Site rengi

Tasarım

Mutlak Bir Diktatörlük ve “Reis Kültü”

13.04.2025
213
A+
A-

Orhan Sur

Amerikan uşağı Şah Rıza Pehlevi’nin örtülü diktatörlüğünün yanı sıra Ortaçağcı Humeyni’nin açık diktatörlüğünü deneyimlemiş olan İranlı Psikiyatri Profesörü Fathali M. Moghaddam, 2013 yılında “Diktatörlüğün Psikolojisi” başlıklı bir araştırma kaleme almış, eser Amerikan Psikoloji Derneği (American Psychological Association-APA) tarafından basılmıştır.

Burjuva dünya görüşüne sahip araştırmacı, doğal olarak bazı bölümlerde sapla samanı birbirine karıştırmaktadır. Emperyalist propagandanın bayat, pespaye zokasını yutan İranlı Psikiyatrist, Hitler ile Stalin’i eşitlemektedir mesela. Sosyalist Devletlerin de tıpkı Faşist Devletlerdeki gibi halka karşı diktatörlük uyguladığını kanıtlamaya çalışmaktadır. Çünkü kendisini Humeyni zulmünden ABD’ye güç bela atabilen araştırmacı yazarımız, bu haydut devletin ideolojisine bütünüyle angaje olmuştur; olaylara ve olgulara ezilen sınıfların gözlüğüyle değil, emperyalistlerin baktığı pencereden bakmaktadır.

Tüm bunlara rağmen kitapta bazı ilgi çekici noktalar da yok değildir. Örneğin Moghaddam, 21’inci Yüzyıl’da bir ülkenin diktatörlükle mi yoksa demokrasiyle mi yönetildiğini belirlemek için birkaç basit testin ya da kriterin yeterli olacağını belirtir. Şimdi bu testleri kısaca özetleyelim:

1- Şehir Meydanı Testi: Eğer bir yurttaş yaşadığı şehrin meydanına çıkıp tutuklanma, hapse atılma ve fiziksel şiddete uğrama korkusu duymaksızın düşüncelerini ifade edemiyorsa, diktatörlükle yönetiliyor demektir.

2- İktidarı Seçim Sandığında Gönderme Testi: Eğer yurttaşlar, iktidarı seçim sandıklarında kullandıkları oylarla değiştiremiyorlarsa; bu onların diktatörlük altında yaşadıklarını gösterir.

3- Azınlık Hakları Testi: Eğer bir ülkede azınlık hakları korunmuyorsa, o ülkede diktatörlük var demektir.

4- Bağımsız Yargı Testi: Yargı bağımsız değilse, mahkemeler baskı ve sürekli denetime tabi tutuluyorsa, o ülkede artık demokrasiden değil, diktatörlükten söz etmek gerekir. (Fathali M. Moghaddem, Diktatörlüğün Psikolojisi, Çev: Hakan Kabasakal, 3P Yayıncılık, 2014, s. 28-30)

Biz Komünistler elbette burjuva dünya görüşüne sahip bir bilim insanının diktatörlük kriterlerine katılamayız. Zira Sınıflı Toplumun tüm biçimleri birer diktatörlükten, sınıf diktatörlüğünden ibarettir. Diktatörlük, sadece Tarihte zaman zaman acımasızlıklarıyla ön plana çıkmış kişilerin uyguladığı bir tahakküm değildir. Onlar son tahlilde birer kişiciktir. Tarihe damga vurmuş tüm diktatörlerin arkasını yasladığı bir egemen sınıf mutlaka vardır. Yani esas olan kişinin değil, sınıfın uyguladığı diktatörlüktür. Dolayısıyla Yazılı Tarih, aynı zamanda bir sınıfın diğer sınıfa karşı uyguladığı diktatörlüğün tarihidir. Köleci Toplumda köle sahiplerinin yani efendilerin diktatörlüğü vardır. Feodal Toplumda toprak sahipleri köylüler üzerinde acımasızca diktatörlük uygular. Kapitalist Toplumda Burjuvazinin (günümüzde Finans-Kapital Zümresinin) Proletarya ve tüm emekçi halk üzerindeki diktatörlüğü söz konusudur.

Hatta bilindiği gibi sınıfların henüz ortadan kalkmadığı Sosyalist Toplumda da diktatörlük vardır. Ancak bu diktatörlük, önceki toplum biçimlerinden farklı olarak sosyalist devletin, geniş halk yığınları adına ve menfaatine bir avuç azınlık üzerinde uyguladığı diktatörlüktür. Bildiğimiz gibi buna “Proletarya Diktatörlüğü” denir. Sosyalist devlet bu zor aracını kapitalist toplumdan arta kalmış parazitleri bütünüyle ezmek ve Proletarya da dahil olmak üzere tüm sosyal sınıfları ortadan kaldırmak için kullanır. Böylece Sosyalist Devletin kendisi de tedricen ortadan kalkar ve toplum Komünizm aşamasına, insanların bir anadan doğma kardeşler gibi eşit, özgür ve mutlu yaşadığı Sınıfsız Toplum biçimine sıçrar.

İşin bu yönünü şimdilik bir tarafa bırakalım…

İranlı Psikiyatrist Moghaddam’ın kriterleri, Türkiye’de burjuva anlamda bile (ki Burjuva Demokrasisi de esasında Emperyalizm Çağıyla birlikte ortadan kalkmıştır), kelimenin yaygın olarak bilinen anlamıyla bile demokrasinin kırıntısından söz edilemeyeceğini, ülkemizin tam anlamıyla diktatörlükle yönetildiğini ortaya koymaktadır. Şimdi kısaca bu dört kritere ülkemiz açısından göz atalım.

ABD yapımı AKP’giller’in yönetimindeki ülkemizin yurttaşları yaşadıkları şehrin meydanına çıkıp AKP’giller, hele hele onun “Reis”i aleyhinde konuştuklarında, en iyi ihtimalle gözaltına alınmaktadırlar. Tutuklanma ve fiziksel şiddete maruz kalma da ihtimal dahilindedir elbette. Dolayısıyla Türkiye, Moghaddam’ın “Şehir Meydanı Testi”ne göre diktatörlükle yönetilmektedir.

Bir diğer kriter olan “İktidarı Seçim Sandığında Gönderme Testi”ne gelirsek; AKP’giller’in her geçen gün seçme, seçilme ve siyaset yapma hakkına yönelik saldırıları ortadadır. Bu saldırıların en sonuncu ve açık örneklerinden biri, “Reis”in en tehlikeli rakip olarak gördüğü İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun düzmece iddialarla tutuklanıp Silivri’ye gönderilmesidir. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ da aynı şekilde, hiçbir hukuki dayanak olmaksızın iki aydan uzun bir süredir hapiste tutulmaktadır. HKP Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’a ise 13 yıldan fazla hapis cezasının yanı sıra defalarca siyasetten men cezası verilmiştir. Ayrıca devam eden davalarda kendisi hakkında 60 yıla varan hapis cezası istenmektedir. Dolayısıyla bu ikinci kritere göre de Türkiye’de açık biçimde diktatörlük hüküm sürmektedir.

Moghaddam’ın “Azınlık Hakları Testi” de Türkiye’nin diktatörlükle yönetildiğini ortaya koymaktadır zira ABD’li efendileri sayesinde 23 yıldır iktidarı elinde bulunduran AKP’giller’in Ortaçağcı ve faşist ideolojisi, kendilerinden olmayan herkesin yok edilmesini öngörür. Dolayısıyla böyle bir güruhtan azınlık haklarına saygı duymasını beklemek, boş bir beklenti olacaktır.

Sanıyoruz İranlı Psikiyatristin “Bağımsız Yargı Testi”ni Türkiye için uygulamaya bile gerek yoktur çünkü her zaman ifade ettiğimiz gibi bugünün Türkiye’sinde Yargı, AKP’giller’in elinde bir sopa, bir operasyon silahına dönüştürülmüştür.

Demek ki Türkiye’de, ikiyüzlü-metafizik burjuva bilimine göre bile, diktatörlüğün eksik tanımına göre bile bir diktatörlük vardır. Ve ABD-AB Emperyalistlerinin kuklası niteliğindeki bu diktatörlük, HKP Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’un tabiriyle Tayyipgiller Diktatörlüğü ya da Kaçak Saray Diktatörlüğüdür.

Ortada bir diktatörlük varsa, doğal olarak bir de o diktatörlüğün cisimleştiği kişicik vardır ve o da herkesin malumudur: Kaçak ve de Haram Saray’da mukim “Reis”…

“Reis”, Tarihteki benzerlerinin izinden gitmektedir. Neredeyse bütün benzerleri gibi doğal, olağan yollarla iktidara gelmemiştir. Örneğin “evrakta sahtecilik” ve “nitelikli dolandırıcılık” yaparak sahte diploma kullanmıştır. Hâlihazırda Yasama da odur, Yürütme de odur, Yargı da odur. Kendisi 1165 odalı Saray’da yaşarken halkı sefalet içinde yaşam mücadelesi vermektedir.

İnsanlık Antik Çağları geride bıraktığı için Roma İmparatorluğu’nun gaddar diktatörü Caligula gibi en sevdiği atı Senatör (ya da bugünün milletvekili-bakanı) olarak atayamasa da tüm akraba-i taallukatını devlet dairelerine doldurmuştur. Kamuya ait bütün değerleri kendisinin ve yakın çevresinin zimmetine geçirmiştir. Sadece halka zulmetmekle yetinmez; Tarihteki benzerleri gibi gerekli gördüğünde, kafası bozulduğunda en yakınındakileri bile aşağılayarak cezalandırmak konusunda hiç tereddüt göstermez. Birlikte vurgun yaptıkları Çevre ve Şehircilik Bakanını bizzat kendisi döver. Sözde Gençlik ve Spor Bakanına okkalı bir tokat indirir. Yakın çevresinin söylediği gibi hiç kimseyi dinlemez. “Abi” diye hitap ettiği eli kanlı, sınangılı halk düşmanına bile en fazla birkaç dakika sabredebilir. Ve yine Tarihteki benzerleri gibi korkaktır. Sayısı bile belli olmayan, günlük masrafı 10 milyon TL’yi geçen koruma ordusunu yanına almadan sarayından dışarıya adımını bile atamaz.

Yakın Tarihe baktığımızda, halkına kan kusturmuş tüm diktatörler için bir “kült” yaratıldığını görürüz. Örneğin Nazi Almanya’sında bir “Führer Kültü” vardır. Devasa Nazi propaganda makinesi, Adolph Hitler’i adeta Tanrılaştırmıştır. Geobbels’in başında bulunduğu bu propaganda aygıtı Hitler’i, “Tarihsel bir deha”, “Tanrı’nın Alman Halkına bir hediyesi” olarak lanse etmiştir. Führer Kültü o kadar ileri gitmiştir ki Hitler’in deli saçması “Mein Kampf”’ı (Kavgam’ı) Nazi iktidarı boyunca neredeyse kutsal kitap gibi gösterilmiştir. Öyle ki Nazi iktidarı döneminde bu kitap, çiftlere düğün hediyesi olarak bile verilir hale gelmiştir.

Benito Mussolini, nam-ı diğer “Il Duce” (Lider) için de bir kişilik kültü yaratılmıştır. Faşist propaganda, onu her konuda yetkin bir önder olarak tasvir etmiştir. Mussolini’nin eskrim, otomobil yarışı, kayak, at binme ve yüzme gibi çeşitli spor dallarındaki faaliyetleri, cesur ve korkusuz bir kahraman imajı yaratmak için kullanılmıştır. 1929 Lateran Antlaşması ile Katolik Kilisesi’nin desteğini alan Mussolini, Papa tarafından “Tanrı’nın bir lütfu” olarak nitelendirilmiştir.

İspanya diktatörü Francisco Franco’nun etrafındakiler de kendisi için bir kişilik kültü yaratmakta gecikmemişlerdiler. El Caudillo (tesadüfe bakın ki “Reis” anlamına geliyor), Faşizmin propaganda araçları tarafından “Tanrı’nın koruduğu lider” olarak lanse edilmiştir. Katolik Kilisesi, Franco’nun yönetimini “Tanrı’nın iradesi” olarak sunmuş, faşizm döneminde Kiliselerde Franco adına dualar edilmiştir.

ABD Emperyalizminin desteğiyle 1973’te Şili’deki Sosyalist Allende iktidarını yıkarak kendi faşist rejimini inşa eden Pinochet de hatırı sayılır bir külte sahip olmuştur. Zamanın Şili Finans-Kapitali onu “düzen sağlayıcı” olarak yüceltmiştir. Destekçileri Pinochet’yi bir tür “Mesih” olarak sunmuş ve “Şili’yi kaostan kurtaran ilahi bir figür” olarak yutturmaya çalışmıştır.

Tıpkı bunlar gibi Türkiye’de de bir “Reis Kültü” vardır artık. AKP’giller’in propaganda makinesi (Çakma Geobbels Fahrettin ve Havuz Medyası) “Reis”i “Dünya Lideri”, “Asrın Lideri” olarak takdim etmektedir. Havuz Medyasına göre onun kudretinin aşamayacağı engel yoktur. Gerekirse tüm dünya liderlerine ayar verir. Müslüman Dünyanın hamisidir. Adildir, cesurdur, iyi bir insanda bulunması gereken tüm özellikleri kişiliğinde barındırır.

Ve de İlahidir, Kutsaldır, Tanrısaldır…

Führer’in, Il Duce’nin, El Caudillo’nun, Pinochet’nin etrafındaki yalakalar onlara kutsiyet atfeder de AKP’giller şürekâsı geri kalır mı hiç?..

Üstelik burası Şark Toplumudur. “Reis”in etrafındaki fırıldakları, “Reis”e kutsiyet atfetmek kesmez. Onu bizzat Allah yerine, Peygamber yerine koyarlar.

Örneğin AKP Milletvekili, Kontrgerilla’nın derin adamı Mehmet Ağar’ın oğlu Tolga Ağar; “Cumhurbaşkanı denince bize Allah gibi geliyor”, der.

AKP’nin eski Ordu Milletvekili Şenel Yediyıldız, kıydığı bir nikah sırasında; “Sayın cumhurbaşkanımızın sünnetini yerine getirmeden de defteri vermek istemiyorum”, diyerek “Reis”i peygamberleştirir.

AKP’giller’in eski Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin çıkar ve der ki; “Sayın Başbakanımıza dokunmak bile inanın bence ibadettir.”

Bu suç örgütünün eski Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser adlı bir meczup; “Sayın Tayyip Erdoğan’a biz o kadar bağlıyız ve aşığız ki, bizim için adeta ikinci peygamberdir”, diyerek yalakalığın sınırlarını zorlar.   

AKP eski İstanbul Milletvekili Oktay Saral; “Allah, Başbakanımızı bizim başımıza nasip ettiği için her gün iki rekat şükür namazı kılmamız gerekir”, diyerek yalakalıkta ne kadar iddialı olduğunu gösterir.

Ama bu satılmışların hiçbiri bu konuda AKP eski Düzce Milletvekili Fevai Arslan’ın eline su dökemez. Arslan işi bir başka boyuta taşır ve “Türkiye’nin başında öyle bir lider var ki dünya liderliği kabiliyetinde ve Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider var”, ifadelerini kullanarak Sinemacı Soytarı Sırrı’nın D. Bahçeli’ye yalakalık etmek için söylediği gibi “çiviyi arş-ı âlâya” çakar…

İşin bu yönünü de uzatıp okuyucularımızın midesini daha fazla bulandırmayalım…

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ABD-AB Emperyalist Haydutları tarafından iktidara getirilen ve efendilerine ettikleri hizmetler karşılığında 23 yıldır iktidarda tutulan AKP’giller, “Reis”lerinin öncülüğünde eksiksiz biçimde diktatörlük uygulamaktadır. Bu halk düşmanlarından gerek ideolojilerinden dolayı, gerekse de çıkar amaçlı organize bir suç örgütü oluşlarından dolayı demokrasi beklemek gafillik değilse hainliktir, halkı kandırmaktır. Her mücadelede olduğu gibi siyasi mücadelede de rakibi, düşmanı alt etmek, ancak onun gerçek niteliğinin bilince çıkarılmasıyla mümkündür.

19 Mart’tan 26 Mart’a kadar süren, Jöntürk Gelenekli yiğit Gençliğimizin fitilini ateşlediği ve toplumun farklı katmanlarına yayılan Direniş, halkımızın bu zulüm iktidarının, Tayyipgiller Diktatörlüğünün gerçek niteliğini yavaş yavaş kavradığını göstermektedir. Bu, son derece olumlu bir gelişmedir. Görev, bir diktatörlüğe karşı nasıl savaşılması gerekiyorsa o ciddiyetle, o kararlılıkla savaşa devam etmektir. Bu savaştaki ilerici güçlerin teorik ve pratik öncüsü ise kuşkusuz Halkın Kurtuluş Partisi’dir.

Ve bu savaş, eninde sonunda ilerici güçlerin zaferiyle sonuçlanacaktır. Amerikan uşağı Tayyipgiller Diktatörlüğü ise Tarihteki benzerleri gibi lanetle anılacaktır.

31 Mart 2025