Bir Başar Sabuncu geçti…
“… Hatırlarsınız, hani bir mahkeme direnişleri olmuştu. Hatırlarsınız canım… Hani işçiler toptan işleri bırakmışlardı… Şu MGM mi? DGM mi? İşte o günlerden bir gün bu bizim Ahmet var ya, zaten sık sık görüşürüz onunla, bana bir gazete gösterdi. Gazetede bir fotoğraf vardı… Bir baktım… Amanın durun! Yahu olamaz! Ama olmuş… Bir fabrikanın önünde işçilerle polisler çatışmışlar ve de bu bizim kız var ya! Hah işte! Onunla Selim iti gırtlak gırtlağa dövüşüyorlar. İşte o zaman dedim ki “Ulan Lütfü şu kız kadar olamadın! Yuh olsun senin pehlivanlığına!” dedim ve o anda ayrılmaya karar verdim. Bu Selimgiller benim kızımın gırtlağına sarılsınlar, ben de onlara hizmet edeyim! Bu olamaz dedim! Ayrılmaya karar verdim.”
Söz konusu tiradı, “Zengin Mutfağı” adlı oyunu ya da filmi izleyen herkes hatırlayacaktır. O unutulmaz sahnelerde rol alan oyuncuların dışında, o sahneyi her türlü sansür ve otosansüre rağmen oynatmayı başarmış bir yönetmen var. Onun adı Başar Sabuncu.
Daha çok genç yaşlarda sanata olan yeteneğinin hakkını vermek için, yüksek öğrenimini yarıda bırakarak tiyatro deryasına daldı. TRT’de, Devlet Tiyatrosunda, Şehir Tiyatrolarında ve politik sürgün olarak gittiği yerlerde birçok oyunun yönetmenliğini yaptı.
Ancak onu diğer yönetmenlerden ayrı kılan özelliği, her türlü baskıya, zorbalığa rağmen toplumcu gerçekçilik çizgisinden ödün vermeyerek Nazım Hikmet’i, Bertolt Brecth’i izleyicilerle buluşturmasıdır. Birçok tiyatro oyunu Sabuncu sayesinde Türkçe ile buluştu ve sahnelendi. 12 Eylül Faşizmi, onu da düşüncelerinden ve çırılçıplak gösterdiği gerçeklikten dolayı yargıladı, sansürledi, yasakladı.
12 Eylül sonrasında yeteneklerini beyaz perdeye yansıtmaya karar verdi ve yazdığı senaryolar beyaz perdeye taşındı. Kendi yazdığı senaryoların yanı sıra, yönetmenlik çalışmalarını da gerçekleştirdi Sabuncu. “Çıplak Vatandaş” ve Vasıf Öngören’in yazdığı “Zengin Mutfağı”, özellikle o dönemlerde son derece değerli iki film olarak seyircilerle buluştu. Özellikle Zengin Mutfağı, pek anılmayan 15-16 Haziran günlerini anlatması bakımından, İşçi Sınıfı davasına gönül verenlerce de değerliydi.
Mücadelesini, sadece teorisini ortaya koyduğu eselerinde değil, 12 Eylül sürecinde ayrıldığı Şehir Tiyatrolarına geri dönerek yaşam pratiğiyle de taçlandırdı. Geri dönüşü ile birlikte birçok oyunun yönetmenliğini yaptı ve kendi ilkelerinin çiğnendiğini gördüğünde, yine onuru makamdan önemli sayarak 2004 yılında istifa etti.
Ortaçağcı gericiliğin ve modern gericiliğin alabildiğine güçlendiği dönemde, Başar Sabuncu gibi bir değerin daha fazla eser üretmesi mümkün olmadı. Ürettiklerine sahip çıkılması ve üstüne konulması da, gelecekte bir o kadar önemli olacaktır.
İstanbul’dan
Kurtuluş Partili Bir Yoldaş