektörlerden örnek vereyim:
Bazı sektörlerde işçi günlük çalışma süresinin yarım saatini bile bulmayan bir sürede zaten işgücünün karşılığını yani almış olduğu günlük ücretin karşılığını hak ediyor. Hatta bazen günün 15-20 dakikası içinde kendi ücretini hak ediyorken geri kalan süreyi işverenlere, kapitalistlere, patronlara çalışıyor. Yani o bakımdan toplumda zaman zaman sanki Kıdem Tazminatı böyle fazladan işçilere ödenen bir paraymış gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bunun kesinlikle gerçeklikle bir alakası yok. Dediğim gibi, bu düzende zaten patronlar ve kapitalistler, Parababaları her zaman işçilere borçlular. Çünkü işçilere ödediği ücret, sadece bir anlaşmayla belirlenen, güya işgücünün karşılığı olan bir ücrettir. Yaratmış olduğu değerin büyük çoğunluğuna yani artıdeğere işverenler tarafından, kapitalistler tarafından el konulan bir paylaşım var ortada. O bakımdan bunu da bu yönüyle değerlendirmek gerekiyor. Çünkü Kıdem Tazminatının bir esası budur.
Bir diğer yön de şudur: Tarihsel olarak, içinde yaşadığımız olayları, gelişmeleri, tüm insanlığın sınıf mücadelesinin gelişiminden ayrı değerlendiremeyiz. Kıdem Tazminatı, Cumhuriyet döneminde Türkiye’de yasalaşmış, işçilerin kazanılmış hakkı olarak iş yasasında yerini bulmuş ekonomik bir haktır.
Şu anda dünyanın 153 ülkesinde Kıdem Tazminatı farklı isimlerle işçilere yapılan bir ödemedir. Bu sosyal bir haktır. Ücretin dışında yapılan bir ödeme gibi görülse de bu, biraz önce de söylediğim gibi, anlatmaya çalıştığım gibi, ücretin bir parçası ve kendisi aslında.
Bu tür haklar, sosyal haklar diğer emeklilik hakları, işsizlik sigortasının sağlamış olduğu haklar, işin esasına baktığımızda aslında 1917 Ekim Devrimi sonrası dünyadaki sınıf mücadelesinin getirmiş olduğu, Dünya İşçi Sınıfının hakları, kazanımları bir yönüyle. Çünkü dünyada ilk defa 1871 Paris Komünü’nden sonra, ilk defa Sovyetler’de İşçi Sınıfı iktidarı hayata geçiyor ve dünyanın o an için altıda biri, daha sonra İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Hitler’in-Faşizmin yenilmesiyle dünyanın üçte birinde İşçi Sınıfının iktidara geldiği, Sosyalizmin etkili olduğu bir düzen yaratılıyor İşçi Sınıfı mücadelesiyle.
Diğer kalan ülkelerde, kapitalist ülkelerde, emperyalist metropollerde işçilere o ülkenin Parababaları, iktidarda bulunan partileri birtakım haklar vermek durumunda kalıyor. Elbette İşçi Sınıfının da mücadeleleri var. Her ülkedeki İşçi Sınıfının mücadelesiyle İşçi Sınıfı iktidarlarının yaratılmaya çalışıldığı tarihsel süreç içerisinde tüm işçilerin, önemli mücadeleleri oluyor, kazanımları oluyor ve aslında Kıdem Tazminatı hakları, işsizlik sigortasından yararlanma, diğer sosyal haklar bu mücadelenin ürünü.
İçinde yaşadığımız dönem, 1990’lardan başlayan süreç, aslında dünyada ve ülkemizde İşçi Sınıfının mücadelesinin yavaşladığı bir süreç.
Niye böyle?
Çünkü şu an dünyadaki tüm İşçi Sınıfı mücadelesini, dünya halklarının mücadelesini etkileyen, onların geleceğini belirler duruma gelen bir mücadeleden söz edilemez. İşçi Sınıfının geleceği de demek olan etkin bir sosyalizm mücadelesinden söz edilemez. Çünkü Sovyetler’deki Reel Sosyalizmin, Bürokratik Sosyalizmin yenilgisiyle beraber dünya farklı bir döneme girmiş oldu. O bakımdan İşçi Sınıfının elindeki sosyal haklar, emeklilik hakları, işsizlik sigortası haklarında (ki, Kıdem Tazminatı da bunun bir parçasıdır), büyük gerilemeler oldu. Bugün Türkiye’de İşçi Sınıfı, ekonomik, demokratik bir hak olan Kıdem Tazminatının gasp edilmesine karşı mücadele ediyorken Fransa’daki Sarı Yelekliler, Fransa’daki İşçi Sınıfı, bugün emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı mücadele ediyor. Yunanistan’da kitleler, grev hakkına getirilmek istenen sınırlama ve toplantı ve gösteri yürüyüşüyle ilgili yapılan antidemokratik düzenlemelere karşı bir mücadele içerisinde. Şili’de, Hindistan’da dünyanın birçok ülkesinde benzer durumlarla karşı karşıya İşçi Sınıfı. Yani İşçi Sınıfı dünyanın birçok ülkesinde kazanılmış olan haklarının işverenler sınıfı tarafından, Finans-Kapitalistler, yerli yabancı Parababaları tarafından gasp edilmesiyle karşı karşıya olduğu bir tarihsel sürece girmiş oldu.
Türkiye’de Kıdem Tazminatı hakkının ilk defa iş kanununa girdiği tarih belli: 1936 yılında girmiş. 84 yıllık bir İşçi Sınıfı kazanımı. Geçen süre içerisinde Türkiye’de de emeklilik hakkıyla ilgili olarak, mezarda emekliliği getirdiler, hepimizin bildiği gibi emeklilik yaşını 65’e çıkarttılar. Emekli maaşlarını yarıdan daha fazla düşürdüler. Bireysel BES’i çıkardılar, zorunlu BES’i çıkardılar. Özel İstihdam Bürolarını çıkarttılar. Dünyanın değişik, farklı ülkelerinde de benzer şekilde süreçler devam ediyor.
Kıdem Tazminatına, bu kazanılmış hakka yönelik, bunu gasp etmeye yönelik işveren sınıfının, Finans-Kapitalistlerin çalışmalarını biliyoruz. 12 Eylül Faşizmini biliyoruz. Faşizm, Finans-Kapitalin en gerici, şoven diktatörlüğüdür. O dönemde faşist Kenan Evren’e, o zamanlar Türkiye’deki en büyük Parababası olan Vehbi Koç’un mektubu var.
O zaman diyor ki mektubunda Vehbi Koç (uzun bir mektupta), biz emrinizdeyiz, diyor Kenan Evren’e. Ne yapmak istiyorsanız size her türlü desteğimiz vardır, diyor. Farklı şeyler de yazıyor ancak bu yazmış olduğu uzun mektubun bir parçasında da; Kıdem Tazminatıyla ilgili bir fon oluşturması gerekir, diyor. Bir tarafıyla da işçilere Kıdem Tazminatı verilmemesi gerekir, ortadan kaldırılması gerekir, diyemiyor ama fon oluşturulması gerekir, diyor. Fon meselesi o zaman gündeme gelen bir konu. Daha önce Basın İş Kanununda farklı şekillerde gündeme gelmiş ama ilk defa o dönemde bu şekilde gündeme geliyor.
Bu fondan işçilere ödeneceklerden sonra, özel sektöre ve kamuya bir kaynak yaratılması gerektiğini de ifade ediyor. Daha sonra değişik tarihlerde de gündeme geldi bu fon meselesi.
Kıdem Tazminatıyla ilgili bir konu da, biraz önce siz de söylediniz, 12 Eylül’den önce gerçekten 1961 Anayasasının getirmiş olduğu örgütlenme ve mücadele haklarıyla işçilerin ekonomik mücadeleleri daha da gelişti. DİSK kuruldu, Amerikancı sarı sendikacılığa karşı 1967 yılında. Kuruldu ve İşçi Sınıfının milli gelirden almış olduğu pay, şu anki durumuna göre aslında ikiye katladı. Yani o zaman, 1980 öncesi İşçi Sınıfının milli gelirden aldığı pay % 36’lara kadar çıkmıştı ama şu günlerde İşçi Sınıfının milli gelirden almış olduğu pay % 10’lar civarındadır.
Ve o dönemde Kıdem Tazminatı hakkı da gelişti. Gün sayısı, yasayla belirlenmiş 30 gün sayısı, bazı toplusözleşmelerle 70 güne çıkarıldı; 80 güne, 90 güne çıkartılan toplusözleşmeler oldu. Özellikle DİSK ve DİSK’e bağlı sendikalarda oldu bu.
Daha sonra 12 Eylül’de, biraz önce sizin de sözünü ettiğiniz ilk aşamada, kısa bir süre uygulandı, Kıdem Tazminatına sınırlama getirildi, asgari ücretin yedi buçuk katı Kıdem Tazminatı ödenir, dendi ama daha sonrasında bunu memur kat sayısına bağladılar. Ve şu anda, en son Temmuz ayında açıklanan memur kat sayısına bağlı olarak, Ocak ayında ve Temmuz ayında memurların aylık ücretleri yeniden belirlendiği için bütçe kanununa göre şu anda 7.117 liraya çıkmış durumda Kıdem Tazminatının tavanı.
Daha önce dediğim gibi, önce bir asgari ücretin yedi buçuk katıydı, ki şimdi onu bile esas almış olsak her yıl için yirmi üç, yirmi dört bin lira civarına çıkacaktı. Zaten aslında bu tür getirilen tavanlarla, işte toplu iş sözleşmesi hakkına getirilen müdahalelerle işçilerin almış oldukları Kıdem Tazminatı tavan sınırlamasıyla beraber geçmişteki alınan Kıdem Tazminatına göre gerçekten reel olarak zaten belki dörtte bire, beşte bire kadar düşmüş durumda. Farklı örnekler de verilebilir.
Kıdem Tazminatı işte on, on beş yıl çalışan arkadaşımız İstanbul’da, ayrıldığında hiç olmazsa bir gecekondu alabiliyordu ama şu anda on beş, yirmi yıl çalışan bir arkadaşımızın otuz yıl çalışan bir işçinin, emekçinin bir gecekondu dahi alması söz konusu değil.
Zaten biraz önce de söylediğim gibi, dünyanın 153 ülkesinde farklı isimlerle bu Kıdem Tazminatı hakkı İşçi Sınıfının bir kazanılmış hakkı olarak yürürlükte, farklı şekillerde uygulanıyor. Kıdem Tazminatı diğer yerlerde de uygulanıyor. Bu fon meselesi gündeme getirilirken, iktidarlar Kıdem Tazminatını gündeme getirirken, işçilere de şirin görünmeye çalışıyorlar ve şöyle demagojilere sarılıyorlar: “Zaten işçilerin % 80’i, % 90’ı Kıdem Tazminatı alamıyor”, diyorlar. Sanki yapılacak düzenlemeyle işçilerin tamamı Kıdem Tazminatı alacakmış gibi bir izlenim bırakmaya çalışıyorlar. Ama tersine, yapmak istedikleri düzenlemeyle işçilerin Kıdem Tazminatını tümden ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Yani birkaç yönü var meselenin. Kıdem Tazminatını bir maliyet olarak görüyor bazı işverenler, her şeye rağmen bir maliyet olarak görüyor. Biraz önce de anlatmaya çalıştığım gibi işçilerin ve emekçilerin milli gelirden aldıkları pay ortada. Yani en son yapılan bir araştırmaya göre en alttaki % 20’nin milli gelirden almış olduğu pay % 6, % 7 civarında bir pay. Ve servetin paylaşımı da ortada. Biraz önce vermiş olduğum örnekteki gibi Kıdem Tazminatıyla ilgili asgari ücretin yedi buçuk katını esas aldığımızdaki durumlar da ortada.
Ama tüm bunlara rağmen işçilerin var olan ekonomik haklarını tümden gasp etmeye, bunu bir Fon adı altında yok etmeye çalışıyorlar. İşsizlik Fonunda şu anda 150 milyar lira civarında biriken parayı (ki önemli ölçüde o fonun kaynaklarından bir tanesini de işçilerden kesilen, her ay kesilen pay oluşturuyor) 150 milyar lira civarında bulunan İşsizlik Fonu, tamamen sermayeye peşkeş çekilmiş durumda. Çünkü burada işsizlere ödenen para, işsizler için yaratılan para, toplam fon gelirlerinin % 10’u bile değil. Çok daha büyük çoğunluğu, işte en son bu pandemi sürecinde kısa çalışma ödeneğinden yararlanılan işyerlerine, ondan sonra ücretsiz izin dayatmasıyla karşı karşıya kalan işçilere, tüm paralar buradan ödendi. Yani Vehbi Koç’un talebinde de olduğu gibi; bir fon yaratılsın, bu fondan özel sektöre ve kamuya fon ayrılsın, kredi verilsin. Tüm amaçları ve yapmaya çalıştıkları bu. Yani özetçesi bu…
Bir taraftan da şöyle bir yönü var Kıdem Tazminatının, bu fon meselesine girmişken işin o yönüne de değinmek istiyorum.
İşçiyle işveren arasındaki, bir işçiyle işyerindeki işveren arasında olan bir ilişki Kıdem Tazminatı ilişkisi. Yani ücret ilişkisi. Fon yaratılmasıyla beraber bu ortadan kalkıyor. Dolayısıyla bu ilişki, aslında işçi ve işveren arasındaki bu Kıdem Tazminatıyla sağlanmış olan ilişki, aynı zamanda Kıdem Tazminatının işçi açısından bir iş güvencesi olmasını da beraberinde getiriyor. Çünkü bir fabrikada, bir kargo işletmesinde, bir nakliye firmasında birkaç yüz kişi çalışıyor. İşverenin haksız bir uygulamaya geçmesi durumunda işçilere yapacağı Kıdem Tazminatının ödemesinin zorunluluğu ve zorluğu işverene bir engel oluşturmaktadır. İşçilerin Kıdem Tazminatıyla ilgili alacağı, işverenin alacağı yanlış bir karara karşı işverenle mücadele etme eğilimini arttırır. İşçilerin bu güvencesinden dolayı o işyerinde mücadelenin başlamasından, direnişin başlamasından kaygı duyan işveren; işten çıkartmayla ilgili, tenkisatla ilgili, uygulayacağı işçi düşmanı birtakım politikalarla ilgili istediği gibi davranamıyor şu andaki mevcut durumda.
Ama fon yaratılmasıyla birlikte, işçiyle işveren arasındaki bu ilişki tümden ortadan kalkıyor. Tamam, fona para yatırdım, sen git hakkını fondan al… O da ne zaman alabilirsen o zaman al, demeye kalkışıyor işveren. Yani şu anki biçimiyle Kıdem Tazminatı aslında İşçi Sınıfının aynı zamanda bir iş güvencesi ve geleceğidir. O yönü de vardır, o bakımdan da gerçekten önemli.
Bu fon tartışmaları zaman zaman, AKP iktidarı döneminde farklı zamanlarda da gündeme geldi. O dönemden sonra Kıdem Tazminatıyla ilgili İşçi Sınıfının genelinde bir duyarlılık oluşmuş durumda. Yani her şeye rağmen sendikaların, sendikal mücadeledeki sarı sendikacıların etkin olmasına karşın tabandaki tüm işçilerin Kıdem Tazminatı hakkıyla ilgili olarak bir duyarlılığı var, yıllardan beri oluşmuş bir duyarlılığı var. Biraz önce de anlatmaya çalıştım bu duyarlılığı…
Yusuf Gencer: Başkan burada bir şey… Siz de değindiniz ya, burada önemli bir nokta var, benim çok dikkatimi çekti. Bir zamanlar tavan yoktu Kıdem Tazminatında, tavan sınırlaması yoktu. İşçi Sınıfı verdiği mücadeleyle sizin de bahsettiniz gibi 70 yevmiye, 80 yevmiye üzerinden Kıdem Tazminatı alabiliyordu. Ve emekli olduğunda bununla iyi kötü bir ev alabiliyordu, gerçekten alabiliyordu o zamanlar.
Hani ekonomide büyüdük diyoruz ya sözde, oysa şimdiki gelinen noktaya bakıyoruz, önümüzde bir tavan konmuş Kıdem Tazminatı var ve bunu korumaya çalışıyoruz. Oysa neler kaybetmişiz, artık bunu korumaya çalışıyoruz, bu bir.
Bir diğeri de Kıdem Tazminatı mücadelesi. Siz bu mücadeleyi veriyorsunuz zaten. Hani bugün, daha bugün eyleminiz vardı, Uzel Makine İşçilerinin eylemi vardı. On iki buçuk yıldır kıdem tazminatlarını alamadı bu insanlar. Real İşçileri işte az önce saydık, 36 aydır bunun kavgasını veriyor. Makro İşçileri 18 aydır veriyor Kıdem Tazminatı almanın kavgasını.
Şimdi sendikalar, konfederasyonlar Kıdem Tazminatının gasp edilmesine karşıyız, diyorlar. Burada bir çelişki görüyorum ben. Bu bir çelişki değil mi? Siz mademki Kıdem Tazminatının gasp edilmesine karşısınız, yanı başınızda 36 aydır bunun kavgasını veren işçiler var. 18 aydır bunun kavgasını veren işçiler var. On iki buçuk yıldır bunun kavgasını veren işçiler var. Niye sahip çıkmadınız bunlara, bu bir haksa? Bu bir hak değil mi o zaman? Böyle bir çelişki var. Biz şimdi 30 yevmiye ama tavanı geçmeyecek mücadelesi veriyoruz; gele gele bu noktaya geldik. Artık son kalemiz bu. Bunu da verirsek bizim daha neyimiz kalacak? Daha sendikalar, konfederasyonlar bunun neyini beklerler?
Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Tabiî dediğiniz işin bir yönü. Ben ondan önce yapılmak istenen, tartışılan tasarıyla ilgili bilgi de vermek istiyorum.
Yusuf Gencer: Tabiî, buyurun…
Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Aslında şu anda Kıdem Tazminatının gaspına yönelik bir yasa tasarısı, net bir şekilde kamuoyuna açıklanmış bir yasa tasarısı yok. Ama konuşulan, kapalı kapılar arkasında büyük ihtimalle birtakım sarı sendikacılarla, Parababalarıyla, işveren temsilcileriyle konuşulan birtakım düzenlemeler var. Dışarıya yansıdığı kadarıyla bunlardan bilgimiz var.
Bunların en önemlisi “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES)” adıyla fon meselesini gündeme getiriyorlar. Bunu “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” diye, sanki işçilere bir şey kazandırıyormuş gibi anlatmaya çalışıyorlar. Burada birkaç yönü var tabiî, biraz önce de bir biçimiyle söyledim.
Bunu zaman zaman işçilere de örnek veririm; sosyal devlet uygulamalarının şu anki durumu hakkında gerçekten çarpıcı. Ben işçiliğe 1979 yılında başladım, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde okuyorken. Şensa Çelik Çekme Sanayi adlı bir fabrikada işçiliğe başladım. O dönemde, 1979 yılında, asgari ücretten prim ödenen bir işçi arkadaşımız, emekli olduğunda, asgari ücretin netinden daha fazla emekli maaşı alıyordu.
Yani bunun karşılığı bugün nedir?
Bugün asgari ücretten prim ödenen bir işçi arkadaşımız için şu anda asgari ücretin 2943 lira brütü var; 2324 lira neti var. Muhtemelen eski uygulama yürürlükte olsa 2.500-2.600 lira emekli maaşı alıyor olacaktı bugünkü karşılığıyla. Ancak, özellikle 1999’da, daha sonra 2008’de yapılan, sosyal güvenlikte yapılan yasal değişikliklerle, işçi düşmanlığı içeren yasal değişikliklerle; şu anda asgari ücretten prim ödenen bir işçi arkadaşımızın alacağı en fazla emekli maaşı, 600-700 lirayı geçmiyor. Ortalama bir işçinin alacağı, sendikalı, belli bir ücreti, vasfı olan bir işçinin alacağı ücret 1500 lirayı dahi bulamaz. Yani asgari ücretin aşağı yukarı yarısından biraz fazla olabilir.
Hatta en son hepimiz anımsayacağızdır, bu pandemi sürecinde emekli maaşı 1500’den aşağı olanların maaşını 1500’e çıkardılar. Yasayla yapıyorlar bu düzenlemeyi. Yoksa mevcut sosyal güvenlik yasalarının kendisine bıraksan, dediğim gibi asgari ücretli bir işçinin alacağı emekli maaşı 600-700 lirayı geçmez günümüzde.
“Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” falan diyerek, insanların kulağına hoş gelen bir şey olarak sunmaya çalışıyorlar. Şu anda her yıl için 30 gün üzerinden hesap yapılıyor biliyorsunuz ve en son alınan ücret üzerinden hesap yapılıyor. En son alınan ücret ve sosyal haklarla beraber giydirilmiş ücret üzerinden hesap yapılıyor.
Dışarıya yansıyan bilgilerden, yapılan tartışmalardan anlıyoruz ki, yeni yapılacak düzenlemede bu 30 günlük süre 19 güne düşürülüyor. Birincisi bu.
İkincisi, bu ücretler son ücret değil, tüm çalışmış olduğu sürenin ücret ortalamasına göre yapılıyor.
Bu da ne demek?
Yani artık sosyal haklar falan Kıdem Tazminatının hesabında esas alınmıyor.
Yusuf Gencer: Baz alınmayacak.
Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Tabiî baz alınmıyor. Şimdi bu fona devredildiğinde sadece, dediğim gibi, o çalıştığı süre içerisindeki ücret ortalamasına göre yapılıyor hesap ve böylece aslında şu anki yasal düzenlemeye göre, yasalara göre hak etmiş olduğu Kıdem Tazminatı aşağı yukarı üçte birine düşüyor.
Yani şu anda tavanı baz aldığımızda 7.117 lira olan Kıdem Tazminatı en yüksek ücreti oluyor olsa bile, işçinin alacağı miktar 2500’ü bile bulmuyor. Yani Tavandan alan bir işçi için 2200-2300 lirayı geçmiyor her yıl için alacağı Kıdem Tazminatı. Yapılmaya çalışılan düzenlemeyle Kıdem Tazminatının oranı buna düşürülüyor.
Yusuf Gencer: Asgari ücret bile alamıyor.
Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Tabiî…
Diğer ikinci bir şey; eskiden askere giden işçiye, evlenen kadın işçiye, haksız durumda işten çıkartılan işçilere, tüm bunlara Kıdem Tazminatı alma hakkı veriliyordu. Şimdi bunlar tümden ortadan kalkıyor. Çünkü fon devreye giriyor. Fon devreye girdiğinde de 60 yaşına geldiği zaman fonda biriken paranın sadece % 25’ini alabiliyor işçi. Fonda biriken paranın sadece % 25’ini alabiliyor… Daha sonra 60 ile 75 yaş arasında da fonda biriken paranın % 75’inin emekli maaşına ilave edileceği söyleniyor. Yani yapılması düşünülen düzenleme bu. Yani fon yaratılıyor, bu fon tamamen işverenlerin çıkarları için, yine onların, sermayenin, işverenlerin, Parababalarının hizmetine sunulacak, onların çıkarları için kullanılacak.
Bu düzenlemeyle, yapılması düşünülen düzenlemeyle, işçilerin aslında Kıdem Tazminatı fiilen bir anlamıyla ortadan kalkmış oluyor.
Bir diğer şey, sadece bununla da yetinmiyorlar. Aslında gelişecek olası birtakım tepkileri de nötralize etmek için zaten fiili olarak da süresi belirli olan hizmet akitli olan çalışmayı, çalışma biçimini yaygınlaştırmayı amaçlıyorlar. Özellikle 25 yaş altı ve 50 yaş üstü Kıdem Tazminatı süresi belirli olmayan hizmet akitleriyle çalışan işçiler, yani mevsimlik işçiler var. Örneğin bir mevsimlik işçi var, sadece dört ay çalışmış, onların kıdem tazminat hakları yok. Aynı yerde çalışırsa yargı kararlarına göre bunu alabilir. Ama bir yere gitmiş form doldurmuş, ben on bir ay çalışacağım demiş, bu çalışan işçinin kıdem tazminatı alma hakkı yok şu anki düzenlemeye göre.
Burada süresi belli hizmet aktiyle çalışan 25 yaş altı ve 50 yaş üstü işçilerin durumu da önemli. Aslında şöyle bir şey var tabiî, şu anda en az bir-iki milyon üniversite mezunu genç işsiz var. Yani işsizlik giderek artıyor. Burjuva ekonomisti Mahfi Eğilmez’in bile yapmış olduğu tespitlere göre % 24 civarında gerçek işsizlik oranı. Yani TÜİK’in açıklamış olduğu işsizlik oranının en az iki katı. Gerçekte bizim tespitlerimize göre de en az % 35 civarında, % 30’ların üzerinde bir işsizlik oranı var.
Bugün bildiğimiz gibi işsizlik yaygınlaşıyor, 1 milyonun üzerinde genç işsiz var. Bunlar açısından en acil durum işe girmektir. Üniversiteden yeni mezun olmuş olanları, süresi belirli hizmet akitleriyle çalıştırıyorlar. Süresi belirli hizmet aktiyle çalışanlarda kıdem hakkı yok. Asgari ücretle süresi belirli iş akitleriye çalışan işçilere de teşvik verilecek.
Nereden verecek bu teşvikleri?
Yine İşsizlik Fonundan verecek.
Örneğin asgari ücret bile alıyor olsa, muhtemelen normal süresi belli olmayan hizmet akdiyle 2.324 lira alıyorken belki 2700-2800 lira olacak, onu özendirmeye çalışıyor.
Ama bunun karşılığında ne olacak?
Zaten süresi belli bir hizmet akdiyle çalışma düzenini yaygınlaştırdığı anda, fiilen Kıdem Tazminatı uygulaması tümden ortadan kalkmış olacak. Yapılmak istenilen şey bu. Yani bu tasarılarla gündeme gelen, tartışılan şeyler bunlar. Bunları önümüzdeki günlerde, önümüzdeki yıllarda gündeme getirmeyi düşünüyorlar.
Aslında biliyorsunuz AKP’nin, ABD tarafından iktidara getirildiği 2002’den bu zamana kadar genel seçimler, belediye seçimleri, Anayasayla ilgili oylamalar gibi seçim ortamından geçtik. Biraz önce de söylediğim gibi İşçi Sınıfının değişik kesimlerinin, örgütlü ya da örgütsüz kesimlerimizin Kıdem Tazminatına karşı bir duyarlılığı var. Yani bu aslında tek başına sendikal hareketin bir başarısı falan değil. Sendikal hareketin kısmi bir etkisi var yani. Bizim gibi, Nakliyat-İş Sendikası gibi bazı sendikaların etkisi var. Gerçekten bu mücadelede de yalnız kaldığımız dönemler, süreçler oldu. Yaratılan her engele rağmen; örgütlü-örgütsüz tepkilerin sonunda bu tasarılarını gündemden çektikleri durumlar oldu.
Ama bir taraftan da ekonomik olarak sıkışmış durumda AKP.
Çünkü bir taraftan kaynak yok. İşte açıktan para basılıyor şu pandemi sürecinde. İşte ekonominin, doların durumu ortada. Altın yükselme eğiliminde. İşsizlik, enflasyon, açlık bunlar önümüzdeki günlerde giderek yaygınlaşacak. Daha da derinleşecek bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacağımız ortada.
O bakımdan böyle bir süreçte kendisine kaynak yaratmanın yani işverenlere, Parababalarına ve kendilerine kullanabilecekleri bir kaynak yaratma peşindeler.
Ama burada bir seçim süreci olur mu olmaz mı, erken seçim süreçleri olur mu ona göre, biraz da her şeye rağmen tepkilere göre hareket edecekler.
Bir de işin vicdansızlık yönü var tabiî. Geçmişte de vicdansızca işler yapıldı aslında, onun da bir altını çizmekte yarar var:
1999’da, Körfez Depremi sırasında, Sosyal Güvenlik Yasası gündemdeydi, bildiğiniz gibi. Yani insanlar, binlerce insan bir deprem felaketi sonunda canından olurken, 30 bini aşkın insan canından olurken (o zaman Yaşar Okuyan Çalışma Bakanıydı) ve bu ilk sosyal güvenlik yasası gündeme getirildi ve geçti.
O yapılan yasal düzenlemeyle; kadınlarda emeklilik yaşı 58’e, erkeklerde 60 yaşına çıkartıldı. Emeklilere maaş bağlama oranı düşürüldü. Emekli maaşındaki maaş bağlama oranı düşürüldü, insanlar acı çekerken.
Şimdi de pandemi sürecinde insanlar, dünya halklarının başına bela olmuş bir pandemiyle mücadele ediyorken, ayakta kalmaya çalışıyorken, insanlar yaşamını devam ettirmekte, çalışmakta zorlanırken böyle şeyler yapıyor AKP İktidarı.
Koronavirüsün en fazla artış gösterdiği ilimiz Gaziantep. İnsanlar ücretim devam ettin diye canı pahasına, kanı pahasına çalışmaya zorlanıyorken, şu anda 5300 kişi açıklanan resmi rakama göre hayatını kaybetmişken, ki bazı namuslu doktorlar, tıp doktorları bu sayının ikiyle çarpılması gerekir diyorlar, bunları hayata geçirmeye çalışıyorlar.
Böyle bir süreçte bir taraftan milyonlarca insan işinden, ekmeğinden olmuş, açlık var, yoksulluk var, böyle bir süreçte kazanılmış bir hakkı olan Kıdem Tazminatının gasp edilmesine yönelik işçi düşmanı bir yasal düzenlemeyle karşı karşıya İşçi Sınıfımız. Yani bu gerçekten bir vicdansızlık. Ama bunlarda tabiî vicdan falan yok, bunların her şeyleri para, daha fazla kâr, daha fazla sömürü. O süreci de aslında belirtmekte altını çizmekte yarar var.
Bir diğer sorun da tabiî mücadele. Nasıl mücadele etmek gerekir?
Aslında bir yönüyle Kıdem Tazminatıyla ilgili kısmını anlatmaya çalıştım. Burada, siz de biraz önce bir yönüyle söylediniz yani konkordato sürecinde, kalan tazminatlarını alamayan on binlerce işçi var. Yani biz sendika olarak kendi işkolumuzda olmamasına rağmen işçilere sahip çıkıyoruz, sahip çıkmaya devam ediyoruz, mücadelemiz sürüyor. İşte Makro Marketlerde çalışan 6500 işçi var, konkordato sürecinde bir tek kişi tazminatlarını alamadı. Buna karşı sendikalar; işçi sendikaları ve konfederasyonları duyarsız. Bir tek açıklama dahi yapmadılar. Biz basın açıklaması yaptık, bin kişi toplandı Genel Müdürlüğün önünde. Bir dayanışma ziyaretinde bile bulunulmadı.
Uzel Makine İşçileri yine aynı şekilde. Dimeks’te çalışan, İnci Kundura’da çalışan, Atlasjet’de çalışan işçiler bizim ulaşamadığımız işçiler. Yeşil Kundura’da çalışan, yine giyim mağazalarında çalışan bizim ulaşamadığımız binlerce, on binlerce işçi var Kıdem Tazminatını alamayan.
Uzağa gitmeye gerek yok. Bu Pandemi sürecinde gerçekten hep eleştirdik. Ama biz yine her koşulda İşçi Sınıfı mücadelesi verdik, vermeye de devam edeceğiz.
Türkiye’de ilk defa bir sefer, 12 Eylül Faşizmi döneminde grev hakkı, sendika hakkı askıya alındı.
Yani şu olabilecek bir şey mi?
Sendikalar, konfederasyonlar, DİSK de dâhil, DİSK, Türk-İş, Hak-İş bu konuda ortaklaşa bir şekilde çalışma bakanlığına gidiyorlar, grev hakkının, toplusözleşme hakkının askıya alınmasını talep ediyorlar. Şimdi sendikal hareketin gelmiş olduğu durum bu…
Yani grev hakkı ne demek?
Grev hakkı; işveren sınıfına karşı, Parababalarına karşı işçilerin en etkili silahı.
Yani diyor ki; ben bu grev hakkımı kullanmayacağım.
Şunu dese mantıklı olur: Ben bu grev hakkımın daha bir genişletilmesini istiyorum. Bu pandemi sürecinde istediğim zaman kullanabileceğim bir hak durumuna dönüşmesini istiyorum.
Tersine; tamamen işverenlerin, iktidarın istemleri doğrultusunda bu hakkın kullanılmamasıyla ilgili başvuruda bulunuyorlar…
Ne yazık ki sendikal hareketin gelmiş olduğu, konfederasyonların gelmiş olduğu durum bu. O bakımdan biz öncelikli olarak bu süreçte İşçi Sınıfının nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını biliyoruz. Yani biz genel kurul kararı aldık; “Grev hak’tır, Grev hakkı, Kıdem Tazminatı kırmızı çizgimizdir” vs.
Sarı sendikacılık inandırıcılığını yitiriyor.
Yani uzağa gitmeye gerek yok, Real Market İşçilerinin Kıdem Tazminatlarını alamamasının sorumlusu sarı sendikacılık pratiğidir. Bir tarafında bunun Tez-Koop İş Sendikası var, bir tarafında DİSK’e bağlı Sosyal-İş Sendikası var. Uzel Makine İşçilerinin, 2200 işçinin Kıdem Tazminatının alınamamasının en önemli etkeni Türk Metal Sendikası’nın sarı sendikacılığıdır, bu açık. O bakımdan böyle bir sendikal düzende; yok “bizim kırmızı çizgimizdir” yok “bizim şeyimizdir”, bunlar çok inandırıcı gelmiyor.
Ama her şeye rağmen biz elbette İşçi Sınıfına güveniyoruz. İşçi Sınıfının mücadelesine güveniyoruz. O bakımdan olabildiği kadar bulunduğumuz her alanda diğer sendikaları da zorlamak lazım, konfederasyonları da zorlamak gerekir. Çünkü bir duyarlılık yaratılmış durumda; bir duyarlılık var tüm halkla beraber. Meseleyi sadece işçilerin kendi meselesiymiş gibi değerlendirmek de doğru değil. Çünkü bu tüm halkın meselesi. Yarın halkın da evlatları, çoluğu, çocuğu işçilik yapacak. Farklı alanlarda çalışacaklar.
Bir diğer tehlike de aslında burada sadece işçilerle sınırlı kalmayacak bu, çünkü bu anlayış yani bu İşçi Sınıfının elindeki ekonomik, demokratik, sosyal haklarının budanması anlayışı-girişimi, memurlar için de gündeme gelecek. Yarın memurların ikramiye adı altında verilen, emekli olduklarında aldıkları hakkı gasp etmeye yönelik de, birtakım fonlara devretmeye yönelik de tasarılar gelecek, birtakım düzenlemeler yapılmaya çalışılacak. Yani bu meseleyi sadece işçilerin meselesi olmaktan da çıkarmak lazım. Tüm toplumun, tüm halkın meselesi haline getirmek lazım.
Çünkü bu mesele, dediğim gibi, bu sorun sadece İşçi Sınıfının sorunu değil. Elbette öncelikli olarak İşçi Sınıfının sorunu. O bakımdan böyle bir duyarlılık var. Yeter ki tüm İşçi Sınıfı, tüm halk güçleri, tüm devrimci güçler, tüm bu mücadeleye inananlar bu mücadeleyi örgütlü bir şekilde versin.
Bu mücadele verildiği takdirde, gerçekten AKP’nin bu yapmayı düşündüğü, kafasında kurguladığı çalışmayı yapamayacağını düşünüyorum. Çünkü hayatı yaratan İşçiler ve İşçi Sınıfı, İşçi Sınıfı örgütlü olduğunda bunlara gerekli dersi verecek. Çünkü yaptıklarını bunların kursağında bırakacak bir mücadele potansiyeli de var İşçi Sınıfının. Türkiye İşçi Sınıfı 15-16 Haziran’ları yaratmış bir İşçi Sınıfı. Türkiye İşçi Sınıfı kendisine 1 Mayıs Alanı olarak kapatılan Taksim’i mücadelesiyle açmış ve tekrardan 1 Mayıs’ları Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü olarak, ücretli izinli olarak kazanmış bir İşçi Sınıfı. Bir mücadele tarihi var, bir geçmişi var.
O bakımdan bu süreçte yapılması düşünülen; işçi düşmanı, halk düşmanı kafalarından geçirdikleri ve işçilerin haklarını, geleceklerini, iş güvencesini almaya çalışan bu politikalara, bu düzenlemelere karşı verilecek mücadeleye Türkiye İşçi Sınıfı gereken sahiplenmeyi gösterecektir, bunların kursağında bırakacaktır diye düşünüyorum.
Yusuf Gencer: Teşekkür ediyoruz Başkan ağzınıza sağlık.
Elbette ki bu mücadele, sınıf mücadelesi, kahırlı bir mücadele. Aynı zamanda tabiî içinde bulunduğumuz sendikalar faciası, ne yazık ki İşçi Sınıfında sendikalara karşı bir güvensizlik de oluşturuyor. Ama iyi ki Nakliyat- İş Sendikası var. İşçi Sınıfının yüz akı diyorum ben Nakliyat-İş Sendikası için. Verdiği mücadele ile pandemi sürecinde sendikalar kapılara kilit vururken, dediğiniz gibi işte toplusözleşme prosedürünü, grev hakkını ötelerlerken, siz o süreçte pandemiye rağmen mücadele ettiniz ve “İşçilerin sağlığı patronların, kapitalistlerin kârından daha önemlidir” diyerek eylemler yaptınız, Dünya Sendikalar Federasyonu’yla birlikte küresel anlamda.
Tabiî kolay değil bu mücadele. Bu mücadeleyi vermek için de elbette ki siyasi bir birikime de sahip olmak lazım. Yani sonuçta sınıf mücadelesinin önemli görevlerinden bir tanesi de İşçi Sınıfını örgütlemektir. Örgütlemekten uzaklaşırsanız, örgütlü mücadeleden, işçiden uzaklaşırsanız ancak rapor yayınlarsınız. Ne yazık ki şu anda konfederasyonlar rapor yayınlıyorlar, gerçek anlamda bileğinin hakkına bir mücadeleyi göze alamıyorlar, beceremiyorlar da bu işi.
Ne yapalım… Biz mücadeleye devam edeceğiz. Başkan, çok teşekkür ederim, ağzınıza sağlık, gerçekten çok iyi bir yayın oldu.
Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Birkaç şey söylemek istiyorum aslında kapanırken.
Yusuf Gencer: Buyurun.
Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Biraz önce de söyledim tüm sosyal hakların devrimsel gelişimi dünyada Ekim Devrimi’yle başladı, onun sonrası dönemle yükseldi. Bu pandemi süreciyle beraber emperyalizmin dünya halklarına hiçbir şey veremeyeceği, kapitalizmin dünya halklarına, İşçi Sınıfına vereceği hiçbir şey olmadığı, bir kez daha ortaya çıkmış oldu aslında. O bakımdan tekrardan (her ne kadar dünyanın tüm ülkelerinde İşçi Sınıfına karşıt politikalar gelişiyor olsa da) Dünya İşçi Sınıfı ve Dünya Halkları yeni Ekim Devrimleri yaratacak!.. Dünya İşçi Sınıfının ve Dünya İnsanlığının kurtuluşu da yeni Ekim Devrimleri yaratmaktan geçiyor. Türkiye İşçi Sınıfı da, Dünya İşçi Sınıfı da yeni Ekim Devrimlerini yaratacak, hep beraber buna inanıyoruz. Bu mücadelemiz de devam edecek.
Kazanan Türkiye İşçi Sınıfı, Dünya İşçi Sınıfı ve Dünya Halkları olacaktır, diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
Yusuf Gencer: Çok teşekkür ederim Başkan, sağ olun.
Biz de İşçi Sınıfının partisi olarak Halkın Kurtuluş Partisi olarak her zaman şunu söylüyoruz, Lenin’in de bir sözüdür bu: “İşçi Sınıfı Örgütlüyse Heptir, Örgütsüzse Hiçtir.” Onun için örgütleneceğiz. Yani sınıf mücadelesi…
Halkın Kurtuluş Partisi etrafında tüm işçi kardeşlerimizi siyasi anlamda da, sadece ekonomik, sosyal anlamda değil, siyasi anlamda da mücadele etmeye, gerçek anlamda Parababalarının sömürü ve soygun düzenini ortadan kaldırıp onun yerine İşçi Sınıfı önderliğinde “Halkın İktidarı”nı kurmak için, tüm bu sömürü, zulmün ve soygunun ortadan kalkması için mücadele etmeye çağırıyoruz.
Elbette dediğiniz gibi bu pandemi sürecinde bir kez daha insanlık şunu gördü ki; emperyalistler ve kapitalistler insanlığın baş düşmanıdır ve bu baş düşman mutlaka yenilmelidir!
Çok teşekkür ediyorum, sağ olun.
Yayında emeği geçen Evrim Arkadaşımıza çok teşekkür ediyoruz.
Bizi izleyen sevgi ve saygıdeğer izleyicilerimize çok teşekkür ediyoruz. Başka bir yayında buluşmak üzere sağ olun, var olun.
Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Teşekkürler.