Site rengi

Tasarım

Kıvılcımlı Usta, Ortadoğu ve Tüm Dünya Halklarının yolunu aydınlatmaya devam ediyor

04.11.2014
774
A+
A-

 

 

 

 

1376416_735839543130795_5612567358450757856_n

 

Salon toplantısında yapılan konuşmalar…

Pınar Akbina Yoldaş: Güzel ülkemin dört bir yanında insanlığın hakkını veren gerçek insanlar, “davamız halkın kurtuluş davasıdır” diyerek aynı mücadeleye baş koymuş yoldaşlar, Hikmet Kıvılcımlı’nın düşünce oğulları ve düşünce kızları hepinizi Halkın Kurtuluş Partisi adına yüreğimdeki devrimci ateşle, coşkuyla, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

(Alkışlar… Slogan: Kıvılcımlı Usta Ölümsüzdür…)

Bugün Türkiye devriminin teorik ve pratik önderi, insanlığından başka her şeyini insanlığın kurtuluş davasına adamış, bu yolda her türlü baskıya, işkenceye, zorluğa hoş gelmiş sefa gelmiş diyerek göğüs geren Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’yı bedence aramızdan ayrılışının 43’ncü yıldönümünde anmak ve mücadele bayrağını daha da yükseltmek için toplandık. Hoş geldiniz.

(Alkışlar…)

Programa geçmeden önce hepinizi Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızda ve İkinci Kurtuluş Savaşı’mızda, en son Gezi İsyanı’mızda düşen şehitlerimiz için saygı duruşuna davet ediyorum.

 

Bir Yoldaş:

Selam olsun bizden önce geçene

Selam olsun savaşırken düşene

 

Bir yoldaş:

Yol ver ölüm, çök yıkıl ey mezar

Bak devrim dev gibi dimdik

İnsan ateştir yanarken yakar

Bomba patlarsa açılır gedik

 

Pınar Akbina Yoldaş: Anıları mücadelemize ışık tutuyor.

(Alkışlar… Slogan: Devrim Şehitleri Ölümsüzdür…)

 

Yoldaşlar,

 

Günler ağır.

Günler ölüm haberleriyle geliyor.

Düşman haşin

zalim

ve kurnaz.

 

Bugünlerde çok yakınımızda, Ortadoğu’da ve ülkemizde Kahraman Gerilla Che Guevara’nın dediği gibi “İnsan Soyunun Başdüşmanı ABD Emperyalistleri” ve AB Emperyalistleri, ülkemizde ise Finans Kapitalistler ve Ortaçağcı-Gerici Tayyipgiller’in politikaları mazlum halklara kan kusturuyor.

Emperyalistlerin “tüm dünyayı 1000 devletli” hale getirme politikalarında ülkemize düşen ise Yeni Sevr dayatması ile halkları birbirine düşürmek ve en az üç parçaya bölmek.

İşte bu politikalarına ulaşmak için IŞİD gibi, El Kaide gibi, El Nusra gibi, Müslüman Kardeşler gibi Muaviye-Yezid İslamı, günümüzdeyse Amerikan İslamı denilen sahte İslamı din bellemiş Ortaçağcı örgütleri organize edip, masum halkların üzerine salıyorlar. Ve halkları birbirine boğazlatıyorlar. İşte bugünlerde Telafer ve Kobanê’de olduğu gibi, 1990’dan bu yana Irak’ta, Libya’da, Suriye’de, Filistin’de hayatını kaybeden 5 milyonu aşkın Arabın, Kürdün, Ezidinin, Türkmenin, yine bir o kadar yerinden yurdundan koparılan göçmen, mülteci durumuna düşürülen masum insanın katili de, suçlusu da hep bu haydut AB-D Emperyalistleri ve onların yerli uşaklarıdır. Amerikancı önderliklerin de bu süreçteki günahları çok büyüktür.

Bu nedenle Türkmenlerin de, Kürtlerin de, Arapların da. Türklerin de tek kurtuluşu “Yaşasın Halkların Kardeşliği, Biji Bratiya Gelan” diyerek emperyalist haydutlara ve Ortaçağcı gericiliğe ve şovenizme karşı hep birlikte savaşmaktır. Bundan gayri her yol daha fazla ölüm, kan ve gözyaşıdır.

 

 

Ve ülkemiz… Her geçen gün Tayyipgiller eliyle Ortaçağ bataklığına sürüklenen ülkemiz. Bunu yaparken engel olarak gördükleri bütün kurumları bir bir değiştiriyor ve kendilerine biat eden yeni nesli yetiştirmek için kökten değişiklikler yapıyorlar. Kadını öne sürerek yapıyorlar. Kız çocuklarının başlarına türbanı dolayarak yapıyorlar.

 

Ülkemizi soyup soğana çevirdiler

Ülkemizi hırsız, vurguncu, halk düşmanı bir suç çetesi yönetiyor ne yazık ki. Çaldıkları 2 trilyonu buldu. Nasıl olsa yargıyı da kendi hukuk bürolarına dönüştürdüler. İşledikleri bütün suçlardan takipsizlikler alıyorlar bu nedenle. En son yapılan HSYK seçimleri de bunun bir parçası. Son günlerde gündemde olan “Polis Yetkilerini (Terörünü) Arttırma-Meşrulaştırma Paketi” ile Tayyipgiller, halk tarafından kendilerine karşı gösterilen en ufak bir tepkiyi silah kullanmak suretiyle cezalandırma yoluna gitmektedirler.

İşçi Sınıfımıza karşı her geçen gün acımasızlaşıyor Parababaları ve her geçen gün zam, zulüm artıyor. Taşeron cehenneminde iş cinayetlerinde ilk sıralara yerleşti ülkemiz. Resmi rakamlara göre 301 işçimizi kaybettiğimiz kazada bile “bu işin fıtratında var”, “güzel öldüler” diyerek insan suretine bürünmüş vicdansızlar olduklarını gösteriyorlar. İşte böyle günlerde anıyoruz Usta’mızı ve şunu bir kez daha vurgulamak gerekiyor: Bugünler her zamankinden daha fazla Kıvılcımlı Usta’yı anma, anlatma ve dövüştürme günleridir. Bugünler her zamankinden fazla mücadele ve kavgaya sarılma günleridir. Bugünler II. Kurtuluş Savaşı’nı başarıya ulaştırıp Demokratik Halk İktidarını bir an önce gerçekleştirme günleridir.

Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı dünyanın ilk başarılı ulusal kurtuluş mücadelesini veren halkımız Gezi İsyanı’nda da olduğu gibi ergeç ayaklanacak, Antiemperyalist-Antifeodal-Antişovenist İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı da başarıya ulaştıracak, Demokratik Halk İktidarını kuracaktır.

Usta’mızın dediği gibi: “Rüzgâr eken Finans-Kapital tekelcileri ile omuzdaşları Tefeci-Bezirgân soyguncuları, hiç beklemedikleri yerlerinden fırtına ile biçileceklerdir. Modern toplum firavunların, nemrutların kan içinde batan Antika “Ahiret” düzeni değildir. Her gün geveledikleri “Mizan günü” onlara şahdamarlarından ve kursaklarından daha yakındır. İşsizlik ve pahalılık işkencesi ateşinde yanan çoluk çocuğu ile halk, onlardan sokak ortasında resmen genç öldürtmenin hesabını da yaman soracaktır.”

İşte o zaman halkın adaleti gerçekleşecektir! Buna inancımız tamdır…

Programa geçmeden önce bu salonu bize tahsis eden Kartal Belediyesine teşekkür ediyoruz.

(Alkışlar…)

Aramızda çok değerli konuklarımız var onları tanıtmak istiyorum. (Alkışlar eşliğinde Konuklar tanıtılıyor.) Atladığım, söylemeyi unuttuğum varsa affola. Tanıtmaya devem edebiliriz daha sonra.

Şimdi kısaca programımızdan bahsedeyim arkadaşlar. Öncelikle konuklarımızın konuşması. Daha sonra Kıvılcımlı Usta’nın yaşamı ve mücadelesi, daha sonra işçi konuşması, gençlik konuşması ve on iki buçukta bir ara vereceğiz, yemek arası. Bir saatlik bir ara. Aradan sonra sinevizyon gösterimiyle tekrar başlayacağız programımıza. Genel Başkan’ımızın yapacağı bir ana konuşma var daha sonra. Son olarak da kültür sanat etkinliğimiz halk oyunu ve tiyatro gösterilerimiz ve müzik dinletimiz olacak. Kapanışla programımızı bitireceğiz.

 

Türkiye işçi sınıfına selâm!

Selâm yaratana!

Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm!

Bütün yemişler dallarınızdadır.

Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,

haklı günler, büyük günler,

gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,

ekmek, gül ve hürriyet günleri.

 

Türkiye işçi sınıfına selâm!

Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,

toprağa, kitaba, işe hasretimizi,

hasretimizi, ay yıldızı esir bayrağımıza.

 

Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm!

Paranın padişahlığını,

karanlığını yobazın

ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm!

 

Türkiye işçi sınıfına selâm!

Selâm yaratana!

 

Şimdi devrimci sendikacılığın öncüsü, sayısız İşgal, Grev, Direnişin önderi ve Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek Dünya Sendikalar Federasyonu Uluslararası Taşımacılık İşçileri Sendikası Enternasyonali Başkanı olan Ali Rıza Küçükosmanoğlu İşçi Sınıfı adına seslenecek.

(Alkışlar…)

 

Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Halkın Kurtuluş Partisi’nin değerli Genel Başkanı ve yöneticileri, Kurtuluş Partili yoldaşlar, konuklar, hepinizi Dünya Sendikalar Federasyonu Uluslararası Taşımacılık İşçileri Sendikası Enternasyonali adına, Dünya ve Türkiye İşçi Sınıfı adına saygıyla selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz.

(Alkışlar…)

Türkiye Devrimi’nin önderi Hikmet Kıvılcımlı Usta’mızın bedence aramızdan ayrılışının 43’ncü yılı dolayısıyla buradayız.

Hikmet Kıvılcımlı Usta’mız, burada da görüldüğü üzere, Marks-Engels-Lenin sonrası İşçi Sınıfı Bilimi olan Marksizmin-Leninizmin geliştiricisi ve ustası olmuştur. Bundan dolayı da Türkiye ve Dünya Halkları nezdinde devrim ustasıdır, devrim önderidir.

Dünya ve Türkiye gerçekten önemli siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmelerle karşı karşıya. Özellikle 90 sonrası Sosyalist Kamp’ın yıkılması süreciyle bayır aşağıya giden Dünya İşçi Sınıfı ve Ezilen Halkların mücadelesini, dönemsel olarak, zaman zaman Latin Amerika’da yükselen devrimci dalga ve Sosyalist Küba’nın emperyalizme karşı meydan okuyan tavrı ve diğer bölgelerdeki halkların ve İşçi Sınıfının mücadelesi, ne yazık ki geriye gidişi, ileri bir sıçramaya tam anlamıyla dönüştürememiştir. Ancak birikim devam ediyor. Yani Dünya İşçi Sınıfı mücadelesinde de, ezilen ve sömürge halkların mücadelesinde de emperyalizme karşı mücadele birikimi devam ediyor. Geçtiğimiz 2013 yılındaki Türkiye toplumsal mücadelesi içerisinde önemli bir yeri olan Gezi İsyanı’mız gibi, dünyanın birçok ülkesinde de Halkların ve İşçi Sınıfının direnmesi, mücadeleleri devam ediyor. Sosyalist Küba çevresinde sosyalizmin antiemperyalist temsilcisi olan Venezuela ve diğer Latin Amerika ülkelerinde yükselen antiemperyalist mücadeleler ve diğer bölgesel mücadeleler bunun göstergesi. Aslında Türkiye’deki Gezi İsyanı’mız dünyadaki birçok toplumsal mücadeleye de halkın mücadelesine de örnek olan bir mücadeleye dönüşmüştür hepimizin bildiği gibi.

Bölgemiz açışından, Ortadoğu’daki gelişmeler açısından günümüzden 800 yıl önce yaşamış Acem şairi, dahi Ömer Hayyam’ın bir dörtlüğüyle başlamak istiyorum:

Cellâdına âşık olmuşsa bir millet,

İster ezan ister çan dinlet.

İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,

Müstahaktır ona her türlü zillet.

 

(Alkışlar…)

 

Ömer Hayyam’ın yaşadığı dönemde söylemiş olduğu bir dörtlük, bir rubai.

Yine “Celladını kurtarıcısı olarak gören bir toplum kasabın bıçağını yalayan aptal danaya benzer.” diyor Marks Usta.

Bunları neden söylüyorum?

Çünkü televizyonlarda hepimiz görmüşüzdür. Ezidi bir Kürt kadını bağırıyordu; “Obama bizi kurtar”, “Amerika bizi kurtar” diye. Yine “Biji Obama” sesleri içerisinde IŞİD’e karşı ABD’nin hava bombardımanlarını “Biji Obama” sesleriyle alkışlattırıyorlardı halklara. Yani bu coğrafyada daha fazla kâr ve sömürü için, petrol ve doğal kaynakların tahakkümünü ve değerlendirmesini elinde tutmak için halkları birbirine düşman eden insan soyunun başdüşmanı ABD Emperyalistleri, ne yazık ki tüm halklar için kurtarıcı durumuna getirilmişti. Ömer Hayyam’ın yüzlerce yıl önce yapmış olduğu tespit günümüzde bir kez daha doğrulanıyor. Yine Marks Usta’nın da değerlendirmesi gibi. Biz tabiî olaylara Kıvılcımlı Usta’nın ve Marksizm-Leninizmin ışığında bakıyoruz. Usta’mızdan da bir alıntı yapmak istiyorum. Çok kısa bir alıntı:

“Hayatın yaşayan diyalektiği kafaların ölü skolâstiğini her zaman bocalamaya mahkûm edecektir.”

Yani olayları değerlendirirken diyalektik bir şekilde değerlendirmezsek yanlış sonuçlara varırız. İşte halkların kurtuluşu için mücadele ettiğini düşünenler ABD Emperyalizminin yedeğine düşer ve halkları “Biji Obama” diye emperyalizmi alkışlatır hale gelir. O bakımdan halkların gerçek anlamdaki kurtuluşu ve mücadelesinin yolu nereden geçer, ne yapmak gerekir, bunun mücadelesinin adıdır aslında Hikmet Kıvılcımlı’nın mücadelesi.

O bakımdan gelinen aşamada 2003’te Irak işgali ile başlayan, ABD Emperyalizminin bölgedeki işgaliyle başlayan ve giderek devam eden süreç ortada. Bir de Suriye’ye saldırdı emperyalistler. Ben Suriye’ye gittim. Aslında Suriye bağımsız, emperyalizmden bağımsız ve emperyalizmin ekonomik ve siyasi örgütlerinden bağımsız tavır alan, politikasını ona göre belirleyen bir ülke idi. Utanmazcasına şu anda Suriye’ye karşı mücadele yürüten güçlerin adı ne: “Özgür Suriye Ordusu.”

Lan şerefsizler, alçaklar siz kimi kandırıyorsunuz?

Şimdi Irak’a ne için geldi ABD? Ne için müdahale etti Irak’a?

“Özgürlük ve demokrasi” getirecekti.

Ne oldu Irak’ta?

Beş milyona yakın insanın katledilmesine ve bir o kadarının da mülteci durumuna dönüşmesine yol açtı.

Suriye’ye saldırıyor. Bir taraftan da halkın katillerine “Özgür Suriye Ordusu” diyor. Dünya Halklarına öyle yutturmak istiyor. Ya özgür(!) Zaten Suriye kendisi özgür. Dünyadaki bir elin sayılı parmakları kadar özgür olan; politikasını, ekonomik ve siyasi politikasını kendisi belirleyen ülkelerden bir tanesiydi. Suriye’nin IMF ile Dünya Bankasıyla, NATO’yla bir alışverişi yoktu. Çünkü Suriye kendi ekonomi politikasını kendi belirliyordu. BAAS’çılığın eleştirilecek yanı elbette vardır. Ama BAAS’çılık aynı zamanda antiemperyalist bir karakter taşımaktadır. O bakımdan da zaten İsrail’e karşı direnişin de merkeziydi aslında Suriye. Yani orası emperyalizmin bölgedeki çıkarları bakımından direniş noktası olduğu için ABD Emperyalizmi ve diğer emperyalistler, Tayyipgiller’le beraber biliyorsunuz kaç yıllardan beri oraya özgürlük getirmek adına “Özgür Suriye Ordusu”nu musallat ettiler. Ve Suriye Halkları bu katiller güruhunun her türlü alçaklığıyla karşı karşıya. İstanbul sokaklarında metrolarda, diğer birçok yerlerde, Suriyeli kadın ve kız dilencilerden geçilmiyor.

Ben çok uzun tahliller, siyasi tahliller yapmak istemiyorum. Zaten gereken tahliller, Partimizin Genel Başkanı tarafından yapılacaktır. Ancak burada gerçekten olayları değerlendirirken, tek başına sonuçlarından yola çıkarak birtakım değerlendirmeler yapmak ya da birilerinin yönlendirmesiyle değerlendirmeler yapmak devrimcilik değildir. O sakat bakışlara karşı mücadelenin adı aslında Hikmet Kıvılcımlı’dır.

Çünkü Hikmet Kıvılcımlı, Lenin Usta’nın öğüdüne uyarak, Türkiye devrimcisidir. O yüzden Türkiye’deki birçok sosyalizm iddiasında olan, hepsinin mücadelesine saygımız vardır o ayrı, Mustafa Suphi’lerden gelip günümüze kadar gelenlerden çok ayrı bir yeri vardır. Çünkü Hikmet Kıvılcımlı, Lenin Usta’nın öğüdüne uyarak, Türkiye’nin ve bölgenin teorik sorunlarını yani gerçekten yerli anlamda Türkiye’deki gelişmeler nedir, insanlık tarihi nereden nereye gelmiştir gibi incelemeler yaparak Türkiye toprağının gerçek anlamda gerçek Marksist-Leninisti ve Usta’sıdır.

O bakımdan da olayları değerlendirirken, biz her bir olayı bu çerçevede değerlendiririz. Ve bizim açımızdan olaylar çok net. Ama şu anda olduğu gibi geçmişte sol iddiasında olanların birçoğu bugün biliyoruz ABD’nin, ABD projesinin yedeği durumuna düşmüştür. Bu sağlam bir ideolojik temeli olmayan küçükburjuva sollarının ve burjuva sosyalistlerinin geleceği yerdir aslında. O bakımdan gelinen her bir olay, yaşadığımız her bir süreç Hikmet Kıvılcımlı Usta’mızın doğruluğunu, ideolojik ve politik ve pratik mücadelesinin doğruluğunu kanıtlar, kanıtlamaktadır.

Bunları belirttikten sonra, şuna da değinmek isterim: İl Başkanı Pınar Yoldaş’ımızın da belirttiği gibi, İşçi Sınıfımız açısından da halkımız açısından da giderek yaşam daha da kötüleşmektedir. En son resmi istatistiklere göre işsizlik yüzde 10’lar civarına çıkmıştır. Resmi olarak ama fiili olarak aslında Türkiye’deki işsizlik oranı yüzde 25’ler, yüzde 30’lardadır, arkadaşlar. Çünkü çok açık. Resmi istatistikler açıklanıyor, bunun rakamı yüzde 9,9, % 10 civarında açıklandı en son resmi istatistik. Gene istatistik rakamlarına göre Türkiye’deki ekonominin zaten yüzde 40’ından fazlası kayıtdışı. Yani ekonomik faaliyet yapanların yüzde 40’ından fazlası kayıtdışı. Çalışma kapasitesinde olan 15 ile 65 yaş arasındakileri değerlendirdiğimizde zaten aslında yüzde 25’ler ve yüzde 30’lar civarında bir işsizlik var. Ama istatistik oyunlarıyla Türkiye’deki işsizlik gizleniyor.

Şimdi iş cinayetlerinde de, Eylül ayı sonu itibariyle 1414 kişi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Bu Avrupa’da birinci, dünyada ikinci ya da üçüncü sırada olarak değerlendiriliyor bazı araştırmacılar tarafından. Ki muhtemelen bugünlere kadar bu sayı en az 1500’e çıkmıştır.

Türkiye’deki gelir dağılımı giderek bozulmakta. Türkiye’nin en zengin yüzde 10’un milli gelirden aldığı pay, son 12 yıldan sonra yüzde 40’lara ulaşmıştır. yüzde 37,3’e çıkmıştır. Yani giderek Türkiye’deki gelirin paylaşımında da adaletsizlik artmaktadır. Gelir paylaşımının en adaletsiz olduğu dünyadaki ülkeler arasında ilk sıralamaya girmektedir Türkiye. Sözde Türkiye dünyanın 17’nci büyük ekonomisi ama gelişmişlik düzeyi bakımından dünyada 69’uncu sırada.

Son 12 yıllık Tayyipgiller iktidarında aslında giderek, dediğim gibi, İşçi Sınıfımız açısından yoksullaşan, reel ücretlerin düştüğü, işsizliğin ve açlığın yaygınlaştığı; bunlar da yetmiyormuş gibi bir taraftan da Suriye’den gelen yüz binlerce, iki milyon civarında, belki de daha fazla, en son Kobanê’den gelenlerle beraber bu sayı giderek artmaktadır onun getirmiş olduğu birtakım sorunlarla beraber yaşamaktadır.

İşte bunu çok değişik alanlarda yaygınlaştırabiliriz. Bir taraftan İşçi Sınıfımız da kamu çalışanları da sarı sendikacılığa mahkûm edilmektedir. Yani işte en son geçen yıl Memur-Sen’in yapmış olduğu, hükümetle yapmış olduğu anlaşmadan dolayı kamu emekçilerinin reel olarak ücretleri yüzde 12 civarında gerilemiştir. Yani daha önce hiç olmazsa enflasyon farkı veriliyordu şimdi o da ortadan kalktı. Bu Memur-Sen’le yapmış olduğu anlaşma çerçevesinde böyle olmuştur.

İşçi Sınıfımız da Türk-İş ve Hak-İş’e mahkûm edilmek istenmektedir. DİSK de aslında mücadelesiyle eski geleneğine yakışan bir mücadele vermemektedir. Yani bir taraftan patronlar ve sermayedarlar daha fazla kâr, daha fazla sömürü için… İşçi Sınıfımızın sömürmekte, sarı sendikacılar da bu sömürüyü meşrulaştırmakta, kolaylaştırmaktadır.

Hepimizin bildiği gibi iş cinayetlerinin bu kadar fazla olmasının sebeplerinden bir tanesi de Türkiye’deki sarı sendikacılıktır. Soma örneğinde olduğu gibi, Soma’daki işçi katliamında olduğu gibi. Yani öyle bir noktaya getiriliyor ki, mesela geçen yıl burada, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde, tam 20 bin tane taşeronda çalışan işçi, sözde belediye şirketlerine alındı. 20 bin civarındaki işçinin tümüne, tüm haklarımızı aldık, diye imza attırıldı. Bazıları bizim sendikayı da aradı, aslında yapılan iş yasal değil. 8-10 yıl belediyenin, örneğin İspark’ında çalışmış, 8-10 yıl çalışmış işçi, sözde onu İspark bünyesine alıyor, 8-10 yıllık tüm hakkımı aldım, diye altına imza attırıyor. Herhangi bir alacağım kalmamıştır, diyor. Para ödemesi yapmıyor. Geçen bir tanesine, sendikacıya denk geldim, ya siz bunu hangi vicdanla yaptınız, bu işi? Yöneticilerden bir tanesi; ya bizimkilerde vicdan falan arama, diyor. Yani tek bundan dolayı işçilerin kaybı 200 milyon civarında. Eski parayla 200 trilyon lira civarında bir kayıpları var.

Bir de şunu yapıyorlar: mesela İspark’ta bizim sendikal çalışmamız vardı, Nakliyat-İş’in, sendikal çalışması vardı. 3500 civarında işçi var. İşçileri birkaç ay içerisinde Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş Sendikası’na üye yaptılar. İşçilere soruyorum; ya ne oldu, sendika yetki aldı mı? diyorum. Yok, diyor. Yani toplusözleşme yapma derdi de yok. Yani sırf kâğıt üzerinde. Hak-İş’e bağlı sendikalar en fazla üye yapan sendikalar. Son 5-6 ay içerisinde üye sayısı 200 bin civarında arttı. Nasıl Memur-Sen’in üye sayısı AKP döneminde yüzde 700, yüzde 800 oranında artmışsa işte sarı sendikaları da tamamen bu çerçevede arttırıyorlar. Öyle bir noktaya getiriliyor ki… Yani işçileri sarı sendikacılar eliyle daha düşük ücretlere mahkum ediyorlar. İşçi katliamlarına, iş cinayetlerine davetiye çıkaran sözleşmelerin altına hep birlikte imzalar atıyorlar. Bizim gibi sendikaların gelmesini engellemek için de olmadık yöntemlere başvuruyorlar. Örneğin işkolu barajları gibi… Biz PTT’de bir yıla yakın zamandan beri örgütleniyoruz, mücadele ediyoruz. Karşımıza önce Haber-İş Sendikası’nı çıkardılar, şimdi de Öz Taşımacılık denilen bir sendikayı karşımıza çıkartıyorlar. Öz Taşıma-İş’in temsilcisi de taşeronun temsilcisi. Ben, diyor, size kadro vereceğim. Sanki sendikacı değil; patron adına konuşarak işçilere baskı yapıyor.

Ama buna rağmen, her türlü baskıya rağmen, İşçi Sınıfımız içerisinde mücadele potansiyeli yükseliyor, devrimci anlamda bir çıkışa sempati de var. Mesela bizim sendikaya geliyor, onu da belirteyim. Şu anda oran olarak DİSK içerisinde en fazla büyüyen sendikayız, Nakliyat-İş Sendikası olarak. Oran olarak en fazla büyüyen sendikayız. Aslında tamamen bizim mücadelemizle bu noktaya geldik. İşte bize yeni üye olan işçiler diyorlar ki “ya Başkan biz aradık, araştırdık” son gelenlerin hepsinin söylediği bu, “biz Nakliyat-İş Sendikası’nı araştırdık, bizim haklarımızı, bizim mücadelemizi Nakliyat-İş Sendikası dışında başka sendika veremez.” Geçen Amasya’dan belediyenin halk otobüsleri şoförlerinden bir tanesi arıyor, ben görüştüm “ya diyor biz karar verdik, belediyenin taşeronunda çalışıyoruz 150-200 kişi var. Elma Kent diye bir şirkette çalışıyoruz. Yıllardan beri almış olduğumuz ücret, asgari ücret. Düşündük, iş bırakacağız, diyor ancak hepimizi işten çıkartacak. Ondan sonra araştırdık yani bize en iyi kim sahip çıkar? En iyi Nakliyat-İş Sendikası sahip çıkar dedik” diyor.

(Alkışlar…)

Yani kendisi aslında AKP’li. “Ben AKP’liyim”, diyor. Ama bize ulaşıyor araştırarak. Son gelen işyerleri hep böyle geliyor. PTT’den de öyle geliyor. İşte havaalanında Saturn diye 150 kişilik bir yerde örgütlendik, çoğunluğu sağladık, oradan da öyle geliyor. Yani biz araştırdık, bizim hakkımıza, bizim mücadelemize Nakliyat-İş Sendikası sahip çıkar. Yani tüm mücadelemizi çünkü internetten her türlü şeyimizi araştırıyorlar, bakıyorlar. O bakımdan böyle bir eğilim de var. Yeter ki İşçi Sınıfı içerisinde, halk içerisinde mücadelemize devam edelim. Bunun her türlü olanakları var, değerli arkadaşlarım.

(Slogan: Yaşasın Devrimci Sendikal Mücadelemiz…)

Sözü fazla uzatmadan bir konuya değinerek sözlerimiz bitirmek istiyorum. Son bir yıldan beri yani sosyalizmin güncelliği açısından bir örnekle bağlamak istiyorum. Son bir yıldan beri dünya halklarının başında bir Ebola salgını var. Ebola, geçen Aralık ayında Kongo’da 2 yaşındaki bir çocuğun ölümüyle başlayan, hayvanla insanların temasından ortaya çıkan bir salgın. Şu ana kadar Ebola salgınından ölenlerin sayısı 5 bine yaklaşmış durumda. Tıp Ebola’ya bir çözüm bulamıyor. Yani Ebola salgınına yakalananların ölme oranı yüzde 90 civarında. Hatta Türkiye’de de bazı hastanelerde Ebola ile ilgili bir takım önlemler alındı, Amerika’da da önlemler alındı. Hatta geçen gün Türk Hava Yollarının Genel Müdürü de (sanki bunların her konuda bilgisi var) bir açıklama yapıyor. Diyor ki; Ebola salgını önemli bir şey değil. Yani çok da önemli bir şey sayılmaz, diyor. Böyle bir açıklaması oldu. Ama yakalandığın zaman ölüyorsun, bizim nasıl olsa yakalanma şansımız pek yok, diye böyle gayri ciddi bir açıklaması oldu, dediğim gibi Türk Hava Yolları Genel Müdürünün.

Şimdi bu Ebola, Kongo’daki bir nehirden ismini alan bir salgın, gerçekten ölümcül bir hastalık. Ebola’nın niye ortaya çıktığını bilim adamları araştırdığında şöyle bir tablo çıkıyor, değerli yoldaşlar. 1926 yılında ABD otomotiv lastiği tekellerinden Firestone, Liberya ormanlarında, Kongo ve Gine’nin bulunduğu bölgede, 1926 yılında, 90 yıllığına o ormanları kapatıyor, ucuza kapatıyor. Ve o ormanları kendi ihtiyaçları için kullanıyor. Avusturya’da Finto Madencilik de yine orada madenler çıkartıyor, o ormanlar talan ediliyor. Aslında doğanın ekolojik dengesi bozuluyor. Biliyorsunuz o Afrika ve Kongo civarı, iç savaşların hüküm sürdüğü bir yer. Hatta bu Ebola salgınından sonra ABD ve İngiltere oraya asker de gönderdi o bahaneyle.

Şimdi burada Ebola’nın nereden çıktığıyla ilgili yapılan araştırmada ortaya çıkan tablo şu: oradaki ormanlar talan edilmiş. Dünyadaki kereste ihtiyacı, işte belki bizim evlerimizde kullandığımız mangal kömürleri, çünkü bu kömürler her yerde satılıyor, dünyaya pazarlanmış ve oralar tümden talan edilmiş. Yani o güzelim ormanlar 1926 yılından beri otomotiv lastiği üreten ve diğer tekeller tarafından talan edilmiş. Daha sonra iç göç olmuş, işte Liberya’dan, diğer yerlerden gelenler oralara göç etmişler ve onun getirmiş olduğu doğal dengelerin bozulmasıyla Ebolayla orada karşılaşılmış ilk olarak, Ebola’nın salgın hale gelmesinin nedeni o.

Şimdi sosyalizm iki kere ikinin dört ettiği kadar insanlık açısından gereksinimdir ve günceldir, arkadaşlar. Ebola olayı da aslında bunun bir kez daha kanıtlanması ve göstergesidir. Ebola’nın sorumlusu emperyalizmdir, kapitalizmdir. 5 bine yakın insanın ölümünün koşullarını yaratan emperyalist tekellerdir. Bunu yaratan bunlar olmasına rağmen buna karşı mücadele yapan kim?

Sosyalist Küba, arkadaşlar.

Sosyalist Küba’nın şu anda 50 bine yakın doktoru diğer ülkelerde sağlık yardımı için görev başındadır. Latin Amerika’da ve diğer ülkelerde…

(Alkışlar… Slogan: Kahrolsun Emperyalizm Yaşasın Sosyalizm…)

15 bin Kübalı doktor daha sıraya girmiştir biz de gitmek istiyoruz diye gönüllü olarak. Gönüllü olarak biz de oraya gitmek istiyoruz diye sıraya girmiştir. Ve Sosyalist Küba’nın efsanevi önderi Fidel Castro seferberlik ilan etmiştir Ebola salgınına karşı. Başhaydudun temsilcisi de aslında Sosyalist Küba’yı o noktada takdir etmek noktasına gelmiştir. Yani 11 milyonluk bir Küba, tüm dünyaya insanlık dersi vermektedir. Sosyalist Küba insanlık dersi vermektedir.

Ebola salgınına karşı da mücadeleyi kararlıca yürüten yine sosyalist Küba’dır. Orada, Ebola salgınının olduğu bölgede durumlar gerçekten içler acısı. 100 bin insana düşen doktor sayısı 11. 11 doktor… OECD’nin son rakamlarına göre 100 bin kişide Türkiye’de düşen doktor sayısı 170, ABD’de 240, sosyalist Küba’da 670’tdir. Yani buradan da insanlığın geleceği olan sosyalizmin ne kadar güncel olduğu tüm insanlık için; Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla gerçek anlamda insanlık için kurtuluşun sosyalizmden geçtiği açıktır. Tüm olaylar, aslında bu Ebola salgını da, bunun en son göstergesi. Onun için sizlerle paylaşmak istedim.

Bir kez daha Hikmet Kıvılcımlı’yı saygıyla anıyorum.

Kahrolsun Emperyalizm Yaşasın Sosyalizm!

 

(Alkışlar… Slogan: Kıvılcımlı Yaşıyor HKP Savaşıyor…)

 

Pınar Akbina Yoldaş: Ali Başkan’a bu güzel konuşmasından dolayı teşekkür ediyoruz.

(Alkışlar…)

 

Şimdi Yoldaşlar, Hikmet Kıvılcımlı Usta’mızın yaşamı ve mücadelesini anlatmak üzere Halkın Kurtuluş Partisi Ankara İl Yöneticisi, aynı zamanda Gezi Direnişi’nde çok aktif olan Ankara Direniyor grubunun kurucusu ve Kurtuluş Yolu Gazetesi’nin Sorumlu Yazıişleri Müdürü Kubilay Akçay Yoldaş’ı davet ediyorum.

(Alkışlar…)

Kubilay Akçay Yoldaş: Merhaba yoldaşlar. Bana ayrılan kısa süre içinde Hikmet Kıvılcımlı’nın hayatını anlatmak ne mümkün. Ama elimizden geldiğince size aktarmaya çalışacağım.

1902 yılında Makedonya’nın Priştina şehrinde doğdu. Doğar doğmaz onu işgaller, isyanlar, baskınlar karşıladı, daha çocuk yaşta babasız kaldı. Savaş ve işgal yıllarında annesi ve teyzesi ile birlikte Türkiye’ye göç etti. Ege’de öğrencilik ve zorunlu işçilik yaptı. Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşında, emperyalist sömürgecilere karşı eğitimini yarıda bırakarak, Kuvayimilliye gönüllüsü, işgale karşı silahlı direnişçi, Yörük Ali Efe’nin kızanı, 17 yaşında Köyceğiz Kuvayimilliye Askeri Kumandanı oldu.

Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı yıllarında sırım gibi genç bir delikanlı olan Kıvılcımlı sosyalizmle tanıştı. Türkiye Komünist Partisi kurucuları arasında yer aldı. 1921’de TKP’nin en genç kurucu üyesi, 1925’te TKP 2. Kongresi’nde Merkez Komitesi’ne seçilerek “Genç Komünistler Reisliği” görevini üstlendi. Çocukluğunun sürgün ve savaş yıllarında bir elinde silah emperyalizme karşı mücadele verirken, bir yanda da okumayı hiç bırakmadı. 1921 yılından itibaren, kimi zaman değişik isimlerle; Kurtuluş, Aydınlık, Bursalı Yoldaş, Vazife Dergilerine yazılar yazdı. Yoldaşlarıyla beraber TKP’nin Merkez Yayın Organı’nı çıkardı.

Gerici Şeyh Said’in başını çektiği Kürt isyanları nedeni ile 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile birlikte İstiklal Mahkemesinde yargılandı, komünist olması tutuklanmasına yetti, 10 yıl kürek cezası aldı. 1 yıl hapis yattıktan sonra çıkan afla serbest kaldı. Özgürlüğü çok sürmedi. 1927 yılında Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir‘in partiden ayrılması ve parti arşivini polise teslim etmesi ile birlikte yeninden tutuklandı. Bir süre sonra serbest kaldığında yeniden partiyi ayağa kaldırmak için çalışmalara girişti. Devrim cephesini bir an bile terk etmemiş, kendi tabiri ile “Kara toprağın kuru öküzü” gibi yaşamıştı. 27 yaşında “ameleden adamları başa getirmek suçundan” yargılandı. 4,5 yıl hapis cezası veren Mahkeme Heyetine “4,5 yıl Kızıl bir profesör olmak için iyi bir süre” cevabını verdi ve sözünde de durdu. Elazığ zindanını kızıl bir üniversiteye çevirdi. 1933 yılında Elazığ cezaevinden, onlarca cilt çeviri ve orijinal eserler üreterek çıktı. “Yol” adlı 7 ciltlik anıt eserini “Elâzığ Üniversitesinde” kaleme almış ve bu serinin içinde yer alan Kürt sorununa devrimci çözüm sunduğu  İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark) çalışmasını burada tamamlamıştır.

Çıkışından sonra biran bile ara vermeden devrimci mücadeleye devam etti. 1935 yılında Marksizm Bibliyoteği Yayın Evi’ni kurdu. 1936 Emekçi Kütüphanesinden seri kitaplar yayınlamaya başladı.

1938 yılında askeri isyana teşvik suçundan Kemal Tahir ve Nazım Hikmet’le birlikte yargılandığı Donanma Davası’nda savcının “sizin için delil arayacak kadar saafdil değiliz” diyerek verdiği 15 yıl ağır hapis cezasını, Hatay, İstanbul, Çankırı, Amasya ve Kırşehir cezaevlerinde tamamladı.

Kızıl bir savaş bayrağı, Devrimin iliklerine işlediği Adam’dı Kıvılcımlı. 1950 Yılında afla çıktığında cezaevinde kaldığı 12 yıl boyunca hiç boş durmamış. İslam Tarihi, Osmanlı Tarihi, Tarih Tezi çalışmalarını yapmıştı.

29 Ekim 1954 yılında cumhuriyetin kuruluş yıldönümüne atıfla Kerim Korcan, Zihni Anadol gibi arkadaşları ile birlikte Vatan Partisi’ni kurdu ve Genel Başkanlığını üstlendi.

Ünlü Eyüp konuşmasını Vatan Partisi Genel Başkanı olarak yaptı. “Eyüp Konuşması” nedeniyle Kıvılcımlı hakkında “Dini Siyasete alet etmekten” dava açılmış ve o tarihe kadar ilk kez bir devrimci, sosyalist dini siyasete alet etmek suçundan yargılanmıştı. Kıvılcımlı, 1957’de tutuklanmış, parti bizzat Adnan Menderes’in talimatıyla kapatılmış, Kıvılcımlı dahil 25 üyesi tutuklanmıştı.

Harbiye Askeri Cezaevinin zindanlarında hiç güneş ışığı görmeden 2 yıl tutulmuş, “Komünist teşkilatı organize etmek” suçlamasıyla Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmıştı.

Hikmet Kıvılcımlı, tahliye olduktan sonra Demokrat Parti’nin iktidarını deviren 27 Mayıs Politik Devrimi’ni selamladı ve lideri orgeneral Cemal Gürsel’i Vatan Partisi Genel Başkanı sıfatıyla telgrafla kutladı. “İkinci Kuvayimilliyeciliğimiz” adıyla Milli Birlik Komitesi’ne açık mektup yazdı ve “Anayasa Teklifi” sundu. Ve tabiî yine anlaşılamadı. Bu davranışları Türkiye Solunun çeşitli kesimleri tarafından cuntacılıkla suçlandı. Hikmet Kıvılcımlı Marksizm-Leninizmin 20’nci Yüzyıldaki en büyük geliştiricisiydi. İşçi Sınıfı Biliminin kurucuları Marks-Engels Ustalar ve Devrimler Kartalı Lenin Usta gibi kendi doğru bildiği yolda devam etti. 1965 yılında Tarihsel Maddecilik Yayınları’nı kurdu ve yönetti. Kıvılcımlı Usta’mızın en sadık öğrencilerinden, tüm yaşamını İşçi Sınıfının Kurtuluş Mücadelesine adayan İsmet Demir ve yoldaşları Yapı İşçileri Sendikası’nı kurdular.

1967 yılında Sosyalist Gazetesi çıkarılmış yine aynı yıl İşsizliğe Pahalılığa Karşı Savaş Derneği (İPSD) kurulmuş, büyük kentlerde mitingler gerçekleştirilerek devrimci mücadele devam ettirilmiştir.

Kıvılcımlı, 1970’te Şanlı 15-16 Haziran Direnişi’ne önderlik ediyordu. 1970 yılının sonbaharında Sosyalist Gazetesini tekrar çıkarmaya başlamıştı.

Hikmet Kıvılcımlı yaklaşan 12 Mart Faşist Darbesini önceden görmüş, uyarılarda bulunmuştu. 27 Mayıs Politik Devrimi’nin rövanşı alınmak isteniyordu. Ama nafile Kıvılcımlının uyarılarını dikkate almak beri dursun. Pasifistlikle suçlandı. Cebinde plastik tarağından başka bir şeyi olmayan, ithal gerillacılık kitapları ile “devrimci gençler” devrim yapıyorlardı. Slogan hazırdı devrime gidiyoruz teoriye ayıracak vakit yok!

Tüm bunlar yaşanırken Kıvılcımlı bir de kanser illeti ile mücadele ediyordu.

Ömrünün 22,5 yılını Türkiye zindanlarında geçiren, 1 dakika olsun ülke dışına çıkmayan, nöbet yerini bir an olsun terk etmeyen Kıvılcımlı, tedavi olmak için illegal yollardan yurtdışına çıktı. İsmail Bilen’in Sovyetlere verdiği yalan, iftira ve ihanet dolu bilgiler sebebi ile Sovyetlere kabul edilmiyordu. Tedavisini Tito’nun Yugoslavya’sında mücadeleye başladığı yerde, doğduğu topraklarda devam ettirdi.

1977 yılında Devrimci Derleniş Gazetesi çıkarıyor, 1978 yılında Şentepe’de elde silah faşizme karşı vuruşuyordu.

Ülkenin kaderinde ise değişen pek bir şey yoktu. 12 Eylül 1980’de ABD’nin oğlanları bir kez daha ülke yönetimine el koymuş, faşist darbe ile tekrar devrimciler zindanlara doldurulmuştu. Kıvılcımlı cephesinde de değişen bir şey yoktu. İşkencelerde ser verip sır vermemiş, ülke dışına kaçmamış, yeraltına çekilip mücadeleyi devam etmiştir.

12 Eylül çıkışıyla birlikte yayın hayatına hiç ara vermeyen “Anarşi Yok! Büyük Derleniş!” prensibi Devrimci Mücadele Dergisi ile yola devam etmiştir.

Ne diyordu Kıvılcımlı; Tarafsızlık bizim harcımız değil. İşçi çocuğuyuz. Olduk olası: başta işçi sınıfımızdan yana düşünüp davranmayı öğrendik. Evet, Öğrendiklerini pratiğe döküyordu. Hurma Elektronik, Yurtiçi Kargo Direnişleri, 12 Eylül Faşist Darbesi sonrası gerçekleştirilen ilk işyeri işgali Aras Kargo İşgali, Hikmet Kıvılcımlı’nın önderliğinde gerçekleştiriliyordu.

Bu işgal ne ilkti nede son olacaktı. 1900’lerin başında Ege’de çakılan kıvılcım bir asır sonra 2000’lerde İzmir’de meşaleye dönüşmüştü. 6 bin işçi hep bir ağızdan Kıvılcımlı’nın ardından sloganlarla haykırıyordu. “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek.”

Evet, tam bir asır geçmişti üzerinden emperyalizme karşı elde silah cephede çarpışarak yırtıp attığı Sevr, bir asır sonra yeniden hortlatılmaya çalışılıyordu. Emperyalistler yenilgiyi hazmedememiş, Lozan’ın rövanşını almak için zaman kolluyordu. Bunun için mücadele ediyordu gizli açık örgütleriyle, ajanlarıyla…

Ülke her geçen gün Ortaçağ karanlığına hızla sürüklenirken Kıvılcımlı, timsah gözyaşı döken Ortaçağcı gericilere karşı mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor. Eğer bu yapılmazsa İran Komünist Partisi’nin başına gelenler bizim için kaçınılmaz olacak derken; Tarihten hiç ders almayan sahte solcular üniversite önlerinde kadınlı, erkekli başlarına türban takarak türban eylemleri yapıyorlardı. Mahir Çayan anmalarında mevlit okutuyorlardı. Bilmiyorlardı ki o okunan aslında onların mevlidi idi!

Hikmet Kıvılcımlı kimsenin kara yahut mavi gözü için yaşamamıştı. Kim kalabalık, kim daha güçlü bakmadan doğru bildiğini söylemekten geri durmadı. Yıl 2005 Mücadele bayrağı Halkın Kurtuluş Partisi ellerindeydi. “Şeriat Ortaçağdır”, “Türban Özgürlük Değil, Köleliktir” sloganları ile üniversitelerde gericiliğe karşı mücadele bayrağı olmuştur.

Kendine sol diyen, sosyalist diyen Denizci, Mahirci diye ortada gezenler ise ABD Büyükelçisi arkasında sokakları dolduruyor, ABD’nin “umut kaynağı” oluyorlardı. Sevrci Sol yeni Ali Kemal’lerle saf tutuyorlar, Taksim Meydanı’nda Etyen Mahçupyan’larla, Taraf’çılarla, Yeni Akit’çilerle utanmadan slogan atıyor, Amerikancı burjuva Kürt hareketine kuyrukçuluk yapıyorlardı.

Denizler’i, Mahirler’i sahiplenmek, onların onurlu mücadelelerine, geçmişlerine sahip çıkmak yine Kıvılcımlı’nın omuzlarındaydı.

Dedik ya Tarih tekerrür ediyordu; 1950’lerin Amerikancı halk düşmanı iktidarın selefi iktidardaydı. Türkiye’nin Kuvayimilliye yadigârı yüzlerce kamu kuruluşunu birkaç yıllık geliri karşılığında yandaşlarına ve efendileri olan yabancı Parababalarına peşkeş çekiyor bir yandan da Ortaçağ özlemi ile yanıp tutuşuyordu.

Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mıza, Mustafa Kemal’e ve onun kurmuş olduğu Cumhuriyet’e saldırıyorlardı. Cumhuriyet hiçbir zaman olmadığı kadar tehlike içindeydi ve sözde cumhuriyetçi özde Amerikan uşaklığında sıra bekleyenlere bırakılmayacak kadar da değerliydi. Görmüştü Kıvılcımlı, daha ortada ne Silivri zindanları, ne Hasdal zindanları varken. Ergenekon Göktürklerin bir destanı olarak bilinirken görmüştü ABD-AB Emperyalistleri ve yerli işbirlikçilerinin oyunlarını. Sevr bir asır sonra Yeni Sevr olarak Türkiye’nin önündeydi. Yeni Sevr’e karşı da İkinci Kurtuluş Savaşı verilmeliydi. Ortaçağcı gericiliğe karşı Cumhuriyet mitinglerinde bayrak oldu. “Yaşasın 2. Kurtuluş Savaşımız” diye haykırıyordu meydanlarda.

.

Dünya’daki her ülkeden daha karmaşık, kıldan ince sırat köprüsüydü Türkiye’de devrim mücadelesi.

Kıvılcımlı dışarıda ABD-AB Emperyalizmine karşı mücadele ederken içeride yerli satılmışlara karşı savaştaydı. Bir gün emperyalizmin Dünya’da ki yüzü Coca Cola’yı işgal ederken bir başka gün Taksim Meydanı’nda Fransa Başkonsolosluğu çatısından pankart sallandırıyordu.

Çok yabancı değildi ona Taksim, aşinaydı çünkü daha önce 1977’de kanlı 1 Mayıs’ta oradaydı. 2008’de 2009’da Mayıs’ta çarpışa çarpışa, barikatları yıka yıka girdiği Taksim’i, Haziran’da işgal etmişti. 1960 Politik Devrimi’nin öncesinde olduğu gibi halk gerici, vurguncu, vatan haini iktidara artık daha fazla tahammül edemedi. Ama o günlerden daha farklıydı Haziran İsyanı kimsenin tahmin bile edemeyeceği bir güce ulaştı. Haziran İsyanı’mızda Kıvılcımlı kâh Taksim’de, kâh Kızılay’da, Kah Gündoğdu’da yolumuzu aydınlatıyordu. Kimi gruplar devrim yapıyor, kimi gruplar sosyalizmi getiriyordu; yine hayal dünyasındaydılar, ayakları yere basmıyordu. Gezi İsyanı’mızın sınıfsal tahlilini yine Kıvılcımlı daha isyanın ilk haftasında ortaya koyuyordu. Ülkenin her yerinde isyan bayrağı dalgalanırken kimileri de isyanı darbe olarak nitelendiriyor, kitleleri hükümete karşı bu eylemlere katılmamaları yönünde uyarıyordu.

Bunlar da çok yabancı değildi Kıvılcımlı’ya çünkü o bu topraklarda 100 yıldır yaşıyordu. Ali Kemal’leri görmüştü Şeyh Said’leri görmüştü, Said Nursi’leri, Menderes’leri, Özal’ları, Molla Necmeddin’leri, Fethullah’ları, Tayyipgiller’i. Damarlarını biliyordu bunların Kıvılcımlı o yüzden hiç yanılmıyor hiç şaşmıyordu. Kara gecede kara taşın üstündeki kara karıncayı görebilecek göz ondaydı. Yine en son hatırlayacaksınız ülkenin her bir köşesinde duvarlara Afişler yapıştırılıyor, Yazılamalar yapılıyordu yoldaşlar ne yazıyordu o afişlerde, o yazılamalarda?

Hikmet Kıvılcımlı Ölümsüzdür!

Kızıl Savaş Bayrağı Hikmet Kıvılcımlı!

Kıvılcımlı Yaşıyor HKP Savaşıyor!

Evet, yoldaşlar bunların hiçbir tanesi slogandan ibaret değil. Hikmet Kıvılcımlı yaşıyor ve bu ülkenin burçlarına sosyalizm bayrağı dikilene dek bizimle beraber mücadele edecek, bize rehber olacak, bize önder olacak, bize yol gösterecek.

 

Yaşasın Devrim!

Yaşasın Sosyalizm!

Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi!

 

Sevgiler, saygılar… Teşekkür ediyorum.

 

(Alkışlar… Slogan: Faşizmin Korkusu Kıvılcımlı Ordusu…)

 

Pınar Akbina Yoldaş: Yoldaş’ımıza bu güzel ve anlamlı konuşmasından dolayı teşekkür ediyoruz. Bizim bir sloganımız vardır, arkadaşlar; “İşçilerin Partisi, Köylülerin Partisi, Gençliğin Partisi, Halkın Partisi, Halkın Kurtuluş Partisi” şeklinde. O yüzden bugünkü bileşimimiz de çok güzel. Toplumun her kesiminden arkadaşlarımız ve önderlik eden yoldaşlarımız var. Yeni konuk isimleri geliyor bu yüzden her seferinde.

(Konukların adı okunuyor sloganlar eşliğinde.)

Lenin Usta “Gençliğe gidin beyler, bu her şeyi kurtaracak olan tek yoldur. Tanrı aşkına aksi halde geç kalacaksınız. Ve bilgiççe taslaklar, planlar, çizimler, şemalar ve harika reçetelere sahip olacaksınız ama örgütlülük olmazsa, canlı faaliyet olmazsa ortada kala kalacaksınız. Gençliğe gidin.” diyordu.

Türkiye’de her aydınlanma hareketinde öncü rolü oynayan, gerçek Türkiye Komünist Partisi’nin en genç kurucusu ve gençlik sorumlusu Hikmet Kıvılcımlı’ların, biz Türkiye’nin İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız, varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden esasen Türkiye Halklarına armağan etmiş bulunuyoruz, diyerek canlarını feda eden Deniz Gezmişler’in, Mahir Çayanlar’ın ve yoldaşlarının devamcıları olan Kurtuluş Partisi Gençliği’nde söz. Halk Kurtuluşçu Liseliler’de bayrak ve söz onlarda. Anılcem Yoldaş’ta.

(Alkışlar… Slogan: Yaşasın Gençliğin Devrimci Mücadelesi…)

 

Anıl Cem Yoldaş:

Merhaba yoldaşlar,

(Alkışlar…)

Bizler, gerici, ezberci, faşist eğitime, 4+4+4’e, Ortaçağcı gericiliğin simgesi türbana, zorunlu din derslerine direnen Halk Kurtuluşçu Liselileriz.

(Alkışlar…)

Geçmişten bugüne, oyuncakla oynar gibi şekilden şekle büründürdükleri sınav sistemi öyle bir hal aldı ki, artık eğitim ve bilimle hiçbir alakaları kalmadı. Laik, demokratik eğitim kurumlarını AKP’nin arka bahçesine çevirdiler. Çünkü bunların kafaları Ortaçağcı gericiliklerle dolu. Bunlardan ne eğitim ne de bilim beklenir.

Hele hele gençlik ve liselilerle bu kadar uğraşmalarının sebebi; boyun eğmeyen, kabullenmeyen, sorgulayan, mücadeleci bir yapısı olmasındandır. Bunlar geçmişi de iyi bilirler 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’i, Denizler’i, Mahirler’i, bizim yoldaşlarımız olan Mahmut, İbo, Sadi Yoldaşları bilirler. Biz de biliriz. Hesabını soracağız!

(Alkışlar…)

Bunların hainliklerini en yakın zamanda, şanlı Gezi İsyanı’mızda yine görmüş olduk, 15 yaşında Berkin Elvan’ı ve tüm Gezi Şehitlerimizi katledişlerini. Çünkü bunlar gençlikten korkuyorlar ve de gençliğin mücadeleci yapısını biliyorlar.

Usta’mız, Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı’nın dediği gibi: “Aydın genç Antika çağın ezik, cahil köylüsü değildir. Aydın genç, hiçbir zulmün sindiremeyeceği Modern İşçi Sınıfı gibi yenilmez devrimci öz gücün müttefikidir.”

(Alkışlar… Slogan: İşçi Gençlik El Ele Devrimci Mücadeleye…)

Bu nedenle Tayyipgiller gençlerimizden korkuyorlar. Onların küçük yaşta kafalarını Ortaçağcı düşüncelerle doldurmak istiyorlar. Türkiye’yi İmam Hatip Okullarıyla, Kur’an Kurslarıyla, Tarikatlarla donattılar. Milyonlarca gencimiz bu Ortaçağcı kurumların eğitiminden geçirildi ve geçiriliyor. Mantıklı düşünmenin ve doğa bilimlerinin düşmanı haline getirildi bu gençler. Artık amaçları öbür dünya oldu. Ama kendileri hırsızlık yaparken, vurgun, talan, yaparken öbür dünyayı düşünmediler. Ancak insanlarımızın temiz, masum dini duygularını sömürdüler. Ama Abdullah Bin Mubarek’in “İnsanların en alçağı din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır” sözü tam da bunlar için söylenmiştir.

Bir de bu alçakların AB-ABD uşaklığında sınır tanımamışlıkları var. Bunların Kâbe’si Amerika’dır. Bu hainler yine Ortadoğu Halklarına kan kusturuyorlar, emperyalizmin uşaklığını yapıyorlar. İnsanlıktan, vicdandan, merhametlikten nasibini almamış IŞİD denen canileri besliyorlar, o kadar masum halkı katlediyorlar. Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın Önderi Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını birer birer yok ediyorlar. Bu yıl 40 bin ortaokul öğrencisi, tercih etmediği halde, imam hatiplere mahkûm ediliyor. Artık bunlar için ne bilimin ne de eğitimin bir anlamı var. Ama kimsenin kuşkusu olmasın biz tekrar bu eğitim kurumlarını bilimsel, demokratik, laik yerlere çevireceğiz.

(Alkışlar…)

Usta’mız, Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı, 17 yaşında Köyceğiz Kuvayimilliye Komutanı olarak nasıl elde silah Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı mücadele etmiş ise biz de öğrencileri olarak ondan devraldığımız bayrakla, “Ya Kurtuluş Savaşı ya da en soysuzca köleleşmenin mezar taşı” diyen Hikmet Kıvılcımlı’nın yolundan yürüyerek ikinci Kurtuluş Savaşı’mızı kazanacağız. AB-ABD Emperyalistlerini ve onların işbirlikçilerini Tarihin derinliklerine gömeceğiz. Buna inancımız tamdır.

(Alkışlar…)

Demokratik Halk iktidarını kurup Sosyalizmi zafere ulaştırana kadar mücadele edeceğiz.

Haklıyız Kazanacağız!

Yaşasın Parasız, Bilimsel, Laik, Demokratik, Anadilde Eğitim Mücadelemiz!

(Alkışlar… Slogan: Yaşasın Devrimci Mücadelemiz…)

 

Pınar Akbina Yoldaş: Geleceğimizin böyle yoldaşlar elinde olduğunu bilmek çok güzel değil mi yoldaşlar?

Bu heyecanlı ve coşku dolu konuşmasından dolayı Anılcem Yoldaş’a çok teşekkür ediyoruz.

(Alkışlar…)

Pınar Akbina Yoldaş: Programımızın ilk bölümü sona erdi, arkadaşlar. Şimdi yemek arası vereceğiz. Bir saatlik bir yemek aramız var. Saat 13.30’da programımız tekrar başlayacak.

 

***

Pınar Akbina Yoldaş: Ülkemizde en ucuz şey de tabiî ki insan hayatı oluyor. Her an karşılaşabileceğimiz “iş kazası” adı verilen “cinayet”lerde yıl içerisinde yüzlerce insanımızı kaybediyoruz. “İş kazası” denip geçilen bu ölümlerden sonra ne bir tedbir alınıyor, ne de bu cinayetleri yaratan Parababalarından ve bunların siyasi temsilcileri olan Tayyipgiller’den hesap soruluyor. Bırakalım bunları, halk düşmanları ölen işçiler için “güzel bir ölüm oldu”, “temiz bir ölüm oldu” gibi insanlık dışı ifadeler kullanabiliyor. Resmi rakamlara göre 301 maden işçimizin diri diri gömüldüğü Soma’dan sonra İstanbul’un Soması yaşandı bildiğimiz gibi. Ne yazık ki 10 tane işçimiz öldürüldü, katledildi asansör cinayetinde. İşte o işyerinden o gün tesadüfen kurtulabilmiş bir işçi arkadaşımız aramızda. Musa Çenet seslenecek size.

(Alkışlar… Slogan: Kaza Değil Cinayet Katil Hükümet…)

Musa Çenet: Ben Ali Sami Yen Stadı’nda işçi olarak, taşeron işçisi olarak çalışıyorum. Bu asansörlere değinmek istiyorum biraz. Asansörler inanın hep arızalı. Mecbur çıkıyoruz 32’nci, 33’ncü kata kadar. Şefler de biliyorlar ama inşaatların işte kaderi mi derler, ne derler bilmiyorum. En vasıfsız İşçi Sınıfımızdan arkadaşlarımız hep inşaatlarda çalışıyor. Yani şöyle söyleyeyim küçümseme amaçlı da değil, yüzde 80’i de içgüdüleriyle hareket ediyorlar. Yani akıllarını, mantıklarını kullanmıyorlar. İşte içgüdüleriyle hareket ettikleri için hak talebinde de bulunamıyorlar tabiî. İş güvenliğine gelince. Eğitim de yok. Çok az işçiye eğitim veriyorlar. Bunun için de kader diye bizleri böyle süründürüyorlar. Çözüm, tek bir çözüm var: Örgütlenmek, örgütlenmek, örgütlenmek. Çare de sosyalizmdir. İşte Halkın Kurtuluş Partisi.

(Alkışlar…)

Başka çaremiz yok. Yoksa böyle sürünmeye mahkûm olacağız. Eğitimsiz, eğitim de yok, bir şey de yok, ne yapalım. Biz kader demiyoruz. Cinayete kurban gitti arkadaşlarımız. Hâlâ da bu cinayetler sürüyor. İşte gördünüz 10 kişi öldü, 8 tanesi anlaştı patronla. Anlaşmak zorunda bırakıldı tabiî. Davalar açsa davalar yıllarca sürüyor. Diğer iki kişi de direniyorlar onlara da destek olalım, diyorum.

(Alkışlar…)

Teşekkür ediyorum.

Pınar Akbina Yoldaş: Musa Yoldaş’a teşekkür ediyoruz. Bu cinayetlere karşı arkadaşlar, Partimiz hukuki alanda da çok önemli mücadeleler veriyor son dönemde biliyorsunuzdur. Bununla ilgili de suç duyurusunda bulunduk. Ama ne yazık ki Tayyipgiller’in hukuk büroları bu suçlara takipsizlik veriyorlar. Ama bizler mücadeleye devam edeceğiz. Biliyoruz bu davaları açacak yürekli hâkimler, savcılar ne yazık ki çok azaldı. Ama Tarihe not düşmek açısından biz bunlardan asla vazgeçmeyeceğiz ve devam edeceğiz mücadeleye.

(Alkışlar…)

Şimdi arkadaşlar Nakliyat-İş Sendika’mız sadece kendi alanındaki sorunlarla ilgilenmiyor. Nerede bir işçi sorunu varsa, nereden bir çağrı olursa yangına koşar gibi koşuyor arkadaşlarımız. Bu yıl Carrefoursa’da örgütlenen arkadaşlarımız ne yazık ki işten çıkartıldılar. Orada hem sarı sendikacılığa karşı hem de Türkiye’nin en büyük Parababalarından olan Sabancı’ya karşı bir mücadele verdiler Nakliyat-İş öncülüğünde. Şimdi Carrefoursa’da çalışan arkadaşlarımızdan Serdar Sağlıklı sizlere seslenecek.

(Alkışlar… Slogan: İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek…)

Serdar Sağlıklı: Kurtuluş Partisi Genel Başkanı, Nakliyat-İş Genel Başkanını selamlıyorum. Hikmet Kıvılcımlı’nın yaşamı ve mücadelesini selamlıyorum.

(Alkışlar…)

Ben 2009’dan beri Carrefoursa’da çalışan bir işçiyim. 2014 yılında Carfoursa’nın çalıştığımız şubesinin kapanmasıyla tazminatlarımızın verileceği söylendi. Ve bizimle toplantı odalarında, 15 gün öncesinde kapanmadan önce de 3 kişi bizimle görüşme yapıldı ve bize tazminatlarımızın verileceği söylendi. Mağazanın işleri yaptırıldı. Mağazanın işleri yaptırıldıktan sonra bizi tekrardan toplantıya aldılar ve toplantıda bu kez de tazminatlarımızın verilmeyeceği söylendi. Başka mağazalara gönderilmek istendi. Bizi tehdit konularına getirdiler.

Sonrasında biz eylem süresinde Nakliyat-İş Başkanı Ali Rıza Beyi aradık ve eylem sürecini Kozyatağı Carrefoursa’da devam ettirdik. Haklı mücadelemizde Maltepe Carrefoursa’da da eylemler oldu. Orada da Ali Rıza Bey ve ekibi cesur mücadelesiyle bize destek oldular. Bizim sendikamız Tez-Kop İş Sendikası Türk-İş’in. Biz yardım istediğimizde bu tazminat konusunda, bize yardım etmedi Tez-Kop İş Sendikası. İşte sonrasında gene Kozyatağı Carrefoursa’da eylemler düzenlendi. Orada kasa kitleme olayları oldu. Sonrasında güvenliklerle tartışmalar yaşandı, sivil polislerle tartışmalar yaşandı. Bu 32 kişilik işçinin tazminatının verilmesi üzerine guruptaki arkadaşlardan gelmeyenler oldu son beş kişi kaldı. Ve buna rağmen Nakliyat-İş Genel Başkanı ve ekibi bizim arkamızda oldular, sonuna kadar bize destek oldular. Konuşacaklarım bu kadar.

Yaşasın onurlu mücadelemiz!

(Alkışlar…)

Pınar Akbina Yoldaş: Serdar Arkadaşımıza konuşmasından dolayı teşekkür ediyoruz. Şimdi arkadaşlar sinevizyon gösterimimiz var. Buyurun arkadaşlar.

(Sinevizyon gösterimi.)

Pınar Akbina Yoldaş:: Sinevizyon gösterisi hepimizin tüylerini diken diken etti. Gerçekten çok uzun erimli bir çalışma, çok emek isteyen bir çalışma. Bu gösterimi bize hazırlayan Abdullah Koçbaş Yoldaş’ımıza çok teşekkür ediyoruz. Ellerine kollarına sağlık, emeğine sağlık, diyoruz.

(Alkışlar…)

Evet, yoldaşlar şimdi programımızın en önemli bölümüne geldik. Konya’nın devrimci çınarı Faruk Sur Yoldaş’ımız kendisine şöyle bir şiir yazmıştı:

Adamın daniskası bizlersek eğer

Öyledir elbet

O zaman öyle çıkar

Biz ne dersek

Şimdi Kıvılcımlı Usta’mızın öğrencisi, Partimizin önderi, Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın bayrağını bugünlere taşıyan, en yukarılarda dalgalandıran, yüreği insan sevgisiyle, doğa sevgisiyle, hayvan sevgisiyle, evren sevgisiyle dolu, gerçek insan, gerçek devrimci Genel Başkanımız Sayın Nurullah Ankut sizlere seslenecek.

(Alkışlar… Slogan: Kıvılcımlı Yaşıyor HKP Savaşıyor… Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi…)

(Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut’un konuşması. Bu konuşmayı gelecek sayımızda yayımlayacağız.)

(Slogan: Halkız Haklıyız Kazanacağız… Alkışlar… Davamız halkların kurtuluş davasıdır… Alkışlar… Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi… Alkışlar…)

Pınar Akbina Yoldaş: Sayın Genel Başkanımıza bu konuşmasından dolayı çok teşekkür ediyor ve gençler olarak diyoruz ki bizler de sizlerden devraldığımız bayrağı asla yere düşürmeyeceğiz ve her zaman en yükseklerde dalgalandıracağız.

(Alkışlar…)

Yoruldunuz biliyorum yoldaşlar ama genç yoldaşlarımızın çok emek harcayarak hazırladığı sunumlar var. Biraz daha sabredersek programımızın sonuna doğru yaklaştık zaten.

Güneş nasıl dünyamızı aydınlatıyorsa, sanat da ruhumuzu öyle ışık tutar. Şimdi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı 17 yaşında Kurtuluş Savaşında Yörük Ali Efe çetesinde savaştı bildiğiniz gibi ve başarıları sayesinde de kısa zamanda Köyceğiz Kuvaimilliye Komutanı oldu. İşte o diyarlardan Ege’den bir Efe Arkadaşımız aramızda. Halk oyunu izleyelim.

(Alkışlar…)

 

***

Tiyatro

Tiyatro aşka benzer. İnsanı hazin hazin ağlatır. Ama verdiği acının gücünde bir başka tat bulunur. Tiyatro evrene benzer. İnsanı doya doya güldürür. Ama yansıttığı tuhaflıklar, gülerken ağlamak için istekler doğurur. (Namık Kemal)

12 Mart Faşizminin devrimcilere yönelik başlattığı “sürek avı’ında, Hikmet Kıvılcımlı da 146. Maddeden idam istemi ile aranır. Bunun üzerine yeraltına geçer. Bu süreçte ilk bölümleri Türkiye’de yazılan, günlük notlar kaleme almaya başlar. Daha sonra da prostat kanserini tedavi ettirmek amacıyla -zorunlu olarak- yurt dışına çıkar. Yurt dışında da (değişik ülkelerde) notlarını yazmaya devam eder. Kanserin ağır kanamaları ve dayanılmaz ağrıları altında; illegalitede, göçebe konumda kaleme alınan “Yol Anıları” eserinden bir bölümü canlandırmak üzere Kurtuluş Partisi Gençliği’nde sahne…

   Müzik                                                           

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen…

Sarıgazi’den yoldaşlarımızın türkülerini dinleyelim bu sefer de…