Köy Enstitüleri ve bir aydın bozuntusu
Hüseyin Ali
Elimden gelse bütün dünya okullarının programlarına
“insanın insanı sömürmemesi” adlı bir ders koyardım
İsmail Hakkı Tonguç
Bu yıl 17 Nisan Köy Enstitüleri’nin 80. kuruluş yıl dönümü. İlerici bir atılımdı Köy Enstitüleri. Hatta Cumhuriyet’in eğitimde yaptığı bir devrimdi, diyebiliriz. Maalesef ömrü kısa oldu.
Ömrünün kısa olmasının nedeni, bu devrimci atılımın bir sosyal devrime dayanmamasıydı. Kuvayimilliyeciler, dış düşmanı (emperyalizmi ve piyonlarını) kovmuş, iç düşmanın (Tefeci-Bezirgân Sermaye) görünürdeki yüzü olan Saltanatı kaldırmıştı. Ama Tefeci-Bezirgân Sınıf siyaseten sinmiş olsa da ekonomik anlamda dipdiri duruyordu. Bu güç Kuvayimilliyeciler ve devrimleri için en büyük tehlikeydi.
Daha da kötüsü Türkiye’de Finans-Kapitalin palazlanmasıyla oldu. Finans-Kapital, halk içinde 300-500 aileyi geçmeyen bir azınlıktı. Ama dışarıda emperyalizm, içeride bu topraklarda binlerce yıldan beri hüküm süren Tefeci-Bezirgânlık ile çıkar birliğine girdi. Finans-Kapitalin Türkiye topraklarındaki kökü olan Tefeci-Bezirgân sermaye, Kuvayimilliyecilerin devrimlerini ters yüz etmek, en azından etkisiz kılmak için olmadık ahlâk dışı işlere, yalana dolana, provokasyona başvurarak halkı kandırmada mahirdi.
Nitekim bugüne kadarki tüm karşıdevrimci hasarlarda Tefeci-Bezirgan sermaye işin içindedir. Özellikle din silahını kullanarak halkı kandırır. Tıpkı günümüzde din bezirgânlarının yaptığı gibi.
İşte Köy Enstitüleri de aynı şekilde Tefeci-Bezirgân sermaye tarafından saldırıya uğramıştır. “Köy Enstitülü Delikanlı” yazar Fakir Baykurt’un deyişiyle; “Açtıklarına pişman olmuş gibi on yıl içinde her şeyi ters türs ettiler.” CHP tek partidir, iktidarı tek başına sürdürmektedir, Köy Enstitüleri’nin arkasında olduğu bilinen İnönü Milli Şef’tir, buna rağmen… Tabiî, Finans-Kapitalin elindeki “Hür Basın”ın ve siyasetçilerin katkısıyla…
Ne yalanlar, ne provokasyonlar, ne saldırılar… En çok kullandıkları silah din düşmanlığı, mezhep farkı, komünistlik ve namus, her zaman olduğu gibi… Fakir Baykurt anlatıyor:
“… Söyledik Gönen’de okuduğumuzu./ “Köy enüsdosu yani?”/…/ Isparta’da gülyağı tüccarıymış…/…/ İçeri girip bir gazete getirdi:/ “Bakın burada ne yazıyor? Al mendili saçakladım/ Anasının yanında kızını kucakladım./ Gazeteyi serdi önümüze. “Millet Meclisi’nde bütçe görüşmeleri yapılırken Eskişehir Milletvekili Emin Sazak Enstitülerde ananelerimize aykırı müzik eğitimi yapıldığını öne sürdü…” Sordu gülyağı tüccarı: “Bilmiyor musunuz bu türküyü?”/ “Hayır bilmiyoruz.”/ Gerçekten duymamıştık. Hep böyle kondurmalar üretiliyor. Öğretmenlerin önünde kız erkek birleşerek, anasının yanında kızını kucaklayarak. Bunları Meclis’te söyleyip gazeteye yazdıranlarda hiç utanma yok.” (http://bilsank.blogspot.com/2018/03/koy-enstitulu-delikanli.html).
“… …”…/…/ “Kızlar öğretmen olacak mı gerçekten?”/…/ “Evlenecek misiniz? Yoksa düzüp düzüp bırakacak mısınız?”/ Neye uğradığımı bilemedim birden…/ “Doğru mu yaani söylenenler? Sen kaçını düzdün?” Çoban efendiyi iyilikle yanıtlamayı düşündüm önce:/ “Enstitü bu kadar yakında; niçin gelip gezmiyorsun?”/ “Köyde konuşuyorlar. Ondan soruyorum yaani.”/ “Sizin Manastır Alevi köyü değil mi?”…/…/ “Siz de cemlerde kafaları çekip çekip yaani, horozları uçurup uçurup, mumları söndürüp söndürüp yaani, dalıyorsunuz birbirinizin karısına kızına, öyle değil mi?”
-“Hüsnü Bey, Şekip’in kardeşi. Konakta, çiftlikte onun da payı var…/…/… ders soruları bitti. “Peki komünistlikten ne okuyorsunuz?” dedi bu kez./…/ “Çok söyleniyor, öyle dersler okuduğunuz! Yaani ilerde köyleri komünist yapmak için?”/ “Bizim öyle bir dersimiz yok!” dedim telaşsız…/… gülüyor bıyık altından: “Hep böyle yetimlerden, yoksullardan mı seçer öğrencilerini enstitü?”/…/ “Halk Partisinin okulları bunlar. Ama iyi okuyorsunuz!”/…/ Beylerle, bey çocuklarıyla aramız açıldı giderek…/ Beylerden bizi beğenen yoktu. Örneğin Şekip, “Hasan Ali’nin piçleri! Bunlardan öğretmen mi olur?” diye sövüyor, “komünist öncüler” olarak yetiştiğimizi söylüyor. “Ama yağma yok, bu yurdu biz onlara kaptırmayız!”/ Biz de… Kurtuluş Savaşından sonra iç düşmanın olduğu gibi kaldığını söylüyoruz. Fırsat buldukça “Beyler köylünün kanını emiyor, Toprak Reformu zorunludur! diyoruz./… Hüsnü Bey… “… Bey çiftlikleri olmasa Türkiye’nin üretimi sıfıra düşer… Atatürk’ün yok mu çiftlikleri?… Ankara’da, Yalova’da, Mersin’de. Atatürk gittiği her yerden kendine çiftlik aldı. Sonra bunları Hazineye verdi; çünkü zürriyeti yoktu.”
Bu kadar acımasız, bu kadar ahlâksızdırlar. Bu yüzden Fakir Baykurt; “Oradaki (Isparta Gönen Köy Enstitüsü) öğrenciliğimin yarısı cennet, yarısı cehennemdir”, diyor.
Şimdi de farklı değil. Gezi Direnişi sırasındaki “Kabataş Gelini” yalanı örneğin. Ya da; “Camilere ayakkabılarıyla girdiler, camide bira içtiler”, gibi… Bugün “Kürt Açılımı”nın sözde son bulmasıyla bunlara bölücülük de eklenmiş durumda. Bir de 17 ve 25 Aralık ile 15 Temmuz’dan beri Fetoculuk!
Fakir Baykurt devam ediyor:
“- Oysa komünizmin ne olduğunu bilmiyorum… “Rusya’nın rejimi! O rejimde karı kız ortak! İnsanlar bacısıyla yatar!” diyorlar”
“- Gönen’de… zaman buldukça kitap okuyorum. Enstitü de bizi böyle yönlendiriyor. Sabahları özgür okuma saatlerimiz var… çok okuyanlar seviliyor./ Bu güzel hava 1946’da değişti. Çok okuyanlara “komünist” demeye başladılar…/ Ankara’da enstitülerin yönetimi el değiştirdi. Halk Partisi… seçimleri kazanabilmek için habire ödün veriyor… Amerika’nın dümen suyuna girdi. Polis, jandarma yurtta “komünist” avlıyor. Özellikle yazın alanında sıkı denetim var. Ufacık başımla ben de izleniyorum… haberlerim de yansıyor köye./ Bilen bilmeyen anama sesleniyor:/ “Elifçeee! Oğlun komünist olmuuuuş!”/…/ “… Komünist demek… Kız kardeşiyle evlenmek demek! Senin karı, benim karı yok demeeek!”
Böyle yalanlarla Köy Enstitüleri’ni bitirdiler. CHP içinde gerici muhalefet güçlendi. “Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi, en sevgilisi sayıyorum”, diyen Milli Şef İnönü dahi Köy Enstitülerinin arkasında duramadı. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç görevden alındı. Kendisine sorulduğunda İnönü, dönemi ve bu değişiklikleri şöyle anlatıyor:
“Köy Enstitüleri’nin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem (…) herkes zanneder ki Hasan Âli Yücel’i, Tonguç’u isteyerek değiştirdim; Köy Enstitüleri’nin kapanmasına neden oldum diye, benim hakkımda kamuoyunda yanlış bir hüküm vardır, aslında o zaman bir sürü olaylar oldu. Kurultayda Enstitüler aleyhine bir cereyan başladı. Ben bunların doğru olmadığını yerine giderek tespit ettim, ama bu o kadar yoğunlaştı ki grubu etkiledi. Grubun büyük çoğunluğu Köy Enstitütleri’nin aleyhine dönüştü. Bakanlar içinde Köy Enstitüleri’ne vaziyet alanlar çoğaldı. En çok da bu konuda Köy Enstitüleri’nden şikâyet edilenlerin başında Milli Eğitim Bakanı Yücel’le, Genel Müdür Tonguç hedef alınıyordu. O sırada rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak’tan da yoğun şikâyetler gelmeye başladı. Mareşal, “Bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksınız diye soruyordu?” Mareşal, bunu âdeta bir mesele haline getirmişti. (…) Bu konuda bütün organlarda gücümü kaybetmiştim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamıştı. Onun için en çok bu konuda saldırıya uğrayan, Ulusal Eğitim Bakanı Yücel’in, Genel Müdür Tonguç’un gönlünü alarak bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketleri de başlatınca, olaylar öyle gelişti ki kendi cereyanında yürüdü ve bir an geldi ki Köy Enstitüleri’ni, eski gücüyle, eski ruhuyla devam ettirmek olanakları benim elimden çıktı” (Mevlüt Kaplan, Aydınlanma Devrimi ve Köy Enstitüleri. Aktaran: Mehmet Anık. Bir Modernleş(tir)me Projesi Olarak Köy Enstitüleri. https://www.academia.edu/4449802/Bir_modernle%C5%9F_tir_me_projesi_olarak_k%C3%B6y_enstit%C3%BCleri_-_Village_Institutes_as_a_Modernisation_Project_-_Mehmet_ANIK).
Böylece; “iş içinde, iş için eğitim”, şiarıyla yola çıkan, başka deyişle eğitimde teori ve pratik bütünlüğünü sağlayan kültür ocakları, Cumhuriyet’in devrimci eğitim adımı son bulur.
Köy enstitülerinde nüfusun % 80’i, çok ilkel şartlarda yaşayan, okuma yazma oranı % 5’i geçmeyen köylülüğün geliştirilmesi hedef alınmıştır. Yoksul köy çocukları; köylerinde ekmeğini taştan çıkaran aydın, bilinçli, kitap okuyan, tartışan, enstrüman çalan, sağlık-ziraat-inşaat-demircilik-marangozluk bilgileriyle donatılmış birer halk şefi haline getirilmiştir.
Köy enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç ya da eğitim camiasının deyişiyle Tonguç Baba, bir eğitim devrimcisidir. Sosyalist kafalıdır. Sosyalizmi bilir. Örneğin, Marksist artıdeğer teorisinin anlatıldığı aşağıdaki pasaj Tonguç’un 1933’te yazdığı kitaptan aktarılmaktadır:
“Ondokuzuncu asırda… içtimai (toplumsal) sınıflar sermayedarlar ve işçiler diye ikiye ayrıldı. Bu iki sınıfın içtimai ve iktisadi vaziyetleri birbirinden pek farklı olduğu için servetlerin taksimindeki müsavatsızlık (eşitsizlik) birçok mütefekkirlerin (düşünürlerin) nazarı dikkatlerini celbetmeye başladı. Bu ademi müsavatın (insani eşitliğin) en büyük sebebi addolunan mülkiyeti izale etmek (kaldırmak) ve faaliyeti beşeriyenin mihverini (toplumsal faaliyetin eksenini) değiştirmek temayülatı (eğilimleri) uyandırmıştır. İşte bu fikre taraftar olan iktisadcılara (sosyalistler) denilir. (Sosyalistler arasında meslek itibariyle pek çok ihtilafat (ayrılıklar) mevcut olduğundan bir sosyalizm mektebi değil müteaddit (birçok) sosyalist mektepleri mevcuttur). Sosyalizmin müşterek akideleri (ilkeleri) hülasatan (özetle) şöyle izah edilebilir: 1 — Onlara göre içtimai geçimsizliğin sebebi emvalin (malların, zenginliğin) mahdud (dar) ve tufeyli (asalak) bir sınıf elinde toplanmasıdır. Çareyi, mülkiyetin ve onun tabiî bir neticesi olan ücret usulünün ilgasında (kaldırılmasında) bulurlar. 2 — Umumiyetle sosyalist mektepleri kuvayi umumiyyenin (kamuoyunun) vezaif ve salahiyetlerinin tevsiine (genişletilmesine) mütemayildir (eğilimlidir)). (Sosyalistlerin en müfriti (ileri geleni) Karl Marx’ın esaslı iki iktisadi telakkisi (anlayışı) vardır. Bunlardan birincisi mevzuumuzla alakadar olduğu için bu umdeyi (ilkeyi) kısaca anlatalım: Fazla iş = Sur – travail ve zait (artı) – kıymet = Plus – Value nazariyesi… İşle meydana gelen kıymet sermayedarın mahsulatı (ürünü) satmakla elde ettiği kıymettir. İşin istihlak (tüketim) kıymeti ise gündelik suretiyle işçinin aldığı kıymettir. Bundan bizzarure (zorunlu olarak) şu netice çıkar ki ikisinin arasındaki fark sermayedarın elinde kalır. Sermayedar mahsulü on saatlik iş (meydana getirilen kıymet) hesabıyla sattığı halde ameleye (işçiye) beş saatlik işin mukabilini (istihlak olunan kıymet) veriyor ve fazlayı alıkoyuyor. Marx’ın bilahare pek maruf (bilinir) olan tabiriyle zait – kıymet (artıdeğer) dediği bu fazladır. Bundan şu netice çıkıyor demektir: Sermayedar, amelenin on saatlik işini cebine atıyor ve ona beş saatlik iş ödüyor. Diğer tabirle amele sermayedara bedava beş saatlik iş yapıyor. (Ödenmiyen ve zait kıymeti vücuda getiren bu beş saatlik fazla işe K. Marx zait – kıymet (artıdeğer) diyor.)” (İsmail Hakkı. İş ve Meslek Terbiyesi, Bir Taslak adlı kitaptan aktaran: Engin Tonguç. Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç, s. 141-142.)
Elbette, Tonguç’un 1933’te böyle yazması tek başına Marksist olduğu anlamına gelmez. Ancak, teoriden haberdardır, haksızlığa ve sömürüye karşı bir kişiliktir. O günkü yetersizliği de ortaya koyar:
“Şimdiye kadar verilen pek kısa tarihi izahattan da anlaşılacağı vechile gitgide iş ile çalışmak veya faaliyette bulunmak mefhumları (kavramları) arasında sıkı bir irtibatın mevcudiyeti nazarı dikkati celbetmektedir. Esasen nazari (teorik) milli iktisat ilminin en mühim hizmetlerinden biri de işi bir kıymet olarak tanıması, o mefhumu ilmi bir şekilde tetkik etmesidir. Bugün bu tetkikat kati bir şekilde ikmal edilmiş değildir” (s. 143).
Daha sonra oğlu Engin Tonguç çokbilmiş sözde aydınlarımızı da kısaca eleştirerek şöyle der:
“Bundan sonra Tonguç, “Milli iktisadın tekâmül şartları”nı incelerken endüstrinin, tekniğin ve fazla nüfuslu kentlerin gelişmedeki önemini belirttikten sonra (yazarın notu: Burada bazı sol eleştiricilerin 1960’dan sonra Tonguç’un bu aşamaları bilmediği, evrimi köy gibi ilkel bir yüzeyde tutmak amacını güttüğü gibi suçlamaları akla geliyor. Oturup yüksek perdeden eleştiri yapmak varken, ta 1933’de çıkmış küçük bir kitabı bulup incelemenin ne gereği var, diye düşünmüş olsalar gerek!) sanayi toplumlarındaki insanların özelliklerini şöyle belirtiyor: ‘… Bu hayat tarzı tenkit kabiliyetini de arttırır. Mukayeselere imkan veren binlerce vasıtalar ferdin tenkit kabiliyetini ve itiraz hassasını (özelliğini) keskinleştirir… Hakiki demokrasi hayatı için de tenkitçi zihniyetin lüzumlu bulunduğunu kabul etmek lazımdır…’” (s. 143).
Ve bu işine de yansır Tonguç’un. Kendisi eleştirir, doğru bildiğini savunur ve böyle de bir gençlik yetiştirmeye çalışır.
Engin Tonguç’un dediği gibi kendini solcu sanan veya gösteren kimi aydın bozuntuları bu gerçekleri bir türlü görmek istemez. Özellikle de II. Cumhuriyetçiler, “Yetmez ama evet”çiler… Bunlardan birisi de Tanıl Bora nam zat. Bu yıl Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünde yazdığı yazısında daha baştan niyetini belli ediyor, şöyle diyebiliyor:
“Köy Enstitüleri, seksen yıldır bitmeyen bir gündem konusuydu aslında. Bir zamandır tavsadığı söylenebilir. Belki öyle olması, başka açılardan bakmaya, daha serin bakmaya fırsat verir.” (Birikim, 22 Nisan 2020, https://www.birikimdergisi.com/haftalik/10047/koy-enstituleri).
“Bu da kabak tadı vermişti artık, tavsadı da rahatladık, böylece bu rahat ortamda başka açılardan da bakabilirim”, der gibi başlıyor.
Elbette yazının içeriği daha önemli. Başka açıların ne olduğuna bakalım… Hemen sonrasında şöyle yazıyor:
“Köy Enstitüleri konusu, her şeyden önce, anti-komünizmin kurucu tecrübelerinden ve kurucu mitlerinden biri olarak işlev gördü.”
Neredeyse Türkiye’de antikomünizmi yaratan Köy Enstitüleriydi diyecek. Sonra kısmen düzelterek devam ediyor:
“Bir yapı ve söylem olarak komünizm-sonrasına da devreden ve halen mükemmel iş gören modern anti-komünizm cihazının ilk kurulumu, Enstitüler’e karşı karalama kampanyasıyla yapıldı. Komünizmi/solculuğu “cinsel başıboşlukla” özdeşleştiren müstehcen zihniyetin tezvirat malzemesi de Enstitüler’di.”
“Antikomünizm cihazının ilk kurulumu”nu doğuran Köy Enstitüleri’ydi, demeye getiriyor. Oysa çok daha öncesinde Kuvayimilliyeciler de komünistlikle ya da Bolşeviklikle suçlanmıştır. Bunu görmezden geliyor. Yeni bir laf söyleyecek ya!.. Yukarıda belirttik, Tefeci-Bezirgân Sermaye bu topraklarda bin yıllardan beri kök salmış. Bu tür “tezvirat” (yalan, dolan, dedikodu) Tefeci-Bezirgân Sermaye için çocuk oyuncağıdır ve yeni değildir. Neyse ki, “cinsel başıboşluk” ifadesini tırnak içine almış. Devam edelim:
“Buna karşı bir mitoloji de var: bir Kemalizm miti olarak Köy Enstitüleri. Hem Kemalizmi bir aydınlanma projesi olarak sunmaya elverişli bir mit. Hem de Kemalizmin ihanete uğradığı, tamamına eremediği inanışının canlı timsali olan bir mit.
“Bu mitin oluşturduğu bıkkınlık da, bu miti yaşatan camianın kendi üzerine kapanmışlığı, müthiş kendinden eminliği ve kendinden memnuniyeti –ve yakın zamanda çıkan birkaç kitaba kadar: erkekliği– de, Köy Enstitüleri hakkında salimen düşünmeyi zorlaştıran bir etken olmadı mı?”
“Mit” için Türkçe Sözlük’te şunlar yazılı:
- isim Geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren alegorik bir anlatımı olan halk hikâyesi, mitos.
- isim, mecaz Efsaneleşen kavram veya kişi.
Buradan da anlaşıldığı gibi Köy Enstitülerine kara çalınıyor, sinsice. Köy Enstitüleri bir hayal ürünü, bir halk hikâyesi değildir. Haydi iyi düşünelim ve mecazi olarak efsaneleşmiş bir kurum demek istedi, diyelim. Bu bir yana, bu mitin oluşturduğu “bıkkınlık” da ne ola? Kim bıkmış? Köy Enstitüleri hakkında edilen olumlu sözler mi bıkkınlık veren? Eğer böyleyse neden? Açık değil. Aslında şunu demek istiyor: Köy Enstitüleri hakkında olumlu bakış o kadar güçlüydü ki, eleştirici bir yazı kaleme almaya cesaret edemedim. Ama şimdi tavsadı, rahatladım, yazıyorum”.
Peki, bu tavsamada Türkiye’yi 20 yıldan beri yöneten din bezirgânlarının rolü yok mu? Hiç böyle bakmazlar. Çünkü dolaylı olarak din bezirgânlarını desteklerler. Ellerine tutuşturulan pusulaları böyle gösterir çünkü.
Bunlar neyse, şimdi zurnanın zırt dediği yere gelelim:
“Köy Enstitüleri, esasen kırsal ağırlıklı nüfusun beşerî sermaye donanımını olabildiğince az masrafla geliştirme amacıyla kurulmuş, bununla beraber olarak sadık yurttaş yetiştirme, böylece rejimin rıza üretim tabanını genişletme niyeti güdülmüştü. Köycü popülizm üzerinden Türkleştirmeyi ikmal etme amacı da gözetilmişti, tabiî. Köyü kendi içinde kalkındırmanın, köylüyü köyde –ve köylü olarak; geliştirilmiş, mâmur bir ideal köyün köylüsü olarak- tutmaya yarayacağı da umulmuştu. Kemalizmin, kültürel yapıyı ve yapılandırmayı toplumun zembereği olarak gören kültüralizminin de bir örneğiydi tabiî.”
Toplumun % 80’i köydeyse ve ancak % 5 kadarı okuryazarsa, böyle bir yol tutulmasında ne sakınca var? Bunun toplumun gelişmesine katkısı olmaz mı? İyi bir adım değil mi? Bu soruları hiç sormazlar. İlle eleştirecekler. Ayrıca, yukarıda gördük, Köy Enstitüleri’nin kurucusu Tonguç, kapitalist ekonomi yasalarını bilen, toplumsal gelişmenin nasıl olacağını gören bir kişi. Köyü kalkındırmak, köylüyü eğitmek, daha üretken kılmak, kooperatiflerle örgütlemek yanlış mı? Bu, kapitalizm öncesi üretim biçimlerinin tasfiyesi anlamına gelmese bile, köylülük üzerindeki kapitalizm öncesi sömürüyü azaltma yönünde ileri bir adım değil midir? Köycü popülizm (köycü halk dalkavukluğu) ile ne ilgisi var?
Gerekçe mi? Yok!.. Dediğimiz gibi yazarımızın eline tutuşturulan pusula böyle bir yön gösteriyor.
Asıl üzücü olan, içlerinden pek çok yazar, şair, eğitici, bilimci çıkan köy enstitülüleri “yarı-münevverlik” (yarı aydın olmak) ile suçlaması.
“Köy Enstitüleri, geç Osmanlı dönemine uzanan, ‘eğitim planlamasında aşağıya mı yukarıya mı ağırlık vermeli?’ sorusuna ‘aşağı’dan yana verilmiş bir cevap idi. Yani, daha sonra onların kendi eteklerine ışık tutmasını umarak, üst düzey seçkin yetiştirmeye değil; asgarî öğrenim düzeyini olabildiğince yaygın, kitlesel hale getirmeye öncelik vermek.
“Bu yönelim, başta öteki istikameti tercih edenler arasında olmak üzere, “yarı-münevverlik” endişesini alevlendirmişti.”
Metafizik bir düşüncenin yansıması… Her ne kadar kendi düşüncesi olarak yazmamış görünse de, kendisinin de böyle düşündüğü belli. Toplumda “yarı aydın” bile olsa okuryazar sayısının artması, bunlar içinden en iyilerin seçilmesi, böylece “üst düzey” aydın ya da bilimci havuzunun genişlemesi kötü bir şey mi? Ayrıca, Cumhuriyet’in yükseköğretimi geliştirme çabalarını yok mu sayalım?
Maalesef böyledir… Bizce asıl bugünkü gerici iktidarı ya da din bezirgânlarını şöyle veya böyle destekleyenlerin, hem de bilerek destekleyenlerin, bırakalım yarı aydınlığını, insanlığından şüphe etmek gerek.
Kaldı ki, gericilik bile bu aydın müsveddelerinden daha doğru koyuyor gerçeği. Dinci gerici Mustafa Armağan, şöyle diyor, tabiî her zamanki gibi kara çalarak Köy Enstitüleri’nin kapatılması konusunda:
“(…) Köy Enstitüleri’nin tarihçesini verecek değiliz. Hatta eleştiri babında gündeme getirilen enstitülerin 10 yıllık ömrü zarfında yapılan eğitsel hataları, ahlâki skandalları, beyin yıkama faaliyetlerini, köylünün manevi değerleriyle alay edildiği, faydadan çok zarar getirdiği ve Sovyetler Birliği’nden ilham alındığı vs. gibi sorunları da ele almayacağız.
“(…) Amaç, teorik bilgiler yerine köyleri teknik bilgiye sahip okumuş elemanları Toprak Reformuyla köylüye dağıtılacak topraklarda istihdam etmektir.
“Fakat bu nasıl bir toprak reformudur ki, hazırlanmasına Atatürk zamanında, 1935 yılında başlamış, tam 10 yıl boyunca kanun üzerinde “çalışılmış” ve tam da Hitler’in teslim olduğu ay, 1945 Mayısında Meclis’e getirmiştir ama bu tarihte artık Meclis’in de, İnönü’nün de onu çıkaracak dermanı kalmamıştır! Dolayısıyla Toprak Reformu yapılırsa diye başlanan Köy Enstitüleri projesi de Cumhuriyetin iki kurucusunun bu kanunu bir türlü TBMM’den geçirememesi üzerine (geçirmemesi mi demeliydik?) rafa kaldırılmıştır. “Yani 1945 yılındaki dünya şartları, yani Köy Enstitüleri’nin ideolojik dayanağı olan Sovyetler Birliği’nin karşısındaki ABD kutbunda yer alışımız CHP iktidarını kendi eliyle kurduğu bu kurumu kadük hale getirmeye zorlamıştır.” (Yeni Şafak, 17 Nisan 2016)
Pek çok yanlış ifade ve yalana rağmen bazı doğruları ortaya koyuyor: Köy Enstitüleri’nin Sovyet eğitim sisteminden esinlenerek hazırlandığı ve II. Emperyalist Savaş sonrası Türkiye’nin ABD’nin çekim alanına girmesi… Köy Enstitüleri’nin ise Sovyet modeli olduğundan Amerikan Emperyalizmi tarafından istenmemesi. Tabiî, iç güç olarak sürekli bu doğrultuda alttan çalışma yapan Ortaçağ artığı Tefeci-Bezirgân Sermayeyi unutmadan. “Yetmez ama evet”çiler bu gerçeklere de gözlerini kaparlar.
Köy Enstitüleri’nin kurulmasında Sovyetler Birliği’nden esinlenme var mıdır?
Bizce vardır. Bu da önemli değil. Normalde, namuslu yurtsever aydınlara ülke gerçekleri de bu uygulamayı dayatmıştır. Bizce çok da başarılı olmuştur. Ancak, ülkede demokratik devrim yapılamayınca, Antika Tefeci-Bezirgân Sınıf dipdiri kaldığından, Köy Enstitüleri kalıcı olamamıştır.
Köy Enstitüleri’nin kurucusu Tonguç Baba iyi bir yurtsever, iyi bir aydın, iyi bir eğitimcidir. İlle de sosyalizm propagandası yapması gerekmez ama bizce düşünce ve uygulamaları bakımından sosyalist bir eğitimcidir, bir eğitim devrimcisidir. Örneğin, Tonguç’un 27 Mayıs Devrimi olur olmaz Anayasa Komisyonu Başkanı Sıddık Sami Onar’a sunulmak üzere hazırladığı ilköğretim ile ilgili taslak, tam bir Demokratik Devrim “Minima Programı”dır. Maalesef Tonguç, devrimden hemen sonra, 24 Haziran 1960’da ölür. Aşağıda 13 maddelik bu taslağı olduğu gibi veriyoruz:
“1. İlköğretim mecburi ve parasızdır. Yedi yaşına basan kız – erkek her çocuk on beş yaşını bitirinceye kadar laik ilkokula, teknik okullara ve kurslara devam etmeye mecburdur.
“2. Mecburi öğrenim çağında bulunan her çocuk öğrenim süresince aşağıdaki haklara sahiptir:
“a. Hayat okuluna mahsus ilkeleri uygulayabilecek öğretmenlere kavuşmak,
“b. Sağlık koruyucu imkanlar elde etmek,
“c. Modern bir okul binasında okumak ve eğitilmek,
“d. Kitaplıklardan öğretim araçlarından faydalanmak,
“e. Öğrenim süresi içinde taşıt araçlarından parasız faydalanmak.
“3. İlk eğitim – öğretim kurumlarının amacı, öğrencileri Türkiye’nin içtimai ve iktisadi bünyesine en uygun bir yolda cumhuriyetçi, laik yurttaşlar olarak yetiştirmektir.
“4. İlköğretim kurumlarında sınıfların öğrenci sayısı elliden fazla olamaz. Bu kurumlara devam eden öğrenciler yılda en az iki yüz gün öğrenim görürler. Günlük öğrenim süresi beş ders saatinden az olamaz.
“5. Mecburi öğrenim çağında bulunan çocuklar devlet okullarından başka okul veya dershanelere devam edemezler.
“6. Bakılmaya muhtaç kimsesiz çocuklar mecburi öğrenimi tamamlayıncaya kadar devletçe eğitilirler.
“7. İlköğretim masrafı devlet, özel idare, belediye ve köy bütçelerine konulacak ödeneklerle ve devletçe kabul edilen yardımlarla karşılanır.
“8. Her normal Türk yurttaşı hangi zümreden olursa olsun istidat ve kabiliyetine göre, her derecedeki okullarda öğrenim görmek hakkına sahiptir.
“9. Her öğretmen modern eğitim ilkelerine göre “öğretme hürriyetine” sahiptir.
“10. Mecburi öğretim kurumlarında devletin resmi dilinden başka dille öğretim yapılamaz.
“11. Yetişkin halktan okuma yazma bilmeyen her yurttaşın okuryazar duruma gelmesini sağlayacak halk eğitimi kurumlarına başvurmak hakkıdır.
“12. Köylerde ve köy karakterinde olan kasabalardaki halk, oturduğu yerlerin ihtiyaç ve özelliklerine en uygun laik öğretim kurumlarına başvurmak hakkına sahiptir.
“13. Siyasi partiler mecburi öğretimin, halk ve meslek eğitiminin, sanat ve bilim alanındaki çalışmaların hızını engelleyecek teşebbüs ve hareketlerde bulunamazlar.” (Engin Tonguç, ay, s. 407-408).
Devrimciler bugün iktidara gelse uygulamaları gereken bütünlükte bir program.
Bu gerçekleri görmeyip, anlaşılması zor sunturlu ya da ağdalı cümlelerle Köy Enstitüleri’ni sinsice eleştirmek gericiliğe hizmet eder.
Köy Enstitüleri bugün yok ama bıraktığı miras, deneyim çok büyük ve hep anılacaktır.
Yazımızı, bir Köy Enstitülü öğrencinin, Veli Erdemir’in öğrenciyken yazdığı ve gericiliğin saldırılarına neden olan Köylü Dertleri adlı şiiriyle bitirelim.
Sabanla kovarsın baharı güzü
El için işlersin bayırı düzü
Derindir bilinmez işin içyüzü
Katlan köylüm katlan gelirim bir gün.
Cahil muhtar bilmez halin nasıldır.
Ayaklar çatlamış eller nasırdır.
Verdiğin paralar göz damlasıdır.
Katlan köylüm katlan gelirim bir gün.
Derdini anlatsam halin bilinmez.
Dışın görünse de için görünmez.
Hocan muska yazar hastan dirilmez.
Seni kurnazların emiyor köylüm.
Paralar verirsin bütçeniz artmaz.
Başa seçtiğiniz doğruluk yapmaz.
Bahçeler yaparsın diktiğin tutmaz.
Katlan köylüm katlan gelirim bir gün.
Bütün işlerini plana aldık.
Size şu sefillik yetmez mi artık.
Elbisen yamalı çarığın yırtık.
Köylüm dert ortağın olurum bir gün.
Gözün açık değil melul durursun.
Bulanık suların artık durulsun.
Mahkemeye gitsen suçlu olursun
Sende hakim için altın yok köylüm.
Uçan bir kuşun var, daha konmadı.
Kimseler derdine derman bulmadı.
Benim de burada sabrım kalmadı.
Nasip olacak mı ermeye köylüm.
Pek eski zamandan bükülmüş belin
Yaş değmiş paslanmış, ses vermez telin
Hasta vücudunun doktoru benim
Gönlünü açmaya gelirim bir gün.
Hepsinden üstündür ahlâkın, huyun
Her adam içemez derindir kuyun
Borusuz geliyor içilmez suyun
Suyunu süzmeye gelirim bir gün.
Malsız mülksüz kalmış pek çoktur açın
Yabandır aşılanmamış ağacın
Hiçbir gün kalbimden gitmiyor acın.
Acından dert aldım, dertliyim köylüm.
Yeter senelerce çekmişsin kahır
Kadını erkeği hepsi de dahil
15 yaşındaki yiğitler cahil
Marifet yuvası kur attın köylüm
Yardım yapılmıyor öksüz kalana
İltimas geçilir zengin olana
Haksız olanların beyni bulana
Adalet yanımda gelirim bir gün.
İnişli yokuşlu dağlardan indim
Günlerce sayarım bitmiyor derdin
Seni hasta duydum görmeye geldim
Gizli dertlerini aç bana köylüm.
Köy için yazarım bu şiirleri
Kalbimde gizlerim enstitüleri
Bu gaye yolundan dönmem ben geri
Vatanın uğruna coşar giderim.
Veli Erdemir, 1944