Site rengi

Tasarım

Daha ne desin?..

03.12.2014
806
A+
A-

Hikmet Kıvılcımlı Usta, bundan 45 yıl önce: “1800 yılından beri Türkiye’yi Türkiye yönetmiyor.” diyor ve kimin yönettiğini de şöyle yazıyordu:

“Kapitalizmin egemen olduğu hiçbir ülkeyi kendisi yönetmiyor. Her milleti yaratan kapitalizm yönetiyor. Kapitalizm denen ejderhanın dizginleri 19’uncu Yüzyılda İngiliz’in elinde idi. 20’nci Yüzyılda Amerika’nın eline geçti. Bugün kapitalizme canını, malını, namusunu teslim eden bir ülkenin yöneticisi kayıtsız şartsız Amerika’dır. Bağımsızlıkmış, Batı uygarlığıymış, özgürlük özerklikmiş, kişilik pişilikmiş, hukuk devletiymiş, sosyal devletçilikmiş, hepsi Emperyalizmin cebinde çıtırdattığı çerezdir. Siz Emperyalizmin etki alanına giren bir ülkeyi falan yaldızlı başbuğ ya da filan kılına dokunulmaz meclis mi güder sanırsınız? Aldanırsınız. Bugün kapitalist sömürünün hüküm sürdüğü her ülke, Amerikan PARA-CASUS-ORDU üçüzü dışında gık diyemez.” (Hikmet Kıvılcımlı, Ya Birleşmek Ya Ölüm!)

Bunun çok somut örnekleri var. Eşantiyon babından birkaç örnek verelim. Bildiğimiz gibi DP İktidarının Başbakanı A. Menderes atayacağı bakanları bile ABD Büyükelçiliği aracılığıyla ABD’ye sormadan atayamazdı. Özal döneminde IMF’nin (ABD’nin) onayı olmadan hiçbir yüksek bürokrat atanamazdı.

Son bir yılda yaşanan iki olay da bunun yeni örneklerindendi. Bunlardan bir tanesi Türkiye’nin uzun menzilde ve alçak/orta/yüksek irtifada hava savunmasını sağlamaya yönelik olarak almak istediği Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi idi. Buna yönelik ihale 26 Eylül 2013 tarihinde gerçekleştirildi.

3 firmanın katıldığı ihalede Amerikan Raytheon Co şirketinin ürettiği Patriot, Fransız-İtalyan ortak yapımı Eurosam SAMP/T, Rusya’nın ürettiği S-300 VM ve Çinli şirket CPMIEC’in ürettiği FD-2000 yarıştı.

İhaleye Çin, 3.5 milyar dolar; Fransa-İtalya ortaklığı, 4.4 milyar dolar; ABD, 4.5 milyar dolar fiyat verdi.

Çin, ortak üretim ve yüzde 30 yerli katkı önerdi; Fransız-İtalyan ortaklığı ve ABD ise ortak üretime yanaşmazken, yerli katkı oranını yüzde 10-12 arasında tuttu.

İhaleyi 3.5 milyar dolar fiyat önerisi ve 80 puanla birinci sırada tamamlayan Çin, ortak üretim ve 1.1 milyar dolarlık iş payı sundu. Böylece en uygun teklifi veren Çin firması ihaleyi kazandı. Ama ihale birkaç ay sonra ertelendi.

Bunun nedeni ise ABD’nin Çin füzelerini istemeyişiydi. Füzeyi Çin’le ortak üretmeyi planlayan Türkiye’nin asıl hedefi Yüksek İrtifa Gelişmiş Hava ve Füze Savunma Sistemi kurmaktı. Bu sistem Türkiye’nin de katıldığı bir üretim sürecini içerecekti. Bu ihalede de buna ilişkin şartlar vardı. Füzelerin tüm ekipmanlarının ortak üretilmesini ve sonraki süreçte de yerli hale getirilmesini istiyordu. ABD Emperyalistleri Türkiye’nin şart olarak öne sürdüğü ortak üretim konusunda, verdikleri 3 teklifte de buna yanaşmadılar. Patriotların denenmiş bir sistem olduğunda ısrar ettiler ve bunun yerine paket halinde satış sistemini önerdiler.

Çin ortak üretilecek olan füzelerin teknik özelliklerinde Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre önemli değişikliklere gitmişti. Bildiğimiz gibi bir Füze sistemi: 1-Arama radarı; 2-Takip radarı; 3-İmha bölümlerinden oluşuyor. Ayrıca bunların monte edildiği araçlara, kamyonlara ihtiyaç var. İşte Çin’le birlikte “Türkiye’de üretilecek olan füze savunma sistemlerinin taşınması ve havaya fırlatılması için BMC kamyonlarından yararlanılacak, 250 adet BMC kamyonu füze rampalarının taşıyıcı özelliğine göre modifiye edilecek”ti.

ABD Emperyalistleri bu ihaleyi Çin’in kazanmasını ve Türkiye’nin bu teknolojiye ve füzelere sahip olmasını kabul etmediler. Niye?

Çünkü Türkiye hep alıcı olarak, pazar olarak kalsın istiyorlardı.

Sonuç olarak 26 Eylül tarihli Savunma Sanayi İcra Komitesi toplantısından sonra yapılan açıklamada Uzun Menzilli Füze Savunma Sistemleri ihalesini birinci sırada kazanan Çin’le görüşmelere başlanacağı açıklanmıştı. Ancak görüşmelere başlansa da sonuçlanmadan bitirildi. Daha doğrusu bitirilmek zorunda kalındı. AB-D Emperyalistleri buna izin vermediler.

ABD, AB ve NATO yetkilileri ardı ardına açıkça tehdit dolu açıklamalar yaparak bu ihalenin iptalini ve ihalenin ya Fransız ya da Amerikan şirketine verilmesini istediler. Gerekçeleri de; “Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olduğu, dolayısıyla kullanacağı silahların da NATO standartlarına uygun ve uyumlu olması” idi.

Örneğin İzmir Şirinyer’deki NATO Kara Komutanlığı Üs Komutanı Korgeneral Frederick Ben Hodges 23 Ekim 2013 tarihinde bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu:

“Tabiî ki her ülke kendi istediği sistemi almakta özgürdür ama bir ittifakın içinde olmanın temel kuralı, sistemlerin ve prensiplerin birbirleriyle eşgüdümlü olmasıdır” dedi. Türkiye’nin almayı planladığı sistemin NATO’nun anti-balistik füze sistemine hiçbir şekilde entegre olamayacağı için sorun olduğunu belirten Hodges sözlerine söyle devam etti:

“Modern silahlar üretilirken, alt yüklenim, yazılım, taahhüt gibi bir dizi alt kalemle karşı karşıyasınız. Fişi takıp hiç sorun yaşamamayı bekleyemezsiniz. Güvenlik açıkları, siber erişim, korsanlık gibi bir dizi sıkıntılar var. Bence NATO Çin yapımı bir savunma sistemini kendi sistemiyle eşleştirmeye hiçbir zaman izin vermez ve vermemelidir. Amerikan, ya da Fransız malı almanız ya da işin ekonomisi değil önemli olan. NATO ile kullanamayacağınız bir malı alıyor olmanız.” (http://www.haber7.com/guncel/haber/1087465-natodan-sert-cikis-cin-fuzesine-izin-vermeyiz)

Bu tartışmalar başlayınca hükümet yaptığı ilk açıklamalarda “Biz egemen, bağımsız kendi kararlarını alabilen bir ülkeyiz” diyordu. Savunma Sanayi Müsteşarı Murad Bayer yaptığı açıklamada şöyle dedi:

“Milli üretim için adım olacak

“(…) 2006’dan beri yürüttüğümüz çalışmalarda bizim için üç kriter vardı. Operasyonel başarı, yerli sanayi katkısı ve maliyet. Bu kriterleri en iyi karşılayan Çin firması oldu. Edineceğimiz deneyimleri kendi milli sistemimizi üretmek için ara adım olarak kullanacağız. Türkiye’nin bu kararı doğrudur. Ciddi bir yerli katılım olacak. Ateşlenecek füzelerin neredeyse tamamı Türkiye’de üretilecek. Füzeleri NATO’ya değil Türkiye’ye alıyoruz. Biz NATO sistemini kesinlikle Çin ile paylaşmıyoruz, Çin sistemini kurduk diye Çin’e kablo ile bağlanmadık. Sistemin NATO’ya tam entegrasyonu da mümkün” demişti.” (http://ekonomi.haber7.com/gundem-veriler/haber/1088336-fuze-ihalesinde-flas-gelisme)

Bakın ne güzel konuşuyor M. Bayer değil mi? Söyledikleri tamamen mantıklı ve doğru. Doğru ama doğruyu hayata geçirebilecek irade var mıydı bunlarda?

Ne gezer… Aynen öyle oldu. Hatta bu tartışmalara Tayyip de katıldı. Hani Kambersiz düğün olmaz ya… Tayyip her zaman yaptığı gibi önce keskin bir çıkış yaptı. Efelendi ABD Emperyalistlerine. Ve şöyle söyledi:

“Başbakan Kosova gezisinde gazetecilerin sorularını yanıtlıyor.

“Sevilay Yükselir soruyor:

“- Füze ihalesi kesinleşti mi?

“- Biz Yüksek Kurul olarak kararımızı verdik. Şimdi SSM ile Çin tarafı ayrıntıları görüşüyor. Bu aşamadan sonra ancak Çin vazgeçerse ihale süreci durabilir. Teklifler kapalı zarf usulü ile alındı ve hepsini inceleyip öyle karar verdik.

“- Peki NATO’nun kriterlerine uygun mu?

“- Biz bağımsızlık hakkımıza müdahale ettirmeyiz. Ekonomik bağımsızlık konusundaki hakkımıza da müdahale ettirmeyiz. Kaldı ki füzeler NATO’nun standartlarına kesinlikle uyacak şekilde üretilecek…” (Melih Aşık, Milliyet, 26.10.2013)

Breh breh breh… “Biz bağımsızlık hakkımıza müdahale ettirmeyiz” filan…

Gören de gerçekten, samimiyetle, içtenlikle böyle söylüyor sanır. Yurtsever, antiemperyalist sanır Tayyip’i. Sen vatan ve ulus kavramı bilmeyen, tanımayan Tefeci-Bezirgân Sermayenin siyasi plandaki temsilcisisin. Sen Ortaçağcısın. Senin yüreğin yetmez böyle efelenmelere, ancak efelenmiş gibi görünürsün Türkiye insanlarını kandırmak, oylarını cukkalamak için. Sen ABD Emperyalistlerine, “beni deliğe süpürmeyin, kullanın” diyen adamsın. Dünya âlem bunu biliyor.

Çin devlet televizyonunun haberine göre Obama, Tayyip’i iki kez arayarak uyarmıştı bu konuda. Ve bu baskılar sonucu ilk geri adım atıldı ve başlanılan görüşmeler istenildiği gibi gitmiyor, Çin vermesi gereken teknik destekleri vermiyor, denilerek ihalenin yenilenebileceği, diğer firmaların da tekliflerini yenileyebilecekleri bildirildi.

ABD baskılarını arttırıyordu. ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’in, Avrupa turu kapsamında 27 Ocak 2014’te Ankara’ya planlanan ziyareti iptal edildi.

1 Temmuz 2014 tarihli gazetelerde yer alan haberlerde; ABD’nin baskısıyla artık yılan hikâyesine dönen uzun menzilli hava savunma sistemleri ve füze projesinde, ihaleyi kaybeden şirketler için tekliflerin geçerlilik süresinin bir kez daha uzatıldığı yazıyordu.

İhaleyi Çinli şirketin kazanmasından sonra ABD’li şirket ve İtalyan-Fransız ortaklığı için bu süre daha önce de iki kez uzatılmıştı.

Yine bizzat Tayyip açıklama yaparak (biz buna Tayyip’e ABD tarafından yaptırılarak diyelim) Çin’in devre dışı kaldığını şöyle açıkladı:

“Erdoğan’dan uzun menzilli füze açıklaması

“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, uzun menzilli füze projesinde Çin ile devam eden görüşmelerde bazı uyuşmazlıklar çıktığını, bu görüşmeler devam etmekle birlikte ihale süresince teklifi ikinci sırada olan Fransa ile de görüşmeler yapıldığını söyledi.

“Gazetelerde yer alan haberlere göre NATO zirvesi dönüşünde uçakta gazetecilere açıklamalarda bulunan Erdoğan, “Çin’le füze savunma sistemi görüşmelerinde ortak üretim ve know-how meselesinde bazı uyuşmazlıklar çıktı. Buna rağmen arkadaşlar görüşmeye devam ediyor ama ikinci sıradaki Fransa yeni tekliflerle önümüze geldi. Şu anda Fransa ile de görüşmelerimiz sürüyor. Burada bizim için ortak üretim çok çok önemli” dedi.” (http://www.milliyet.com.tr/erdogan-dan-uzun-menzilli-fuze/ekonomi/detay/1936958/default.htm)

Yani Tayyip, hep olduğu gibi, bir kez daha söylediğini yalayıp yutmuştu.

***

Güncel bir diğer somut örnek ise Türkiye’nin ürettiği ATAK helikopterinin ihracına ABD’nin izin vermemesi idi:

“ABD, MİLLİ HELİKOPTER ATAK’IN İHRACINA İZİN VERMEDİ

“(…)

“Üretimi üstün başarıyla gerçekleştirilen milli helikopteri ihraç etmek isteyen Ankara, AH-1F Cobra helikopter filosunu yenilemek isteyen Pakistan’la dirsek temasına geçti. Pakistan lideri Navaz Şerif’in 16-18 Eylül tarihleri arasında Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında bu konu gündeme geldi ve Şerif’e Atak’ın yetenekleri konusunda detaylı bir sunum yapıldı. İki ülke arasında helikopter ihracı için görüşmelerde belirli bir noktaya gelindiği de açıklandı. Türk yetkililer, sadece finansal getirisi için değil Atak’ın tanıtımı için de Pakistan’la yapılacak olan anlaşmanın çok önemli olduğunu belirtti.

“İHRACATI İÇİN ABD’NİN ONAYI ŞART

“Ancak Defense News adlı saygın savunma haber sitesine göre bu durum Pakistan’a Amerikan malı helikopterler satmak isteyen Washington’da rahatsızlık yarattı. Ankara’daki bir Amerikalı savunma endüstrisi yetkilisi siteye yaptığı açıklamada Atak helikopterinin motorunun Amerikan üretimi olduğunu hatırlatarak, ‘Bu motorun ihraç edilmesi için Washington yönetiminin ihracat lisansı vermesi gerekiyor. Bu konuda Washington’da hem siyasi hem endüstriyel parametreler göz önünde bulundurularak karmaşık tartışmalar yapılacağını sanıyorum’ dedi.

“Gerçekten de Atak T-129’un motoru İngiliz Rolls Royce ve Amerikan Honeywell şirketlerinin ortak şirketi olan LHTEC adlı Indianapolis merkezli bir Amerikan firması tarafından üretiliyor. Helikopterin bu motorla Pakistan’a ihraç edilebilmesi için ABD yönetiminin onay vermesi gerekiyor.” (17 Ekim 2013 http://www.aktifhaber.com/abd-milli-helikopter-atakin-ihracina-izin-vermedi-870155h.htm)

Ne oldu şimdi?

ABD ben izin vermeden ihracat ne demek, diyor. Sen benim pazarıma nasıl el atabilirsin, diyor. Ve gördüğümüz gibi, Türkiye’nin yerli askeri sanayisini geliştirmesine izin vermiyor. Ve hayatın birçok hatta her alanında olduğu gibi askeri alanda da ülkemizin tamamen kendisine bağımlı bir şekilde kalmasını istiyor. Bunu sağlayabilmek için de her türlü kartını kullanıyor.

Gördüğümüz gibi burada bir gerçekle daha karşılaşıyoruz. “Yerli” üretim denen ATAK helikopterinin bir anlamda en önemli parçası olan, onsuz olamayacak olan motor kimin üretimiymiş?

ABD’nin.

Yani biz ABD’den en önemli parçayı almışız. Sonra da diğer parçalarla monte etmişiz. Yani aslında üretimimiz bir anlamda montajmış…

ABD bu tavrını daha önce de gösterdiği hatırlayacağımız gibi. Kıbrıs Harekâtı sırasında elimizdeki silahları kullanmamıza izin vermedi. Ve sonrasında da Türkiye’ye “Silah ambargosu” uyguladı yıllarca.

Bizim Batılı emperyalistlerle rekabet edebilmemiz için kamu yatırımlarıyla yerli sanayimizi geliştirmemiz gerekir. Oysa bildiğimiz gibi kamunun elindeki tüm sanayi tesisleri özelleştirme adı altında yerli, özellikle de yabancı Parababalarına yeyim edildi. Onun yerine emperyalistlerin empoze ettikleri-izin verdikleri oranda montaj sanayii gelişti ülkemizde. Dünya çapında tamamen yerli, orijinal bir ürünümüz yok ne yazık ki… Yerli Finans-Kapitalistlerimiz de zaten uzun vadede kârlı hale geçecek böyle büyük yatırımlara girmek, ağır sanayiyi, teknolojiyi geliştirmek yerine uluslar arası Parababalarının acenteliğini, montajcılığını yaparak vurgunlarına devam etmeyi tercih ederler. Eşyanın tabiatı da bunu gerektirir zaten. Emperyalizm çağında burjuvazi eli ile kapitalizmini geliştirebilmiş tek bir ülke yoktur, olamaz.

Bilindiği gibi yerli-yabancı Parababaları anlaşarak 1950’den bu yana, Birinci Kurtuluş Savaşı sonucunda kurduğumuz fabrikaları, kamu mallarını Özelleştirme adı altında ya yerli yabancı Parababalarına yeyim ettiler ya da üretimi son verdiler, arazilerine ise Alışveriş Merkezleri (AVM’ler) kurdular.

Ki zaten Tayyipgiller, üretim nedir bilmeyen, üretimle hiç ilgisi olmayan, sadece aracılık yaparak kâr elde eden Antika Tefeci-Bezirgan Sermeye Sınıfının temsilcileridir. Dolayısıyla da onların üretim, sanayi, yerli sanayi diye bir dertleri yoktur. Onlar için biricik yöntem aracılık yaparak, komisyon alarak kâr elde etmek, dünyalıklarını biriktirmektir…

 

***

Türkiye’nin ABD’ye bağlılığının-bağımlılığının en son örneğini geçtiğimiz günlerde yaşadık.

ABD yapımı-üretimi IŞİD, önce Türkmenlere, sonra Ezidilere en sonra da Kobanê’deki Kürtlere saldırdı. Kobanê’yi ele geçirmek üzereydi ki, ABD devreye girdi ve buna izin vermem, dedi. Ve Fransa, İngiltere, Suudi Arabistan, Kuveyt vb. ülkelerden oluşan bir koalisyon oluşturarak IŞİD’e karşı hava saldırıları başlattı. Bununla yetinmedi, Barzani’ye bağlı Peşmergelerin de Kobanê’ye geçirilmesi için devreye girdi.

İşte tam bu aşamada, zaten işin en ortasında bulunan Türkiye için zorluklar başladı. Tayyip ve Tayyipgiller hep bir ağızdan, Kobanê’ye silah ve malzeme, savaşçı geçişine izin vermeyiz dediler. Ardı ardına açıklamalar yaptılar. Kobanê’de yönetimi elinde bulunduran PYD’nin terörist bir örgüt olduğunu, ha PKK ha PYD olduğunu söylediler. ABD’ye, PKK’yi nasıl terörist olarak kabul ediyorsan PYD’yi de öyle kabul etmelisin, dediler. Ve direnmeye çalıştılar. Ama ABD bu. Uşakların direnmesine itibar eder, onların direnmelerini kabul eder miydi?

Elbette etmezdi ve etmedi de. Önce PKK ve YPG’nin ayrı örgütler olduğunu, ABD için PYD’nin terörist örgüt olmadığını, dolayısıyla gerekli yardımları yapacaklarını söylediler. Baktılar ki iyilikle olmuyor o zaman emrivaki yoluna gittiler ve önce silah ve malzeme yardımını gerçekleştirdiler uçaklarla, sonra da Peşmergeleri ala-yı valayla topraklarımızdan geçirerek Kobanê’ye soktular.

Türkiye ne yaptı bunun üzerine? Daha doğrusu ne yapabildi?

Hiç!.. Hiçbir şey yapamadı. Tayyip, zaten ABD’ye ben önerdim vb. saçmalamalarda bulundu. Ama dünya medyası bunu yemedi tabiî. Şöyle yazdı bu konuda:

“Dünya, Türkiye’nin U dönüşünü konuşuyor

“Ankara’nın Kobani’de IŞİD’e karşı savaşan PKK bağlantılı PYD’ye yardımla ilgili çelişkili tutumu, dünya medyasında tartışma konusu oldu. Pek çok yayın kuruluşu, Türkiye’nin Kuzey Iraklı Kürt silahlı gücü peşmergelerin Kobani’ye geçişine izin kararının ‘beklenmedik’ olduğunu belirtirken, değişikliğin ABD’nin baskısıyla geldiğinin altını çizdi. İngiliz Financial Times gazetesi, birinci sayfadan verdiği haberde “Türkiye, ABD baskısıyla Kobani’de dramatik bir U dönüşü yaptı” başlığını kullandı. BBC de karar değişikliğini ‘U dönüşü’ olarak niteledi. Amerikan New York Times, kararı ‘uluslararası baskının’ yansıması olarak değerlendirdi.” (22 Ekim 2014, www.zaman.com.tr/dunya_dunya-turkiyenin-u-donusunu-konusuyor_2252261.html)

Yine 20 Ekim tarihli The Wall Street Journal Gazetesi’ndeki haber şöyleydi:

“ABD’nin Suriyeli Kürtlere silah yardımında bulunması ülkenin bölgede yaşanan çatışmaya daha fazla dahil olacağı anlamına gelirken, Türkiye’nin bu silah yardımına muhalefetine karşı gerçekleşiyor. (http://www.wsj.com.tr/articles/SB12003192308051073864504580225414241865150)

Yine ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf, 21 Ekim tarihinde Kürt Haber Kanalı Rudaw’ın sorularını yanıtlarken bu konularla ilgili olarak şunları söyledi. ABD yetkilileri bazen eldivenli konuşurlar. Bazen de çok açık. İşte bu konuşmada da açık açık söylüyor söyleyeceklerini:

“Rûdaw sordu – Harf cevapladı: PYD’yi terörist olarak görmüyoruz!

“(…)

“Türkiye’nin, Kürdistan Bölgesi  Peşmerge Güçleri’nin Kobani’ye geçmesine izin verdiği yönündeki sorulara Harf, “Türkiye’nin bu tavrından memnuniyet duyduk” dedi.

“Rûdaw: Türkiye’nin koalisyonda etkin rol almak için “tampon bölge” şartı vardı. Bu konuda Türkiye’ye herhangi bir söz verdiniz mi?

“Marie Harf: Bu konudaki tavrımız aynı. Türkiye ile konuyu görüşüyoruz. Sanırım bu konu ele alınmaya devam edecek..

“Rûdaw: ABD’nin silahları, Türkiye’nin izni olmaksızın gönderdiğini söyleyebilir miyiz?

“Marie Harf: Biz Türkiye’yi bilgilendirdik. Başkan ve Dışişleri Bakanı, Ankara’ya haber verdi. Konunun önemini ve neden yardım ettiğimizi anlattık.

“Rûdaw: John Kerry, PYD’yi “PKK’nin bir kolu” olarak tanımladı…

“Marie Harf: Hayır, öyle demedi…

“Rûdaw: Dedi!

“Marie Harf: Bende konuşmanın bir kopyası var, ABD yasalarına göre PYD ile PKK bizim için aynı şey değil.” (http://rudaw.net/mobile/turkish/world/21102014#sthash.CB2gTd5x.dpuf (http://rudaw.net/mobile/turkish/world/21102014)

22 Ekim tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan haberde ise ABD’nin tavrı, tutumu tamamen açık ediliyor, net bir şekilde, diplomatik teamüller bir yana bırakılarak, şöyle deniyordu:

“ABD Dışişleri Sözcüsü Harf:

“Türkiye’den rıza almadık, bildirdik

“ABD Dışişleri Sözcüsü Marie Harf, YPG’ye silah sevkiyatı konusunda Türkiye’nin rızasının alınıp alınmadığı sorusuna “Mesele rızayla ilgili değil… Bunu yapma niyetimizi onlara bildirdik. Başkan (Obama) ve Dışişleri Bakanı (Kerry) bu konudaki niyeti iletti. (18 Kasım’daki telefon görüşmesi) Bunun (PYD’ye yardımın) Kobani çerçevesinde IŞİD’le mücadele için neden önemli olduğunu anlattı. Bu konuda görüşmeler yaptık.”

Şimdi ABD sözcüsü daha nasıl açık konuşsun? Emrettik diyecek hali yok açıktan. Ama netçe ne diyor?

“Mesele rızayla ilgili değil… Bunu yapma niyetimizi onlara bildirdik.”

Yani, sadece “niyet” bildiriyor ABD. Siz ne dersiniz? demiyor. Soru sormuyor. Sadece ne yapacağını söylüyor. Argo deyişle “yersen” diyor ABD! Daha ne desin? Daha açık nasıl desin?..

***

Yazımızın başında aktardığımız Usta’mızın sözünün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha somut olaylarla gördük. Biz Hikmet Kıvılcımlı’ya işte bunun için Usta diyoruz. Yoksa başka bir şeyden ötürü değil. Biz mürit değiliz. Usta’mızın söylediklerini aynen tekrar etmeyiz. O’ndan aldığımız teorik ve pratik bilinçle olayları neyseler öylece yorumlar, değerlendirir ve onlardan sonuçlar çıkartırız. Öngörülerde bulunuruz. Ve şu ana kadar da öngörülerimiz hep doğru çıktı. Çünkü biz, Türkiye’nin biricik doğru devrimci teorik ve pratik hattını temsil ediyoruz.

Ve önümüze yine Usta’mızın o yazısında ortaya koyduğu görevi koyuyoruz:

“İnsanlığın önünde iki rahmetten biri var: ya bilesiye, tüm bilinçli, kıyasıya, öldüresiye ve ölesiye milli kurtuluş savaşı göze alınır yahut sürünesiye, sömürülesiye, çürüyesiye, geberesiye, kullaşılır, köleleşilir… Ya kurtuluş savaşı ya da en soysuzca köleleşmenin mezar taşı.”