AKP’giller, Vatanımızı Batılı Emperyalistlerin zehirli atık çöplüğüne çevirdiler
M. Gürdal Çıngı
Evet. Gerçekten böyle yaptılar. Asbestli, sökülmesi gereken Gemilerinden Plastik atıklarına kadar Batılıların zehirli, hem de her türlü zehiri barındıran, atıkları ülkemize akıyor…
Medyada okuruz; “İtalya’dan TIR’lar dolusu çöp İzmir’e geldi!”, “İthal çöpler İzmir Kemalpaşa’da çöp dağları oluşturuyor!”, “Adana’daki çöplerde İngiliz malları çıktı”, diye.
Ne geziyor İngiliz’in, Fransız’ın, Alman’ın, Hollandalının, İtalyan’ın plastik atıkları ülkemizde, demeyin; AB ülkelerinin plastik atıkları ülkemizde!
Özgen Acar’ın Cumhuriyet Gazetesi’ndeki makalesinden öğreniyoruz ki; Araştırmacılar, Adana’daki 10 çöp alanını incelemişler ve İngiliz Tesco, Asda, Co-op, Aldi, Sainsbury’s, Lidl ve Marks & Spencer gibi “süpermarketlere” ait “plastik poşetler” ile bu şirketlerin ürünlerini bile bulmuşlar…
“Greenpeace Akdeniz’in Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) ve İngiltere Ulusal İstatistik Dairesi’nden topladığı verilere göre, Türkiye’nin 2020 yılında Avrupa Birliği ülkeleri ve İngiltere’den toplam 659 bin 960 ton plastik atık ithal ettiği açıklandı.
“PLASTİK ATIK İTHALATI, 16 YILDA 196 KAT ARTTI
“Diğer veriler ise şöyle; 2019 yılında Avrupa’dan Türkiye’ye gelen plastik atık miktarı 582 bin 296 tondu. 1 yılda plastik atık ithalatı yüzde 13 arttı. Her gün 241 kamyon dolusu plastik atığın Türkiye’ye geldiği belirlendi.
“Türkiye, 2020 yılında Avrupa’dan en çok plastik atık alan ülke oldu. Türkiye Avrupa plastik atık ihracatının yüzde 28’ini karşıladı. Plastik atık ithalatı son 16 yılda (2004’ten bu yana) ise 196 kat arttı. Türkiye’ye 2020 yılında en çok plastik atık gönderen ilk beş ülke İngiltere 209 bin 642 ton, Belçika 137 bin 71 ton, Almanya 136 bin 83 ton, Hollanda 49 bin 496 ton, Slovenya 24 bin 884 ton.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/greenpeace-turkiye-avrupadan-659-bin-960-ton-plastik-atik-ithal-etti-1831121)
Gördüğümüz gibi, her gün artan rakamlarla Avrupa’nın çöplüğü olmuşuz.
Sadece Avrupa ülkeleri mi?
Hayır, değil.
ABD’nin, Japonya’nın plastik atıkları ya da çöpleri de ülkemize geliyor.
Yapılan araştırmalara göre, Türkiye, dünyada en fazla plastik çöp ithal eden üç ülkeden biri konumunda bulunuyor.
Kendi ülkelerinde PVC esaslı plastik malzemelerin yol açtığı sağlık sorunları nedeniyle PVC üretimini azaltmaya ve PVC kullanımını sınırlamaya yönelik yaptırımları hayata geçirmeye çalışan ülkeler bu atıklarını ülkemize gönderiyorlar. Ve bizim satılıklar da bunları alayı valayla alıyorlar. Sonra da plastik atık ithalatında en başlardayız, dönüşüm sektörümüz gelişiyor, güçleniyor, diyorlar. Yani bir de övünüyorlar bununla…
Yazık. Ve ne acı! İnsan, kendi vatanının böylesine yağmalanmasına nasıl sevinebilir ki?
Bu bizim aklımızın almayacağı bir şey. Ama onlar için düğün bayram…
Yine okuruz medyada; “Bursa’da plastik atık fabrikasında yangın!”, “Osmaniye’de plastik geri dönüşüm fabrikasında yangın”, diye.
Ya o Osmaniye’de, Bursa’da vd. yerlerde çıkan yangınlarda ne olur?
Havaya zehir saçılır! Doğaya zehir saçılır! Sularımıza, ovalarımıza zehir saçılır!
Hem de her türden zehir saçılır…
Çöp dağlarındaki zehirli kimyasal çöpler, sularımıza karışır yine. Topraklarımıza karışır. Ve biz oralarda yetişen ürünleri yeriz. O ürünleri yiyerek beslenen hayvan etlerini yeriz.
Yani aslında zehir yeriz farkında olmadan.
Sözde geri dönüştürülmek üzere ihraç edilen, AKP’giller tarafından da ithal edilen atıkların geri dönüştürülmek yerine, bir bölümünün yakılmak üzere yollara, tarlalara ve su kaynaklarına atıldığı da sık sık gördüğümüz olaylar.
Bu konuda yükselen tepkiler üzerine, 18 Mayıs 2021’de Polietilen (Plastik) atık ithalatına yasak getirildi. Ancak yasak yalnızca iki ay dayanabildi. Ve Temmuz ayından itibaren sözde sıkı önlemler alınarak yasak kaldırıldı.
“Kırma makinesi kapasitesi yerine ısıl işlem baz alınacak”mış, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kullandığı Mobil Atık Takip Sistemi’ne (MoTAT) ithal plastik atık da dahil edilecek”miş, böylece “çiple takip edilecek”miş, “Merdiven altı üretim yapan firmalara teminat mektubu yok”muş vb. vb…
İnanırsan böyle olacak”mış”!
Bu yasağın kaldırılması için canla başla çalışanlar ise; Türk Plastik Sanayicileri Araştırma Geliştirme ve Eğitim Vakfı (PAGEV), Plastik Sanayicileri Federasyonu (PLASFED), Plastik Sanayicileri Derneği (PAGDER) ve Geri Kazanım Derneği gibi kurumlar oldu.
Bakanlık bu konuyla ilgili yaptığı toplantılara çevre derneklerini, Tabip Odalarını, Kimya Odalarını vb.lerini çağırmamış. Yani kendileri çalıp kendileri oynamışlar…
Ee başka türlüsü de zaten olmazdı, olamazdı öyle değil mi?..
Oysa plastik atık konusu çok önemli. Ve insanlığın buna mutlaka dur demesi gerekiyor. Öyle ki; “Uluslararası Okyanusları Koruma Örgütü (Oceana)”na göre: Her yıl okyanuslara yaklaşık 15 milyon ton plastik karışıyor. Bu kabaca, her dakika, iki çöp kamyonunun plastikle dolu yükünü okyanuslara boşaltmaya eşdeğer!” (https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ozgen-acar/cop-dunyasi-1-1841676)
Bütün bunların sonu hem Okyanuslar için hem dünya için hem de ülkemiz için felaket demektir. Geleceğimizin kapkaranlık olması demektir.
***
Bir diğer çöp konusuna geçersek, o da Hurda Gemi Söküm sektörüdür.
Özellikle de AB ülkelerinden gemiler gelir güzel ülkemizin güzel İzmir’ine. Oradan da Aliağa’sına gider o gemiler.
Ne için?
Söküm için.
Ne olur o zaman?
O gemilerde bulunan zehirli maddeler; önce çalışan işçilere zarar verir ve onları kanser eder en başta. Sonra solunum yolları hastalıklarına yol açar ve diğer hastalıklara.
Sonra yine doğaya, çevreye, sulara zehir saçar sökülen bu gemiler.
Gemi geri dönüşümü, ülkemizin de içinde yer aldığı, dünya tonajının % 97’sini işleyen beş ülkede gerçekleştirilmektedir.
O ülkeler, başta Çin olmak üzere; Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Türkiye’ydi yakın zamana kadar. Ancak Çin 2017 yılında gemi sökümünü yasakladı, ülkesine verdiği zararları gördüğü için…
Çin’in devreden çıkmasıyla, ülkemiz hızla “birinciliğe” oynuyor gemi sökümünde. Dünyanın en büyüğü olmak üzereyiz gemi sökümünde. Bizim yerli satılmışlar da; iktidarıyla, sanayicisiyle övünür ki; dünyada gemi söküm sektöründe üçüncü sıraya yükseldik, ikinci sıraya da yükselmek üzereyiz, sırada birincilik var, diye…
Oysa o gemilerin birçoğu sökülürken çok bilinen asbest yanında; 1. derece kanser listesinde bulunan madeni yağ, ağır metal, poliklorürler, zehirli gazlar, radyasyon, bifeniller, organotinler saçar işçilerimize, bölge halkına ve bölge doğasına, çevresine…
Son on yılda, İngiltere Kraliyet Donanması’na ait uçak gemileri Illustrious, Invincible, Plymouth, Ark Royal, Manchester ve Liverpool, Hollanda’ya ait savaş gemisi Zuıderkruıs, Aliağa Gemi Söküm Bölgesi’nde parçalanan gemiler arasında yer aldı. Oysa bu gemiler radyoaktif madde barındırıyordu…
Ama kim dinler radyoaktif maddeyi… Zehri… Biz birinciliğe oynuyoruz ya!..
Bir de AB’nin bu konuyla ilgili “Komisyon”ları var. Bunlar gemi söküm işini yapacak firmaların çevre sağlığına etkilerini vb.lerini araştırırlar, bu konularla ilgili normlar, kurallar koyarlar. Ve gemi söküm işini yapacak firmaların da bu kurallara uymasını denetlerler. Sözde… Ve Türkiye’den yeni yeni şirketleri eklerler gemi söküm şirketleri listesine… Bizimkiler buna da sevinirler, AB şu kadar şirketimizi gemi söküm şirketi olarak kabul etti, diye…
***
Haa, sanmayın ki, sadece Batılıların sadece plastik atık ve gemi söküm çöplüğüyüz.
Hayır, AKP’giller hava sahamızı da ya da gökyüzümüzü de çöplüğe çevirdi.
O da ne demek mi?
Okuyalım 9 Aralık 2019 tarihli yazıyı:
***
Türkiye ucuz çöplük mü?
Avrupa’da tek bir üst hava sahası oluşturmak için kurulan Eurocontrol, hava aracı ağırlık ve mesafe katsayılarını baz alarak birim fiyat üzerinden havayolu şirketlerine üst geçiş faturası çıkarıyor. Havayolu şirketleri de, kendilerine fatura edilen hava sahası kullanım ücretlerini, euro cinsinden Eurocontrol hesabına yatırıyor. Avrupa Birliği üyesi olan ve olmayan Eurocontrol üyesi 41 ülke, havayollarından hava sahası ücretini tahsil etmek için kendileri uğraşmak yerine Eurocontrol’ü tahsilatçı olarak kullanıyor. Türkiye de, 1989 yılından bu yana Eurocontrol’ün bir üyesi olduğu için, biz de hava sahası kullanım ücretlerinin tahsilatını Eurocontrol vasıtasıyla yapıyoruz. Bu arada, Eurocontrol’ün, tüm Avrupa bölgesinde güvenli etkin ve çevre dostu hava trafik faaliyeti sürdürmeleri için üye devletleri desteklemek gibi bir misyonu olduğunu da hatırlatalım. Yani görevi sadece para toplamak değil!
Ülkeler belirli bir komisyon karşılığında (Türkiye yılda yaklaşık 20 milyon dolar ödüyor) üst geçiş ücretlerini toplama işini Eurocontrol’e yaptırırken, oradan kazanılan paranın önemli bölümünü, hava seyrüsefer altyapı yatırımlarına ayırıyor. Böylece daha gelişmiş teknolojiler kullanarak daha güvenli hizmet verilmesi sağlanıyor.
Buraya kadar her şey olağan akışında ancak işi ilginç kılan kısım az sonra yazacaklarım…
Türkiye, Edirne’den Kars’a kadar iki saatlik uçuş mesafesi ile Avrupa’nın en uzun hava sahasına sahip olan ülkesi konumunda. Bulunduğu bölge itibariyle de doğu ile batı arasında kritik bir noktada ve dolayısıyla üst geçiş sayısı oldukça fazla. Türkiye hava sahasındaki uçak trafiği geçen yılın rakamlarına göre tam 2 milyon 17 bin… 2003 yılında, üst geçiş sayısının 529 bin olduğunu düşünürsek, geçen sürede hava sahasını kullanan uçak sayısı neredeyse 4 kat artmış durumda!
“Tepemizden 8 saniyede bir uçak geçti” diye atılan başlıklar var ya, işte onlardan bahsediyorum…
Gelelim işin ekonomik boyutuna…
Türkiye üzerinden çok uçak geçiyor, evet…
Giderek de artıyor, ona da evet…
Peki, hava sahamızı herkesten daha fazla kullanan, herkesten daha fazla çalışan ile hizmet ettiğimiz ve en önemlisi bütün ülkelerden daha fazla hava sahamızı kirleten bu trafiklerden, en çok parayı da biz mi alıyoruz?
Maalesef hayır…
Kritik noktadayız, hava sahamız çok uzun ama gelin görün ki bu işin karşılığında Avrupa’nın en ucuz üç dört ülkesinden de biriyiz!
Hatta giderek daha da ucuzluyoruz….
Bundan 15 yıl önce Türkiye hava sahasını kullanan havayolu şirketlerinden her 100 km’de 45 euro ücret alırken, bugün sadece 23 euro alabiliyoruz. Hatta bu rakam, hangi sebeple bilmiyorum ama geçen yıl 18 euro’ya kadar düşmüştü. Neyse ki bu yıl 5 euro daha artarak 23 euro’ya çıkabildi. Ama diğer ülkelere bakarak yine de çok kötü bir durumda olduğumuzu söyleyebilirim.
Diğer ülkeleri merak ediyorsanız birkaç örnek vereyim.
Mesela…
Alman hava sahasını kullanan bir havayolu her 100 km için 63,7 euro ödüyor.
İtalya hava sahasının kullanım ücreti 100 km için 78,10 euro…
Avusturya 67,88, Fransa 60,95…
Ülkesinin hava sahasını en çok düşünen ve tarifeyi yüksek tutan İsviçre hava sahasının 100 km’lik kullanım ücreti ise 94,41 euro ile en pahalısı…
Gürcistan, Malta ve Portekiz ile birlikte en ucuz tarife ise maalesef bizde…
Bu işin iki boyutu var ve elbette ki bizi daha çok ilgilendiren kısmı, milyonlarca uçağın hava sahamız üzerinde yarattığı kirliliğini onaylamasak da karşılığını da alamıyor olmamız… Gelişmiş ülkeler, paradan daha önemli gördükleri için hava sahalarını koruma eğiliminde iken biz ise adeta hava sahamızı ucuz bir çöplük gibi kullanmalarına izin veriyoruz!
Mevcut tarife yüzünden, altyapı yatırımlarımızın karşılığını alamıyor olmamızı saymıyorum bile… Çünkü Avrupa’nın gelişmiş ülkeleri, tarifeyi yüksek tutarak, “Oradan gelecek paradan daha önemlisi temiz bir havaya sahip olmaktır” anlayışını güdüyor.
Araştırmalara göre, Avrupa’da toplam sera gazı salınımının yüzde 3 ile 8’ini havayolu taşımacılığı oluşturuyor. Dolayısıyla hava sahasını en çok kullandıran ülkeler de bu riski daha çok taşıyor. Avrupa’nın sera gazı salınımı konusunda hassasiyetinin giderek arttığı bir dönemde, kara araçlarından kat kat fazla havamızı kirleten uçakların, herkesten daha ucuza üzerimize zehir atmasına razı oluyoruz…
Hava sahamız üzerindeki uçak trafiğini övünç meselesi olarak ballandıra ballandıra anlatıyoruz da kimse çıkıp da, “Neden Almanya, Fransa, İsviçre hava sahasından 4-5 kat ucuza hizmet veriyoruz diye sorgulamıyor.
Sahi neden bu kadar ucuzuz?” (Murat Herdem, https://www.airporthaber.com/kose-yazilari/turkiye-ucuz-copluk-mu.html)
***
Yukarıdaki aktarmayı bilerek olduğu gibi aktardık. Çünkü plastik ve gemi söküm konuları az çok bilinirken, bu konu, bu alan çok bilinmemektedir kamuoyunda.
Gördüğümüz gibi, örnekleri çoğaltabiliriz. Rakamları çoğaltabiliriz. Ancak yazıyı uzatmaktan başka bir şey olmaz bu. Gerçekler bunlar. Azı var, çoğu yok. Ve bunlar bile cennet vatanımızın AKP’giller eliyle nasıl cehenneme çevrildiğini görmemize, anlamamıza yeter de artar bile.
Plastikler, mikroplastikler, karbondioksitler, radyoaktif atıklar, asbestler vb. vb. kimyasallar, birkaç yıl değil, 10-20 yıl değil, atıldıkları bölgeleri 100’lerce yıl kirletirler. Doğanın onları temizlemesi kolay olmaz. Ve bir nesil değil, onlarca nesil etkilenir bu durumdan insanıyla hayvanıyla…
AKP’giller başka türlü davranabilir mi?
Havasıyla suyuyla, taşıyla toprağıyla, deniziyle dağıyla, tarihiyle kültürüyle, insanıyla hayvanıyla Vatanımıza sahip çıkar mı?
Çıkmaz! Çıkamaz!
Bu, temel iki nedenden böyledir:
1- Bunlar 6 bin 500 yıllık Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının siyasi plandaki temsilcileridirler. Ve bir kısmı da bizzat Tefeci-Bezirgândır.
Dolayısıyla bunlar Vatan Millet bilmezler. Bildikleri, yaptıkları tek şey aracılık yaparak daha çok kâr elde etmektir. Onlar Para Tanrısına tapınırlar ve onun emirlerini yerine getirirler.
2- Bunlar iktidara ABD ve AB Emperyalistleri tarafından getirilmişlerdir. Ve onlar sayesinde vurgun ve talanlarını sürdürmektedirler. Günlerini gün etmektedirler, Yazlık-Kışlık Saraylarında. Dolayısıyla ABD ve AB Emperyalistlerinin çıkarlarını savunurlar öncelikle. Sonra da kendi çıkarlarını. Vatan Millet hiçbir şey ifade etmez onlar için. Sadece kâr elde etmelerine yarayan araçlardır, nesnelerdir bunlar. O yüzden de ülkemiz havasıyla suyuyla, taşıyla toprağıyla atık çöplüğüne dönmüş, doğası ve çevresi mahvolmuş, umurlarında bile olmaz.
Bunlardan başka türlü davranış bu yüzden beklenemez.
Görev biz Gerçek Devrimcilere düşmektedir. Nerede bunların ve Antika-Modern Parababalarının bir zulmü, bir haksızlığı varsa sonuna kadar mücadele etmekle yükümlüyüz. Halkımızı uyandırıp, Partimiz etrafında ordulaştırmakla yükümlüyüz. Ve Demokratik Halk iktidarını kurmakla yükümlüyüz. Bugün için birinci görevimiz budur.