HALKÇI HUKUKÇULAR Türkiye Barolar Birliğini, Baroları; kitlesel, etkin, kararlı, meşru-demokratik mücadele örgütlemeye çağırmaktadır
Bugün Değilse Ne Zaman?
Değerli Meslektaşlarımız,
Mesleki faaliyet ve hizmetlerimizin doğrudan toplumsal alana dönük sonuçlar üretmesi, yüzyılları aşan mesleki formasyon sürecine iki kurallaştırma kazandırmıştır:
1– Meslek disiplini ve etiğine dönük bağlayıcı kurallar geliştirilmesi (meslek deontolojisi),
2- Topluma hizmet veren deontolojik mesleklerin kamusallaşması.
Bu gereklilikler ise, mesleki birliklerin/örgütlerin doğmasını getirmiştir.
Keza kamusal meslek kurallarını ve meslek ahlâkını hem geliştirip hem koruyacak meslek örgütlerinin de kamusal yetkilerle donatılması gerekmiş ve meslek örgütlerimize “kamu kurumu niteliği” kazandırılmıştır.
Ancak gelinen aşamada ne meslek kuralları, ne meslek ahlâkı, ne kamusal yetki kalmıştır.
Çünkü:
Türkiye’de 20 yıldan beri Nazi Almanya’sında olduğu gibi “İkili Devlet” var…
Birincisi, Anayasası karikatürleştirilip, kolu kanadı kırılıp iler tutar yanı kalmamış da olsa, yasalarla oynamaya çalışan bir “Norm Devleti.”
İkincisi ise, AB-D Emperyalistlerinin kurdurup iktidara getirdiği Proje olan Tayyipgiller’in “Kaçak Saray Ortaçağcı Din Devleti.”
Bu ikincisi, Anayasa, kanun, hak hukuk, adalet tanımaz…
Çünkü bu “Devlet”in dayandığı sosyal sınıf olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının, topluma olumlu anlamda hiçbir katkısı yoktur. Bu; asalak, sömürgen, Kamu Malıyla beslenen, Üreticilerle Tüketiciler arasında aracılık ederek onların kanlarını kurutan, haraca bağlayan, Toplum Kanseri bir sınıftır. Bu Antika sınıf, ekonomik altyapı ve siyasetten bilime, kültürden, sanata ve de hukuka tüm üstyapı kurumlarına egemen olan Modern Finans-Kapital Zümresiyle birlikte yapar tüm bu kötülükleri.
AKP iktidarı ve onun kaçak olduğu yüksek yargı kararlarıyla kesinleşmiş sarayda mukim Reisi eğitimden sağlığa, ordudan yargıya tüm kurumları kendine bağlamış, Orduyu site güvenlikçisi durumuna düşürmüştür. Okulları Peşaver Medreselerine çevirip oradan Taliban anlayışlı nesiller yetiştirmeye başlamıştır. Yüksekten yerele tüm Yargı Kurumlarını da AKP’nin hukuk bürolarına dönüştürmüştür.
Artık ne hukuk kuralı ne teamülleri kalmış, tek kişinin istekleri kanun olmuştur. Örneğin artık en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi üyelerini sadece AKP’giller’in Reisi belirlemekte, bir Başsavcıyı birkaç günlüğüne Yargıtaya atayıp oradan AYM’ye geçişini sağlayabilmektedir bu tek adam.
Kadınlarımızı ve çocuklarımızı erkek egemen toplumda, Ortaçağcı gericilerden, sapıklardan, tecavüzlerden, katledilmekten bir parça olsun koruyucu kuralları ve kurumları içeren İstanbul Sözleşmesi’ni, bir gece ansızın, “feshettim, bu iş bitti” diyerek ortadan kaldırabilmektedir.
Ne Uluslararası Sözleşme kurallarını, ne Evrensel Hukuk Kurallarını ne de ülke kanunlarını tanımıştır bunu yaparken.
AİHM’in, İnsan Haklarını açıkça ihlal ettiklerini belirlediği kararlarının ise neredeyse hiçbirine uymamakta, “gerekirse parasını veririz” diyerek yok sayabilmektedir.
Kendisi ayrımsız herkese hakaret edebilmekte ama Siyasi Parti Başkanı olarak kendisine yapılan masum eleştirilere, sosyal medyada paylaşılan mesajlara karşı “Ben Cumhurbaşkanıyım, eleştirilmem” yaklaşımıyla on binlerce masum insanımıza davalar açabilmekte, sabaha karşı evlerine baskın yaptırabilmekte, tutuklatabilmektedir.
Değerli Meslektaşlar,
Kısacası AKP’giller’in, Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız sonucunda kurulan Laik Cumhuriyet’in tüm Kurumlarını yok ederek yerine Faşist Din Devleti kurma Projelerini hayata geçirme eylemleri hızla devam emektedir. Bu som gerçeklik apaçık ortadadır.
İşte tam bu noktada sorulması gereken soru şudur:
Biz ne yapıyoruz?
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Kaçak Saray’da Kaçak Saraylıya BİAT etmiştir. Üst Kurumumuzda bu facia yaşanmaktadır.
Peki Barolarımızın hali pür melali nedir?
Sessizlik, edilgenlik, cesaretsizlik…
Daha ne beklenmektedir?..
Yukarıda verdiğimiz örnekler bile yeterli iken artık Yargıtay dualarla açılır hale gelmiştir. Yani Laik Hukukun yerine Şeri Hukuk egemen kılınmaktadır. Hukuk Devleti bir yana Kanun Devleti de yerle yeksan edilmekte, Ruhlarına Fatiha okunmaktadır.
TBB’den tepki beklemek zaten saflıktan öte zavallılıktır. Barolarımız ise bir iki pasif, dostlar alışverişte görsün açıklamanın dışında bir şey yapmamakta, adeta faciayı seyretmektedir. Acı, üzücü, durumumuz budur ne yazık ki.
Hak yemek bizim meşrebimizde yoktur… Geçmiş yıllarda sevinçle, heyecanla ve de onurla içinde yer aldığımız ve sonuç alıcı, etkili, cesur eylemlerimizi, yargılanmaları unutmuş değiliz. Örgütümüzü ele geçiremedikleri için Sarayın Barolarını tehditle, hile ile kurma saldırısına karşı verilen yine onurla yer aldığımız eylemlerimizi (her ne kadar Yöneticilerimiz tarafından asli fail Tek Adamı hedef almasa da) unutmadık. Ama o eylemlerden sonra bu güne kadarki eylemsizliği, sessizliği, kamuoyu oluşturamamayı, cesaretsizliği de (salgın olgusuna karşın) söylemezsek olmaz… Bu da meşrebimizde yoktur…
Ne Yapmalı?
Biz Antiemperyalist, Antifeodal ve Antişovenist ilkeler ışığında mücadele eden Halkçı Hukukçular olarak diyoruz ki, önümüzde iki yol var:
Ya, Demokratik, Laik, Tam Bağımsız Cumhuriyet’in Hukukçuları; Avukatları, Yargıç ve Savcıları olacağız.
Ya da “Faşist Din Devleti’nin Kadı Divanı”.
Sözümüz Cumhuriyet’in gerçek hukukçularınadır:
Her şeyden önce ülkemizin coğrafyasını yani topraklarımızı oluşturan, bize kan ve can veren VATANIMIZI ve bir vatan olan CESARETİMİZİ kaybetmeyeceğiz. Eğer cesaret vatanımızı kaybedersek, üzerinde yaşadığımız vatanımızı da koruyamayız.
Ve tam da bugün; “Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense ölmek yeğdir”, diyenlerden olmak zorundayız…
Halk İçin Baro, Halk İçin Adalet!
Gün Birleşme Gün Mücadele Günüdür!
16.10.2021
Halkçı Hukukçular