Site rengi

Tasarım

İki Çağdışı Dinsel İdeolojinin Ortak Sapkınlığı (4): Kadın Düşmanlığı

13.09.2024
403
A+
A-

Orhan Sur

Hıristiyanlık ve İslamiyet’in Kölelik gibi utanç verici bir tarihsel olguya yönelik yaklaşımını ele aldığımız bir önceki bölümde iradi olarak Kadın Meselesi’ne girmemeyi tercih etmiş; “(…) çünkü bu konu, hem Hıristiyanlık hem de özellikle İslamiyet bakımından bir facianın anlatımıdır ve bir sonraki yazımızın konusunu teşkil edecektir”, ifadelerini kullanmıştık. Bu bölümde ise ele aldığımız iki çağdışı dinsel ideolojinin Kadına bakışına kısaca değineceğiz.

Tıpkı bir önceki bölümde ele aldığımız Kölelik gibi; Kadının insan sayılmaması, aşağılanması, tüm varlığıyla Erkeğe tabi kılınması da Hıristiyanlık ya da İslamiyet’in ürünü değildir. Aksine, bu iki Tektanrılı Din, Kadının böyle bir statüye sahip olduğu Köleci Toplum biçiminin içinde doğmuştur. Kadının ikinci sınıf insan kategorisinde görülmesinin tarihi, Tektanrılı Semit Dinlerinin ortaya çıkmasından binlerce yıl öncesine dayanmaktadır.

Kadının hangi tarihsel koşullarda, ne zaman, nasıl ikinci sınıf insan derekesine düşürüldüğüne ilişkin geniş bir izahı burada yapmayacağız. Zira bu konu, Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut tarafından, özellikle bu alanda orijinal ve aşılmamış bir çalışma olan “Kadın/İnsanlığa Geçiş-Tarih-Sosyalizm” başlıklı eserde enine boyuna çözümlenmiş, Gerçek Bilim ışığında aydınlatılmış, Kadının Kurtuluşunun yol ve yöntemleri ortaya konmuştur. Okuyucularımıza Kadın Meselesi’nin anlaşılması için her şeyden önce bu eseri okunmalarını tavsiye ederiz. Yine Nurullah Efe Ankut tarafından kaleme alınan “Kadınların Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir” başlıklı kitap, meselenin daha iyi kavranmasına yardımcı olacaktır.

Nurullah Efe Ankut, Kadın Meselesi’ni sadece evrensel boyutuyla ele almakla yetinmemiş, konuyu ayrıca genelde Şark Toplumları, özelde ise AKP’giller Türkiye’si açısından da incelemiş, yine orijinal sonuçlara ulaşmıştır. “Türban Konusu ve İşin Aslı… Örtünme, Kadına Bakış Bağlamında Mekke ve Medine İslam’ı” başlıklı eser, yalnızca Kadın Meselesi’ni değil, aynı zamanda Mekke ve Medine İslam’ı arasındaki farkların Tarihsel Materyalistçe ele alınmasını da içerir. Nurullah Efe Ankut, “Ömürleri Talan Edilen Kız Çocukları” eserinde ise kimi şarlatanların “Gerçek İslam bu değil”, diyerek Şark Toplumlarını mahveden İslam ideolojisinin çağdışı yönünü perdelemeye çalışmalarına karşı Gerçek İslam’ı, geçmişten bugüne kadar süregelen ve özellikle kadınlarımız ve kız çocuklarımızın üzerine karabasan gibi çöken uygulamalarıyla birlikte ortaya koyar.

Yukarıda sözünü ettiğimiz kitapların her biri, Kadın Sorunu’nun bütün yönleriyle kavranıp çözüme ulaştırılabilmesi adına paha biçilemez birer kılavuz niteliğindedir.

Önceki bölümlerde ifade ettiğimiz gibi Tektanrılı, Peygamberli, Kitaplı Semit Dinleri; insanlığa ezeli ve ebedi, değişmez, doğruluğu sorgulanamaz emir ve yasaklar getirme iddiasındadır. Bu dinlerin inananlarına göre benimsedikleri dinler; en yüce, en adil, sonsuz merhamete sahip bir Tektanrının mucizesi olarak insanlığa bahşedilmiştir. Semit Dinlerinin inananları, Latincede “Manus Dei” olarak geçen “Tanrı’nın Eli”nin insanlığa değmesiyle en ideal toplum biçiminin yaratıldığına inanırlar. Kutsal kitaplar, bir anlamda bu ideal toplumun anayasaları niteliğindedir. Onlara göre bu toplum biçiminde kötülük olsa da bunun sorumlusu Tanrı değil, insandır. Çünkü Kadir-i Mutlak Tanrı kimseye kötülük etmez, kötülüğü teşvik etmez.

Oysa meseleyi gökyüzünden yeryüzüne indirdiğimiz zaman bunun kocaman bir yanılsama olduğu kolayca görülebilir. Defalarca belirttiğimiz gibi bütün dinler insan yapımıdır. Doğaüstü bir gücün doğaya veya topluma hükmetmesi, müdahalesi söz konusu değildir. Yine hep tekrarladığımız gibi dinler, maddi yaşamın zihin dünyasına, entelektüel dünyaya yansımasından başka bir şey değildir.

Dolayısıyla, topluma değdiğine inanılan “Tanrı’nın Eli” ve bu Tanrının “Peygamber” aracılığıyla gönderdiği din; hiçbir zaman içinde doğduğu toplumun örf, adet, gelenek ve göreneklerinin sınırlarını aşacak denli bambaşka bir toplumsal yapı inşa edemez. Bu sınırlar ancak ve ancak üretim ilişkilerinde altüstlükler meydana getiren, ezilen sınıfların egemen sınıflara karşı zaferi sonucu ulaşılan sosyal devrimlerle aşılabilir. Kaldı ki sosyal devrimlerin bile bu sınırları aşarak yepyeni bir toplum inşa etmesi için uzun bir zaman gerekir. Bu nedenle, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Tektanrılı Dinler her ne kadar Köleci Sınıflı Toplumun acılara gark ettiği insanların dünyevi ıstırabını kısmen ılımlandırmayı vaat etse de, iyilik adına ne kadar ileri gidebilecekleri bütünüyle üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin üzerinde yükselen toplumsal yapı tarafından koşullandırılır.

Hal böyle olunca, tıpkı Kölelik gibi Kadının aşağılanması, insan sayılmaması durumunu kucağında bulan Hıristiyanlık ve İslamiyet, bu konuda da Tarihin belirli aşamasındaki verili şartların ötesine geçememiştir; geçmesi de yukarıda belirttiğimiz nedenden dolayı zaten mümkün değildir. Daha basit biçimde ifade etmek gerekirse; Kadının insan bile sayılmadığı Köleci Toplum biçiminin içinde yeşeren Hıristiyanlık ve İslamiyet, Kadının bu statüsünün kökten değiştirilmesi adına hiçbir çaba sarf etmemiştir. Dolayısıyla her iki dinde de Kadın yok hükmündedir, bütünüyle erkeğe tabidir. Her zaman ifade ettiğimiz gibi, yatak odasıyla mutfak arasında “Ev Kölesi” durumundadır. Kadının bu statüsü, her iki çağdışı dinsel ideolojinin de kutsal kitaplarında yansımasını bulmuştur.

Hıristiyanlıkla başlayalım:

Hıristiyanlık dininin mensupları, Mitolojik Havva’nın yani Kadının “yaratılışı”na ve yaşamına ilişkin bilgileri Yahudi dininin kutsal kitabı olan Tevrat’ta yazıldığı biçimiyle kabul etmektedir. Kadını temsil eden Havva’nın Tanrı tarafından yaratılışının tek gerekçesi; Erkeği temsil eden Adem’in yalnız yaşayamaması, bir eşe ihtiyaç duymasıdır. Dolayısıyla Kitab-ı Mukaddes’e göre Kadın, “yaratılışını” bile Erkeğe borçludur. Hıristiyanların tıpkı Yeni Ahit (İncil) gibi kutsal kabul ettikleri ve olduğu gibi benimsedikleri Eski Ahit’te (Tevrat’ta) bu mitoloji ayrıntılıca anlatılır.

Bilindiği gibi Eski Ahit’e göre Tanrı, dünyayı aşamalı şekilde 6 günde inşa eder (sonsuz kudret sahibi Tanrı çok yorulmuş olacak ki 7’nci günü dinlenmeye ayırır). Dünyanın inşası tamamlandıktan sonra bir de bakar ki toprak vardır ancak toprağı işleyecek insan yoktur. Bunun üzerine Adem’i yani Erkeği topraktan yaratır ve burnuna yaşam soluğunu üfler. (Yaratılış 2:1-8)

Hikayenin devamını bizzat kaynağından, Eski Ahit’ten aktaralım:

“RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu. Ona, ‘Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin’ diye buyurdu. ‘Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.’

“Sonra, ‘Adem’in yalnız kalması iyi değil’ dedi, ‘Ona uygun bir yardımcı yaratacağım’. RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulunmadı.

“RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.

“Adem, ‘İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir’ dedi. Ona ‘Kadın’ denilecek. Çünkü o adamdan alındı.” (Yaratılış 2: 18-24)

Hiçbir gerçekliği olmayan bu meşhur mitolojiyi daha fazla uzatmayalım isterseniz. Bilindiği gibi hikayenin devamında Kadın Havva, Erkek Adem’i kandırır ve Tanrının kendilerini Cennet’ten kovmasına neden olur. Yani “İlk Günah”ın baş faili Kadındır. Dolayısıyla Erkeğin yüzü suyu hürmetine yaratılmış Kadın, bu çağdışı ideolojiye göre en başından itibaren günahkârdır.

Eski Ahit’e göre böyle yaratılan günahkâr Kadın, Yeni Ahit’te saygı görür mü?

Tabiî ki görmez. Kadının İncil’deki yeri de şu ayetlerle açıkça ortaya konur:

“Ey kadınlar, Rab’be bağımlı olduğunuz gibi, kocalarınıza bağımlı olun. Çünkü Mesih bedenin kurtarıcısı olarak kilisenin başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır. Kilise Mesih’e bağımlı olduğu gibi, kadınlar da her durumda kocalarına bağımlı olsunlar.” (Efesliler 5:22-24)

“Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. Bu nedenle ve melekler uğruna kadının başı üzerinde [Erkeğin] yetkisi olmalıdır.” (1. Korintliler 11:8-10)

“Kadının öğretmesine, erkeğe egemen olmasına izin vermiyorum; sakin olsun. Çünkü önce Adem, sonra Havva yaratıldı; aldatılan da Adem değildi, kadın aldatılıp suç işledi.” (1. Timoteos 2:12-13-14)

Kadının Hıristiyanlıktaki yerine ilişkin bizzat kutsal kitaptan yaptığımız aktarmaları da daha fazla uzatmayalım. Özellikle Eski Ahit’in kimi iğrenç kıssalarında geçen Kadına yönelik bakış ve muameleler tam anlamıyla mide bulandırıcıdır. Biz bu kadarla yetinelim.

Gelelim asıl güncel faciaya; yani Kadının İslamiyet’teki yerine…

Erkek egemen Sınıflı Toplumda doğmuş bir başka Tektanrılı Din olan İslamiyet’te de durum farklı değildir. Ortaçağcı İslam ideolojisinin Kadına bakışını yansıtan meşhur ayetlerin bazılarını bir kez daha hatırlayalım:

“Erkekler, kadınlardan üstündür, çünkü Allah onları bir çok şeylerde kadınlardan üstün etmiştir, çünkü onlar, kadınları, mallarıyla geçindirirler, doyururlar; iyi kadınlar da itaatli olurlar ve Allah, onların hakkını nasıl korumuşsa onlar da, kocaları yanlarında olmasa bile, iffetlerini korurlar. Kadınlarınızın serkeşliğinden korkunca onlara öğüt verin, onları yatakta yalnız bırakın, dövün onları. Fakat itaat ettikleri takdirde de aleyhlerine bir sebep araştırmayın, şüphe yok ki Allah çok yüce ve büyüktür.” (Nisa Suresi, 34’üncü Ayet)

“Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (Nisa Suresi, 3’üncü Ayet)

“Ey peygamber hanımları! Siz, diğer kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmak istiyorsanız, yabancı erkeklere karşı, tatlı ve edalı bir şekilde kırıtarak, yumuşak söz söylemeyin ki, kalplerinde hastalık olanlar size karşı, şehevî bir arzuya kapılmasın. Sözünüzü daima güzel, ölçülü, ağırbaşlı ve kuşkudan uzak bir şekilde söyleyin.” (Ahzab Suresi, 32’nci Ayet)

“Evlerinizde ağırbaşlı bir şekilde oturun. Eski cahiliye dönemindeki gibi kırıtarak, her türlü cazibenizi sergilemek üzere, sokaklara dökülmeyin. (…)” (Ahzab Suresi, 33’üncü Ayet)

“Kadınlarınız sizin için tarladır. İstediğiniz yerden tarlalarınıza varın. (…)” (Bakara Suresi, 223’üncü Ayet)

“Sizi tek bir nefisten/candan (Âdem’den) yaratan, gönlü ısınsın diye [Allah’ın gönlünü “ısıtmak” istediği kişi kuşkusuz Adem yani Erkektir– Orhan Sur] ondan da eşini (Havva’yı) yaratan odur/Allah’tır.” (A’raf Suresi, 189’uncu Ayet)

“Allah’ın huzur bulmanız için kendi nefsinizden size eşler (hanımlar) yaratması ve böylece aranızda sevgi ve merhameti var etmesi, Allah’ın varlık kanıtlarındandır.” (Rûm Suresi, 21’inci Ayet)

“Veresiye alışverişlerde iki erkek şahit tutun. Şayet iki erkek yoksa o zaman rıza göstereceğiniz, kabul edebileceğiniz bir erkekle iki kadın şahit tutun. Bu durumda, şayet o şahit olan iki kadından biri unutursa (yanılırsa) diğeri ona hatırlatmış olur.” (Bakara Suresi, 282’nci Ayet)

“Allah size çocuklarınız hakkında, erkek olan çocuğa kız çocuğunun payının iki katını -miras vermenizi- emreder.” (Nisa Suresi 11’inci Ayet)

Evet, bunlar doğrudan Kur’an’da yer alan ayetlerdir. Bir de hadisler, hem de tüm Müslümanların istisnasız bir şekilde “sahih” kabul ettiği hadisler vardır ki büyük bir kısmını aktarmaktan hicap duyarız. Ancak biz, daha önceki bölümlerde yaptığımız gibi burada da ikincil kaynak olarak kabul edilen hadislere girmeyeceğiz. Zaten İslamiyet’in Kadına bakışını, Cariyelere ve kadın eşlere yönelik iğrenç uygulamalarını anlatmaya kalksak yazımızı bitiremeyiz. İsteyen okurlarımız özellikle Arif Tekin’in konuyla ilgili kitaplarına bakabilir.

Gördüğümüz gibi Hıristiyanlıkta da Müslümanlıkta da Kadın yok hükmündedir. Ancak bir noktaya mutlaka değinmemiz gerekir. Bundan önceki üç yazımızda da iki çağdışı dinsel ideolojinin ortak sapkınlıklarından söz ederken İslam ideolojisinin bugün için Hıristiyanlığa nazaran çok daha büyük ve gerçek bir tehlike arz ettiğinin, çünkü dayandığı sınıf olan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının Şark Toplumlarında dipdiri varlığını sürdürdüğünün, ABD-AB Emperyalistlerinin desteğiyle bu Ortaçağcı ideolojinin temsilcilerinin kolayca iktidar zemini bulabildiklerinin altını çizmiştik. Altını çizdiğimiz bir başka şey de Batı’da Hıristiyanlığın artık siyasal iktidar ideolojisi haline gelme olanağını sonsuza kadar yitirdiği gerçekliğiydi.

İslam ideolojisinin siyasal iktidar ideolojisi haline gelmesi demek, 1400 yıl öncesinin Hicaz bölgesindeki Arap Toplumunun benimsediği değerleri ve uygulamaları aynısıyla 21’inci Yüzyıl’da yaşama geçirmek demektir. Resmi olarak İslam ideolojisiyle yani Şeriatla yönetilen ülkelerdeki kadınlara yönelik tutum, bu gerçekliğin kanıtı niteliğindedir. Bugün Afganistan, Pakistan, İran, Nijerya, Somali gibi çağdışı İslam Devletlerinde kadınlar gerçek anlamda cehennemi yaşamaktadır. Bu ülkelerde tıpkı 1400 yıl öncesi dönemde olduğu gibi Recim (Recm), hatta kadınların Cariye olarak alınıp satılması uygulamaları hâlâ sürmektedir. Kadına yönelik bizzat düzen ve erkek tarafından uygulanan şiddet zaten yaşamın olağan akışı içinde normal bir durum haline gelmiştir çünkü bu bir Kur’an buyruğudur. “Biz Gerçek İslam’ı uygulayacağız”, diyen ve hakikaten de uygulamak için adımlar atan, Kadın düşmanlığını resmiyete büründüren Ortaçağcı Taliban’ın yakın zamanda çıkardığı sözde “Erdem Yasaları”, Kadının zaten sınırlı olan yaşam alanlarını iyiden iyiye ortadan kaldırmıştır. Afganistanlı bir kadının ifadesiyle Taliban; “Kadınları nefessiz bırakmakta”dır.

Mustafa Kemal önderliğindeki Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın zaferi üzerine inşa edilmiş olan kısmen de olsa Laik Cumhuriyet’in kadınlarımıza verdiği haklar ise Ortaçağcı AKP’giller tarafından günbegün tırpanlanmakta, Kadının nefesi tıpkı Afganistan’da ve diğer Ortaçağcı devletlerde olduğu gibi kesilmeye çalışılmaktadır. ABD uşağı AKP’giller’in inşa etmekte oldukları Ortaçağcı Faşist Din Devleti’nin Kadına bakışı, Afganistan Taliban’ından, IŞİD’den, El Kaide-El Nusra’dan, Boko Haram’dan, İran Mollalarından farklı değildir. “Taliban’la inanç yönünden bir farklılığımız yok”, diyen AKP’giller’in şefi, bu gerçekliği zaten açık biçimde itiraf etmektedir.

Halkın Kurtuluş Partisi, genelde tüm halkımızın, özelde ise kadınlarımızın işte bu Ortaçağ karanlıklarına sürüklenmemeleri için canhıraş mücadelesini aralıksız şekilde sürdürmektedir.

Acil, öncelikli görev; Türkiye’nin başına ABD Emperyalist Haydutları tarafından 22 yıldır bela edilmiş olan Ortaçağcı, çıkar amaçlı suç örgütü AKP’giller’den kurtulmaktır.

Yaklaşık 10 bin yıldır, insanlığın Orta Barbarlık Konağından beri alta düşürülmüş, ikincil cinsiyet haline dönüştürülmüş “Kadının Kurtuluşu” ise, Nurullah Efe Ankut’un yukarıda adını andığımız kitabının başlığında da belirtildiği gibi “İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir.”

Bağrından Kara Fatma’ları, Gördesli Makbule’leri, Şerife Bacı’ları, Tayyar Rahmiye’leri, Halime Çavuş’ları, Münire Ana’ları çıkarmış olan bu halk, Kadınlarımızı bir avuç Amerikan uşağının insafına terk etmez, etmeyecektir de. Buna en başta Kurtuluş Partili Kadınlarımız izin vermeyecektir.

O halde görev de sloganımız da bellidir:

Kadın-Erkek El Ele, Örgütlü-Devrimci Mücadeleye!

Kadın-Erkek El Ele, Kurtuluş Partisi’ne!

6 Eylül 2024