Günümüzde Mülteci Sorununun Kaynağı Emperyalist Kapitalizmdir
Hüseyin Ali
İtalyan Ordu’su cephe savaşındadır.
Siperde İtalyan yüzbaşı (capitano), karşı siperdeki düşmana karşı askerlerini hücuma geçirmek için bir nutuk atar:
– Düşmanı karşı siperden atıp kovalamalıyız. Büyük Roma Medeniyeti’ni yeniden canlandıracağız, şan ve şeref sizindir. İtalyan Ulusu sizin bu kahramanlığınızı yere göğe koyamayacaktır. Haydi askerlerim! Haydi kahramanlarım! Haydi aslanlarım! Süngü tak!. Ben siperden fırlayınca hep birlikte saldırıyoruz! Hücum!
Yüzbaşı, dediği gibi yapar. Elinde tabancası siperden fırlar ve düşman siperlerine doğru koşmaya başlar. Ve hemen alnına kurşunu yer.
İtalyan askerlerinin hiçbiri yerinden kıpırdamamıştır. Ama İtalyan siperlerinden alkışlarla birlikte hep bir ağızdan şu nida yükselir:
– Bravo capitano!
Durum çok benzer değil belki ama on yıldan beri süregelen mülteci akını konusunda nedense bu fıkra çağrışım yaptı.
Sonuçta, siperde kalıp “Bravo capitano” diye ünleyen askerlerin yerine emperyalistleri, vurulup düşen yüzbaşının yerine de Türkiye’yi koyarsak, bir benzerlik oluyor.
Evet, emperyalistler “Haydi Türkiye, aslansın Türkiye!” diyor bir bakıma, “mültecileri siz alın”. Örneğin Almanya Başbakanı Merkel’in söylediklerine bakalım. Haber şöyle:
“Almanya Başbakanı Angela Merkel Türkiye’yi Avrupa Birliği ile yaptığı anlaşmanın bir parçası olarak çok sayıda Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaptığı için övdü ve Ankara ile yakın ilişkiler kurmak istediğini ancak Türkiye’nin AB üyeliğini beklemediğini söyledi.
“Merkel ayrıca Türkiye’nin, Suriyeli mültecilere bakmakta olağanüstü bir iş çıkardığını ifade ederek şunları söyledi:
“Türkiye ile bu anlaşmanın (göçmenler ve mülteciler üzerine) devam etmesini istiyorum, bu insanlar için en iyisi.” (https://odatv4.com/merkelden-multeci-aciklamasi-turkiyede-kalmalari-en-iyisi–22072138.html)
Benzer şekilde Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz da; “Afgan mülteciler için Türkiye daha doğru yer”, diyor.
Tayyip ise “Kapıları açarız ha!” şantajıyla önüne emperyalistlerce atılacak üç beş lokmanın peşinde. Mülteci sorununda kaba görünüm böyle…
Aslında olay nedenleri ve sonuçları bakımından çok daha karışık.
Önce terminolojiye değinelim. Biz hepsine birden mülteci diyoruz ama aslında mülteci, sığınmacı ve göçmen kavramları farklı.
Birden gelişen savaş, baskı, şiddet veya zulüm nedeniyle evini terk edenlere sığınmacı veya mülteci deniliyor. Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası korunma arayan ama henüz mültecilik durumu resmen gerçekleşmemiş kişilere deniliyor. İş ya da eğitim, kariyer vb. amacıyla gönüllü olarak başka ülkelere göç edenlere ise göçmen… Biz mülteci veya sığınmacı farkını göz ardı ederek mülteci sözünü kullanmaya devam edelim.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre dünyada 2020 yılında 82.4 milyon insan köklerinden koparıldı. Bunların 26.4 milyonu mülteci, 4.1 milyonu ise sığınmacı durumunda. Geri kalan 48 milyon ise kendi yurdunda vatansız kılınmış insanlar. Bunlar resmi veriler. Kayıtsız milyonlar bu sayının içinde değil.
Şu kesin: Mülteci sorunu, emperyalist sömürü ve savaş politikasının bir ürünüdür. Çünkü mülteci sorununu yaratan başlıca etken emperyalist savaştır. Savaş zaten başlı başına yıkım anlamına gelir.
Emperyalizm, uzun süreden beri “yapıcı yıkım” (constructive destruction) politikasını uyguluyor. “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” bu politikanın ürünüdür. Emperyalizm kendisinden bağımsız davranan iktidarları savaşla yıkıp kukla iktidarlar kurarak veya ülke halklarını birbirlerine kırdırarak ya da Suriye’de ve Irak’ta olduğu gibi dinci askerler devşirerek ülkeleri yıkıma götürüyor. Durum kendince az çok durağan hale gelince de yıktığı ülkeyi imara girişiyor. Yıktığı ülkenin zenginliklerine, özellikle doğal kaynaklarına da “çöküyor”.
Körfez Savaşı sonrasında Amerikan şirketleri Irak’ın imarına girişti. Kuzey Irak petrolünü de Barzani aracılığıyla sömürüyor Amerikan Emperyalizmi. Suriye’de ise IŞİD’i kovuyoruz sahtekarlığıyla PYD’yi de kullanarak Suriye petrolüne çökmüş durumda.
Yaratılan bu kargaşa, terör, emperyalist propaganda insanları topraklarından ediyor, sığınma arayan insanlar haline getiriyor.
Bu işin bir yanı… Mülteci sorununun başka yönleri de var.
Tayyip Diktatörlüğünün mensupları hep bir ağızdan mülteci akınını savunuyor. Savunmalarının gerekçeleri aslında işin diğer boyutlarını da gösteriyor.
Birincisi, Tayyip Diktatörlüğünün emperyalist böl ve yönet politikasına yüzde yüz uşaklık edişidir.
Tayyip Diktatörlüğü, emperyalizm ne derse yapacak nitelikte. Ve bunu gönüllü yapıyor. Emperyalizm böyle buyuruyor, Malum Kişi de komutu alınca buna göre davranıyor.
Suriye’de adına “Özgür Suriye Ordusu” dedikleri IŞİD’den hiçbir farkı olmayan tecavüzcü, yağmacı katiller sürüsünün eğitilmesi, donatılması, örgütlenmesi ve desteklenmesi bizim Din Bezirgânları tarafından sürdürülüyor.
Türkiye’de 5 milyonun üzerinde Suriyeli mülteci var. Dünyadaki Suriyeli mülteci sayısının yarısından fazlası Türkiye’de bulunuyor (Resim 1). Bunlar genellikle kalifiye olmayan insanlar. Kalifiye olanları Batı kaptı, gerisi Türkiye’ye bırakıldı. İçlerinden ÖSO için asker de devşiriliyor.
Bazı terörden yılan ve kaçan masum insanlarsa Akdeniz’in, Ege’nin sularında boğuldu. Bugün Akdeniz İslamcı Terörden kaçan insanların mezarlığı durumunda. Aylan Bebek’i unutmadık (Resim 2).
Şimdi de “Afgan mülteciler” ülkemize akın ediyor.
Emperyalizm, Afganistan’ı da dinci çeteleri örgütleyerek Ortaçağ karanlığına götürdü. Sovyetler Birliği’ne ve ilerici, laik Afgan Yönetimine karşı “Yeşil Kuşak Projesi” kapsamında adına Taliban denilen katiller sürüsünü örgütleyen, silahlandıran emperyalizmdir.
Önce Pakistan’da darbe yaptırıp Ziya Ül Hak dinci faşistine, medreselerde Taliban’ı örgütletti, dinci çetelere lojistik destek sağlattı. Gorbaçov döneği sayesinde Sovyet desteği de kesilince Afganistan’daki ilerici yönetim emperyalist saldırıya ancak 6 yıl dayanabildi.
Bu sırada El Kaide belasını dünyanın başına musallat eden gene ABD Emperyalizmi oldu. El Kaide militanlarından örgütlediği katilleri Ortadoğu’ya getirip IŞİD diye ortalığa salarak milyonlarca insanın katledilmesine, göçüne neden olan gene ABD Emperyalizmi oldu. Reagan döneminin ABD Ulusal Güvenlik Komisyonu Başkanı Zbigniew Brzezinski ile daha sonra El Kaide’nin Şefi olan Usame bin Laden’in silah denerkenki fotoğrafı akıllardadır (Resim 3).
Bugün şunu görüyoruz: Afgan “mülteciler” organize bir şekilde geliyorlar. Gelenler sadece genç erkekler. Yanlarında kadın, çoluk çocuk yok. Bizce bunlar da emperyalizmin kirli amaçları için kullanılacak olan potansiyel paralı askerler. Hatta ABD ile işbirliği yapan Afgan askerleri.
Nitekim Odatv, Alman Die Zeit Gazetesi’nin haberini aktardı:
“NATO, Afganistan’daki konuşlandırılmasının sona ermesinden kısa bir süre sonra yurt dışındaki Afgan askerleri için ilk eğitim programını başlattı.”
“Gazeteye göre, yurdumuza gelenler eğitim görecek Afganistan Özel Kuvvetleri askerleri.
“Afgan güvenlik güçlerine eğitim desteği sağlanması, geçen haziran ayında düzenlenen NATO devlet ve hükümet başkanları zirvesinde kararlaştırılmış.” (https://odatv4.com/die-zeit-boyle-duyurdu-afgan-ozel-kuvvetleri-turkiyede-29072116.html)
Bunlar nerede kullanılacak? NATO Afganistan’dan çekildiğine göre? Tayyip de Kabil Havaalanının korunmasında pek hevesli olduğuna göre?
Öncelikle Suriye’de kullanılacaklar. Tabiî SADAT’ın kirli işlerini de hesaba katmak gerek. İleride koltuk derdine düşüp halkımıza karşı bile kullanabilir bu ipten kazıktan kurtulmuş insan tiplerini. Ayrıca, emperyalizm başka bölgelerde de paralı asker olarak kullanabilir.
Şimdiden İstanbul Zeytinburnu sahilinde üniformalı Afganların gruplar halinde dolaştığı bilgisi basında yer aldı (https://odatv4.com/kim-bu-istanbulun-sahilindeki-uniformali-afganlar–28072102.html) (Resim 4).
İkincisi, işin ekonomik boyutu…
Mülteci demek ucuz iş gücü demektir. Türkiye’deki mülteciler sigortasız, kayıtsız kuyutsuz, asgari ücretin yarısına bile çalışıyorlar. Bu bizim geri, Antika-Modern kırması kapitalizmimiz için biçilmiş kaftan. Ağır mutlak artıdeğer sömürüsü anlamına geliyor. (Mültecilerin, kapitalist sistemin ucuz kadın ve çocuk emeği, çocuk istismarı, çocuk gelinler, fuhuş, suç oranında artış gibi onmaz hastalıklarını daha da artırdığını vurgulayalım.)
Nitekim, biraz mürekkep yalamış görünümlü din bezirgânı, AKP Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay’ın sözlerini Cumhuriyet Gazetesi şöyle aktarıyor:
“Türkiye’nin Suriyeli mültecilerle yaşamak zorunda. Bu bir kader biraz da… Bundan kaçamadığımız gibi, bu bir imtihan. Bizim onları nasıl yönettiğimize bakmamız gerekiyor. Bir açıdan baktığımızda da göç bir toplumu dirilten bir şeydir. Canlandıran bir etki de yapar. Bakın Türklerin Alman ekonomisine yaptığı katkıdan bahsediliyor. Bu yönde çalışmalar var. Beyin niteliğinde Türkler yetişiyor orada. Belki Suriyelilerin de ilk gelenleri sanayi, inşaat alanında çalışanlar olarak kalacaklar ama Suriyelilerin Türkiye’ye yaptığı katkı ile Türkiye Arap dünyası ile arasında çok ciddi bir köprü oluşturacak” diyen Aktay, ”Çok önemli bazı yerlerden Suriyelileri bir çekin, Suriyeliler bir gitsin ülke ekonomisi çöker” ifadelerini kullandı.” (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/erdoganin-danismani-aktay-suriyeliler-giderse-ulke-ekonomisi-coker-1855405).
Eski Fetocu, yeni AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki de bu ahlâki olmayan, ağır sömürüyü; “Şimdi bazı şehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyorlar. Gaziantep sanayisine gidin yüz binlerce insan en ağır ve en zor işlerde çalışıyorlar. Kayseri sanayisinde de öyle. İşçi bulamıyorlar, bu adamlar çalışıyor”, diyerek itiraf etti. (https://odatv4.com/bunlari-kimse-gonderemez-sanayiyi-onlar-ayakta-tutuyorlar-27072122.html)
Ucuz mülteci iş gücü aynı zamanda ağır işsizlik ve ücretlerin genel olarak daha da düşmesi anlamına gelir. Aslında mülteci emeğinin sömürülmesini savunmak, kendi halkının sömürülmesini de savunmaktır. Ve bu bir insanlık suçudur. Ucuz iş gücü veya ağır mutlak artıdeğer sömürüsü ülke ekonomisinin gelişememesi bakımından da önemli bir etkendir. Mutlak artıdeğer sömürüsü kapitalizmin ilkel sermaye birikimi yöntemidir ve teknik gelişmenin önünde engeldir. İşte Din Bezirgânları kendi halklarına, kendi emekçilerine, kendi ülkesine karşı bu derece acımasızdır, haindir.
Mülteci sorunu, aynı zamanda terkedilen ülke için de bir yıkımdır. Çünkü o ülkenin değerlerinin kaybı anlamına gelir. Ülke yetişmiş, eğitilmiş insanlarını kaybeder. Bu hem ekonomik yıkım, hem kültürel kayıp anlamına gelir. Suriye’de emperyalizmin ve Tayyip tayfasının Esad yönetimine karşı göçü teşvik etmeleri bundandır. Antiemperyalist-Antisiyonist Suriye’yi yıpratma çabasının bir ürünüdür.
İşin diğer boyutu ise Türkiye’de kalan geri, eğitimsiz mültecilerden asker yetiştirip Esad yönetimine karşı savaştırmaktır. Bugün Tayyip Diktatörlüğü için güney illerimizde toplu halde tekbir getirerek denize giren Suriyeli mülteciler içinden asker devşirmek zor olmasa gerek! Bu kirli oyun kısmen azalsa da hâlâ devam ediyor.
Üçüncüsü Din Bezirgânlarının ümmetçi kafasıdır.
Başımızdaki Din Bezirgânları, sınıf olarak antika Tefeci-Bezirgân Sermayeye dayanır. Dünya görüşleri de bu sınıfsal temelin yansımasıdır. Bu yüzden ümmetçi ve şeriatçıdırlar. Ortaçağ özlemi içindedirler. Bunu yaptıkları işlerden görüyoruz. Laik Cumhuriyet’i yıkmaları bundandır. Kanlı Sultan Abdülhamit’i yüceltmeleri bundandır. Andımızı kaldırmaları bundandır. Tarikatların, dinci cemaatların ortalıkta cirit atması bundandır. Binlerce resmi ve resmi olmayan Kur’an kursunun bulunması ve teşvik edilmesi bundandır. Orduyu, yargıyı, tüm devlet avadanlığını, eğitimi dincileştirmeleri bundandır. (Tayyip Diktatörlüğü Milli Eğitim Bakanlığının bazı cemaatler ve dinci vakıflarla gizli protokoller yaptığı bilinmektedir!) Saymakla bitmez!
Bazen de açıktan ifade ederler bu Din Bezirgânları kafalarının içindekini. Bu bir dil sürçmesi değildir. Gerçektir. Örneğin Kabil Havaalanı konusunda, Taliban ile ilgili olası çatışmalar hakkında Tayyip ne diyor?
“Taliban’la da bu süreci görüşmek suretiyle, nasıl ki Amerika’yla bazı görüşmeleri Taliban yaptıysa, herhalde Taliban Türkiye ile bu görüşmeleri çok daha rahat yapması lazım. Çünkü Türkiye onun inancıyla alakalı ters bir yanı yok, ters bir yanı olmadığı için de onlarla bu konuları daha iyi görüşeceğimize, anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum.”
Bu sözler aslında şunun açıkça ifadesidir: Bizim Taliban ile herhangi bir düşünce ayrılığımız yoktur. Onlar da Şeriatçı, biz de Şeriatçıyız. Onlar da Ortaçağcı, biz de Ortaçağcıyız.
Bir zamanlar AKP’yi “demokrat” gören “yetmez ama evet”çi liboş tayfası kına yaksın!
Dördüncüsü, emperyalist politikaların demografik yapıyı değiştirme çabasıdır.
Emperyalizm, yapısı gereği ulusal bilince karşıdır. Emperyalist sömürünün tüm dünyada hiçbir engel olmaksızın sürmesini ister çünkü. Ve emperyalist ekonomide söz sahibi uluslararası Finans-Kapitalin ya da tekellerin milliyeti yoktur. Bu yüzden ulusal bilince, gümrük duvarlarına, bağımsız ülke politikalarına karşıdır emperyalizm. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya atılan “Globalizm” ya da “Küreselleşme” bunun teorisidir.
Emperyalizm bunun için ülkeleri yıkar, tarihi ve kültürel değerleri yok eder ve ulusal değerleri köreltir. Ulusal bilinci yıkmanın bir yolu da bir ülkenin demografik yapısını değiştirmektir. Bugün Türkiye’de yaşanan mülteci sorunu bu bakımdan da emperyalist politika ile uyumludur.
Bugün Türkiye’de pek çok kent ya da ilçede mülteciler çoğunluğu ele geçirmiş durumda. Örneğin Kilis’te Suriyeli mülteciler çoğunlukta. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’a göre ise Hatay’ın nüfusu 1 milyon 660 bin ve Hatay’da 600 bine yakın Suriyeli mülteci var. Hatay’ın ilçesi Reyhanlı’da çoğunluktalar. Reyhanlı’nın normal nüfusu 80 bin ama şu anda Suriyeli mültecilerle birlikte 230 bin. Lütfü Savaş’a göre Suriyeli mülteciler; “Belli ilçelerde belediye başkanlığına aday olsalar kesin seçilirler”. Durum bu derece vahim. (https://odatv4.com/suriyeliler-secimi-kazanir-26072158.html)
Yüzde yüz Amerikancı Nagehan Alçı da bu konuda burnunu çıkarıp; “Göçmenler artık misafir değiller. Türkiye’nin bir parçası haline geldiler ve ileride çoğu bu ülkenin eşit vatandaşı olacak”, diyor (https://indigodergisi.com/2021/07/nagehan-alci-gocmenler-artik-turkiyenin-bir-parcasi-haline-geldiler/)
Normal… Amerikan uşakları ve gericiler böyle bakar…
Bu durum, bin yıldan beri süregelen Anadolu kültürünün yozlaştırılması, ulusal bilincin törpülenmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda gericiliğin, şeriatçı kafanın sosyal tabanının genişletilmesi anlamını taşıyor.
Böyle dejenere edilmiş bir halk, ulusal bilinçle kurtuluş savaşı verebilir mi?
O halde ne yapılmalı?
Bölgede kukla iktidarları yıkarak mültecileri kendi vatanlarında özgürce yaşayacak hale getirmek gerek. Bu da ancak sosyalizm ile mümkün.
Aslında emperyalizmin “Yapıcı Yıkım” tezini gerçek anlamda yerine getirecek olan sosyalizmdir.
Köhne ve emperyalist kuklası iktidarları yıkıp bu önemli insanlık sorununa dur diyecek tek güç sosyalizmdir.
Yazımızı Nazım’ın çok güzel dizeleriyle tamamlayalım:
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanin insana kulluğunu,
bu davet bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim!