Hırsızlar İmparatorluğunun medyadaki yıkama yağlamacılarının bir bölümü, paniğe kapılıp ellerini yıkamaya çalışıyorsa ve bu sebeple de diğer bölümüyle kavgaya tutuşuyorsa, Kaçak Saraylı Hafız ve avanesi için yolun sonu görünmeye başladı demektir…
Hırsızlar İmparatorluğunun medyadaki yıkama yağlamacılarının bir bölümü, paniğe kapılıp ellerini yıkamaya çalışıyorsa ve bu sebeple de diğer bölümüyle kavgaya tutuşuyorsa, Kaçak Saraylı Hafız ve avanesi için yolun sonu görünmeye başladı demektir…
Açılışı, Davidson’a yakın diye adlandırılan Karar Gazetesi’nin adı kallavi yazarı Mevlana İdris yaptı. Bakın nasıl yerden yere vurdu, Kaçak Saray tayfasını:
“Dün sübhaneke bugün holding.
“Artık yetmez mi?
“Din sosuna bandırılmış söylemler, yahut kendisi din sosuna batırılmış figürlerle nereye kadar?
“Amacı kişisel veya grupsal dünyevî kazanç, lâkin söylemi din-iman lafazanlıklarla nereye kadar?
“Kimse kimseye demiyor yahut diyemez ki “ticaret yapma!, bürokraside yer alma!”
“Ticaretini de yap, bürokraside yerini de al kardeşim, doya doya al. Ama bunu tertemiz bir inanç alanı olan din sosuna bulamadan yap. Dini, emellerin için bir basamak yapmadan yap. Yani dini istismar etmeden.
“Herkes o tertemiz ‘müslümanlığı’ arıyor.
“Bir gösteriş aracı hâline gelmeyen, kimi kapıları açmak için maymuncuk gibi kullanılması düşünülmeyen o pâk alanı.
“Gözleri fıldır fıldır ikbal ve para tarayan tiplerin sabah-akşam “din alıp satması” kusura bakmayın artık kabak tadı verdi. Müslümana müslüman propagandası yapılmasa iyi olur artık. Tekfirlerinizi de, ‘yanmayan’ kefenlerinizi de çantanıza koyup susun artık.
“Ümmetin hâli ortada.
“Kan, gözyaşı, sefalet, didişme, batıya haraç üstüne haraç.
“Şimdi bütün bunların üstüne din soslu iktidar yahut parsa kapma itiş kakışlarınızı kaldıramıyoruz.
“Gerçek yoksul yine yoksul, gerçek düzenbaz yine düzenbaz.
“Bu din, yalnızca tesbihat, zühd, yahut keşişlik dini değil. Elbette bu dünyada yaşayan bizler için, hayatımız için, hayatın içinde bir din.
“Lâkin onu kendi küçük niyetlerimizin kalkanı veya kılıfı yapmaya kimin ne hakkı var?
“Bazan Diyojen gibi diyeceği geliyor insanın; gölge etme başka ihsan istemem.
“Dün sübhaneke bugün holding.
“Dün Yâ Sîn bugün kartel.
“Yapmayın, etmeyin.
“Fe eyne tezhebûn”? Ve “ve eyne’l mefer”?” (http://www.karar.com/yazarlar/mevlana-idris/dun-subhaneke-bugun-holding-4881)
Bizi tanıyan arkadaşların hemen anlamış olduğu gibi, bu düşünceler bizim 2002’den bu yana yüzlerce kez yazıyla, sözle tekrarlamış olduğumuz görüşlerdir.
Yine hatırlanacaktır; Parti binalarımızda, 8’inci Yüzyıl’da yaşamış Abdullah Bin Mübarek’in şu altın değerindeki sözü pankart olarak görülmektedir:
“İnsanların en alçağı, din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır.”
Bu sebeple Tayyip dava açtırdı bize. Yargılandık da…
Namuslu ilahiyatçımız Yaşar Nuri Öztürk ne demişti bunlar için?
Cenaze namazları bile Müslüman sıfatıyla kılınamaz. Hatta bunların gittikleri camilerde bile namaz olmaz. Çünkü bunlar 10 küsur yıldır kamu malı hırsızlığı (gulûl) suçu işlemektedir.
Yine Yaşar Nuri Hoca:
“Haram yiyen pis bir ağızla çekilmiş besmele Allah’a hakarettir.”, özdeyişiyle belirtir ki; bunların besmelesi bile aslında Allah’a hakaretten başka hiçbir anlam taşımaz.
Birkaç gün sonra, Karar Gazetesi’nin bir başka yazarı Hakan Albayrak, aynı içerikte bir yazı yayımladı köşesinde.
***
Ak Parti çevrelerinde yükselen tepki
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), adı üstünde, her şeyden evvel adalet için kurulmuştu.
Ne var ki bugün AK Parti iktidarında adalet fena halde yaralı.
Terörle mücadelede kantarın topuzunun kaçırıldığı, hem de çok fazlasıyla kaçırıldığı, haksız yere tutuklanan insanların haddinin hesabının olmadığı su götürmez bir gerçek.
***
Özgürlükçülük de AK Parti’nin başlıca iddiaları arasındaydı.
Ne var ki bugün AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın beğenmediği fikirleri özgürce savunmakta ısrar edenler -AK Parti’li de olsalar- AK Parti medyasında barındırılmıyor, hatta Hürriyet gazetesinden bile kovdurulabiliyor.
Üstelik bunlar “Sırat-ı Müstakim’den sapmak”la suçlanarak ağır bir dinî vebal (!) altında bırakılıyor.
***
AK Parti’nin nüvesini teşkil eden “Yenilikçiler” yahut “Erdemliler” hareketi, Necmeddin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş hareketinde istişare / ortak akıl ilkesine saygı gösterilmemesine tepki olarak doğmuştu.
Ne var ki bugün Erdoğan’ın söylem ve eylemlerini sorgulamak, “Reis”in fikirleriyle çelişen fikirler ileri sürmek, parti ve hükümette kolayca tasfiye sebebi olabiliyor.
***
Rantiyecilik bitecekti AK Parti iktidarında. Torpilli iş adamları, şirketler, holdingler kalmayacaktı.
Ne var ki bugün iltimas ve adam kayırmacılığa dair iddialar -AK Parti iktidarı öncesi dönemlerde olduğu gibi- ayyuka çıkmış vaziyette.
***
Erdoğan daima “Gurur, kibir bize yakışmaz” diyor, “tevazu ehli” olmanın gereğine işaret ediyor.
Ne var ki “Sen kimsin?”i, “Haddini bil!”i de dilinden düşürmüyor.
Yağmurlarda beraber ıslandığı kimseleri bile bu şekilde tahkir etmekte beis görmüyor.
***
Bir çelişki daha:
Erdoğan, faiz oranlarının yüksekliğinden Ali Babacan’ı sorumlu tutuyordu.
Ne var ki, Babacan ekonomi yönetiminden uzaklaştırılalı yıllar olduğu halde, faiz oranları düşmedi, bilakis daha da yükseldi.
Öte yandan, Babacan’ın bakanlığı döneminde küresel krizlere rağmen başarılı bir şekilde dengede tutulabilen ekonomi şimdi aynı başarıyla dengede tutulamıyor.
***
Ve bir çelişki daha:
Ahmet Davutoğlu, dış siyasette fazla agresif olmakla suçlanıyordu; başbakanlıktan uzaklaştırıldığında ‘Bundan sonra dostlar çoğalıp düşmanlar azalacak’ denildi.
Ne var ki tam tersi oldu bunun; dış siyaset asıl Davutoğlu’ndan sonra agresifleşti ve dostlar azalıp düşmanlar çoğaldı.
***
AK Parti’nin falanca il teşkilatının veya filanca ilçe teşkilatının bütün bunlardaki sorumluluğu, bunları sineye çekmekten ibarettir.
Hal bu iken, Erdoğan’ın AK Parti’de sorun olarak sadece teşkilatlardaki “metal yorgunluğu”nu görmesi, teşkilatlara yüklenmekten gayrı bir ‘özeleştiri’ye yanaşmaması tuhaftır.
Erdoğan, doğrudan doğruya kendi tarz-ı siyasetinden kaynaklanan asıl sorunları görmezden gele dursun (veya onları sorun olarak görmeyi reddede dursun), AK Parti çevrelerinde -hükümet mahfilleri ve hatta Beştepe dahi- bunlar yaygın olarak konuşuluyor.
‘Bidayette karşı çıktığımız şeyleri kendimiz yapar hale geldik, telin ettiğimiz kimselere benzedik’ deniliyor.
Küresel tehditlerin, uluslararası meydan okumaların, ekonomik sıkıntıların, toplumsal çalkantıların üstesinden mevcut yönetim usulü ve üslubu ile gelinemeyeceği, üstelik bu usul ve üslubun yeni problemleri davet ettiği vurgulanıyor.
Erdoğan’ın doğrularını besleyip yanlışlarının önüne geçen akil adamların, parti yönetiminden ve hükümetten bir bir uzaklaştırılması eleştiriliyor.
Eski AK Parti’ye, ortak akla, kadro hareketine duyulan özlem ifade ediliyor.
Gittikçe yükselen bir tepki var.
Bu tepki şimdilik homurtu halinde ama ‘kuvveden fiile çıkması’ an meselesi.
***
Konuya gelecek yazılarda devam edeceğiz inşaallah. (http://www.karar.com/yazarlar/hakan-albayrak/ak-parti-cevrelerinde-yukselen-tepki-4899)
***
Görüldüğü gibi, arkadaşlar; AKP’giller iktidarının aslında bir Hırsızlar İmparatorluğu olduğunu ve Türkiye’yi hızla çöküşe götürdüğünü Davutoğlucu denilen bu yazarlar da açıkça ifade etmekten çekinmiyor artık.
Hadi bunlara “Davidsoncu” deniyordu. Fakat Kaçak Saraylı Reis’in damardan amigoluğunu yapan Star Gazetesi yazarlarından, kıdemli, deneyimli, zeki ve kaşar Ortaçağcı, İlim Yayma Cemiyetleri’nden yetişme Ahmet Taşgetiren de bunlar kadar açıktan olmasa da Tayyipgiller avanesini eleştirmeye başladı. Görelim onun da ne dediğini:
“Türk siyasetinin hafızasında kapanmayan bir dosya”
“Reza Zarrab’ın Zafer Çağlayan’a hediye ettiği 700 bin liralık kol saati. Ve onunla bağlantılı hediye – rüşvet – komisyon iddiaları. Ve ilaveten üç ayrı bakanla ilgili iddialar. Böyle bir iş var Türkiye siyasetinin hafızasında, kapanmayan bir dosya olarak.”
”Erdoğan Çağlayan’a sahip çıkmış durumda”
“Devlet içerde 17/25 Aralık’la iltisaklı tüm alanı tasfiye ediyor. Ancak Zarrab Amerika’da tutuklu. Bir Halk bankası yöneticisi tutuklu. Ve Hükümet üyesi Zafer Çağlayan için tutuklama kararı verilmiş durumda. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ, ‘Hükümet üyesi olarak Türkiye’nin çıkarlarını savundu’ yaklaşımı ile Çağlayan’a sahip çıkmış durumdalar. Üstelik Bekir Bozdağ, Amerikan yargısının 17/25 Aralık ‘Darbe girişimi’ni sürdürdüğünü ifade ediyor. Amerikan yargısı FETÖ tarafından kullanılıyor. Bazı yorumlarda da Amerikan derin devleti, Erdoğan’la bu tarzda hesaplaşıyor.”
“Yolsuzluk dosyalarını, bu ‘milli mesele’ ile içimize sindirmemizin istenmesi içimize sinmiyor”
”Ben Amerika’da bir yerlerin Erdoğan’la, Türkiye ile hesaplaşma halinde olduğuna inananlardanım. Bu, bütün İslam dünyasına yönelik hesaplaşmanın bir uzantısı. O dönemde Türkiye – İran ilişkileri de, Amerika’nın hesabını bozan niteliğiyle boy hedefi olmuştu. Bu davanın böyle bir hesaplaşma boyutu olduğu muhakkak. Ama ‘kol saati’ ile sembolize olan yolsuzluk dosyalarını, bu ‘milli mesele’ ile içimize sindirmemizin istenmesi içimize sinmiyor. ‘Çağlayan’ın yükü’nü taşımanın ve tüm siyasi harekete taşıtmanın nasıl bir gerekçesi olabilir ki?” (Ahmet Taşgetiren, Kol saati-milli dava ayrımı, Star Gazetesi, 13 Eylül 2017)
Gördüğümüz gibi, Ahmet Taşgetiren de 17-25 Aralık Geriz Patlaması olayının gerçekliğine inananlardandır. İşin tuhafı, inandığını da böyle yarım ağızla da olsa ortaya koyuyor.
Burada diyor ki; 17-25 Aralık’ın 4 Bakanını hesaba çekelim ve feda edelim. Böylece de, AKP’giller’in geriye kalan bölümünü kurtaralım…
Aslında bunun hiç gerçekçi olmadığını kendisi de bilir. O 4 vurguncu Bakanı feda ettiğin anda, ardından Kaçak Saraylı Hafız’ın baş vurguncu olduğu helvacı kabağı gibi ortaya çıkıverir.
Çünkü ne diyordu, Kaçak Saraylı?
“Kupon arsalar benden habersiz satılmasın.”
Yani, vurgundan aslan payını ben alacağım… Yağlı kuyruk benim hakkım…
İşin doğrusu da o…
Kaçak Saraylı, öbür 4 Bakanın vurduğunun belki bin katını vurmuştur.
Ahmet Taşgetiren de aslında Kaçak Saraylı’nın da yargı önüne çıkmasını istiyor. Ama bunu açıktan söylemek, cesaret ister, yürek ister…
Bu Bakanlardan birini yargı önüne çıkardığın anda, diyecekleri yüzde yüz şudur:
Biz ne yapmışsak Tayyip Erdoğan’ın talimatı ve bilgisi dahilinde yaptık…
Zaten Erdoğan Bayraktar, 17-25 Aralık günlerinde bunu açıkça belirtti. “Ben suçluysam, Başbakan Erdoğan da aynı oranda suçludur.”, dedi. “Çünkü ben ondan habersiz hiçbir şey yapmadım… Yaptığım her şey onun talimatları doğrultusunda yapılmıştır.”
Ahmet Taşgetiren, ben AKP iktidarının artık bir yolsuzluk iktidarı olduğunu biliyorum ve söylüyorum, demiş oluyor. Bu böyle gitmez, diyor. Bunlardan arınalım, diyor. Böylece de ellerini yıkamaya çalışıyor.
İyi de bugüne kadar neredeydin Taşgetiren?
En önde gelen yıkayıcı yağlamacılarındandın bu soygun ve ihanet iktidarının. Yeni mi haberin oldu?
Yeni mi uyandın?
Aslında hepiniz suçlusunuz. Suçu ve suçluyu örtmeye, gizlemeye çalışmak ve onu övmek, onunla yandaş olmak, Ceza Kanunu’na göre suçtur, suça ortaklıktır.
Taşgetiren’in bu itiraf ve ifşasına Kaçak Saray’ın sadık şürekâsı anında karşı çıkıp ateş püskürmeye başladı. Saldırıya geçtiler Taşgetiren’e, yoğun biçimde.
Ahmet Kekeç, sosyalizm döneklerinden Mehmet Metiner ve FETÖ döneklerinden Hüseyin Gülerce, Kaçak Saray’ı cansiperane korumaya giriştiler.
Biz hep deriz ya; dönekler her zaman için kraldan daha kralcı olmaya mahkûmdur. Eski hallerinden kurtulup yeni girdikleri kalıbı her gün durup dinlenmeden savunmaya ve yeni efendilerini bu konuda ikna etmeye mecburdurlar…
Bu tayfa, öylesine hakaretamiz cümlelerle saldırıya girişti ki, Taşgetiren sonunda Star’dan istifa etmeye mecbur kaldı.
İsterseniz örnek olarak birkaç paragraf da bu Saray amigolarının yazılarından aktaralım:
“Ahmet Kekeç, bugünkü “FETÖ tapesi dışında bir lafın yok mu senin?” başlıklı yazısında, Ahmet Taşgetiren’e “Çirkinleşme potansiyeli yüksek bir kişiyle tartıştığımın farkındayım. Olsun. Bu da bir tecrübedir” sözleriyle yüklendi.
“(…)
“BEŞ- 17/25 Aralık tertibinin savcılarından Celal Kara, Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar’a, ‘Bu soruşturmada bir numara Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı’ diye itirafta bulunmuştu. Demek ki, kaç yıldır Erdoğan’la meselesini halledememiş ve onun tarz-ı siyasetini problem olarak gören (hatta en büyük problem olarak onu gören) Bay Taşgetiren’in hedefinde de Erdoğan varmış… (Ayrıca, teknik olarak mümkün olmadığını bile bile, ısrarla ‘Yüce Divan’ diye tutturması, ajandasının çok zengin olduğunu gösteriyor.)” (http://odatv.com/cirkinlesme-potansiyeli-yuksek-kisi-2009171200.html)
Yine açıkça görüldüğü gibi, Ahmet Kekeç de, Ahmet Taşgetiren gibi bu vurgunlarda, bu soygunlarda bir numaranın Tayyip olduğunu adı gibi biliyor. Ama şu anki konumu ve çıkarı Tayyip’i savunmasını gerektiriyor…
Kekeç’e destek atan, dolayısıyla da Kaçak Saray safında yer alan döneklere gelelim şimdi de. Sosyalizm döneğine gelelim şimdi de:
“Yolsuzlukları içine sindirenler’, ‘Kol saatinin üzerine kapananlar’ tarzındaki seviyesiz ve haksız suçlamaların altında yatan o şişkin kibir ve ego ziyadesiyle mide bulandırıcı. Madem bu dilden anlıyor, o vakit biz de kendisine anladığı dilden cevap verelim.
“Ey Taşgetiren asıl derdin ne senin? Mertçe çıkıp açıkla. FETÖ tapeleri üzerinden tepinip durma! Varsa elinde somut bilgi ve belge paylaş, bilelim. Madem bir iddia ortaya koyuyorsun, ispatı da sana düşer. İddiasını ispatlayamayana ne dendiğini iyi bilirsin. Ne Kekeç, ne de bizden herhangi biri öyle çirkince ve kurnazca iddia ettiğin gibi bir şeyin üzerini örtmeye veya bir şeyin üzerine kapanmaya çalışmıyor. Sırf kendini bir yerlere ’cici’ ve ’farklı’ göstermek için Kekeç gibi ömrünü şerefle geçirmiş insanlara çirkin iddia ve imalarda bulunabilecek kadar alçalabiliyorsan çok yazık!
“Senin derdin Kekeç’le değil! Senin asıl derdin Erdoğan’la! Ve Erdoğan’ı kimler adına kurnazlıkla ve sinsice vurmaya çalıştığını Kekeç derin öngörüsüyle keşfettiği için rahatsızlık duyuyorsun.”
“MERTÇE CEVAP VER EY TAŞGETİREN”
“Mehmet Metiner, “Amacın ne senin? FETÖ tapeleri dışında sana ulaşan bir bilgi ve belge varsa çıkıp açıkla! Mertçe cevap ver ey Taşgetiren” diyerek Ahmet Taşgetiren’e seslenen Metiner şöyle devam etti:
“O FETÖ tapelerinde bakanlardan bin kat daha ağır yolsuzluk suçlamalarına maruz bırakılıp yargılanmak istenen Erdoğan’ın da Yüce Divan’da yargılanmasını istiyor musun, istemiyor musun? Bak uyarıyorum: Ya adam gibi cevap ver, ya da sus! Hangi siyasi operasyon adına tetikçilik yaptığını bilmediğimizi sanma sakın!” (http://odatv.com/gun-gecmiyor-ki-starda-yeni-bir-kavga-olmasin-2109171200.html)
Dönek Metiner de Kekeç gibi yolsuzlukta bir numaranın Tayyip olduğunu biliyor tabiî. Taşgetiren’e de buradan yükleniyor. Hadi erkeksen, diyor; “Tayyip Erdoğan’ın da Yüce Divan’da yargılanmasını istiyorum.”, de bakalım…
Çünkü biliyor, Taşgetiren’in o kadarını söyleyemeyeceğini…
Herkes gibi Taşgetiren de iyi bilir ki onu söylediği anda anında kendisini cezaevinde FETÖ’cülerin arasında bulur…
FETÖ döneği Gülerce’den de bir bölüm alıntılayalım:
“Sıkıntılı ve yanlış olan şudur: Yayın çizgisini yıllardır benimsediğiniz gazetenizde, arkadaşlarınızı üzen, okuyucuyu tedirgin eden bir duruşa savrulmaktır. Gazetenizin belli konularda belli çizgisi, duruşu vardır” diyen Gülerce şöyle devam etti:
“Star gazetesi, 17/25 Aralık sürecini Erdoğan ve AK Parti’ye karşı siyasi bir darbe teşebbüsü olarak görüyor. Bütün yazarları aynı fikirde. Üstelik bu darbe teşebbüsünün FETÖ tezgâhı/kumpası olduğu, delilleriyle ortaya çıkmışken siz, ‘ama rüşvet/yolsuzluk iddiaları, saatler vardı…’ diye başa dönerseniz, ‘aradan şu kadar yıl geçti, ne oldu şimdi?’ sorusu elbette sorulur.
“(…)
“Bir de sadece siz dürüstmüşsünüz, vicdan, hukuka saygı sadece sizde varmış gibi tepeden bakarsanız, sizi böyle tanımayanları da üzmüş olmaz mısınız?
“FETÖ’nün HSYK’sını parlatanlardan, 28 Şubat’ın acımasız Erbakan düşmanlarından destek almanız ise düşündürücü bir ikaz değil midir?
“(…)
“Sadece kendinizi objektif, vicdanlı buluyorsanız, olabilir. Ama sizinle yıllardır aynı kulvardaki insanlar size eleştiri yöneltiyorsa, hiç mi ‘acaba ben hatalı olabilir miyim?’ sorusu aklınıza gelmez?” (agy)
Dikkat edersek; dönekler 17-25 Aralık tapelerini Feto’nun ekibi ortaya çıkardı diye gerçek dışı sayıyor. Sadece kumpas diyorlar. Oysa, bu dönekler de adları gibi bilirler, o tapelerin yüzde yüz oranında bir gerçekliğe sahip olduğunu.
Tapelerin dışında kanıtın mı var, diyorlar sürekli Taşgetiren’e. Kanıtlar en kör gözlere bile batacak şekilde ortada.
O tapelerde sözü edilen vurgunların tamamı yapılmış mı?
Yapılmış.
Şehrizar Konaklarındaki 6 villa alınmış mı?
Alınmış.
Şu anda da Damat Berat’ın üzerine tapulu mu bu villalar?
Tapulu.
Başta Tayyip gelmek üzere, bütün Kaçak Saray tayfası bunlara yalan dedi diye onca gerçek bir anda yalan olmuş oluyor, bunlara göre.
Peki, AKP kurucularından, ekonomi profesörü Abdüllatif Şener’in dedikleri ne olacak?
Sadece Erdoğan ve ailesi 100 ila 120 milyar dolar arasında kamu malı hırsızlığı yaptı, diyor Abdüllatif Şener. Erdoğan beni dava etsin, mahkemede bir bir bunları ispatlayayım, diyor.
Niye hiçbiriniz tık diyemiyorsunuz, Abdüllatif Şener’in bu söylediklerine?
Ne fırıldaksınız çeviricisiniz be…
Bir de Müslüman geçinirsiniz, dinden imandan bahsedersiniz.
Sizin besmeleniz bile, Yaşar Nuri Hoca’nın yukarıdaki özdeyişi kapsamı içine girer.
Kaçak Saraycı bu dönekler taifesinin yaylım ateşi karşısında tutunamayan Ahmet Taşgetiren, kaçmaktan başka çare bulamadı. Şöyle diyerek noktaladı sözlerini:
“Kimseyle çamur yarışı yapamam. Yazacağımı yazdım. Herkes de durduğu yeri sergiledi. Falanca grubun TV kanalında başlatılan 'hakaret' yarışının Star'ın sayfalarında devam etmesi, başka yerlerde şebeke halinde çoğaltılması dramatik mi, trajik mi, komik mi ona da okuyucu karar versin. Bir de 'Siyasetin medya yüzü' diye bir meselesi olanlar…” (agy)
Saygıdeğer arkadaşlar;
Hani derler ya, “gemi su almaya başlar ve batışa doğru giderse bunu ilk fark eden ve gemiyi terk eden fareler olur” diye; Taşgetiren de hepsinden zeki, kıdemli ve deneyimli olduğu için, Kaçak Saray’ın vurgun, yolsuzluk ve hırsızlık gemisinin su almaya başladığını ilk sezenlerdendir. O bakımdan, terk etmek istiyor orayı…
Böylece de, ellerini yıkamış oluyor, kendince…
Çünkü görüyor, bunların da FETÖ paralelinde gittiklerini ve sonlarının aynı olacağını. Şimdiden tedbir alayım, kendimi kurtarayım bunlardan, diyor…
Bu da neyi gösteriyor, arkadaşlar?
Kaçak Saraylı Reis’in ve onun AKP’giller’inin ihanet, soygun, vurgun ve yolsuzluk düzenlerinin artık sonunun yaklaşmış olduğunu…
Bunların da kesinkes gelecek sonları. Yolsuzluk, zulüm ve ihanet üzerine inşa edilmiş, Tarihteki tüm diktatörlükler gibi…
Yıkılacaklar ve kendilerini gerçek hukukun ve mahkemelerin karşısında bulacaklar. Kesinkes bulacaklar…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
28 Eylül 2017
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı