8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Nedeniyle: Nurullah Efe Ankut’un Kadın Sorunu Üzerine Yayımlanan İki Kitabına Yazılmış “Önsöz”ler
Dr. Mustafa Şahbaz
“Kadınların Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir”
Kitabına Önsöz
Bu kitap; Devrimci Mücadele Dergisi’nin Temmuz-Ağustos 1990 tarihli 4’üncü sayısında yayımlanan bir inceleme yazısından oluşuyor. Konu dergi yazısı çerçevesinde inceleniyor görünse de onun çok ötesine taşıyor.
Bunun birinci nedeni:
Konunun ele alınışındaki metottur. Konu yalnızca genel Marksist-Leninist teori bakımından ele alınmamıştır. Türkiye orijinalitesi de irdelenerek zenginleştirilmiştir.
İkinci nedeni ise (ki birinci nedenle sıkı sıkıya bağlıdır):
İncelemede; Hikmet Kıvılcımlı’nın “Kadın Sosyal Sınıfımız: Türkiye’nin Üç Katlı Sosyal Ehramı [Piramidi]” araştırmasının da aynen aktarılıyor olmasıdır. Bu bölümde Usta Hikmet Kıvılcımlı; Türkiye’de Kadın Sorunu’nu orijinalliği içinde inceliyor. Böylece de Türkiye’de Kadın Sorunu (Kadınların Kurtuluşu Sorunu), daha geniş biçimde açılmış oluyor.
Diğer yandan Hikmet Kıvılcımlı’nın bu araştırması; Türkiye’de Kadın Sorunu’nu inceliyor gibi görünse de (her ülkenin göz önüne alınması gereken orijinal yönleri ayrı tutulmak koşuluyla) bizim gibi kapitalizmce geri kalmış tüm ülkelerdeki Kadın Sorunu’nu ya da Kadının Kurtuluşu Sorunu’nu da çözümlüyor. Yani her ne kadar anlatılan Türkiye ise de tüm kapitalizmce geri kalmış ülkeler bu aynaya yansıyor. Ya da Usta’nın bu incelemesi, tüm kapitalizmce geri kalmış ülkelerdeki Kadın Sorunu’nu teori projektörüyle aydınlatıyor. Bir başka deyişle; kapitalizmce geri kalmış ülke Kadınlarının Sorunlarının toptan bir teorik açıklamasını yapıyor.
Ayrıca Türkiye incelenirken, Türkiye’de Kadın Sorunu açıklığa kavuşturulurken -Müslüman bir ülke olmamızdan dolayı- İslam Ülkelerindeki Kadın Sorunu da daha orijinal açılımlara kavuşuyor. Türkiye anlatılırken, dolaylı bir biçimde de olsa, benzer Müslüman Ülkelerdeki durum da açıklanmış oluyor.
Örneğin; Afganistan, İran, Suudi Arabistan vb. ülkelerdeki gericiliğin, kadınları nerelere kadar aşağıladığını daha somut kavramamızı ve Kadın Sorunu’na bakışlarının kaynağını görmemizi sağlıyor. Örneğin Afganistan gericiliğinin tesadüf olmadığını, çok derin tarihsel ve sosyal; dolayısıyla sınıfsal temellerinin bulunduğunu bilince çıkarmamız gerektiğini anlıyoruz. Ve Türkiye’nin de bu temellerden arınmamış bir toplum olduğunu görüyoruz. Yani Ortaçağcı Gericiliğin-Şeriatçılığın sosyal tabanını oluşturan Tefeci-Bezirgânlığın bizde de tasfiye edilmediğini kavratıyor, bu kitap. Şeriat özleminin, “Batı”daki benzeri tarikatlarda görüldüğü gibi basit bir nostaljik arzu olmadığını, hakim Antika bir sosyal sınıfın (ağababası Finans-Kapitalle birlikte iktidarı paylaşan Tefeci-Bezirgân Sermayenin) tek başına iktidar olma özlemi olduğunu bilinçlice algılamamızı sağlıyor.
Böylece Türkiye’deki gerici hareketlerin -demagojileri ne olursa olsun- ruhlarını, içyüzlerini görmemizi, onların boş laflarına aldanmamamızı mümkün kılıyor.
Daha ilkokula bile gitmeden Kur’an Kurslarıyla başlayan, ilkokul, ortaokul ve İmam Hatip Liseleriyle devam eden ve üniversitede ilahiyat eğitimiyle tamamlanan süreçte; kızlarımızın -ve tabiî erkek çocuklarımızın da- beynini yıkayan, onları kafadan silahsızlandıran bir eğitim sunuyor çocuklarımıza ve gençliğimize, Antika ve Modern Parababaları. Tabiî din eğitimi vermekle görevli olmayan diğer okullarımızda da durum bundan pek farklı değildir, bildiğimiz gibi.
Bu da yetmiyor. Türkiye’nin dört bir yanına dal budak salmış tarikatları, şeyhleri, mürşitleri, müçtehitleri vb. vb. ile genç kızlarımızı afyonlayarak, onları; Ortaçağdaki sosyal bakımdan geri konumunu, köleliğini, cariyeliğini, dört duvar arasına mahkûmiyetini (hareme gönüllü girmeyi) arzular hale getiriyor. Bu hale getirdikleri kızlarımızın sırtından siyaset yürütmekte hiçbir onursuzluk görmüyor Tefeci-Bezirgânlarımız ve onların yardakçıları.
İşte böylesine alçakça oynanan bu oyunda Türkiye gericileri; genç kızlarımızı mızrak ucu yaparak, Türbanı bayraklaştırarak, onların sırtından siyaset, siyasi iktidar kavgası yürütüyorlar. Bu bağlamda, değişik zamanlarda “türban eylemleri” düzenliyorlar, bildiğimiz gibi. Gericiliğin ezeli soyut silahı: “din elden gidiyor!” naraları atıyorlar. Bunun somut ifadesi de: “namus elden gidiyor, kadınlarımız-kızlarımız başlarını açmaya zorlanıyorlar” biçiminde sloganlaştırılıyor. Namus=kadın ezeli denklemiyle örgütsüz ve bilinçsiz halkımızı gerici saflara çekmeye çalışıyorlar. Bu yüzyıllardır denenmiş ve sonuç alınmış silahı kullanıyorlar. Ve kimi “devrimcilerimiz” de “demokrasicilik” adına, “insan hakları” adına, onların kuyruğuna takılıyor, gericiliğe gönüllü figüran olmayı kolayca üstlenebiliyorlar.
İşte bu kitabın ortaya koyduğu teorik çözümleme bizi, bu tür sapkın pratiklerden korur. Ayık kalmamızı sağlar.
Sosyalizme karşı “Yeşil Kuşak” oluşturmak için ABD Emperyalizmi tarafından örgütlendirilip devrimcilerin üzerine salınan, uşaklıktan başka marifeti bulunmayan Türkiye gericiliğini, kimileri gibi “antiemperyalist İslamcı güçler” olarak alkışlama gafletine düşmekten bizi sakındırır.
Teorinin amacı da zaten budur.
İşçi Sınıfının bilimi olan Bilimsel Sosyalizmin görevi: İşçi Sınıfını ve İşçi Sınıfı Hareketini her türlü gericiliğe karşı korumaktır. Bilimsel Sosyalizm; İşçi Sınıfını ve onun öncülüğünde Halkı, Tefeci-Bezirgânların Ortaçağcı Şeriatçılığından da, Çağdaş Sömürgen Finans-Kapitalin Şovenizm, Faşizm vb. gericiliklerinden de korur, onlara karşı bağışık kılar.
Yukarıda saydığımız ve sayamadığımız nedenlerle konu önemlidir, yaşamsaldır. Bu kitap; bir broşür boyutunda olmasına rağmen Kadın Sorunu’nu, boyutuyla kıyaslanamayacak bir derinlikte irdeler ve bu önemli konunun aydınlanmasını sağlar.
Devrimcinin görevi devrim yapmaktır. Dünyayı değiştirmektir. Dünyayı değiştirebilmek için, “Kadın Sosyal Sınıfımız”ın Antika ve Modern gericilik tarafından suistimalini önlemek ve Kadının Kurtuluşunu sağlamak savaşında bu kitap bize yeterince silah sunmaktadır. Kadınların Kurtuluşu uğruna verilecek mücadele sürecinde yol gösterici sırık görevi yapmaktadır. Gerisi devrimci savaşımla tamamlanacaktır. Mücadele içinde teorik ve pratik silahlar daha da zenginleşip gelişecektir.
Kasım 2013
“KADIN • İnsanlığa Geçiş • Tarih • Sosyalizm”
Kitabına Önsöz
Bu kitap, Nakliyat-İş Sendikası’nın 26 Mart 2005 tarihinde “KADIN SORUNU/ • Kökeni • Tarihi Süreci • Çözümü” adıyla Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Konferans Salonunda düzenlediği ve bugün Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı olan Nurullah Ankut tarafından verilen Konferans’ın tape edilmiş metnidir.
Metin, kitap olarak düzenlenmiş ve “KADIN/ • İnsanlığa Geçiş • Tarih • Sosyalizm” adıyla yayımlanması uygun görülmüştür.
Konu önemlidir.
Kadın Sorunu’nu anlamak, hele de bu sorununun çözümü amacıyla mücadele vermek için öncelikle toplumun yarısını oluşturan ve hayatın gerçek yaratıcısı olan kadın cinsiyetinin bugün içinde bulunduğu ikinci sınıf cinsiyet durumuna nasıl olup da düşürüldüğünü sebepleriyle bilince çıkarmak gerekir. Çünkü kadının bugünkü durumunun tespiti yarın ne olması gerektiğinin anlaşılması ve aydınlatılması için gereklidir.
Diğer taraftan kadının bugünkü durumunu gerçekten aydınlatabilmek için bu sorunun tarihsel temellerini, bu temelleri yaratan nedenleri bilmek, bilimin ışığında aydınlatmak gerekir. Bu ise sanıldığı kadar tekdüze bir çabayla ya da kolaycı söylemlerle içinden çıkılıverilecek bir iş değildir. Çünkü her olgu gibi Kadın Sorunu da ancak bu sorunu yaratan tarihsel ve toplumsal süreç bilinirse gerçek anlamda anlaşılabilir. Bu sürecin iyi bilinmesi yalnızca sorunu anlamamızı sağlamakla kalmaz, bu sorununun gelecekte alacağı biçimi ya da biçimleri öngörmemizi de sağlar. Yani o sorunun çözüm yolunu da aydınlatmak anlamına gelir. Tabiî bütün bunların gerçekleşmesi için sağlam bir metotla soruna eğilmek gerekir.
Bu metot da Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmden başkası olamaz. Çünkü Diyalektik Metot bize; geçmişte ve günümüzde olayların sebep ve sonuç ilişkileri içinde tez-antitez-sentez gidişiyle nasıl değişip geliştiğini bizzat olayların diliyle anlatan tek bilimsel metottur. Olaylara bu metotla bakar ve tüm yönleriyle, nasılsalar öylece incelersek gerçeğe ulaşabiliriz. Bu aynı zamanda olayları ne iseler öylece ele almanın yanı sıra, olay uydurmamayı, olaylar arasında ilişki uydurmamayı gerekli kılar. Ancak o zaman ele aldığımız olguyu tüm gerçekliğiyle, tarihsel süreci içinde kavrayabiliriz.
Burada ele alınan olgu Kadın’dır, Kadın Sorunu’dur. Bu kitapta, milyon yıllar boyunca devam eden ve sürüden toplumsallaşmaya, bir diğer deyişle hayvanlıktan insanlığa uzanan çok uzun bir süreçte toplumun itici gücü olan Kadının nasıl olup da ikinci kalite insan, ikinci sınıf cinsiyet konumuna düşürüldüğünün (yukarıda kısaca değindiğimiz metotla ele alınınca) aydınlatıldığını görecektir okuyucu.
Kitap okununca görülecektir ki, Kadın, hayvanlıktan insanlığa geçiş sürecinde erkeğe göre hem etkinlik hem de duygulanım bakımından daha ileri bir konumdadır. Kadın, son hayvanlık konağı olan Kapitalist Toplumdan gerçek insanlık konağı olan Sosyalizme geçişte de (tıpkı hayvanlık konağından insanlık konağına geçişte olduğu gibi) erkekten önde olmaya duygulanım ve eğilim olarak daha hazırdır. Nitekim Devrimler Tarihi incelendiğinde görülür ki, kadın devrimlerde çok daha kararlı, çok daha cesur ve çok daha fedakâr bir mücadele verir.
Kadın Sorunu dediğimiz olgu, belki Kadın Sorunu olmaktan çok Erkek Sorunu’dur. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, kadın gerçek insan olmaya erkekten çok daha yakındır. Erkek ise gerçek insan olmak için (hâlâ hayvancıl eğilimleri daha fazla taşıyan cinsiyet olarak) kadının kendisine uzatacağı ele muhtaçtır. Son hayvanlık konağından gerçek insanlık konağına geçiş sürecini başarıyla sonuçlandırabilmek için önce kadının gerçek anlamda özgürleşmesi sonra da erkeği gerçek insanlığa taşıması gerekmektedir.
Bu kadar ipucu ile yetinelim. Konunun bütünüyle kavranmasını kitaba bırakalım.
17.02.2016