Site rengi

Tasarım

7 Haziran Dünya Gıda Güvenliği Günü’nün düşündürdükleri: Güvenli Gıdaya Ulaşmak Lüks Oldu

11.07.2024
344
A+
A-

Sema Kıvılcım

BM Genel Kurulu tarafından 2018 yılında alınan kararla, 2019’dan bu yana her yıl 7 Haziran Dünya Gıda Güvenliği Günü olarak kutlanıyor. Amaç; güvenli gıdaya erişimin temel bir insan hakkı olduğunu göze batırmak, gıda güvenliğini artırmak için farkındalık yaratmak. Dünya genelinde gıda kaynaklı risklerin tespit edilip önlenmesine yönelik ihtiyaçları belirlemek ve planlama yapmak.

Başta ABD Emperyalistleri gelmek üzere Emperyalistler dünyayı İşçi Sınıfı ve Emekçi halklar için nasıl bir cehenneme dönüştürdüklerinin farkındalar. Bu yüzden zaman zaman bu cehennemin acılarını bir nebze olsun hafifletiyormuş gibi görünerek özel günler belirler ve dünya halklarına şirin görünmeye çalışırlar.

İşte Dünya Gıda Güvenliği Günü de bu günlerden biri. Son yıllarda gıdaları işleme teknolojileri hızla gelişmiş olmasına rağmen, ne yazık ki gıda kaynaklı hastalıklara sıkça rastlanıyor. Dünyada her yıl 10 kişiden biri, güvenli olmayan gıda tüketimine bağlı olarak hastalanıyor, hatta hayatını kaybediyor.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, her gün 340 çocuk gıda kaynaklı önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor. Dünyada yılda her 10 kişiden biri gıda kaynaklı hastalıklardan etkileniyor. İshalden kansere 200 farklı hastalık güvenilir olmayan gıda tüketimine bağlı olarak görülüyor. Oysa kanser ve benzeri hastalıkların tedavisi için harcanan bütçeler, güvenli gıda üretmenin maliyetinden kat be kat fazla.

Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) tarafından Haziran ayı enflasyon oranı yüzde 113 olarak açıklandı. Çeşitli sendikalar tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre Haziran ayı Açlık Sınırı 18 bin 978 TL, Yoksulluk Sınırı 61 bin 820 TL. İşte bu şartlarda ülkemizde artık ortalama işçi ücretine dönüşen Asgari Ücret 17 bin 2 TL.

17 bin 2 TL’lik bir ücrete mahkum edilen milyonlar, güvenli gıdaya nasıl erişecek?

ABD-AB Emperyalistlerinin iktidara getirdiği ve aralıksız 22 yıldır orada tuttuğu AKP’giller Cumhuriyet Tarihinin en halk düşmanı iktidarı bildiğimiz gibi. Artık bu kör göze batarcasına her gün yaşanan olaylarca ispatlanıyor. Bu halk düşmanı iktidar Emekçi Halkımızın alım gücünü düşürdü, halkımızı yoksullaştırdı, kuru soğana muhtaç hale getirdi. Böyle olunca da insanlarımız bırakın güvenli gıdaya erişmeyi karnını bir şekilde doyurmanın derdine düştü. Bulabildiği yerde “ucuz” gıdaya sarılıyor halkımız. Bu şartlarda “ucuz” gıdaların çoğu da taklit ya da tağşiş edilmiş gıdalar oluyor. Yani sahte gıdalar oluyor.

Halkımızın çaresizliğinden, içine düşürüldüğü pahalılık ve yoksulluk batağından faydalanmak isteyen simsarlar, sahte gıda üreticileri türedi. AKP’giller’in Tarım Bakanlığı bunlara karşı etkin bir mücadele yürütmediği için de bu gıda sahtekârları gittikçe yaygınlaştı. İçinde et olmayan köfte, süt olmayan peynir, bal olmayan ballar üretiyorlar. Şifalı bitki çayı adı altında halkımıza ilaç içiriyorlar.

Tarım Bakanlığı ne mi yapıyor bunlara karşı?

Aklına estikçe, kendi web sitesinde taklit ve tağşiş listeleri açıklıyor. AKP’giller İktidarında, teşhir edilen firmaların her yıl azalmak bir yana gittikçe arttığı, listenin uzadıkça uzadığı görülüyor. Evet, Bakanlık, liste halinde gıda sahtekârlığı yapanları açıklayarak yani kendince onları teşhir ederek “bir şey” yapmış oluyor.

Peki kara halk yığınları hiç olmazsa bu listeye erişme şansına sahip mi?

Büyük olasılıkla halkımızın büyük çoğunluğu böyle bir listenin açıklandığından bile bihaber. Çünkü televizyon kanallarında çarşaf çarşaf teşhir edilmiyor gıda sahtekârları. Dediğimiz gibi Bakanlığın web sitesinde ve bunu haber yapan birkaç kanal ya da gazetede kısaca bilgi verilmekle kalıyor.

Gıda kaynaklı hastalıkların önlenmesi, besin değeri yüksek gıdaların sağlanması ve gıda tedarik zincirinin her aşamasında hijyen standartlarının korunması, halkın ucuz ve güvenli gıdaya erişiminin sağlanması bir toplumun temel taşlarındandır.

Gördüğümüz gibi, gıda güvenliğinin birkaç önemli ayağı var.

Birincisi gıdanın mikroplarca kirletilmeden/bozulmadan güvenli bir şekilde tüketiciye sunulması. Bunun için üretim yerlerinde gerekli hijyenik koşulların sağlanması, hijyenik ekipmanların kullanılması, eğitimli personel çalıştırılması vb. Bunların sağlanabilmesi için ilgili kamu kurumları tarafından gıda üretim ve satış yerlerinin etkin şekilde denetlenmesi ve uygun şartları sağlamayan işyerlerine yaptırım uygulanması gerekiyor. Söz konusu olan yediden yetmişe herkesin tükettiği gıda olunca, yani toplumun geniş kesimlerini doğrudan ilgilendiren ve hayati öneme sahip bir şey olunca bu yaptırımların caydırıcı olması gerekiyor.

İkinci önemli ayak da gıdalarda sahtekârlık yaparak halk sağlığının tehlikeye atılması. Gıdaların içerisine o gıdada olmaması gereken şeyler eklemek, gıdada olmayan bileşenleri varmış gibi göstererek halkı aldatmak. Buna gıdalarda taklit ve tağşiş diyoruz. Taklit ve tağşiş edilmiş gıdalar da tıpkı mikroorganizmalarca bozulmuş gıdalar gibi halk sağlığını tehdit ediyor.

Bunun yanı sıra, gıdalarda kullanımına izin verilen katkı maddelerinin yasal limitlerden daha fazla kullanılması, gıdaların mikroorganizmaların, küf ve mayaların ürettiği Aflatoksin vb. toksinlerle kirlenmesi, analiz sonuçlarıyla bunu fark eden işletmelerin buna rağmen bu zararlı ürünleri piyasaya sürmesi de gıda güvenliği riskleri arasındadır.

İnsani tüketim için uygun olmayan gıdaların piyasaya sürülmesi ve halkımızın bunları tüketmesine göz yumulması AKP’giller’in bir başka halk düşmanlığıdır. Yukarıda bahsettiğimiz insani tüketime uygun olmayan gıdalar imha edilmesi gerekirken Emekçi Halkımızın tüketimine sunulur. AKP’giller isteseler bu gıda simsarlarını bir gecede elleriyle koymuş gibi bulup gıda üretiminde men edebilecekken, sınıf karakterleri gereği bunu yapmazlar, Parababaları düzeninin bizim gibi geri kalmış ülkelerdeki azgın sömürüsüne göz yumarlar.

Gıda bilimciler arasında yaygın görüş, gıda sahtekârlığının özellikle merdiven altı üretim yerlerinde olduğudur. Yani büyük Parababalarından ziyade daha küçük, kaydı kuydu olmayan işyerlerinde yapıldığıdır. Ancak zaman zaman basına da sızan örnekler göstermektedir ki, uluslararası gıda tekelleri de kârları söz konusu olduğunda insan hayatını hiçe sayar.

İşte 21 Nisan 2022’de basına yansıyan bir örnek:

“Dünyanın ikinci büyük çikolata firması Ferrero’ya ait Kinder markasına ait sürpriz yumurtalardaki “salmonella bakterisi”, tüm dünyada alarm verdi. Endişe verici ve bulaşıcı olan Salmonella salgını, çikolatalar ile yeniden ortaya çıktı. Kinder Sürpriz yumurtalarından bulaştığı belirtilen ve çok sayıda çocukta tespit edilen salmonella hastalığı, İngiltere’de görüldü.”

18 Nisan 2024 tarihli gazetelerden bir başka örnek:

“Nestlé’nin, obezite ve kronik hastalıkları önlemeyi amaçlayan uluslararası yönergelere aykırı olarak, birçok yoksul ülkede satılan bebek sütü ve tahıl ürünlerine şeker ve bal eklediği ortaya çıktı.

“İsviçreli bir araştırma kuruluşu olan Public Eye’dan kampanyacılar, İsviçreli çokuluslu şirketin Asya, Afrika ve Latin Amerika’da satılan bebek maması ürünlerinden örnekleri test için Belçika’daki bir laboratuvara gönderdi. Sonuçlar ve ürün ambalajlarının incelenmesi, bir yaş ve üzeri bebekler için tasarlanmış bir devam sütü formülü markası olan Nido ve altı ay ile iki yaş arasındaki çocuklara yönelik bir tahıl gevreği olan Cerelac örneklerinde sakkaroz veya bal şeklinde ilave şeker bulunduğunu ortaya çıkardı. Avrupa’da satılan ürünlerde şeker bulunmadı.”

Yine Nisan 2024 tarihli gazetelerden:

“Geçen ay Fransa’nın Nimes bölgesindeki bir kaynaktan elde edilen Nestlé maden sularında insan ve hayvan dışkısında bulunan feçes bakterisinin tespit edildi.”

Demek ki neymiş?

Emperyalistlerde vicdan yokmuş. Sadece kâr hırsı varmış. Hele hele bizim gibi az gelişmiş ülkelerin halklarını yok edilmesi ve yağmalanması gereken canlılar olarak gördükleri için kendi ülkelerinde uygulamak zorunda kaldıkları yasal yükümlülükleri dahi uygulamıyorlarmış, bu bebek sütü bile olsa.

Yerli yabancı Parababalarının kâr hırsı yüzünden başta çocuklarımız gelmek üzere halkımız beslenemiyor. Beslendiğimizi sandığımızda da yediklerimiz güvenli mi? Bizi bugün ya da gelecekte hasta eder mi, bilemeden besleniyoruz. Çünkü bunu güvence altına alacak Halkçı bir iktidar yok. Hele AKP’giller gibi Cumhuriyet Tarihinin en halk düşmanı iktidarı olunca başta, durum çok daha içler acısı…