Cennet de Cehennem de Bu Dünyada: Tayyip Diktatörlüğü Cennet Ülkemizi Cehenneme Çevirdi
Hüseyin Ali
Küba Cennet mi?
Vaktiyle, 2015 yılında, gazete yazıcısı Fatih Altaylı, Küba’ya gitmiş ve “gerçek Küba’yı anlatıyorum” diyerek bir yazı dizisinde Küba’dan söz etmiş, Küba’nın pek çok iyi özelliğini atlayıp sadece sağlıkta ve kanserle mücadelede iyi olduğunu vurgulayarak sonuçta ülkeyi “Küba’da patates bile yok” diyerek karalamıştı.
İlerici aktrist ve sunucu Berna Laçin ise sosyal medyada Altaylı’ya çok güzel bir cevap vermişti. Cevabını aynen aktarıyoruz:
“Bak, ben sana KÜBA’da neler yok anlatayım!
“Küba’ya yaptığım yolculuk bir gezi değil, deneyim oldu benim için… Eşi benzeri olmayan tarihi ve yönetim sistemiyle, kimseye benzemeyen insanların ülkesi burası. Rom, puro, dans-müzik ve neşe… Buram buram “gerçek” zenginlik… Küba’yı anlamak için Küba’da neler yok bir göz atalım.
“ÇOCUĞUM NE OLACAK’ KORKUSU YOK
“İnsanın çocuğu için endişelenmemesinden daha büyük zenginlik yoktur herhalde. Bu ülkede daha kadın hamileyken, devletin kurduğu hamile merkezlerine gitme zorunluluğu var. 70’li yıllarda, hamile pilatesi başlatılmış bu merkezlerde, ayrıca çocuk bakımı için eğitim veriliyor. Doğan çocuk, devletin sayılıyor. Her tür sağlık ve eğitim hizmetini devlet karşılıyor. Eğitim de tabiî ki eşit.
“SAĞLIĞIN İÇİN ENDİŞELENMEK YOK
“11 milyon nüfusluk küçük bir ada olan Küba, tıp alanında dünyada en üst sıralarda. Çocuk lösemisini yüzde 80 oranında tedavi edebilecek kadar ileriler. 30 bin doktor çalışıyor. Sadece kendi ülkelerine değil, tüm Güney Amerika ülkelerine sağlık hizmeti veriyorlar. Tabiî ücretsiz!
“AÇLIK YOK
“Devlet, karneyle her aileye ihtiyacı olan yiyeceği dağıtıyor. Tavuk, et, pirinç, patates, şeker… Kişi başı, karnı doyuracak miktar, devlet eliyle veriliyor. Elbette, çuval çuval değil. Örneğin; kişi başı aylık 2 kilo kırmızı et veriliyor meselâ. Tavuk dersen o daha çok. Eh bizim ülkemizde asgari ücretle geçinen biri her ay kişi başı 2 kilo et yiyebiliyor mu acaba?!
“İŞSİZLİK YOK
“Devlet herkese iş veriyor. Ve maaşlar arasında yüzde 3’ten fazla fark bulunmuyor. Doktor olmuşsun, garson olmuşsun pek fark etmiyor.
“SOKAKTA YATAN EVSİZ YOK
“Bana en ilginç gelen bu oldu. “En gelişmiş” diye tanımladığımız ülkeler bile evsiz kaynarken Küba’da bir tane sokakta yatan insan yok.
“KADINA ŞİDDET’ YOK!
“Zaten genel olarak kavga-dövüş-bağırış-çığırış yok. Korna çalan bile yok. Hani, belediye suyuna sakinleştirici karıştırıyorlar diyeceğim ama belediye suyu da yok. Her yer doğal kaynak ve su fışkırıyor. Dönelim şiddete; elbette ufak tefek olaylar oluyormuş ama bir kadına hafifçe dokunmanın cezası bile 5 yıldan başladığı için belki de, öyle şiddete filan rastlanmıyormuş. Hele “karısını öldüren kocalar var mı” sorusunu sorduğumda, bana sapıkmışım gibi bakmaya başladılar. “Nereden aklına geliyor böyle şeyler” dedi bana genç bir Kübalı kadın.
“BOŞANMA YOK
“Çünkü evlenme de yok. Kübalılar genellikle resmi evlilik tercih etmiyor çünkü ayrılmak isterlerse işlemlerle uğraşmak istemiyor. Resmi imzaya gerek duymuyorlar çünkü boşanma sırasında paylaşılacak mal, mülk kısaca nafaka-miras gibi kavramlar yok. Zaten her şey devletin.
“TER KOKAN KİMSE YOK
“Sabun-şampuan karneyle. Hepsi Küba malı. Fazladan almaya kalkarsan pahalı. Ama herkes tertemiz.
“EĞLENCESİZ GÜN YOK
“Müzik ve dans her şeyleri. Sanki ibadet gibi. Her ân her yerde eğlence var. Sokaklarda, meydanlarda toplanıp, dans ediyorlar.
“TARLALARDA ORGANİK OLMAYAN GIDA YOK
“Tavuk çiftliği yok meselâ. Bahçelerde yetişiyor tavuklar, ayağı toprağa değiyor. Tıpkı çocukluğumuzdaki tavuklar gibi lezzetli oluyor.
“KAZIK YEMEK’ KORKUSU YOK!
“E her işletme devletin. Çalışanlar da devlet memuru. Ama bizdeki öğretmen evleri gelmesin aklınıza. Örneğin, Hilton Otel, Devrim sonrası olmuş Küba Özgürlük Oteli. En görkemli şovlar, en güzel caz kulüpler aslında hep devlet işletmesi. Ayrıca, Küba’da turistler de devlet koruması altında. Turiste zarar vermek en büyük suçlardan biri.
“PARA YOK!
“Evet para yok! Doktor, aylık 20 Euro karşılığı bir maaş alıyor. Hayır yanlış yazmadım; en yüksek maaş bizim paramızla aylık 60 lira. Az geldi değil mi! Şimdi “nasıl geçiniyorlar” diye düşünüyorsunuz. Ama işte elektrik de 0,50 kuruş. Ev kirası yok, sabundan yiyeceğe temel ihtiyaçlara para harcamak da yok. Hastane masrafı, eğitim masrafı yok! Çocuklara kalem almak bile yok. Lüks yok ama ihtiyaç da yok!”
Bu yazışmayı bir arkadaşıma gönderdiğimde şöyle demişti Küba için: “Cennet!”
Evet, sosyalizm eğer iyi uygulanırsa her şeye rağmen mutlu, sağlıklı, eşit bir toplum yaratılabilir. Kapitalist sömürü cehennemi, sömürü kaldırılarak cennete dönüştürülebilir. Zaten sosyalizmin uzun vadeli hedefi “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” (Marks, Gotha Programı’nın Eleştirisi) değil midir?
Küba, 1960 yılından beri Amerikan ablukası altında. Amerika diğer emperyalist kapitalist ülkeleri de yönlendirerek, Küba ile ilişki kuran ülkeleri veya şirketleri cezalandırarak bu ekonomik ablukayı sürdürüyor. Sabotajlar, suikast girişimleri, dünya medyasındaki yalanlar da cabası…
Küba Sosyalizmi bu ablukaya ve coğrafi sıkıntılara rağmen ülkesini bir cennete çevirebilmiş. Bu yüzden emperyalizmin Küba’da sosyalizmi yıkma çabaları başarılı olamadı.
Kapitalist ülkelerde ise genel olarak yoksullaşma sürüyor. Çok zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum gittikçe büyüyor.
Örneğin, Allianz adlı uluslararası sigorta ve finans kuruluşunun 2022 raporunda “Dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’u 2022’de toplam net finansal varlıkların yüzde 85’ine sahip oldu”, deniyor (https://www.patronlardunyasi.com/haber/allianz-kuresel-servet-raporu-2023-aciklandi-finansal-varliklarin-yuzde-85-i-en-zengin-yuzde-10-un-elinde/291067).
Bu veri, kapitalist sömürüyü net olarak ortaya koyan yeni bir veri. Kapitalist dünyada genel durum bu… Ama büyük gelişmiş kapitalist ülkeler ya da emperyalist metropol ülkeler diyelim, bu sömürünün bir kısmını kendi halklarına sus payı olarak veriyorlar. Bu yüzden, emperyalist metropollerdeki sömürü örtülü kalıyor.
Ya Türkiye?
Bize gelince, Tayyip Diktatörlüğü güzel cennet ülkemizi cehenneme çevirdi. Halkımız yoksullaştı. Devlet, Anayasa’ya aykırı olarak eski TİP Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın deyişiyle “Ceberut (Acımasız, merhametsiz, zorba) Devlet” haline dönüştü.
Bizce devlet zaten sınıflı toplumda egemen sınıfların, sömürenlerin çalışanlara, emekçilere, sömürülenlere karşı silahlı adamları, cezaevleri, yasalarıyla kullandığı bir baskı mekanizmasıdır. Dolayısıyla devlet, sınıflı toplumda dünyayı sömürenler için cennete, sömürülenler içinse cehenneme dönüştüren mekanizmadır.
Bir yanda şeriatçı molla kafasıyla bilimden, bilgiden uzak dinci devlet yönetimi, bir yanda hukuksuzluk ve baskılar, bir yanda dünyanın en yüksek hayat pahalılığı… Halkımız bu cehenneme mahkûm ediliyor.
Allianz 2022 raporunda Türkiye’de finansal varlıklar için Gini katsayısının 0.76 olarak hesaplandığı belirtiliyor. Ve sonra da şu not düşülmüş:
“Servet eşitsizliğini temsil etmeyi amaçlayan bir istatistiksel dağılım ölçüsü olan endeksin 1’e yaklaşması tam eşitsizliği, 0 olması ise tam eşitliği temsil ediyor.”
Demek ki “tam eşitsizliğe” çok az kalmış!
Gelelim TÜİK verileriyle Türkiye’deki gelir dağılımı eşitsizliğine…
“Türkiye’de gelirin yarısını yüzde 20’lik kesim alıyor
“TÜİK’in sıralı yüzde 20’lik gruplar itibarıyla yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirinin dağılımı da Türkiye’de gelir adaletsizliği gösteriyor.
“2020 anket yılı ve 2019 referans yılı verilerine göre Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesim gelirin yüzde 47,5’ini alıyor. En yoksul yüzde 20’lik kesim ise gelirin sadece yüzde 5,9’unu alabiliyor.” (https://tr.euronews.com/2022/09/26/turkiye-oecdde-gelir-esitsizliginin-en-yuksek-oldugu-4-ulke)
Üstelik bu veriler için 2019 istatistikleri esas alınmış. Şimdi dünyanın en yüksek hayat pahalılığını gören ülkemiz için durum çok daha vahim. Durum gittikçe kötüleşiyor, bu durum sürerse gelecek kuşaklar çok daha olumsuz etkilenecek.
Gazete yazarı Melih Âşık şöyle yazdı:
“Okullar açıldı… Anneler babalar çocuklarını güzelce giydirdi, donattı, süsledi, okullara yolladı. Acaba her ana baba aynı mutluluğu duydu mu?
“Çalışma Bakanlığı’na göre ülkemizde çalışan nüfusun yüzde 37’si asgari ücret almaktadır. Asgari ücretin altında maaş alan işçiler ve emekliler de eklendiğinde bu kesim yüzde 50’yi aşmaktadır.
“Eğitim-İş’in hesaplarına göre, okul ihtiyaçları için yapılan harcamalar; okul öncesi için 9.000 TL, ilkokul için 11.000 TL, ortaokul için 13.000 TL, lise öğrencisi için 14.000 TL’dir. Asgari ücretin 11.402 TL olduğu günümüz koşullarında asgari ücretli bir ailenin, bir çocuğu için maaşının tamamını okul hazırlıklarına ayırması gerekir. Ailenin 2 veya 3 çocuğu varsa masraf aynı oranda büyüyor.
“Bunlar ilk harcamalar… Çocuğun yıl içindeki yol parası, kırtasiye masrafı, yemek parası gibi harcamaları da eklenince her ay aileye bütçesinin kaldıramayacağı rakamlar gerekiyor.
“Türkiye Çocuk Araştırması 2022 Raporu’nda; peynir ve yoğurt gibi süt ürünlerini her gün tüketemeyen çocukların oranı yüzde 42,2, meyveyi her gün tüketmeyen çocuk oranı yüzde 49,5, et, tavuk veya balığı her gün tüketemeyen çocukların oranı yüzde 87,3 olarak belirlendi.
“Bu rakamlar birbirine eklenince asgari ücret düzeyinde maaş alan ailelerin çocuklarını besleme ve okutma gücü hiçbir hesaba sığmaz oluyor.” (Melih Aşık, Milliyet, 12 Eylül 2023).
Büyüyememiş, gelişememiş, yoksul, durgun halk çocuklarının habercisi bu veriler maalesef.
Cennet de Cehennem de Burada
Cennet ve Cehennem kavramları büyük ölçüde sınıflı toplumun kavramları. Toplumda sınıflaşma kaçınılmaz olarak sömürü anlamına geldi. Sömürenlerse durumlarını korumak için dini silah olarak kullandılar, kullanıyorlar.
Sınıfsız toplum belki ilkeldi ama bir bakıma cennetti. Çünkü insanlar eşitti. Buna insanlığın İlkel Sosyalizm aşaması diyoruz. İlkel Sosyalizm insanlık tarihinde yüz binlerce yıl süren bir süreç. Bu süreçte tek Tanrılı, Tanrısı gökte dinler yoktu.
Kıvılcımlı “Altın Çağ” da denilen insanlığın İlkel Sosyalizm dönemini, bugünle farkını herkesin anlayacağı basitlikte koyar:
“İlkel Sosyalizm: Medeniyetten önce, insanların kendiliğinden yaşadıkları hayattır. Orada, Özel Kişi Mülkiyeti nedir bilinmez. Aynı Topluma giren herkes Eşit Kan Kardeşidirler. Aralarında kişi mülkü bulunmadığı için Hırsızlık yoktur; herkes eşit bulunduğu için Korku yoktur. Çalma ve Korku bulunmadığı için Yalan yoktur.
“İlkel Sosyalizm, Çobanlık denilen Sürü besleniminden beri aşınmaya başlamıştır. Ona rağmen 50-100 bin, belki milyonlarca yıl bütün Tarihöncesi boyu sürmüştü. Onun için, İlkel Sosyalizm alışkanlıkları kolay kolay silinememiştir. Medeniyete en son giren İslavlarda “MİR” denilen yaşantı, Türkiye’de alevi köylerin dayanışması, Sünni köylerin imecesi İlkel Sosyalizm kalıntılarıdır.
“Burada ‘Sosyalist olmayan’ bir hayat bilinmediği için, ayrıca Sosyalizm diye bir anlam da düşünülmemiştir. İnsanın tabiî yaşayışı Sosyalizm sayılmıştır.
“Antika Sosyalizm: Medeniyet insanlar arasına ikilik, sınıf ayırımı ve imtiyazlılık soktuğu günden beri, insanlık içinden çıktığı ilkel de olsa Sosyalist hayatı anmıştır. Medeniyetin icat ettiği Özel kişi mülkiyeti: mülksüzleri çalmaya, egemen sınıf baskısı korkuya, bu iki rezillik yalana yol açınca öyle şeylerin bulunmadığı toplum anılarda dirilmiştir. Yitirilen İlkel Sosyalizm Çağı, masallarda aranan ‘Altın Çağ’ sayılmıştır.
“Medeniyetler, içlerindeki kısır sınıf ve imtiyaz çekişmeleri yüzünden aşınıp çökerlerken, çevrelerinde henüz İlkel Sosyalizmi yaşayan Barbarlarla karşılaşınca, onlardaki yüksek insan karakterlerine hayranlık duymayan kalmamıştır. Ne var ki, insanlık Medeniyeti bırakıp geri Barbarlığa dönemezdi. Atina’da Solon’ların, İsparta’da Lükürg’lerin, Mekke’de Muhammed’lerin İlkel Sosyalizm geleneklerini yeni bezirgân ilişkilerine adapte edebilmek için ortaya koydukları kutsal kurallar bir süre sonra bozuldular. ‘Altın Çağ’ geri gelmemecesine gitti.” (Hikmet Kıvılcımlı, Sosyalist 1967, sayı 5).
İşte “Altın Çağ” Cenneti, insanlığın elinden yitip gitti. O zamandan beri sınıflı toplum cehenneminde yaşıyor insanlık.
İlkel sosyalizmde insan karakterindeki bu üstünlükler inkâr edilememektedir. Marks’ın damadı Paul Lafargue, Tembellik Hakkı adlı kitabında ilkel sosyalist insanın bu olumlu özelliklerini ayrıntılarıyla ortaya koyar:
“Avrupalı kâşifler, Paeppig’in ‘uygarlığın zehirli nefesi’ diye adlandırdığı şeyle kirletilmemiş ilkel insan topluluklarının fiziksel güzelliği ve soylu tavırları karşısında şaşırıp kaldılar. Lord George Campbell, Okyanusya Adaları’nın yerli halklarından söz ederken şöyle der: ‘Dünyada ilk görüşte bundan daha çarpıcı olan halk yoktur. Düzgün ve hafifçe bakır rengine çalan tenleri, altın parıltılı ve bukleli saçları, güzel ve güleç yüzleri, yani tek kelimeyle tüm görünüşleri genus homo’nun (insan türünün) yeni ve göz kamaştırıcı örneğini oluşturuyordu; fiziksel yapıları bizimkinden üstün bir ırk izlenimi oluşturuyordu.’ Antik Roma’nın uygar insanları, Sezarlar, Tacituslar Roma İmparatorluğu’nu istila eden komünist Cermen kabilelerini aynı hayranlıkla seyrediyorlardı. Tacitus’la aynı şekilde, piskoposların ustası lakaplı beşinci yüzyıl rahibi Salvien, barbarları uygar insanlara ve Hıristiyanlara örnek olarak gösteriyordu: ‘Bizden daha erdemli olan barbarlardan daha arsızız. Üstelik de, barbarlar bizim arsızlığımızdan yakınıyor; Gotlar, aralarından çıkan ahlâksızlara tahammül edemiyorlar. Milliyetinin ve adının acınacak ayrıcalığıyla, onların arasında sadece Romalıların ahlâksız olma hakkı var. (O sırada oğlancılık putperestler ve Hıristiyanlar arasında çok yaygındı…) Ezilenler, barbarların yanına insanlık ve barınak aramaya gidiyorlar.’ (De Gubernatiane Dei) (Tanrının Yönetimi Üzerine). Yaşlı Hıristiyanlık ile modern kapitalist uygarlığın Yeni Dünya’nın barbarlarını bozduğu gibi, eski uygarlık ile yeni doğan Hıristiyanlık Eski Dünya’nın barbarlarını yozlaştırdı.” (Paul Lafargue, Tembellik Hakkı, Say Yayınları, 2016, s. 12)
Evet, ilkel sosyalist insan, Altın Çağ insanı, Cennet insanıdır. Medeniyetle, sınıflı topumla birlikte insan karakteri ve güzelliği de yozlaşmıştır.
Bugün kutsal kitaplardaki Cennet ve Cehennem kavramlarının kökeni eski Sümer’e kadar gidiyor. Daha eskiye değil. Sümer Medeniyeti ise insanlığın ilk toprağa yerleşip ziraatla aşırı ürün elde ettiği ve toplum içinde sınıflaşmanın baş gösterdiği dönem. Para, Yazı ve Devlet gelişmeleri de bu dönemle başladı. Cennet ve Cehennem kavramları da bu döneme dayanır; gelişerek tek Tanrılı dinlere ulaşır. Tevrat, İncil ve Kur’an’da anlatılan hikâyeler, büyük ölçüde Sümer Medeniyeti’nden gelmektedir.
“Sümer Kraliçesi” Muazzez İlmiye Çığ eski Sümer çivi yazılarındaki, Tevrat, İncil ve Kuran’daki ortak noktaları kanıtlıyor:
“Bütün bunlardan anlaşılacağına göre Sumerlilerin kurdukları din ve yarattıkları zengin edebiyat Ortadoğu milletlerine büyük etki yapmış, hatta dinlerinin temelini oluşturmuştur.
“Yalnız, bu etki, Sumerlilerden İsraillilere doğrudan doğruya olmamıştır. Çünkü İsraillin tarih sahnesinde görülmeye başlamasından en az bin yıl önce Sumerliler varlıklarını yitirmişti.
“Öyle ise bu kültür onlara nasıl ulaşmıştı?
“Bu ulaşmanın çeşitli yollarla olduğu bugün kanıtlanabiliyor.
“Sumer devletinin, güçlü olduğu çağlarda, sınırları doğuda Hindistanla (Dilmun?), batıda Akdeniz’e (Ebla, Marlu) hatta Kıbrıs’a, kuzeyde Orta Asya’nın batısına (Aratta, Hunum), güneyde Mısır ve Habeşistan’a (Magan, Meluhha) kadar genişlemişti. Oralara giden asker ve tüccarlar, oralardan ticaret amacı ile gelen insanlar Sumer kültürü ile bir bağlantı kurmuşlardı.
“İÖ 2400 yıllarında İsrailliler gibi Sami bir ırktan olan Sargon adında biri Sumer’i ele geçirerek bir Akad Krallığı kurmuştu. Onun ve ondan sonra gelen sülalesi zamanında, Samiler Mezopotamya’dan Ortadoğu’ya kadar yayılmaya başlamış ve Akad dili de konuşulan dil haline gelmişti.
“Bir müddet sonra Sumerliler yeniden canlanarak bir Sumer devleti kurdular. O da oldukça kısa bir süre sonra parçalandı. Yine Sami bir halk olan Amoritler, Babil Krallığı adı altında bütün Sumer ülkesine egemen oldular. Bu geçiş devrinde Sumer okulları ve akademilerinde Sumer dili ve yazısı en yüksek düzeye çıkarıldı. Buralarda, Sumerlerin yarattıkları dinsel ve edebi yapıdan birçok kopya halinde diğer şehirlerdeki eğitim kurumlarına, kütüphanelere gönderildi. Ülkede gittikçe çoğalan Samiler Sumerce’yi öğrenmek, Sumerliler de Akadcayı öğrenmek zorunda kaldıklarından, okullarda her iki dilde eğitim yapıldı. Babil devleti kurulduktan sonra, Sumerce halk dili olmaktan çıktı. Fakat Sumerlilerin eğitim tarzı, dinleri, efsaneleri ve edebi yapıtları Babil okullarında öğretilmeye devam edildi. Sumerce, ortaçağdaki Latince, eskiçağdaki Yunanca gibi dinsel bir dil olarak hemen hemen İsa’nın doğumuna kadar sürdü.
“Babilliler Sumer Tanrılarını, adlarını değiştirerek kendilerine Tanrı yapmışlar; bu Tanrılara ait mabetler, dinsel törenler korunmuş, ilahiler, dualar Sumerce okunmuştur.
“İÖ 1500 yıllarında Akadca ve çiviyazısı Ortadoğu’da uluslararası bir dil ve yazı haline geldi ve o ülkelerde, en azından yazarların bu dili öğrenme zorunluluğu ortaya çıktı. Bu yüzden Sumer okulları ve programları oralarda uygulandı. Böylece Babillilerin Sumerlilerden aldıkları kültür, dilleri ve yazısı yoluyla o ülkelere yayıldı.
“Yahudilerin, Hıristiyan ve Müslümanların atası olarak kabul edilen İbrahim Peygamber ve ailesi, Tevrat’a göre, Mezopotamya’da Kaldeall Ur’dan Harran’a göçmüş, oradan da bir tüccar kolonisi olarak Filistin’e girmişti. Onun askerleri ve parasal gücü ile kendi şahsi Tanrısını onlara Tanrı olarak kabul ettirmiş ve bu arada Mezopotamya’dan getirdiklerini halka aşılamıştı.
“En son olarak Babil Kralı Nabukadnezzar’ın (604-562) Filistin’i ele geçirip bütün Yahudi bilginlerini Babil’e sürgün götürmesi, bu bilginlere Babil kütüphanelerini inceleme olanağı verdi.
“Görüldüğü gibi, Sumer dini ve edebiyatı İsraillilere çeşitli çağlar ve yollardan ulaşmıştır. 12’nci Yüzyıl’da yaşayan Yahudi otoritesi Eben Ezra ve 16’ncı Yüzyıl’da yaşayan Yahudi filozofu Spinoza, Tevrat’ın, özellikle Musa tarafından yazıldığına inanılan ilk beş kitabın Musa tarafından yazılmadığını, ancak Babil tutsaklığından sonra yazılmış olduğunu söylemişlerdir (Robert Cooper, Thirteen Lectures on Bibel, s. 107) (Yahudilere Babil tutsaklığının yaptığı etkiler hakkında daha geniş bilgi için bkz. Max I. Dimont, Jews, God and History, New York, 1962, s. 69-72.)
“Bu çalışmamızla, din kitaplarına Sumerlilerden geldiğini açıklamaya çalıştığımız konular hakkındaki bilgilerimizi, yine onların icat ettiği yazıya ve yazı malzemesi olarak kullandıkları kile borçluyuz. Onlar bozulan veya eriyen bir nesne üzerine yazmış olsalardı, bunların hepsi çözülemeyen bir sır olarak kalacaktı.” (Muazzez İlmiye Çığ. Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni. Kaynak Yayınları, 2005, s. 66-68)
Görüldüğü gibi, Tevrat, İncil ve Kur’an’da anlatılan hikâyelerin kökeni Sümer’dir. Bin yıllar içinde biraz değişerek tek Tanrılı dinlerin kutsal kitaplarına girmiştir. İnsanlık yüz binlerce yıl süren Altın Çağ’ı unutamamıştır.
İnsanlığın ilk toprağa yerleştiği bu güzel coğrafyada bulunan Cennet Ülkemiz maalesef hem altı bin yıldan beri süre gelen sınıflı toplumun yozlukları, hem de yirmi yılı aşkındır süren Tayyip Diktatörlüğü sayesinde halkımıza Cehennem olmuştur.
İnsanlık Günümüzde de Altın Çağ’a, yani Modern Sosyalizme varmak için arayıştadır. İnsanlığa Cennet dünyayı Cehenneme çeviren emperyalist kapitalist sistem de elbet son bulacaktır. Kapitalizmin ömrü yüzbinlerce yıl süren Altın Çağ’a göre bir göz açıp yummak gibi kalacaktır.
Yazımızı, ulu ozanımız Yunus’un dünyayı cehenneme çevirenleri yerdiği deyişiyle bitirelim:
İşidün, iy ulular
Ahır zaman olusar
Sağ Müselman seyrektir
Ol da güman olusar
Danişmend okur dutmaz
Derviş yolun gözetmez
Bu halk öğüt işitmez
Ne sarp zaman olusar
Gitti beğler mürveti
Binmişler birer atı
Yidüği yoksul eti
İçdüği gan olusar
Yani er gelmiş erden
Elini çekmiş şerden
Deccal gopusar yirden
Ahır zaman olusar
Acep mahlûk irişti?
Göz yumuban dürüşti
Helal haram garışdı
Assı ziyan olusar
Birbirin yavuz sanur
Ettüğim gala sanur
Yarın mahşer güninde
İşi beyan olusar
İy Yunus, imdi senün
Işk’ıla geçsin günün
Sevdüğün kişi senin
Canına can olusar
Yunus Emre